Sevgili Meslektaşlarım,
Grubumuza üye meslektaşlarımız arasında bir süredir devam eden ve ne yazık ki kimi zaman da düzeyi bir hayli düşen tartışmalar bana rahmetli patoloji hocam Mehmet Alibaşoğlu (hocamız Yugoslav göçmeni olduğu için üç, beş gibi rakamları üj, bej diye telaffuz ederdi ve bu nedenle de öğrencileri tarafından “bej Mehmet Hoca” olarak anılırdı)’ nun bir sözünü anımsattı. Meslek idealisti olan hocamız ders verirken sınıfta gürültü yaptığımızda “a be kuzum, Yunanistan’dan biri gelip sınıfa girse bu dersi sizin kadar aksatamaz” derdi.Rahmetli hocamızın bu sözü günümüzdeki tartışmalarla ne kadar da örtüşüyor değil mi? Gerçekten de istihdam ve çalışma alanları konusunda rakibimiz olan meslekler bile ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar birlik ve beraberliğimizi bizim şu sıralarda bozduğumuz kadar bozamazlar.
Mezun olduğum ilk günden itibaren geçmişinin büyük başarılarla, şan ve şereflerle dolu olduğunu öğrendiğim kutsal mesleğimizin toplumda layık olduğu düzeye neden erişemediğini hep merak edip durmuşumdur. Nitekim, sonraki yıllarda çeşitli vesilelerle Avrupa’da ve ABD’de elde ettiğim deneyimlerin de ışığında mesleğimizin gelişmesi konusundaki çözüm önerilerimi oluştururken hep ” mesleğimiz , uğraştığımız materyal, okuduğumuz dersler, hitap ettiğimiz kitle aynı da neden başka ülkelerde veteriner hekimlik gelişmiş, saygınlık kazanmış bizde yeterince gelişmemiş, saygınlık kazanmamış” sorusuna cevap aramışımdır. Burada sırası gelmişken 1974 ‘de Almanya’da yaşadığım bir anıyı sizlerle paylaşmak istiyorum .Bir Pazar günü biri Brezilyalı öteki Şilili iki ziraat mühendisi arkadaşımla Münih’te bir Cafe’de otururken masamıza izin isteyip yaşlı bir alman çift oturdu. Kısa bir süre sonra aksanımızdan yabancı olduğumuzu anlayan alman bay bize önce ülkelerimizi sonra mesleklerimizi sordu.Diğer iki arkadaş mesleklerini söyleyince hiç tepki göstermedi, ama ben veteriner hekimim deyince birden yerinden kalkarak elimi sıktı ve karısına “ bak karıcığım veteriner hekimmiş, bir veteriner hekim ile aynı masada oturuyoruz” dedi ve giderken de Almanların kolaylıkla yapmayacağı bir şeyi yaparak epey şişkin olan hesabımızı ödedi.
Geçmişteki tüm başarılarına rağmen yaklaşık 50 yıl hiç değişmeden kalan ve zaman içerisinde de hantallaşan, hele 1987 den sonra gündeme gelen anlamsız yeniden yapılanma sonrası işlevini iyice yitiren kamu ağırlıklı yapının mesleğimizi gerilettiği kuşku götürmez bir gerçektir. Mesai kavramının yer aldığı , çalışan ile çalışmayanın aynı maaşı alması nedeniyle rekabetin yaşanmadığı, her dönemde siyasi baskı ve kayırmacılığın egemen olduğu, hele aylık ücretlerin Türk-İş’in verilerine göre bile fakirlik sınırında bulunduğu bir ortamda geçmişte ne denli büyük hizmetleri bulunsa da bir mesleğin başarılarını sürdürmesi kanımca mümkün değildir. Çünkü hekimlik mesleği doğası gereği mesai kavramı tanımayan , ancak rekabet ortamı içinde gelişebilen , huzurlu çalışabilmeleri için mensuplarının maddi sorunu bulunmaması gereken, sürekli özveri isteyen bir meslektir. Nitekim yıllar önce yazdığım ve bu konudaki çözüm önerilerini içeren yazılarımda Türkiye’de veteriner hekimliğin ancak serbest kesimin gelişmesi ile ivme kazanabileceğini , başta koruyucu aşılama ve suni tohumlama olmak üzere tüm veteriner hekimlik hizmetlerinin serbest ya da özel kesim tarafından yürütülmesi gerektiğini belki de Türkiye’de ilk kez dile getirirken hep bu hususları dikkate almışımdır. Özlediğimiz bu hususların tümü belki bugün gerçekleşmiştir ama çok sayıda meslektaşımızın da haklı olarak belirttiği gibi gerek kamu kesiminde (bakanlık örgütü,belediyeler ) gerekse özel kesimde (serbest veteriner hekimlik, özel sektör şirketleri,hayvancılık birlikleri) yaşanan başıbozukluk ne yazık ki artarak devam etmekte, hatta önlem alınmadığı taktirde grubumuzda yaşanan tartışmalardan da görüleceği üzere neredeyse mesleki bütünlüğümüzü bozacak bir noktaya gelmektedir.
Sözü fazla uzatmadan grubumuzda sıkça tartışılan konular hakkındaki somut önerilerimi ana hatları ile sunmak istiyorum.
1) Kamu kesimi olmadan veteriner hekimlik hizmetlerinin yürütülmesi asla düşünülemez. Dünya’daki tüm ülkelerde de , veteriner hekimlik hizmetlerindeki etkinliği oransal olarak değişen bir kamu kesimi mevcuttur. Burada önemli olan kamu kesiminin yapısının ve işlevinin ne olacağıdır. Kamu kesimine ilişkin önerilerimi şöylece sıralayabilirim
a) Merkezde kurulacak Veteriner Hizmetleri Genel Müdürlüğü bürokrat olarak değil; planlamacı, projeci, fizibiliteci olarak yetişmiş , Dünya’da veteriner hekimlik ve hayvancılık alanında yer alan bilimsel gelişmeleri yakından izleyen, dil bilen uzmanlardan oluşan kurmay bir heyet olmalıdır.
