Prof.Dr.Hazım Gökçen
AB-Veteriner Hekim Platformu’nun 5 Mayıs 2009 tarihli mailinde AB İlerleme Raporu’nun veteriner hizmetleri ve gıda güvenliği konularına vurgu yaptığı ve bu bağlamda bağımsız bir veteriner otoritesinin kurulmasını önerdiği belirtilmektedir. Öte yandan Platform Sekreterliği aynı mailinde, AB İlerleme Raporu’na dayanarak Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nın merkez ve taşra teşkilatının yeniden yapılandırılarak AB normlarına uygun bir veteriner ve gıda güvenliği hizmetleri örgütlenmesine gidilmesinin zorunlu olduğunu yol haritası olarak ortaya koymuştur. Biz üyelere düşen öncelikli görev hiç kuşkusuz çağdaş paradigmalar ışığında bu yol haritasının içini dolduracak çözümleri üretmektir. Yoksa sadece boş haritaya bakmak bir gün böylesi bir örgütlenmenin gerçekleşme aşamasına gelmesi durumunda bizi doğru sonuçlara ulaşmada geç bırakabilir. Ben de bu sorumluluktan yola çıkarak kamu veteriner örgütlenmesi bağlamında daha önce dile getirdiğim görüşlerimi kısaca yinelemek ve yeni ortaya çıkan gelişmeler ışığında oluşturduğum kimi yeni görüşlerimi de meslektaşlarımın ve platformumuzun bilgisine sunmak istedim. Önemli bir mesleki forum olma niteliğini giderek daha çok hissettiren platformumuza eğer çok sayıda meslektaşımız önerilerini iletirse bu alanda gerektiğinde ilgili mercilere sunulmak üzere bir öneri paketi de hazırlanmış olur.
Günümüzde AB müktesebatına uyum amacıyla kurulması öngörülen bağımsız veteriner otoritesi aslında 1935 yılında Türkiye’nin imzaladığı Cenevre Sözleşmesi ile ilk kez hayata geçirilmişti. O dönemde Avrupa’nın kimi etkili devletleri özellikle ülkemizden ithal edecekleri gıdaların güvenliğinin sağlanması ve transit yolla bulaşan hastalıkların önlenmesi bağlamında Türkiye’deki veteriner hizmetlerinin yeniden yapılandırılması konusundaki isteklerini Cenevre Sözleşmesi ile koşul haline getirmişler ve bu amaçla 1937 yılında 3203 sayılı “Ziraat Vekaleti Vazife ve Teşkilat Kanunu”nun yürürlüğe girmesini sağlamışlardı. Bu kanunun 9. maddesi oluşturulacak Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü’nün görev ve yetkilerini, 10. maddesi ise örgüt şemasını içermekteydi. Anılan kanun incelendiğinde o günkü koşullarda çok iyi hazırlandığı görülecektir. Nitekim 9. maddede şimdilerde kimi ilgisiz ve bilgisiz meslekler tarafından törpülenmeye çalışılan hayvan sağlığı, gıda güvenliği ve hayvan ıslahı konusundaki tüm yetkiler Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü’ne dolayısıyla da veteriner hekimlere verilmişti. Kanunun 10.maddesinde ise Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı Bölge Müdürlükleri, İl Veteriner Müdürlükleri ve İlçe Veteriner Hekimlikleri kurulması hükme bağlanmaktaydı. Anılan bu yasa yaklaşık elli yıl (1937-1985) hiç değişmeden yürürlükte kalmış, sonunda reorganizasyon adı verilen ucube değişiklik ile ortadan kaldırılarak hayvan sağlığı ve gıda güvenliği hizmetleri günümüzde de somut biçimde görüldüğü üzere içinden çıkılamaz bir duruma sokulmuştur. Türk veteriner hekimleri geçen elli yıllık süreçte anılan örgütlenme modeli ile başta sığır vebası ve at vebası olmak üzere onlarca salgını inanılmayacak kadar kısa sürelerde eradike edebilmişler, mezbahalardaki et muayenesi ile halkın güvenli gıda tüketmesini sağlamaya çalışmışlardır. Ayrıca, gıda kontrolü, aşı üretimi ve hastalık teşhis konularında kurdukları laboratuarlar ile insan ve hayvan sağlığını önceleyen çabalar göstermişler, kamu kurumlarındaki ırk ıslahı projeleri ve alandaki suni