Gruba yazdığım önceki yazılarımdan birinde mesleğimizin değişik kesimlerinin sorunlarına değinmiş ve kendimce oluşturduğum çözüm önerilerini sizlerle paylaşmıştım. Anılan yazımda okuyucuyu sıkmamak adına sorunları ve çözümleri kısa tutmuş, bir anlamda tartışılarak genişlemesini amaçlamıştım. Az da olsa yazıma gönderilen yanıtların ışığında ve bakanlıktaki kimi yeni gelişmeler bağlamında kamu veteriner hekimliğinin sorunlarını ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerilerimi her zaman olduğu gibi ille de doğrudur iddiası taşımadan ve sadece yeni düşüncelerin tartışılmasını sağlamak amacıyla, yaşadığım kimi anılarla da süsleyerek aşağıda sunuyorum.

Önceden de değindiğim gibi Türkiye’deki kamu veteriner örgütü 1937 de çıkarılan ve Ulu Önder Atatürk’ün de imzasını taşıyan 3203 sayılı “Ziraat Vekaleti Vazife ve Teşkilat Kanunu” ile ilk kez çağdaş bir kimlik kazanmıştır. Bu yasanın 9.maddesi merkezde bir Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü’nün; illerde İl Veteriner Müdürlükleri, ilçelerde de İlçe Veteriner Hekimliklerinin kurulmasını öngörmekteydi. Ayrıca anılan yasaya göre kimi illerde de Veteriner Bölge Müdürlükleri kurulmuştu. Örneğin benim mezuniyetten sonra görev yaptığım Sivas’ta hem İl Veteriner Müdürlüğü hem de Veteriner Bölge Müdürlüğü aynı binada iç içe görev yapmaktaydı.

Türk Veteriner Hekimliği bu yasa ile kendisine verilen tüm görevleri her türlü koşulda büyük bir özveri göstererek yerine getirmiş ve bu uğurda şehitler bile vermiştir. Bu konuda yaşadığım bir iki anıyı sizlerle paylaşmak isterim. Sivas’ta görev yaparken Nabi adında bir Hayvan Sağlık Memuru arkadaşımız vardı.Yaşı o zaman neredeyse benim iki katım kadardı. Rahatsız olduğu için göreve çıkmaz merkezde bürokratik işlere bakardı. Boş zamanlarında da eğer dairede isek yanımıza gelir hem çay içer hem de eskilerden sohbet ederdik. Bir gün ona rahatsızlığının nedenini sordum. Hiç unutmam ve her zaman gözümün önündedir ,gömleğinin düğmelerini açıp bana göğsünü gösterdi. Gördüğüm şey göğsünün tam ortasındaki bir nal izi idi. Nabi bey 1960 ların başında Güney Doğu’da büyük salgın yapan at vebasına karşı aşılama yaparken bir atın tekmesiyle bu hale geldiğini ve bu izi bir madalya gibi onurla taşıdığını bana söylemişti. Değerli arkadaşlar, sanırım Dünya’nın hiçbir yerinde hiçbir kamu veteriner örgütü böylesine bir özveride bulunmamıştır. Yine Sivas’ta göreve başladığımda kendimi büyük bir sığır vebası salgını içinde bulmuştum. Sırası gelmişken belirteyim , Uluslararası Tarım Örgütü bu salgının on yılda zor önleneceğini söylemişti. Oysa Türk Kamu Veteriner Örgütü bu salgını iki yıl gibi akıllara durgunluk veren bir süre içerisinde ülkeden söküp attı. Ama hastalanmak, yaralanmak, ailesinden aylarca ayrı kalmak, donma tehlikesi atlatmak ve hatta bitlenmek pahasına. Unutmadan, belki bazı genç meslektaşlarımıza da örnek olur diye söyleyeyim,aşılamalar için sabah beşte yola çıkıyor ve beş kuruş para almıyorduk.Çünkü aşılamalar parasızdı.Ayrıca eğer öğlen köylü yemek verirse yiyor,vermezse aç kalıyorduk. Aşılamalar hava aydınlanmadan başlıyor kararana kadar sürüyordu. Bir gün yine sabah ezanı ile Hafik’in köylerinde veba mücadelesi yapmak üzere karoserin üzeri sadece branda kaplı ve yedek parçası artık üretilmediği için tedavülden kalkmış, kaloriferi olmayan, her yerinden rüzgar üfleyen Romanya menşeli bir jeep ile yola çıktık.Aylardan Ocak ve kış aynı bu günlerde yaşadığımız gibi yoğun, kar yolları kapatmış , sıcaklık -20 derece. Ben ,sağlık memuru arkadaş ve şoför tam bir mücadele ekibi olarak sırtımızda içi yünlü deri gocuk ve üstümüzde battaniye ile önce nispeten açık olan asfalt yolda, sonra da kardan görünmeyen sadece şoförün önceki deneyimlerine göre belirlediği yolda ilerliyoruz. Birden jeep kara saplandı, şoför arabayı kurtarmak için aşırı gaz verince motor boğuldu ve araba stop etti. Uğraş, didin bir türlü çalışmadı, soğukta saatler geçti, kar şiddetini artırmaya başladı .O dönemde cep telefonu olmadığı için kimseye haber vermek de mümkün değildi. Yoldan bir Allah’ın kulu bile geçmiyor, her taraf karla kaplandığı için yayan olarak nereye gideceğimiz de meçhul. Biz artık battaniyelere sarınıp arabanın içinde donarak ölmeyi beklemeye başlamıştık ki bir anda arkada oturan sağlık memuru arkadaşın” jandarmalar geliyor” çığlığını duyduk. Arabadan inip baktığımıza üç jandarma erinin bir eşeği önlerine katmış bize doğru geldiklerini gördük.O dönemde köye sadece veteriner hekim ve jandarma giderdi. Jandarmalarla kucaklaştıktan sonra hemen tepenin arkasında meğer bir kilometre uzaklıkta olan köye yayan olarak ulaştık ve o geceyi köyde geçirdikten sonra ancak ertesi gün Sivas’a dönebildik. Arkadaşlar, anımı mesleğinin geçmişini bilmeyen genç veteriner hekimlere örnek olsun diye anlattım.Çünkü fakültelerde bunların dersi okutulmuyor. Böylesi bir özverili çaba bizden başka hiçbir mesleğin geçmişinde yer almamıştır, alamaz da. Şimdi mesleğimizin kendilerine sunduğu olanakları yine mesleğimizin onurunu ayaklar altına almak pahasına acımasızca kullanan kimi veteriner hekimlere ders olacağını umduğum için bunları yazıyorum.