Taşradaki örgütlenme ister iller bazında ister önceki bir yazımda önerdiğim gibi havzalar bazında olsun yürütücü, uygulayıcı değil; planlama yapan , fizibilite ve proje hazırlayan, veri tabanı oluşturan, hayvancılık işletmelerine eğitim ve danışmanlık hizmetleri sunabilen , veteriner halk sağlığı ve gıda güvenliği açışından hayvansal ürünleri ahırdan markete kadar denetlemeyi önceleyen, hayvan hastalıklarının teşhisini ivedilikle yapabilen, karantina önlemlerini zamanında alabilen bir konumda olmalıdır.
c) Taşra örgütlerini , il müdürlüğü ve ilçe hükümet binalarının giriş katlarındaki sığınmacı konumdan kurtarıp il ve ilçe merkezlerinde kiralanacak bilgisayar ve kablosuz internet ağları ile donanmış, aydınlık, modern ofislerde faaliyet gösterecek duruma getirmek gerekir.
d) Yukarıda belirtilen hizmetlerin etkinlikle ve zamanında yürütülebilmesi taşra örgütünün bağımsız ve mobil bir ulaşım sistemine sahip olmasına bağlıdır.
e) Kamu kesiminde çalışan veteriner hekimlerin özlük hakları mutlaka iyileştirilmeli, ister illegal ister klinik açmak suretiyle olsun kamu dışında çalışmaları engellenmelidir.
.
2) Türkiye’deki serbest veteriner hekimliğin gelişim süreci oldukça kısadır .Önceden planlanmış, koşulları saptanmış bir oluşum yerine 1980 sonrası yer alan kimi sosyal,siyasal ve ekonomik olguların doğal bir sonucu olarak kendiliğinden geliştiği için tüm uğraşılara rağmen henüz belli bir sisteme de oturmamıştır.Zaten bugün yaşanan olumsuzlukların kökeninde bu sistemsizlik olgusu yatar. Öte yandan, serbest veteriner hekimleri yönlendirmesi ve denetlemesi gereken veteriner hekim odalarının yasal olarak yetkisizliği de sistemin oturmayışında ana etken olmuştur.Serbest veteriner hekimlik konusundaki çözüm önerilerimi şöylece sıralayabilirim.
a) Serbest veteriner hekimler ancak odaların belirlediği yerlerde klinik açabilmeli ve yine odalarca belirlenecek deneyimli veteriner hekimlerin yanında bir yıl süre ile staj yapmadan çalışma izni alamamalıdır.
Mesleğimizin saygınlığına gölge düşüren ilaç satımı işine son verilmeli, eskiden olduğu gibi veteriner hekimler kullanacakları kadar ilacı arabalarında ve kliniklerinde bulundurabilmelidir.
c) Her odanın periyodik olarak kendi bünyesinde düzenleyeceği mezuniyet sonrası mesleki eğitime serbest veteriner hekimlerin katılması zorunlu kılınmalı, yılda belli bir krediyi dolduramayanlara odalarca yaptırım uygulanmalıdır.
d) Odaların belirledikleri Asgari Ücret Tarifesinin dışında ücret alan veteriner hekimlere mevcut yasada da bulunan hükümler ödünsüz uygulanmalıdır.
e) Serbest veteriner hekimler Tarım İl Müdürlükleri tarafından değil Veteriner Hekim Odaları tarafından ruhsatlandırılıp denetlenmelidir.
3) Özel sektör şirketleri son zamanlarda mesleğimizin ve hayvancılığın gündeminde önemli yer tutmaya başlamışlardır.Özellikle Doğu ve Güney Doğu Bölgelerimizdeki suni tohumlama faaliyetlerini yürütmek üzere görevlendirilen ve öncelikle suni tohumlama teşviklerinden yararlanma amacını güden bu şirketler yeterli alt yapı oluşmadan faaliyete geçtikleri için istenilen başarıyı henüz gösterememişlerdir. Bu şirketlerin, tohumlanan hayvanlarla ilgili olarak bildirdikleri rakamlar gerekse çalıştırdıkları veteriner hekimlere ödedikleri ücretler tartışma konusu olmaya devam etmektedir.Özel sektör şirketlerinin sürü sağlığı ve tohumlaması konularında iyi organize edilirlerse yararlı olacaklarına kuşku yoktur.Öte yandan veteriner hekim çalıştırdıkları için istihdama olan katkıları da yadsınamaz bir gerçektir..Özel sektör şirketlerinin çalışmaları ile ilgili önerilerimi şöylece sıralayabilirim.
a) Suni tohumlama şirketleri görev yapacakları bölge ile ilgili ayrıntılı bir fizibilite yapmalı ve proje hazırlamalıdır. Bu proje bölge veteriner hekimler odası ve il kamu örgütü tarafından değerlendirildikten sonra şirketlere çalışma izni verilmelidir.
Arzu edilen,özel sektör şirketlerinin olanağı olan veteriner hekimler tarafından kurulmasıdır ama bu mümkün
olmuyorsa şirketlerin bir suni tohumlama ya da zootekni uzmanı veteriner hekimi koordinatör olarak atamaları koşulu getirilmeli-
dir.
c) Şirketlerin hazırlayacakları projelere teknik konuların dışında çalıştıracakları veteriner hekimlerin sayılarını ve ödeyecekleri ücreti yazmaları zorunluluğu getirilmeli, ücretler veteriner hekim odaları tarafından belirlenmelidir.
d) Şirketler çalıştıracakları veteriner hekimlere göreve başlamadan önce etkin bir eğitim programı uygulamalı, ancak bu eğitimde başarılı olanlar çalışmaya başlamalıdır. Ayrıca şirketler hizmet götürdükleri yetiştiricilere de eğitim programları düzenlemelidir.
e) Suni tohumlama şirketlerinin çalışmaları , elde ettikleri gebelik ve doğum sonuçları her aşamada oda ve il kamu örgütü elemanları tarafından denetlenmeli, aylık çalışma raporu hazırlamaları koşulu getirilmelidir.