tohumlama çalışmaları ile düşük verimli yerli ırklarımızın verimliliğini artıracak önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Aslında bu örgütlenme modeli, girişte de belirttiğim gibi AB-Veteriner Hekim Platformu’nun AB uyum sürecinde gerçekleştirilmesini istediği örgütlenme modeli ile benzer özellikler taşımaktaydı. Yani her iki olguda da hayvan sağlığı ve refahı, gıda ve çevre güvenliği, veteriner halk sağlığı hizmetlerinin bağımsız bir veteriner otoritesinde toplanması öngörülmektedir. Ne var ki elli yıllık süreçte veteriner hekimlikte ve hayvancılıkta yaşanan olağanüstü gelişmeler ve değişimler sorunları çözme adına yeni çıkılacak yolda aynı örgütlenme modeli ile yürünemeyeceğini ortaya koymuştur. Çünkü, 1985 yılından sonra oluşturulan çarpık model ile kamu veteriner örgütü iyice hantallaşmış , hayvan sağlığı ve gıda güvenliği hizmetleri durma noktasına gelmiş, kamu veteriner hekimleri bilgisayar işletmeni ve küpeci konumuna indirgenerek asli görevlerini yerine getiremez duruma düşürülmüşlerdir. Hiç kuşkusuz bunda suni tohumlama hizmetlerinin tümünün, koruyucu aşılama hizmetlerinin ise bir bölümünün serbest veteriner hekimlere devredilmesinin de rolü olmuştur. Ancak yine de , kamu veteriner hekimliği tarihinin hiçbir döneminde böylesine etkisiz ve yetkisiz bir konuma düşürülmemiştir. Bu açıklamaların ardından AB ‘nin de öngördüğü bağımsız veteriner örgütlenmesinin nasıl olması gerektiği konusundaki görüşlerimi kısaca açıklamak istiyorum.
– Oluşturulacak örgütlenme modeli her şeyden önce Türkiye’ye özgü olmalıdır. Yani sırf AB ülkelerindekine benzeyecek diye halkın demografik yapısının ve ülkenin özgün koşullarının göz ardı edildiği bir örgütlenmeye asla gidilmemelidir. Bu bağlamda ülkemizdeki hayvan sağlığı ve gıda güvenliği hizmetlerinin çerçevesini iyice çizen bir yasanın çıkarılmasında mutlak zorunluluk vardır. Ne var ki, son günlerde Bakanlıkça dörtlü paket olarak sunulan ve içerisinde bitki sağlığı gibi ilgisiz konuların da yer aldığı ne olduğu belirsiz bir yasa ile nano-biyoteknoloji düzeyine erişmiş veteriner hekimliği olgularının yönlendirilmesi beklenemez. Bu nedenle, AB normlarını göz ardı etmeyen ama ülkemizin özgün koşullarını da içselleştirilmiş, çağdaş teknolojik gelişmeleri kavrayan bir yasanın hazırlanması daha uygun olur kanısındayım.
– Merkezde şimdilik Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na ama ilerideki gelişmelere göre ya doğrudan Başbakanlığa ya da Sağlık Bakanlığı’na bağlanacak bir “Veteriner Hizmetleri ve Gıda Güvenliği Genel Müdürlüğü” kurulmalıdır. Eski Veteriner Müdürlüğü, yeni Tarım İl Müdürlüğü benzeri oluşturulacak il bazlı bir taşra teşkilatı ile mevcut sorunların çözülmesi mümkün değildir. Bu konuda mutlaka bir paradigma değişikliğine ihtiyaç vardır. Bunun da kanımca en uygun yöntemi Havza Bazlı Kamusal Örgütlenme Modelidir. Daha önceki bir yazımda da belirttiğim gibi neredeyse bir kıta büyüklüğündeki ülkemizde arazi ve iklim koşullarının belirlediği , türlerin bir araya toplanarak oluşturdukları hayvancılık havzaları mevcuttur. Örnek vermek gerekirse, Türkiye’deki sığırların %14.4 ü Erzurum, Kars, Iğdır, Ardahan ve Ağrı illerinde toplanmıştır.Yine, Türkiye’deki tavukların %55 i ise Kocaeli, Bolu, Düzce ve Sakarya illerindedir. Ülkemizdeki hayvancılık havzalarının sayısını daha da artırmak mümkündür. Ayrıca kimi hayvancılık havzaları bazı bölgelerde il sınırlarını da aşarak bir ilin yarısı ile öteki ilin yarısını birden kapsayabilmektedir. O nedenle, bugünkü İller İdaresi