GİRİŞ: Hayvancılık ve veteriner hekimlik bir bütünün ayrılmaz iki parçasıdır. O nedenle, hayvancılığın sorunları çözülmeden veteriner hekimliğin sorunları çözülemez. Özellikle son bir yıldır hayvancılıkta yaşanan kriz veteriner hekimliği de olumsuz yönde etkilemiştir. Şu anda Türk veteriner hekimliği 180 yıllık tarihinin en kötü dönemini yaşamaktadır. Cumhuriyetimizin 100.Yılı ve Dünya Veteriner Hekimler Günü için hazırladığım bu yazı günümüzde hayvancılıkta ve veteriner hekimlikte yaşanan krizin tarihsel nedenleri ile geleceğe dair çözüm önerilerini içermektedir.
MEVCUT DURUM: Günümüzde hayvancılık deyim yerindeyse can çekişmektedir. Yaklaşan seçimler nedeni ile baskı altında tutulan döviz kurları ve fiyatların serbest kalması halinde sorunlar büsbütün büyüyecektir. Bugün üreticinin sattığı çiğ süt ve karkas et fiyatı ikiye katlanarak tüketiciye ulaşmaktadır. Girdi fiyatlarının yüksek olması nedeniyle yetiştiriciler kar edememekte, karkas et fiyatları sürekli arttığından ayakta kalmak adına üstün verimli damızlık ineklerini bile kestirmek zorunda kalmaktadırlar. İthalat nedeniyle hayvan ıslahı neredeyse durma noktasına gelmiştir. Şap, kuş gribi gibi salgın hayvan hastalıkları ile yavru ölümleri yaygın durumdadır. Kente genç nüfus göçü köylerde hayvancılığı bitme noktasına getirmiştir. İklim krizi ve kuraklık hayvancılığın geleceğini tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Hayvancılıkta yaşanan kriz doğal olarak veteriner hekimliği de olumsuz yönde etkilemektedir. Kamu veteriner hekimleri sahada çalışacakları yerde masa başında görev yapmaktadırlar. Büyükbaş kliniği yapan veteriner hekimler hayvan sayısının ve karlılığın azalması nedeniyle yeterli sayıda hasta ziyaretinde bulunamamakta, büyük bir alacak yükü altında ezilmektedir. Küçük hayvan kliniği yapan veteriner hekimler ise çok sayıdaki bürokratik işlemlerden yılmış durumdadır.
BUGÜNE NASIL GELİNDİ: Türkiye hayvancılığı ve veteriner hekimliği üstüne son 70 yıldır emperyalist güçler tarafından çok büyük oyunlar oynanmaktadır. Hayvancılığa yapılan ilk dış müdahale İkinci Dünya Savaşını takiben Türkiye dahil kimi ülkeleri güya Sovyet tehdidinden korumak amacıyla oluşturulan Truman Doktrini ve buna bağlı olarak 1948-1951 yılları arasında Türkiye’ye uygulanan Marshall Yardımı vasıtasıyla olmuştur. İlk olarak GATT (Gümrük Tarifeleri ve Genel Ticaret Anlaşması) kabul edilerek Lozan Anlaşması ile kaldırılan kapitülasyonlar yeniden hayata geçirilmiş, böylece dışa bağımlılığın ilk adımları atılmıştır. Gümrük vergilerinin kalkmasından yararlanan Amerika Birleşik Devletleri Türkiye’ye tohumluk buğday, zirai ilaç, gübre, ziraat alet ve makineleri hibe etmiştir. Buğday tarımını geliştirmek için gönderilen traktörlerle o dönemde hayvanların tek besin kaynağı olan meralar sürülerek tarla haline dönüştürülmüştür. Bu da hiç kuşkusuz bitkisel üretimin görece artmasına buna karşın hayvansal üretimin gerilemesine neden olmuştur.