4) Yetiştirici birlikleri Türkiye’de uzunca bir süredir hayvancılık alanında faaliyet göstermelerine karşın yasal statüye yeni yürürlüğe giren Üretici Birlikleri Yasası ile kavuşmuşlardır. Hayvancılığı gelişmiş ülkelerde yetiştirici birlikleri hem hayvancılık alanında hem de siyasal alanda çok etkindirler. Hükümetler üzerinde baskı oluşturarak bir yandan hayvancılığın sorunlarını çözerken, bir yandan da üyelerinin gelirlerini ve refah düzeyini artırırlar. Aynı zamanda yetiştirici birlikleri hayvan sağlığı ve suni tohumlama konusunda organizasyonlar kurarak üyelerine hizmet de verebilirler. Örneğin ben 1974 de Münih’te bir hayvancılık birliğinin sağlık örgütünde ( Tiergesundheitsdienst) üç ay çalışmıştım. Bizde de hayvancılık birlikleri kendi üyelerine dönük olarak hayvan sağlığı ve suni tohumlama hizmetleri sunabilirler, ancak bunun belli bir düzen içerisinde olması gerekir.Yetiştirici birlikleri düşük ücretle veteriner hekim ve veteriner sağlık teknisyeni çalıştıracaklarına bölgelerinde bulunan serbest veteriner hekimlerle yaptıkları iş karşılığı anlaşırlarsa hem hizmetlerin daha etkin biçimde yürütülmesi sağlanmış olur hem de yetiştirici birlikleri ile serbest veteriner hekimler arasındaki olası çatışmalar ortadan kalkar.
5) Belediyeler, beldelerinde yaşayan insanların sağlık ve mutluluğu için kurulmuş yerel kuruluşlardır. Özellikle hayvan sağlığı ve gıda güvenliği konusunda alacakları önlemlerle insanların tükettikleri gıdaların sağlıklı olmasını sağlamak ve kuduz başta olmak üzere zoonoz hastalıkların insanlara bulaşmasını önlemekle yükümlüdürler.Bu amaçla da mezbahalar kurarlar, yetkileri çerçevesinde gıda üreten ve satan işletmeleri denetlerler ve sokak köpeklerinin yaşam ortamlarını bozmadan insanlara zarar vermesini önlemeye çalışırlar.Tüm bu hizmetleri yapacak olan da hiç kuşkusuz veteriner hekimlerdir. Belediye veteriner hekimlerinin özlük hakları, görev alanları ve uğradıkları siyasi baskılar konusunda önemli sorunlarının olduğunu gruptaki tartışmalardan öğreniyoruz. Ayrıca belediye veteriner hekimlerinin şimdiye kadar kamu veteriner hekimleri ve serbest veteriner hekimler kadar kendilerini ifade edemedikleri, sorunlarını dile getirmedikleri de bir gerçektir.Türkiye’deki 3000 e yakın belediyeden sadece 1000’ in de veteriner hekim istihdam edildiği düşünüldüğünde bu konuda büyük bir açığın söz konusu olduğu anlaşılır. Kanımca bu konuda tek yapılacak iş konuyu yasal bir zemine oturtmaktır.Bunun içinde en üst mesleki örgütümüz Türk Veteriner Hekimleri Birliğine görev düşmektedir.
Veteriner hekimliğimizin sorunlarına yönelik tespitlerimi ve çözüm önerilerimi her zaman olduğu gibi ille de doğrudur iddiasını taşımadan meslektaşlarımın bilgilerine sunmak istedim. Sorunlarını özgürce ve komplekse kapılmadan tartışan toplumların da, mesleklerin de sonunda arzu ettikleri yere gelebilecekleri düşüncesindeyim.Saygılarımla,
Değerli meslektaşlarım,
Her ne kadar 1970 yılındaki mezuniyetimden sonra Sivas’ta sadece dört ay süreyle merkez veteriner hekimi olarak çalıştıysam da, mesleki sorunlara sürekli kafa yoran birisi olarak özellikle Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nın yeniden yapılanması ile ilgili olarak önerilerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Ben önerilerimi tam da bakanlığın taşra teşkilatı üzerine yapacaktım ki, bu sabah TRT’de yayınlanan “Bu toprağın Sesi” programında Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Müsteşarı merkezde kurulması düşünülen genel müdürlüklerin taşra teşkilatı olmayacak diye kestirip attı ama bu sözünün altını da ne yazık ki dolduramadı. Bu söylem hiç kuşkusuz teşkilatı olmayan merkezi bir genel müdürlüğün işlevlerinin taşrada nasıl yürütüleceği sorusunu akla getiriyor.Ama ben yine de önerimi iletmek istiyorum.
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının kuruluş ve görevlerini düzenleyen, fakat ne yazık ki anlamsız bir reorganizasyon sevdası ile yirmi yıl önce ortadan kaldırılan 3203 sayılı yasa 1937 yılında Ulu Önder Atatürk’ün de imzası ile kabul edilmiş ve yaklaşık elli yıl yürürlükte kalmıştı. Anılan yasa merkezde Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü; taşrada da Veteriner Bölge Müdürlükleri,İl Veteriner Müdürlükleri ve İlçe Veteriner Hekimlikleri kurulmasını öngörmekteydi. Kamu veteriner hekimleri bu örgütlenme yapısı ile elli yıl boyunca yetersiz sayılarırına rağmen tüm olumsuz koşullara göğüs gererek ülke hayvanlarını ıslah etmiş, verimlerini artırmış, zoonozlarla savaşarak insan ve hayvan sağlığını korumuş, yabancı uzmanların on yılda eradike edilmez dedikleri sığır vebası salgınını olağanüstü bir özveri göstererek iki yıl içerisinde ortadan kaldırabilmişlerdir.
