Ada Sahillerinde Bekliyorum

Ada sahillerinde bekliyorum
Her zaman yollarını gözlüyorum
Yârim seni seviyor istiyorum
Beni şâd et Şadiye’m başın için
Nerede o mis gibi leylaklar
Sararıp solmak üzere yapraklar
Bana mesken olunca topraklar
Beni şad et Şadiye’m başın için

Neşeli ortamlarda hep el çırparak söylenen bu türküde aslında Suat Bey ve Şadiye Hanım’ın hüzünlü aşkı anlatılır. Şadiye zengin bir ailenin kızıdır. Suat ise fakir bir gençtir. Kader ikisini bir yaz Ada’da buluşturur ve birbirlerine aşık olurlar. Fakat babası, kızını Suat’a vermek istemez. Kış geldiğinde Şadiye ve ailesi Ada’dan ayrılır. Suat ise Ada’da kalır ve sahilde hep Şadiye’nin ona geleceği günü bekler. Bu arada mektuplarla haberleşmeye devam ederler. Fırtınalı bir akşam Suat bu özleme dayanamaz ve kendini denizin azgın sularına bırakır. Ertesi sabah fırtına nedeni ile gelemeyen tekneden Suat’a bir mektup gelir. Bu Şadiye’nin mektubudur. Mektupta Şadiye “Suat, babamı nihayet evlenmemize ikna ettim, gelip beni ailemden isteyebilirsiniz.” yazıyordur.

Bir Bahar Akşamı Rastladım Size

Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz?

İçimde uyanan eski bir arzu
Dedi ki yıllardır aradığın bu
Şimdi soruyorum büküp boynumu
Daha önceleri neredeydiniz?

Şarkının hikayesini güfte yazarı Fuat Edip Baskı şöyle dile getirmektedir. ” Gençlik yıllarım. Yaş Cahit Sıtkı’nın mim koyduğu 35. Bekarım. Bir gün efkar dağıtmak için sinemaya gittim. Tam oturacaktım ki arkamda iç gıcıklayıcı bir hareket ve fısıltı hissettim. Arkama döndüğümde genç kızlardan biri telaşla bana bakıyordu. Göz göze geliverdik birden. Kız mahcup bir biçimde başını öne eğdi. İşte hepsi o kadar. Adını bilmem, sanını bilmem. Şimdi kalk ta ona ‘sen’ diye hitap et bakalım. ” Beste Selahattin Pınar.

Gençliğe Veda

Elveda, elveda gençliğim, elveda, ey hatıralar
Elveda mesut günlerim, ümit dolu sayfalar.

Yine mevsimler dönecek, yine yapraklar düşecek
Giden gençliğimiz geri gelmeyecek.

Ellerim semaya doğru yalvardım yıllarca
Dursun zaman dönmesin mevsimler

Tanrım, tanrım, bana ümit ver, heyhat…
Elveda, elveda, elveda ah, elveda.

Yıldırım Gürses bir akşam geç vakit evine dönerken sokakta yaşayan yaşlı bir adama rastlar. Üstünde kendisini ısıtacak bir giysisi bile bulunmayan bu yaşlı adam çöplerden yaktığı ateşle ısınmaya çalışmaktadır. Yaşlı adamın yüzündeki çizgileri o an savrulan bir çınar yaprağındaki çizgilere benzeten sanatçı gençliğin insanın elinden nasıl da hızla kayıp gittiğini ve zamanın asla geri gelmeyecek bir kıymet olduğunu fark eder. İşte bu duygularla bu dizeleri yazar ve daha sonra da besteler.