Hayvancılığa ikinci müdahale 1958 yılında Amerikan Holstein Birliği tarafından Türkiye’ye Holstein ineklerinin sokulmasıdır. Böylece, Cumhuriyetten sonra büyük çabalarla oluşturulan hastalıklara ve iklim koşullarına dayanıklı, kombine verim yönlü Karacabey Esmer Sığır Irkı yerine süt verimi üstün ama döl verme ömrü kısa, hastalıklara ve iklim koşullarına dayanıksız, ayak yapısı merada otlamaya elverişsiz olan Holstein ırkının gelişmesi ve yaygınlaşması sağlanmıştır. Cumhuriyetle birlikte başlatılan sığır ıslah çalışmalarına büyük darbe vuran bu müdahale aynı zamanda damızlık inek ithalatının da kapısını açmıştır.
Türkiye hayvancılığına ve veteriner hekimliğine en büyük zararı 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi emperyalist kuruluşlar tarafından Türkiye’ye dayatılan ve yerli işbirlikçiler tarafından uygulanan neoliberal politikalar vermiştir. Bu politikalar sonucunda her alanda olduğu gibi hayvancılıkta da serbest piyasa ekonomisine geçilmiş, geçmişte çok büyük işlevleri bulunan Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü gibi kamı kuruluşları ile Et ve Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu gibi kamu iktisadi teşekkülleri kapatılmıştır. Bunun sonucunda Cumhuriyetten beri başarı ile sürdürülen hayvan ıslahı ve hayvan hastalıklarıyla mücadele çalışmaları sekteye uğramış, hayvancılıkta dışa bağımlılık daha da artmıştır. Bu arada çok sayıda veteriner fakültesinin açılması ve Veteriner İşleri Genel Müdürlüğünün kaldırılması veteriner hekimlerin etkinliğini büsbütün zayıflatmıştır.
Türkiye hayvancılığına bir darbe de 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşması ile vurulmuştur. Bu anlaşma ile Türkiye her alanda ithalat yapan bir ülke haline getirilmiştir. Bunun üzerine başlayan kırmızı et, damızlık düve, besilik dana, kasaplık sığır ithalatı 2010 yılından itibaren en yüksek düzeye ulaşarak Türkiye’nin yaklaşık on milyar dolarlık döviz kaybına neden olmuştur.
Son yıllarda Türkiye hayvancılığı üzerine kimi uluslararası vakıfların müdahaleleri de artmaya başlamıştır. Rockfeller, Melinda&Bill Gates ve Rotschields gibi vakıflar tüm Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de de faaliyet göstermektedirler. Laboratuvarda üretmeye başladıkları yapay ete ve süte pazar yaratmak adına sığırların sera gazı üretimini arttırdığı savını ileri sürerek ülkelere inek sayısını azaltmalarını önermektedirler. Böylece yıllar önce bir Amerikan Dışişleri Bakanının dediği gibi günü gelince tükenecek petrolden daha stratejik madde haline gelecek olan hayvansal protein kaynaklarına sahip olmak suretiyle ülkeleri egemenlik altına almayı hedeflemektedirler.
SORUNLAR VE ÇÖZÜMLER:
DEVLETİN ULUSAL VE SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR HAYVANCILIK POLİKASI YOKTUR
Kırsal kalkınmanın lokomotifi olan hayvancılık hükumetlerin yaz boz tahtası olmaktan çıkarılıp sürdürülebilir ve bağımsız bir sektör haline getirilmelidir. Devlet Planlama teşkilatı yeniden yapılandırılarak ilgili üniversitelerin ve sivil toplum örgütlerinin katkılarıyla 5, 10 ve 50 yıllık planlar hazırlanmalıdır. Böylece üreticinin üretim sürecine fiyat ve pazar garantili olarak başlaması sağlanabilir. İthalata dayalı hayvancılık politikaları terkedilerek yerli üretim özendirilmeli ve desteklenmelidir.
ÜRETİCİLER ÖRGÜTSÜZ VE EĞİTİMSİZDİR
Mevcut örgütler üreticinin haklarını yeterince koruyamamaktadır. O nedenle hayvan üreticileri demokratik halk kooperatifleri çatısı altında örgütlenmelidir. Kooperatiflere üye olacak üreticilerde belli bir eğitimden geçme koşulu aranmalıdır. Kooperatifler devlet desteklerinin dağıtımını ve yerinde kullanımını denetlemeli; girdilerin ucuza temini ve ürünlerin ederine pazarlanması konularında üyelerine yardımcı olmalıdır. Ayrıca ırka özgü ıslah birlikleri oluşturulmalıdır.