Şimdi bugüne dönüp yeni yasadaki taşra örgütlenmesinin nasıl olması gerektiği konusuna değinelim.Hiç kuşkusuz ülkemiz ve hayvancılığımız yetmiş yıl öncesi gibi değildir.Her alanda olduğu gibi hayvancılık ve veteriner hekimlik alanında da bu uzun süre içerisinde çok büyük değişiklikler olmuştur. Bu nedenle günümüzdeki kamu veteriner hekimliğinin de 3203 sayılı yasadaki şablona uygun olarak düzenlenebileceği savı geçerli olamaz.O halde bugün nasıl bir örgütlenme modeli ile yola devam edebiliriz.Benim önceki yazılarımda önerdiğim bir “Hayvancılık Havzaları” modelim vardır. Bu modelin esası, geniş bir alana sahip olan ülkemizde farklı hayvan türlerinin,hayvan ırklarının,mevsimlerin,iklim özelliklerinin, doğa koşullarının, coğrafi yapılaşmaların, yerleşim modellerinin bulunduğu gerçeğine dayanır.Örneğin ülkemizin kimi bölgelerinde hayvancılık ekonomik faaliyetler içerisinde önemli bir yer tutarken, kimi bölgelerinde o kadar önemli değildir.Aynı şekilde kimi bölgelerde koyunculuk yoğun bir hayvancılık yapılırken, kimi bölgelerde sığırcılık ya da tavukçuluk hakimdir.Benzer mantığı sığırcılık içerisinde süt ve besi sığırcılığı, tavukçuluk içerisinde de yumurta ve et tavukçuluğu bağlamında sürdürebiliriz.Bence öncelikle yapılması gereken iş coğrafyayı temel alan idari il tanımından sıyrılıp Türkiye’yi yukarıda saydığım farklılıkları da dikkate alarak belli hayvancılık havzalarına ayırmak olmalıdır.Daha sonraki iş ise kamu veteriner hekimliği örgütlenmesini bu hayvancılık havzaları temeline oturtmaktır.Yani oluşturulacak her hayvancılık havzasında o havzanın yapısına uygun bir örgütlenme modeli kurgulanabilir.Bu havzalardaki veteriner hizmetleri kamu veteriner hekimlerince sürdürülebileceği gibi gerektiğinde serbest veteriner hekimlerin ya da hayvancılık birliklerinin oluşturacakları organizasyonlara da devredilebilir. Başlangıçta hayalci ve gerçekleştirilmesi zor bir model olarak görülebilecek bu önerimin hayata geçmesi hiç kuşkusuz mevcut İller İdaresi Yasasında değişiklik yapılmasını da gerektirecektir.Bu örgütlenme modelinde kamu veteriner hizmetleri etkin, yaygın, mobil ve projeye dayalı olarak yürütülmeli; havzanın bilgisayar temelli hayvancılık veri tabanı mutlaka oluşturulmalı; yetiştirici eğitimine öncelik verilmelidir.Öte yandan salgın ve bulaşıcı hastalıkların teşhisinin ivedilikle yapılabilmesi için her havzada o havzanın yapısına uygun bir teşhis merkezi kurulmalıdır.
Her zaman yinelediğim gibi “görüşlerim ille de doğrudur” iddiası taşımamaktayım.Amacım büyük düşünür Mevlana’nın “yeni şeyler söylemek zamanı cancağızım” öğretisinden yola çıkarak yeni tartışmalara ortam hazırlamaktır.Saygılarımla,
Sayın Meslektaşlarım,
Gruba yazdığım önceki yazılarımdan birinde mesleğimizin değişik kesimlerinin sorunlarına değinmiş ve kendimce oluşturduğum çözüm önerilerini sizlerle paylaşmıştım. Anılan yazımda okuyucuyu sıkmamak adına sorunları ve çözümleri kısa tutmuş, bir anlamda tartışılarak genişlemesini amaçlamıştım. Az da olsa yazıma gönderilen yanıtların ışığında ve bakanlıktaki kimi yeni gelişmeler bağlamında kamu veteriner hekimliğinin sorunlarını ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerilerimi her zaman olduğu gibi ille de doğrudur iddiası taşımadan ve sadece yeni düşüncelerin tartışılmasını sağlamak amacıyla yaşadığım kimi anılarla da süsleyerek aşağıda sunuyorum.
Önceden de değindiğim gibi Türkiye’deki kamu veteriner örgütü 1937 de çıkarılan ve Ulu Önder Atatürk’ün de imzasını taşıyan 3203 sayılı “Ziraat Vekaleti Vazife ve Teşkilat Kanunu” ile ilk kez çağdaş bir kimlik kazanmıştır. Bu yasanın 9.maddesi merkezde bir Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü’nün; illerde İl Veteriner Müdürlükleri, ilçelerde de İlçe Veteriner Hekimliklerinin kurulmasını öngörmekteydi. Ayrıca anılan yasaya göre kimi illerde de Veteriner Bölge Müdürlükleri kurulmuştu. Örneğin benim mezuniyetten sonra görev yaptığım Sivas’ta hem İl Veteriner Müdürlüğü hem de Veteriner Bölge Müdürlüğü aynı binada iç içe görev yapmaktaydı.
