Değerli meslektaşlarım, 23 Ekim 2022’de Türkiye’de Veteriner Hekimliği Öğretiminin 180.Yıldönümünü buruk bir şekilde kutladık. Buruk diyorum çünkü 52 yıllık meslek yaşamımda Türk Veteriner Hekimliğinin bu dönemde olduğu kadar kötü bir duruma düştüğünü hiç görmemiştim. Öncelikle sizlere Türkiye’de veteriner hekimliği öğretiminin ve kamu örgütlenmesinin gelişim sürecinden kısaca söz etmek istiyorum. Türkiye’de veteriner hekimliği öğretimi Lyon’daki dünyanın ilk veteriner fakültesinin açılışından tam 60 yıl sonra, yani 1842 yılında Prusyalı bir askeri veteriner hekim olan Godlewsky’nin süvari okulunda okuma yazma bilen askerlerden oluşan bir sınıf açmasıyla başlamıştır. Önce askeri veteriner okulu, sonra da sivil veteriner okulu açılmış ve bu iki okul 1920 yılında birleştirilerek Baytar Mektep-i Alisi kurulmuştur. Bu okul 1933 yılında Ankara’da faaliyete geçen Yüksek Ziraat Enstitüsü bünyesinde önce Baytar Fakültesi, sonra da Veteriner Fakültesi adıyla yer almış ve 1948 yılında Ankara Üniversitesi’ne katılmıştır. Daha sonraları Türkiye’nin değişik üniversitelerine bağlı olarak öğretim yapan 29 veteriner fakültesi kurularak bugüne kadar gelinmiştir. Osmanlı döneminde veteriner hekimliği kamu örgütü değişik adlar adı altında ve değişik bakanlıklara bağlı kurumlar içerisinde faaliyet göstermiştir. Asıl örgütlenme 1937 tarihinde Uluslar Arası Cenevre Sözleşmesi esaslarına göre hazırlanıp yürürlüğe sokulan “ Ziraat Vekaleti Vazife ve Teşkilat Kanunu ” ile hayata geçmiştir. Bu kanun çerçevesinde kurulan Veteriner İşleri Genel Müdürlüğüne hayvan ve insan sağlığı, gıda güvenliği ve hayvan ıslahı konularında çok önemli görevler ve yetkiler verilmiştir. Adı geçen genel müdürlük bu yetkilere dayanarak yaklaşık yarım asırda salgın, bulaşıcı, zoonotik ve paraziter hastalıklarla savaşımda, et başta olmak üzere insanlarca tüketilen hayvansal gıdaların kontrolünde ve suni tohumlama yöntemiyle hayvan ıslağında çok büyük ve önemli başarılar elde etmiştir. Ancak bu başarılı genel müdürlük 1984 yılında kapatılarak değişik adlar altında adı sık değişen bakanlıklara bağlanıp etkisizleştirilmiştir. Bugün gelinen noktada taşra örgütü bulunmayan, hantal, etkisiz ve ucube bir yapı ortaya çıkmıştır. Bu kısa açıklamadan sonra birbiriyle iç içe olan her iki konu üzerinde şimdiye kadarkilerden farklı bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bilindiği gibi, Dünya Bankası, İMF, Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşlarla Rockfeller Vakfı, Melinda & Bill Gates Vakfı ve Rothshild Ailesi gibi oluşumlar yıllardan beri hayvancılık da dahil olmak üzere değişik alanlarda dünya ülkelerini kontrol altına almak amacıyla faaliyette bulunmaktadırlar. Bu faaliyetlerin en tipik örneği Somali’de yaşanmıştır. Somali 1980’lerde hayvancılığı gelişmiş ve kuzey Afrika’nın kırmızı et ihtiyacını karşılayan bir ülke idi. Ancak Dünya Bankası ve İMF gibi uluslararası kuruluşlar uyguladıkları ithalata ve dış krediye dayalı politikalarla Somali’yi kısa sürede önce et ithal eden, sonra da açlıktan insanların öldüğü bir ülke haline getirmişlerdir. Bunu yaparken de ilk işleri kamu veteriner örgütünü ortadan kaldırmak ve veteriner hekimleri etkisizleştirmek olmuştur. Aynı oyunun, Amerika’nın güdümünde gerçekleştirilen 12 Eylül Askeri Darbesinden hemen sonra Türkiye’de hayata geçirilen neo liberal politikalarla oynandığını görmekteyiz. Nitekim darbeden sonra Somali’de olduğu gibi Türkiye’de de veteriner işleri genel müdürlüğü kaldırılmış, yerine ne olduğu belirsiz genel müdürlükler kurulmuş ve kamu veteriner hekimleri hekimlik yapmak yerine bütün gün masada oturup bürokratik işlerle uğraşan birer memur konumuna getirilmişlerdir. Türkiye’de buna bağlı olarak yapılan ve amacı hayvancılığı yok etmek olan ikinci girişim de darbeden hemen sonra kurulan YÖK marifetiyle veteriner fakültesi sayılarını artırmak, öğretimi çağ dışı kılmak ve bu sayede kalitesiz veteriner hekimler yetiştirmeye olanak sağlamak olmuştur. Hayvancılık konusunda da Somali’de yaptıklarının aynısını uygulamışlar ve günümüzde Türkiye’yi hayvan, hayvansal ürünler, yem hammaddeleri, boğa sperması, hayvan aşı ve ilaçları ithal eden, döviz kuru vasıtasıyla bu ürünlerin fiyatlarını arttırıp çiğ süt ve karkas fiyatlarını baskılayarak hayvanların kesilip işletmelerin kapandığı bir ülke konumuna getirmişlerdir. Bu arada vakıf adı altında faaliyet gösteren yukarıda saydığım kuruluşlar da boş durmamışlar, yapay et ve yapay süt elde etme konusundaki çalışmalarını hızlandırmışlar, bu ürünlerin pazar şansını artırmak amacıyla sığırların saldığı metan gazının sera etkisi yaratarak küresel ısınmaya neden olduğu, bu nedenle de sayılarının azaltılması gerektiği safsatasını uydurmuşlardır. Son sözlerim şunlardır. Günümüzde Türkiye hayvancılığı ve Türk veteriner Hekimliği üzerinde çok büyük uluslararası oyunlar oynanmaktadır. Bu gerçeği asla unutmayalım. Türk veteriner hekimleri olarak uyanık olalım. Çabalarımızı ve enerjimizi günlük sorunlar üzerinde değil de uluslararası kuruluş ve vakıfların sergilemekte oldukları haince oyunlar üzerinde yoğunlaştıralım. Bunun için de sayıları 81’i bulan meslek örgütleri ve bunlara üye veteriner hekimler olarak birlik ve beraberliğimizi asla bozmayalım. Tüm siyasi görüşlerimizi ve şahsi çıkarlarımızı bir yana bırakarak ülke ve meslek ortak paydasında birleşelim. Başka mesleklerin örgütlerinden medet ummayalım, onların payandası olmayalım, peşlerinden gitmeyelim. Hayvansal üretimden, insan sağlığını korumaktan ve şanlı tarihimizden gelen gücümüzü asla küçümsemeyelim.