DEVLET DESTEKLERİ YETERSİZDİR
Desteklerin tutarı Gayri Safi Milli Hasılanın %2’sinden az olmamalıdır. Destekler işini iyi yapan küçük ve orta ölçekli işletmelere kooperatifler aracılığı ile verilmelidir.
MERALAR KALİTESİZDİR VE İŞGAL ALTINDADIR
Meraların üzerindeki her türlü işgal kaldırılmalıdır. Büyükşehir yasası değiştirilerek köy tüzel kişilikleri yeniden oluşturulmalıdır. Meralar üretici kooperatifleri tarafından işletilip ıslah edilmelidir.
GİRDİLER PAHALI ÜRÜNLER UCUZDUR
Temel hayvancılık girdileri( fabrika yemi, mazot, elektrik, gübre, tohum, ilaç, aşı, donmuş boğa sperması) üzerindeki KDV ve ÖTV baskıları kaldırılmalı ya da azaltılmalıdır. Çiğ süt ve karkas et fiyatları güncel pariteler gözetilerek belirlenmelidir. Geçmişte üretici ve tüketici fiyatlarını dengelemede önemli işlevler görmüş olan Süt Endüstrisi Kurumu ve Et ve Balık Kurumu gibi genel müdürlükler yeniden kurulmalıdır. Fabrika yemi fiyatlarının artmasına neden olan soya ve mısır gibi yem hammaddeleri ithalatla değil yerli üretimle sağlanmalıdır.
KALİTELİ DAMIZLIK GEBE DÜVE VE BESİLİK DANA ÜRETİMİ YETERSİZDİR
Damızlık gebe düve ve besilik dana ihtiyacı ithalat yoluyla değil yerli kaynaklardan sağlanmalıdır. Ülke genelinde hastalıklardan ari damızlık gebe düve ve besilik dana üretim merkezleri kurulmalı ve devlet tarafından desteklenmelidir. Ayrıca, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğüne bağlı işletmelerde damızlık gebe düve, besilik dana ve kaliteli kaba yem üretilip kooperatifler vasıtasıyla üreticilere uygun fiyatlarla dağıtılmalıdır. Halk elindeki hayvanların ıslahı amacıyla suni tohumlama ve embriyo transferi gibi tekniklerin kullanımı yaygınlaştırılmalıdır.
KÖYDEN KENTE GENÇ NÜFUS GÖÇÜ ARTMAKTADIR
Göç yüzünden köylerde hayvancılık yapacak genç nüfus gittikçe azalmaktadır. Göçü önlemek ve tersine çevirmek amacıyla köylerde kapatılan okullar yeniden açılmalı, sosyal donatı alanları oluşturulmalı, internete erişim kolaylaştırılmalıdır. Kadınlar ve gençler başta olmak üzere köyde hayvancılık yapanların sosyal güvenlik primleri devlet tarafından ödenmeli, sürü yöneticilerine verilen devlet desteği artırılmalıdır.
KAMUDA ETKİN BİR VETERİNER HEKİMLİĞİ OTORİTESİ YOKTUR
Türkiye’de salgın hayvan hastalıkları ve yavru ölümleri yaygın olarak görülmektedir. Bunun nedeni kamuda yetkili ve etkili bir veteriner hekimliği otoritesinin bulunmamasıdır. Uluslararası sözleşmelerin öngördüğü etkin, bütüncül, bağımsız, mobil, havza bazında örgütlenmiş, merkez taşra bağı güçlü bir Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü çağdaş gereklere uygun olarak yeniden kurulmalıdır. Aşı Üretim Merkezleri ve Teşhis Laboratuvarlarının sayısı bölgesel dağılım göz önüne alınarak artırılmalıdır. Kamu veteriner hekimlerinin masa başında değil tam zamanlı olarak sahada çalışmaları sağlanmalıdır. Kuzu ve buzağılar ile annelerine doğumdan hemen sonra ve gebeliğin son döneminde yapılan aşı ve serumlar devletçe parasız olarak uygulanmalıdır.