Türk Veteriner Hekimliği bu yasa ile kendisine verilen tüm görevleri her türlü koşulda büyük bir özveri göstererek yerine getirmiş ve bu uğurda şehitler bile vermiştir. Bu konuda yaşadığım bir iki anıyı sizlerle paylaşmak isterim. Sivas’ta görev yaparken Nabi adında bir Hayvan Sağlık Memuru arkadaşımız vardı.Yaşı o zaman neredeyse benim iki katım kadardı. Rahatsız olduğu için göreve çıkmaz merkezde bürokratik işlere bakardı. Boş zamanlarında da eğer dairede isek yanımıza gelir hem çay içer hem de eskilerden sohbet ederdik. Bir gün ona rahatsızlığının nedenini sordum. Hiç unutmam ve her zaman gözümün önündedir ,gömleğinin düğmelerini açıp bana göğsünü gösterdi. Gördüğüm şey göğsünün tam ortasındaki bir nal izi idi. Nabi bey 1960 ların başında Güney Doğu’da büyük salgın yapan at vebasına karşı aşılama yaparken bir atın tekmesiyle bu hale geldiğini ve bu izi bir madalya gibi onurla taşıdığını bana söylemişti. Değerli arkadaşlar, sanırım Dünya’nın hiçbir yerinde hiçbir kamu veteriner örgütü böylesine bir özveride bulunmamıştır. Yine Sivas’ta göreve başladığımda kendimi büyük bir sığır vebası salgını içinde bulmuştum. Sırası gelmişken belirteyim , Uluslararası Tarım Örgütü bu salgının on yılda zor önleneceğini söylemişti. Oysa Türk Kamu Veteriner Örgütü bu salgını iki yıl gibi akıllara durgunluk veren bir süre içerisinde ülkeden söküp attı. Ama hastalanmak, yaralanmak, ailesinden aylarca ayrı kalmak, donma tehlikesi atlatmak ve hatta bitlenmek pahasına. Unutmadan, belki bazı genç meslektaşlarımıza da örnek olur diye söyleyeyim,aşılamalar için sabah beşte yola çıkıyor ve beş kuruş para almıyorduk.Çünkü aşılamalar parasızdı.Ayrıca eğer öğlen köylü yemek verirse yiyor,vermezse aç kalıyorduk. Aşılamalar hava aydınlanmadan başlıyor kararana kadar sürüyordu. Bir gün yine sabah ezanı ile Hafik’in köylerinde veba mücadelesi yapmak üzere karoserin üzeri sadece branda kaplı ve yedek parçası artık üretilmediği için tedavülden kalkmış, kaloriferi olmayan, her yerinden rüzgar üfleyen Romanya menşeli bir jeep ile yola çıktık.Aylardan Ocak ve kış aynı bu günlerde yaşadığımız gibi yoğun, kar yolları kapatmış , sıcaklık -20 derece. Ben ,sağlık memuru arkadaş ve şoför tam bir mücadele ekibi olarak sırtımızda içi yünlü deri gocuk ve üstümüzde battaniye ile önce nispeten açık olan asfalt yolda, sonra da kardan görünmeyen sadece şoförün önceki deneyimlerine göre belirlediği yolda ilerliyoruz. Birden jeep kara saplandı, şoför arabayı kurtarmak için aşırı gaz verince motor boğuldu ve araba stop etti. Uğraş, didin bir türlü çalışmadı, soğukta saatler geçti, kar şiddetini artırmaya başladı .O dönemde cep telefonu olmadığı için kimseye haber vermek de mümkün değildi. Yoldan bir Allah’ın kulu bile geçmiyor, her taraf karla kaplandığı için yayan olarak nereye gideceğimiz de meçhul. Biz artık battaniyelere sarınıp arabanın içinde donarak ölmeyi beklemeye başlamıştık ki bir anda arkada oturan sağlık memuru arkadaşın” jandarmalar geliyor” çığlığını duyduk. Arabadan inip baktığımıza üç jandarma erinin bir eşeği önlerine katmış bize doğru geldiklerini gördük.O dönemde köye sadece veteriner hekim ve jandarma giderdi. Jandarmalarla kucaklaştıktan sonra hemen tepenin arkasında meğer bir kilometre uzaklıkta olan köye yayan olarak ulaştık ve o geceyi köyde geçirdikten sonra ancak ertesi gün Sivas’a dönebildik. Arkadaşlar, anımı mesleğinin geçmişini bilmeyen genç veteriner hekimlere örnek olsun diye anlattım.Çünkü fakültelerde bunların dersi okutulmuyor. Böylesi bir özverili çaba bizden başka hiçbir mesleğin geçmişinde yer almamıştır, alamaz da. Şimdi mesleğimizin kendilerine sunduğu olanakları yine mesleğimizin onurunu ayaklar altına almak pahasına acımasızca kullanan kimi veteriner hekimlere ders olacağını umduğum için bunları yazıyorum.