3203 sayılı yasanın hiç değişmeden 50 yıl yürürlükte kaldığını söylemiştim.Ama bu süre içerisinde Türkiye’de, Dünya’da çok şeyler değişti, yeni paradigmalar ortaya çıktı.Tarım Bakanlığı teşkilatını çağdaş normlara göre yeniden düzenlemek, her işin merkezden yönlendirilmesini önlemek, hizmetler arasında eşgüdüm sağlamak gibi uydurma söylemlerle ortaya çıkan ve asıl amacının veteriner hekimlerin etkinliğini azaltmak olduğu çabucak anlaşılan çarpık reorganizasyon projesi de sorunları çözmek bir yana büsbütün artırdı. Nitekim bugün kamu veteriner hekimleri beş yıllık yoğun fakülte öğretiminde edindikleri bilgi ve deneyimlerin hiç birini uygulayamayan, mesailerini küpe takmak, veri tabanına inek kaydetmek, pasaport çıkarmak, üreticilere verilen destekleri takip etmek gibi veteriner hekimlikle ilgisi bulunmayan bürokratik işlemleri yapmakla geçiren birer masa memuru konumuna getirilmişlerdir. Sorunlar karmaşık bir yün yumağı haline gelmiş,çözüm için umut bağlanan yüksek dağlara ise ne yazık ki karlar yağmıştır. Pekiyi, ne yapmak gerekir,susup oturalım mı, yoksa herkes üzerine düşen çabayı mı göstermeli? Hiç kuşkusuz bu bağlamda en önemli görev meslek örgütlerine düşüyor,ancak bizlerin de oluşturacağımız çözüm önerileri ile meslek örgütlerine destek olmamız gerekmez mi? İşte ben de bu anlayıştan yola çıkarak kamu veteriner örgütlenmesi ile ilgili olarak grubumuzda “Hayvancılık Havzaları” konulu bir tartışma başlatmış ama nedense çok farklı olan bu önerime meslektaşlarımdan hiçbir tepki almamıştım. Ben tam bu konuyu ortaya atmıştım ki,Tarım ve Köy İşleri Bakanımız yeni tarım destekleme programını açıkladı ve artık desteklerin havza bazında verileceğini söyledi. Ayrıca mecliste bir milletvekilinin sorusuna verdiği yanıtta belli bölgelerde kamu veteriner hekimlik hizmetlerinin sivil örgütlere ve özel şirketlere ihale edileceğini açıkladı.Şimdi bu iki yeni gelişmenin ışığında ben de kamu veteriner hekimliğinin örgütlenmesi ile ilgili olarak tartışmaya açtığım “Hayvancılık Havzaları” modelimi biraz daha genişçe tanıtmak ve grubumuza üye meslektaşlarımızın tartışmasına yeniden açmak istiyorum.Aslında bu konuda iller bazında geniş bir araştırmaya giriştim ama hem bu çalışma uzun zaman süreceğinden hem de bu araştırmada kullanmak üzere meslektaşlarımın düşüncelerini de almak istediğimden şimdilik kısa bilgiler vermekle yetiniyorum.