Kanununa göre oluşturulan il bazlı örgütlenme modeli sorunu çözmeye yetmemektedir. Öte yandan, 534.000 baş sığırı bulunan Erzurum ile 4385 sığırı bulunan Kilis’i aynı örgütlenme modeli ve eşit veteriner hekim sayısıyla yönetmek mümkün değildir. Aynı örneği 34.139.164 tavuğu olan Kocaeli ile 26.557 tavuğu bulunan Artvin için de verebiliriz. O nedenle , İller İdaresi Kanununda değişiklik yapılarak, hayvancılık havzası olarak saptanacak ve bir kaç ili birden içine alan bölgelerde yeni bir örgütlenmenin alt yapısını hazırlayacak yasal önlemler ivedilikle alınmalıdır. Bu, 3203 sayılı yasadaki Bölge Müdürlüklerine benzer Havza Koordinatörlüğü biçiminde olabilir. Yine istenirse havzadaki her ilde veteriner hizmetlerini yürütecek birimler kurulabilir ama bunların eşgüdümü Havza Koordinatörlüğü tarafından sağlanmalıdır . Bu koordinatörlük havzadaki salgın ve paraziter hastalıkların izlenmesi, teşhisi, önlenmesi ve karantina hizmetleri ile gıda güvenliği hizmetlerini yürütebilir. Ayrıca sığır suni tohumlaması bağlamında havza bazında hazırlanacak bilimsel projeler hayata geçirilebilir. Havzadaki tüm araçlar ve personel havza koordinatörünün yönetimi altında çalışmalıdır.
– Gerek havzalarda gerekse illerde kurulacak örgütlenme modeli etkinliği ve verimliliği önceleyen; hayvan sağlığı ve refahını, gıda ve eko sistem güvenliğini, veteriner halk sağlığını içselleştirmiş; sorunları ötelemeyip kısa sürede çözebilen; mobil; hızlı çalışan; proje, fizibilite, yetiştirici eğitimi ve danışmanlığı gibi olguları başarabilecek bir yapıda olmalıdır.
– Yeni kurulacak kamu örgütlenmesi havza, il ve ilçelerde devletin eski, sevimsiz binaları yerine şehir merkezindeki işlevsel, modern donanımlı, wireless internet ve bilgisayar ağlarıyla örülmüş ofislerde görev yapmalıdır. Kimilerimize aykırı gelebilecek bu öneri aslında çalışanların morali ve performansı açısından son derecede önemlidir. Ayrıca örgüt yeni ve modern araçlarla takviye edilmelidir.
– Gerek illerde gerekse yeni oluşturulacak havzalarda acil müdahale ve erken uyarı sistemleri kurulmalıdır. Kamu veteriner hekimleri, serbest veteriner hekimler, tarım (veteriner) danışmanları, akredite veteriner hekimler ve köy muhtarları ile oluşturulacak böylesi bir sistemde salgınlar anında ilgili birimlere bildirilerek karantina önlemleri çok kısa sürede alınabilir . Erken teşhis amacıyla havza bazında yeni teşhis laboratuarları kurulabilir ya da mevcut olanlar kullanılabilir. Ayrıca seyyar teşhis laboratuarları oluşturularak salgın ihbarı alınan bölgeye en çabuk yoldan ulaşım sağlanabilir. Bu seyyar laboratuarlar nekropsi, histo-patolojik, mikrobiyolojik ve serolojik testler gibi uygulamaların yapılabileceği donanıma sahip olmalıdır. Karantina koyma yetkisi kamu veteriner hekimleri yanında tarım (veteriner) danışmanları ve serbest veteriner hekimlere de tanınabilir.
Dünya’da her ne kadar kamu kesimini küçültmeyi, kamu hizmetlerini özel kesime devretmeyi amaçlayan global akımlar giderek hızlanmakta ise de hayvancılığın ekonomide önemli yer işgal ettiği batı ülkelerinde hayvan sağlığı ve gıda güvenliği gibi halkı doğrudan ilgilendiren konuların etkin kamu örgütleri tarafından yönetilmesi olgusu da halen güncelliğini korumaktadır. Türkiye’de de bu bağlamda bağımsız bir veteriner otoritesinin kurulmasına mutlak gereksinim vardır. Ancak, böylesi bir otorite geçmişin hantallaşmış aşırı bürokratik anlayışına göre değil , çağın modern devlet anlayışına göre yapılandırılmalı ve her şeyden önce Türkiye’ye özgü olmalıdır.