3203 sayılı yasanın hiç değişmeden 50 yıl yürürlükte kaldığını söylemiştim.Ama bu süre içerisinde Türkiye’de, Dünya’da çok şeyler değişti, yeni paradigmalar ortaya çıktı.Tarım Bakanlığı teşkilatını çağdaş normlara göre yeniden düzenlemek, her işin merkezden yönlendirilmesini önlemek, hizmetler arasında eşgüdüm sağlamak gibi uydurma söylemlerle ortaya çıkan ve asıl amacının veteriner hekimlerin etkinliğini azaltmak olduğu çabucak anlaşılan çarpık reorganizasyon projesi de sorunları çözmek bir yana büsbütün artırdı. Nitekim bugün kamu veteriner hekimleri beş yıllık yoğun fakülte öğretiminde edindikleri bilgi ve deneyimlerin hiç birini uygulayamayan, mesailerini küpe takmak, veri tabanına inek kaydetmek, pasaport çıkarmak, üreticilere verilen destekleri takip etmek gibi veteriner hekimlikle ilgisi bulunmayan bürokratik işlemleri yapmakla geçiren birer masa memuru konumuna getirilmişlerdir. Sorunlar karmaşık bir yün yumağı haline gelmiş,çözüm için umut bağlanan yüksek dağlara ise ne yazık ki karlar yağmıştır. Pekiyi, ne yapmak gerekir,susup oturalım mı, yoksa herkes üzerine düşen çabayı mı göstermeli? Hiç kuşkusuz bu bağlamda en önemli görev meslek örgütlerine düşüyor,ancak bizlerin de oluşturacağımız çözüm önerileri ile meslek örgütlerine destek olmamız gerekmez mi? İşte ben de bu anlayıştan yola çıkarak kamu veteriner örgütlenmesi ile ilgili olarak grubumuzda “Hayvancılık Havzaları” konulu bir tartışma başlatmış ama nedense çok farklı olan bu önerime meslektaşlarımdan hiçbir tepki almamıştım. Ben tam bu konuyu ortaya atmıştım ki,Tarım ve Köy İşleri Bakanımız yeni tarım destekleme programını açıkladı ve artık desteklerin havza bazında verileceğini söyledi. Ayrıca mecliste bir milletvekilinin sorusuna verdiği yanıtta belli bölgelerde kamu veteriner hekimlik hizmetlerinin sivil örgütlere ve özel şirketlere ihale edileceğini açıkladı.Şimdi bu iki yeni gelişmenin ışığında ben de kamu veteriner hekimliğinin örgütlenmesi ile ilgili olarak tartışmaya açtığım “Hayvancılık Havzaları” modelimi biraz daha genişçe tanıtmak ve grubumuza üye meslektaşlarımızın tartışmasına yeniden açmak istiyorum.Aslında bu konuda iller bazında geniş bir araştırmaya giriştim ama hem bu çalışma uzun zaman süreceğinden hem de bu araştırmada kullanmak üzere meslektaşlarımın düşüncelerini de almak istediğimden şimdilik kısa bilgiler vermekle yetiniyorum.
Gerek 3203 sayılı yasada gerekse reorganizasyon projesinde, aralarında nufus, yüzölçümü, coğrafi yapı,ulaşım olanakları,sosyo-ekonomik yapı, iklim özellikleri,mera alanı ve kalitesi, yem bitkileri üretimine ayrılan arazi varlığı, hayvan türleri, hayvan ırkları,hayvan sayıları, sürü yapısı, barınak yapısı ,bireysel hayvan verimleri ,yetiştiricilerin eğitim durumu, etnik yapısı gibi çok sayıda özellik bakımından derin farklılıklar bulunan illerimizin tümünde aynı örgütlenme şablonunun uygulanması bırakın hizmetlerin etkinliğine deyim yerindeyse eşyanın tabiatına bile aykırıdır. Hayvancılık havzalarına ilişkin yapacağım geniş çaplı araştırmaya öncülük etsin diye güvenilirliğini tam olarak saptayamadığım ama az bir hata payı bulunduğuna inandığım verilerle yukarıda saydığım tüm özellikleri farklı Muğla ve Kars illeri arasında bir karşılaştırma yaptım. Bu karşılaştırmaya göre Muğla iline bakınca büyük baş hayvan varlığı üç kat, küçük baş hayvan varlığı iki kat fazla olan Kars ilinde kamu veteriner hekim sayısı daha az. Serbest veteriner hekimler de dikkate alındığında Kars ilinde Muğla iline göre veteriner hekim başına düşen büyük baş hayvan sayısı yedi kat, küçük baş hayvan sayısı dört kat fazla. Bu çok ham verilere dayanan ufak bir karşılaştırma bile kamu kesiminde iller bazında ne derin farklılıklar bulunduğunu ortaya koymuyor mu? Muğla ili bitkisel üretim ve turizm sektörlerinin hakim olduğu bir il olmasına karşın Kars ili gelirini sadece hayvancılıktan elde etmektedir. Alınan tüm önlemlere ve verilen tüm teşviklere rağmen Muğla ilinde hayvancılık, Kars ilinde de bitkisel üretim, sanayi ve turizm bir türlü geliştirilememektedir.O halde hayvancılığı geliştirmek üzere koşulları uygun illeri içine alan hayvancılık havzaları oluşturmak ve bu havzalarda kaynakları ve hizmetleri yoğunlaştırarak etkin ve yaygın hale getirmek mümkündür.Dünya’nın çeşitli ülkelerinde de bu tip hayvancılık havzaları bulunmaktadır.Bunlar arasında bizzat inceleme olanağını bulduğum Almanya’daki Bavyera ve Amerika’daki Wisconsin hayvancılık havzalarını sayabilirim. Bu havzalarda sadece orta ve büyük ölçekli aile hayvancılığı yapılmakta, sanayi neredeyse hiç bulunmamaktadır.Ülkemizde de böylesi havzalar oluşturmak pekala mümkündür.Örneğin,Doğu Anadolu’da Kars, Erzurum,Iğdır,Ardahan ,Ağrı illerini kapsayan bölge bir hayvancılık havzası olarak ayrılabilir.Orta Anadolu’da Afyon,Eskişehir illeri ve Konya’nın bir bölümü besicilik; Ankara’nın kuzey batısı,Bolu,Düzce’nin güneyi tavukçuluk havzası olarak saptanabilir.Burada belirttiğim gibi ille de ilin tümü değil bir bölümü de havzaya dahil edilebilir.Öte yandan Burdur,Isparta’nın kuzeyi ve Denizli’nin güneyi süt sığırcılığı için uygun bir havza olabilir. Hastalıklardan ari hayvan varlığı , yem bitkisi üretimine elverişli arazi yapısı ve bilinçli halkı ile yurdumuzun Trakya bölgesi hayvancılık havzası olmaya en büyük adaydır.Hayvancılık havzası olarak saptanacak bölgelere hükümetler destek ve teşvikleri daha yoğun vermeli,veteriner hizmetleri ve yetiştirici eğitimi etkinleştirmelidir.Ayrıca bu havzalara hastalıkların acil uyarı sistemi ile teşhisi, karantinası, mücadelesi ile görevli; etkin, mobil,fizibiliteci,projeci olan; yetiştiricilere eğitim ve danışmanlık hizmeti verebilen,ücreti yeterli hatta yan gelirlerle desteklenen, yeterli sayıda veteriner hekim istihdam eden bir kamu veteriner örgütü modeli uygulanmalıdır.Bu havzalar gerekirse alt bölgelere ayrılarak yukarıda sayılan hizmetler Tarım ve Köy İşleri Bakanımızın da belirttiği gibi şirket temelinde örgütlenmiş ve tüzel kişilik kazanmış serbest veteriner hekimlere zaman içinde devredilebilir.