VETERİNER FAKÜLTESİ SAYISI FAZLADIR
Yeni veteriner fakülteleri açılmamalı, daha önce açılan fakat öğretim elemanı ve fiziki kapasite eksikliği nedeniyle kaliteli veteriner hekimler yetiştiremeyen fakülteler yakınlarındaki gelişmiş fakültelerle birleştirilmelidir. Üniversitelerin uzaktan öğretim yapan iki yıllık Veteriner Sağlık ve Laborant Programları kaldırılmalıdır.
VETERİNER HEKİMLERİN ÖZLÜK HAKLARI VE ÇALIŞMA KOŞULLARI YETERSİZDİR
Kamu veteriner hekimlerine yasalarla verilmiş olan sağlık sınıfında sayılma hakkı ödünsüz uygulanmalıdır. Kamuda ve serbest olarak çalışan veteriner hekimler Sağlıkta Şiddet Yasasına dahil edilmelidir. Kamuda çalışan ve kamudan emekli olan veteriner hekimlerin maaşları sağlık sınıfındaki eşdeğerleri düzeyine yükseltilmelidir. Kamu veteriner hekimlerine yıpranma payı yeniden verilmelidir. Serbest çalışan veteriner hekimlerin E-Reçete, Aşı Takip Sistemi(ATS), İlaç Takip Sistemi(İTS), ruhsat, spot ilaç gibi sorunları mutlaka çözülmelidir.
SONUÇ: Türkiye’de veteriner hekimlik ve hayvancılık günümüzde üç büyük tehdit ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bunlardan birincisi başta da değindiğim gibi kimi ülkeler ve uluslararası vakıflar tarafından dayatılan yoğun emperyalist tehdittir. İkinci tehdit dünyada son yıllarda artma eğilimi gösteren iklim değişikliği ve kuraklık krizidir. Üçüncü tehdit ise daha çok ülkemizi ilgilendiren köyden kente genç nüfus göçüdür. Bu büyük resmi görmeden ikincil sorunlara odaklanmak bizleri kısa süreli çözümlere ulaştırsa da geleceğe dair beklentilerimizi karşılamayacaktır. Ancak bu tehditlere karşı meslek olarak tek başına mücadele etmek hiç de kolay değildir. Kanımca bu konuda yapılacak ilk iş Türk veteriner hekimleri olarak birlik ve beraberlik içinde olmamızdır. Bunun yolu ise 58 konsey, oda ve vakıf, 17 ihtisas derneği ve 11 genel amaçlı dernek olmak üzere toplam 86 sivil örgüt çatısı altında toplanmış her dünya görüşünden veteriner hekimlerin birlikte hareket etme becerisini gösterebilmelerinden geçer. Kökü tarihin derinliklerine kadar uzanan, geçmişi şan ve şereflerle dolu kutsal mesleğimizin er ya da geç bu beceriyi göstereceğine yürekten inanıyorum.
Değerli Hocam,
Tüm yazılarınızı çok büyük bir heyecan ile okuyorum. Bu yazınız da o kadar güzel olmuş ki, elinize sağlık. Bende amatör olarak bir blog sitesinde sayfa açtım bir şeyler yazıp, paylaşmak istiyorum. Bu yazınızı da orada paylaşmama izin verdiğiniz için çok çok teşekkürler.
Sayın Hocam,
Umarım tespit ve önerileriniz ilgili birimlerce dikkate alınır .
Sayın hocam, ülke gerçeklerini ortaya koyarak, sorunları ve çözüm yollarını içeren aydınlatıcı yazınızı üzülerek okudum, emeklerinize dimağınıza sağlık.. Burada sizin de belirttiğiniz gibi gerek bakanlık, gerekse eğitim-öğretim alanında yeniden yapılanmalarla güncellemeler gerekiyor, ayrıca sivil örgütlerle birlikte, dekanlıklar, bakanlıklar ve meclisteki temsilciler de bu işe soyunmalıdırlar, diye düşünüyorum.. Saygılarımla…