Gerek 3203 sayılı yasada gerekse reorganizasyon projesinde, aralarında nufus, yüzölçümü, coğrafi yapı,ulaşım olanakları,sosyo-ekonomik yapı, iklim özellikleri,mera alanı ve kalitesi, yem bitkileri üretimine ayrılan arazi varlığı, hayvan türleri, hayvan ırkları,hayvan sayıları, sürü yapısı, barınak yapısı ,bireysel hayvan verimleri ,yetiştiricilerin eğitim durumu, etnik yapısı gibi çok sayıda özellik bakımından derin farklılıklar bulunan illerimizin tümünde aynı örgütlenme şablonunun uygulanması bırakın hizmetlerin etkinliğine deyim yerindeyse eşyanın tabiatına bile aykırıdır. Hayvancılık havzalarına ilişkin yapacağım geniş çaplı araştırmaya öncülük etsin diye güvenilirliğini tam olarak saptayamadığım ama az bir hata payı bulunduğuna inandığım verilerle yukarıda saydığım tüm özellikleri farklı Muğla ve Kars illeri arasında bir karşılaştırma yaptım. Bu karşılaştırmaya göre Muğla iline bakınca büyük baş hayvan varlığı üç kat, küçük baş hayvan varlığı iki kat fazla olan Kars ilinde kamu veteriner hekim sayısı daha az. Serbest veteriner hekimler de dikkate alındığında Kars ilinde Muğla iline göre veteriner hekim başına düşen büyük baş hayvan sayısı yedi kat, küçük baş hayvan sayısı dört kat fazla. Bu çok ham verilere dayanan ufak bir karşılaştırma bile kamu kesiminde iller bazında ne derin farklılıklar bulunduğunu ortaya koymuyor mu? Muğla ili bitkisel üretim ve turizm sektörlerinin hakim olduğu bir il olmasına karşın Kars ili gelirini sadece hayvancılıktan elde etmektedir. Alınan tüm önlemlere ve verilen tüm teşviklere rağmen Muğla ilinde hayvancılık, Kars ilinde de bitkisel üretim, sanayi ve turizm bir türlü geliştirilememektedir.O halde hayvancılığı geliştirmek üzere koşulları uygun illeri içine alan hayvancılık havzaları oluşturmak ve bu havzalarda kaynakları ve hizmetleri yoğunlaştırarak etkin ve yaygın hale getirmek mümkündür.Dünya’nın çeşitli ülkelerinde de bu tip hayvancılık havzaları bulunmaktadır.Bunlar arasında bizzat inceleme olanağını bulduğum Almanya’daki Bavyera ve Amerika’daki Wisconsin hayvancılık havzalarını sayabilirim. Bu havzalarda sadece orta ve büyük ölçekli aile hayvancılığı yapılmakta, sanayi neredeyse hiç bulunmamaktadır.Ülkemizde de böylesi havzalar oluşturmak pekala mümkündür.Örneğin,Doğu Anadolu’da Kars, Erzurum,Iğdır,Ardahan ,Ağrı illerini kapsayan bölge bir hayvancılık havzası olarak ayrılabilir.Orta Anadolu’da Afyon,Eskişehir illeri ve Konya’nın bir bölümü besicilik; Ankara’nın kuzey batısı,Bolu,Düzce’nin güneyi tavukçuluk havzası olarak saptanabilir.Burada belirttiğim gibi ille de ilin tümü değil bir bölümü de havzaya dahil edilebilir.Öte yandan Burdur,Isparta’nın kuzeyi ve Denizli’nin güneyi süt sığırcılığı için uygun bir havza olabilir. Hastalıklardan ari hayvan varlığı , yem bitkisi üretimine elverişli arazi yapısı ve bilinçli halkı ile yurdumuzun Trakya bölgesi hayvancılık havzası olmaya en büyük adaydır.Hayvancılık havzası olarak saptanacak bölgelere hükümetler destek ve teşvikleri daha yoğun vermeli,veteriner hizmetleri ve yetiştirici eğitimi etkinleştirmelidir.Ayrıca bu havzalara hastalıkların acil uyarı sistemi ile teşhisi, karantinası, mücadelesi ile görevli; etkin, mobil,fizibiliteci,projeci olan; yetiştiricilere eğitim ve danışmanlık hizmeti verebilen,ücreti yeterli hatta yan gelirlerle desteklenen, yeterli sayıda veteriner hekim istihdam eden bir kamu veteriner örgütü modeli uygulanmalıdır.Bu havzalar gerekirse alt bölgelere ayrılarak yukarıda sayılan hizmetler Tarım ve Köy İşleri Bakanımızın da belirttiği gibi şirket temelinde örgütlenmiş ve tüzel kişilik kazanmış serbest veteriner hekimlere zaman içinde devredilebilir.

“Hayvancılık Havzaları” modelinin ilk bakışta gerçekleşmesi zor bir iş olduğunun ben de farkındayım. Ama Mevlana’nın “yeni şeyler söylemek zamanıdır cancağızım” öğretisinden de güç alarak modelin geniş bir meslektaş kitlesi tarafından tartışılmasını ve hazır Bakanlığın yeniden yapılanması söz konusu iken bu tartışmalardan olumlu bir sonuç çıkarılması en büyük dileğimdir.Saygılarımla,