“Hayvancılık Havzaları” modelinin ilk bakışta gerçekleşmesi zor bir iş olduğunun ben de farkındayım. Ama Mevlana’nın “yeni şeyler söylemek zamanıdır cancağızım” öğretisinden de güç alarak modelin geniş bir meslektaş kitlesi tarafından tartışılmasını ve hazır Bakanlığın yeniden yapılanması söz konusu iken bu tartışmalardan olumlu bir sonuç çıkarılması en büyük dileğimdir.Saygılarımla,
Hazım Gökçen
Değerli Meslektaşlarım
Daha önce gruba yazdığım “ Çözümler “ başlıklı yazımda mesleğimizin kimi çalışma alanlarının o arada da serbest veteriner hekimliğin sorunlarına değinmiş ve çözüm önerilerimi dile getirmiştim. O yazımda sorunları bir hayli çok olan serbest veteriner hekimliğe ilişkin çözümlerin tümüne lafı fazla uzatmamak adına ayrıntılı biçimde değinememiştim. Bu nedenle ,okuduğunuz yazımda serbest veteriner hekimliğin gelişmesi bağlamında oluşturduğum bir önerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Önceki yazımda da belirttiğim gibi Türkiye’de serbest veteriner hekimlik tüm meslek kamu oyunca onaylanmış, kuralları ve işleyiş biçimi önceden belirlenmiş, yasal alt yapısı kurulmuş bir projenin hayata geçirilmesi ile değil, 1980 askeri darbesinin sonucu oluşan serbest piyasa ekonomisi, liberalleşme, özelleştirme, devleti küçültme gibi kimi sosyal, siyasal ve ekonomik gelişmelerin doğal bir sonucu olarak kendiliğinden(spontane) ortaya çıkmıştır.Yine aynı dönemde YÖK’ün kurulmasıyla birlikte sayıları ve kontenjanları artırılan fakültelerimizden yığınla mezun olan genç meslektaşlarımız, kamu kesiminin de istihdamı aniden kesmesi sonucu çaresiz kalmışlar ve tek çözümü serbest klinik açmakta bulmuşlardır. Bir anda Türkiye’nin her yerinde pıtrak gibi çoğalan klinikler o dönemde veteriner hekim odalarının ve bakanlığın bu konuya hazır olmaması nedeniyle yeterince denetlenememişler, herkesin kendi bildiğini okuduğu karmaşık bir sistemsizlik ortamı serbest veteriner hekimliğe egemen olmuştur. Her ne kadar sonraları serbest veteriner hekimliğin düzene sokulması amacıyla kimi çalışmalar yapılmışsa da temel sağlam olmadığından istenilen başarı bir türlü elde edilememiş ve meslektaşlarımızın grubumuzdaki tartışmalarından da kolaylıkla anlaşılacağı gibi sorunlar azalacağına büsbütün artmıştır.
Benim bu konudaki görüşüm kısaca şöyledir. Tek çalışan her serbest veteriner hekim bir klinik mekanı kiralıyor, bir arabaya sahip oluyor, bir sekreter tutuyor, bir bilgisayar, bir kaç suni tohumlama tankı ve bir çok veteriner aleti satın alıyor,biraz palazlandığında ise küçük çaplı da olsa bir teşhis laboratuarı kuruyor ve tüm bunlara ödediği paralar bütçesinde önemli bir yer tutuyor. Ayrıca tek başına çalışan her serbest veteriner hekim kedi-köpek,at, tavuk, koyun-keçi, sığır gibi değişik türlerde teşhis- tedavi, koruyucu aşılama, suni tohumlama gibi her biri de ayrı bir bilgi ve deneyim gerektiren veteriner hizmetlerini birden götürmeye çalışıyor. Dünya’nın gelişmiş hiç bir ülkesinde böylesi bir serbest veteriner hekimlik olgusunun olmadığını sanıyorum.Tek başına çalışan serbest veteriner hekim klinik boş kalmasın, hastalar kaçmasın diye karısı ve çocukları ile doğru dürüst bir tatil yapamıyor, hele işleri iyi ise hastaya gitmekten geceleri uyuyamıyor bile . Bu arada Allah korusun hastalandığında geliri azalıyor, belki de borca giriyor.
Tüm bu düşüncelerin ışığında çözüm olarak bir ilde yada ilçedeki kendilerine güvenen serbest veteriner hekimlerin bir araya gelip maddi varlıklarını, bilgi ve deneyimlerini, emeklerini birleştirerek poliklinik hizmeti sunabilecekleri oluşumlara yönelmelerini hatta şirketleşerek bu oluşuma tüzel kişilik kazandırmalarını öneriyorum. Bu modeli, 1987 de Bursa’da Oda Başkanı olarak görev yaptığım sırada pilot bölge seçtiğimiz Yenişehir’de gerçekleştirmeye çalışmış, ama ne yazık ki o dönemde serbest veteriner hekimliğin daha çok başında olduğumuz için başarılı olamamıştık. Şimdi yazıyı okuyan meslektaşlarımın kendi kendilerine hoca amma da hayalci, böyle bir şey mümkün olamaz dediklerini duyar gibiyim. Biraz övünmek gibi olacak ama geçmişte önerdiğim ve hayal olarak tanımlanan çoğu çözüm önerimin bugün gerçekleştiğini görmek beni sadece sevindiriyor. Bunlar arasında Sığır Suni Tohumlamasının Serbest Veteriner Hekimlerce Uygulanması, Organize Hayvancılık Bölgesi ve Ulusal Ürün Komitesi modellerini sayabilirim. Bunun en büyük kanıtı da yıllar önce yazdığım yazılardır (bakınız www.hazimgokcen.com). Yanlış anlaşılmasın bunları övünmek için değil başlangıçta hayal sanılan kimi düşüncelerin bir gün gelip gerçekleştiğini belirtmek için söylüyorum.
Önerdiğim modelde en az üç veteriner hekimin şirket temelinde birleşmesi gerekiyor. Her bir veteriner hekimin önceki deneyimlerine göre teşhis-tedavi, koruyucu aşılama ve suni tohumlama hizmetlerini kendi aralarında paylaşmaları bu modelin temeli. Bu modelin yararları şunlardır. Bir kere güçlerin ve deneyimlerin birleşmesi olumlu bir sinerji yaratacaktır.Ayrıca, klinik mekanı, araba, sekreter, veteriner alet-malzemeleri konusunda üçte bir oranında tasarruf sağlanacaktır. Şirket olmak çoğu masrafın vergiden düşülmesini , devletin ihale ettiği kimi veteriner hizmetlerinin ve AB Projelerinin alınmasını kolaylaştıracaktır. Örneğin, Tarım Çerçeve Yasası’na göre hazırlanan bir yönetmelikte çiftçi eğitimi hizmetlerinin bakanlıkça şirketlere devredileceği hükmü vardır(bakınız www.tarim.gov.tr). Öte yandan görev bölüşümü yapıldığı için veteriner hekimlerin gönüllerince tatil yapmaları, sosyal ve kültürel etkinliklere daha fazla zaman ayırmaları, nöbetleşe çalışarak gece rahat uyuyabilmeleri ve hasta olduklarında gelirlerinin azalmaması sağlanmış olmaktadır.
Şimdi de akla gelmesi olası kimi soruları yanıtlamak istiyorum. Bunlardan ilki yıllarca birbirleri ile rekabet etmiş insanlar bir çatı altında nasıl birleşecek sorusudur. Her şeyden önce bu birleşme bir çıkar ortaklığı olacaktır. Nitekim pet klinikleri içerisinde bu tür birleşmelerin başarılı örneklerine sık rastlanmaktadır. Belki çiftlik hayvanı klinikleri arasında az da olsa bu tür örnekler bulunabilir ama asıl olan bu ortaklıkların belli bir sistematiğinin olması ve Türkiye genelinde yaygınlık kazanmasıdır. Kuşkusuz tüm veteriner hekimler bir anda birleşmeyecektir. Bu bir süreç olacak ve başlangıçta birleşebilenler öncülük yapacak, yararları görüldüğünde ve rekabet kızıştığında birleşmeler yaygınlaşacaktır. Kaldı ki günümüzde düşman devletler ve zıt görüşteki siyasi partiler bile zaman geliyor işbirliği yapmıyorlar mı? Diğer bir soru da acaba birleşince hasta sayımız ve gelirimiz azalar mı sorusudur. Kanımca birleşince hasta sayısı azalmaz, tam tersine artar. Çünkü, her ortak veteriner hekimin hastaları yeni oluşumda toplanacak, birleşme sonucu yetiştiriciye daha iyi hizmet sunulacağı ve olumlu bir sinerji yaratılacağı için hasta sayısı da artacaktır. Akla daha bir çok soru gelebilir ama asıl olan uygulama sırasında ortaya çıkacak olanlardır. Kuşkusuz bu model bir öneridir ve her öneri gibi tartışmaya açık olmalıdır. Eğer her öneri hayal ürünü olarak görülüp üzerinde durulmazsa kanımca gelişim ve değişimden söz edemeyiz.
Bu bağlamda son günlerde gelişen bir olguya da kısaca değinerek yazımı sonlandırmak istiyorum.Yaklaşık bir ay önce “bakanlık taşra örgütünün gelecekteki yapısı ve işlevleri” üzerine gruba gönderdiğim yazıda veteriner hizmetlerinin taşrada “Hayvancılık Havzaları” temelinde örgütlenmesi gerektiğini önermiştim. Daha üç gün önce sayın Tarım ve Köy İşleri Bakanımız verdiği bir demeçte tarımsal desteklemelerin bundan böyle havza bazında yapılacağını ve havzaların yakında Bakanlar Kurulu’nca saptanacağını belirtti. Şimdi bir hocası olarak kendisinden ricam , hazır tarım havzalarını saptarken hayvancılık havzalarına da karar vermeleri ve çıkacak yasada kamudaki taşra veteriner hekimlik hizmetlerini bu havzalar bazında örgütlemeleridir. Bu yazımı uzatmamak için Hayvancılık Havzaları konusunun ayrıntılarına ayrı bir yazıda değinmek istiyorum. Son olarak ise desteklemelerin ürüne göre verilmesinin çok üreten büyük ve entegre işletme sahibi zengin üreticiye daha çok yarayacağını, büyük çoğunluğu oluşturan küçük üreticiye ise hiç bir şey kazandırmayacağını belirtmek isterim. Oysa amaç, küçük yetiştiriciyi daha çok destekleyerek büyümelerini sağlamak olmalıdır.