Ağlar Gezerim Sahili

Ağlar gezerim sahili sanki benimlesin
Ay’da yüzün geceyi öpen sularda sesin
Bilmek istemem, şimdi nerede nasıl kiminlesin
Dünya gözümde değil, çünkü sen gönlümdesin

Selim Aru her sabah Samatya sahilinde yürüyüşe çıkar ve bu yürüyüşler sırasında karşılaştığı çok güzel bir genç kız dikkatini çeker. Önceleri tazeliğine hayran olduğu bu kız daha sonraları hayallerini süslemeye başlar. Günler akıp giderken bir delikanlı belirir kızın yanında. Selim Aru bu delikanlıyı için için kıskanır. Yanlarından geçerken Rumca konuştuklarını ve kızın adının Eleni olduğunu öğrenir. Selim Aru buna rağmen her gün kızı görebilmek için sahildeki yürüyüşlerine devam eder ama bir süre sonra artık Eleni görünmez. Bir gün, bir hafta, bir geçer. Kızı görebilmek için her gün sahile gider ama nafile, artık o güzel kız yoktur. (Beste: Alâeddin Yavaşça)

Ben Gamlı Hazan

Ben gamlı hazan sense bahar dinle de vazgeç
Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç
Olmaz meleğim böyle bir aşk bende vakit geç
Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç

Şarkının bestecisi Melahat Pars, söz yazarı Sıtkı Angınbaş’tan musîki dersleri almaktadır. Birlikte geçirdikleri vakitler arttıkça Melahat Hanım’ın gönlü Sıtkı Bey’e doğru engellenemez biçimde kayar. Bir müddet sonra hocası bu ilginin farkına varır. Ancak aralarında büyük yaş farkı vardır. Sıtkı Bey bu aşkın imkansızlığını daha sonra Melahat Pars’ın bestelediği dizelerle dile getirir.

Unutturamaz Seni Hiçbir Şey

Unutturamaz seni hiçbir şey, unutulsam da ben
Her yerde sen, her şeyde sen, bilmem ki nasıl söylesem
Bir sisli hazan kesilir ruhum eğer görmezsem
Her yerde sen, her şeyde sen, bilmem ki nasıl söylesem

Müzehher Özerinç ile Ekrem Güyer Ankara Radyosu’nda çalışırken tanışırlar. Arkadaşlıkları önce aşka, sonra da evliliğe dönüşür. Ekrem Güyer bir gün udunun tellerine vururken sadece sevdiği kadını düşünür ve onun için bu besteyi hazırlar.

Unutmadım Seni Ben

Unutmadım seni ben unutmadım,
Her zaman kalbimdesin
Aylar, yıllar geçti, söyle sen neredesin
Anlaşıldı, sen geri dönülmeyen yerdesin
Unutmadım, unutamadım seni ben,
Her zaman bendesin

Müzehher Güyer ve Ekrem Güyer’in birlikteliği ne yazık ki çok uzun sürmez. Geçirdiği mide kanaması sonunda Ekrem Güyer hayata gözlerini yumar. Müzehher oğlu Metin ile yalnız kalmıştır. Ayaklarının üstünde durmaya çalışır ama sevdiği eşini unutamaz. Günlerden bir gün Müzehher Hanım radyo evinin koridorunda elinde bir kâğıtla beklerken bestekâr Şekip Ayhan Özışık ile karşılaşır. Elindeki kâğıtta o unutulmayan ve unutulmayacak aşkının güftesi vardır.

Bir Kendi Gibi Zalimi Sevmiş

Bir kendi gibi zalimi sevmiş yanıyormuş
Duydum ki beni şimdi vefasız anıyormuş
Kalbim gibi feryat ediyor sızlanıyormuş
Duydum ki beni şimdi vefasız anıyormuş

Üç evlilik yaşayan ve bu evliliklerinde hiç mutlu olmayan Lemi Atlı, üçüncü eşinin kendisini terk edip gitmesinden sonra çok acı çeker ve eşinin evlendiği kişi ile mutlu olmadığını duyunca da bu şarkıyı besteler.

Nereden Sevdim O Zâlim Kadını

Nereden sevdim o zalim kadını
Bana zehretti hayatın tadını
Sormayın söylemem asla adını
Bana zehretti hayatın tadını

Bir bahar akşamı İstanbul Kuşdili çayırında Hafız Burhan konserinde rastlaştılar Selahattin Pınar ile tiyatro sanatçısı Afife Jale. İkisi de 25 yaşındadır. Çok severler birbirlerini ve evlenirler. Ancak Afife önceleri tedavi olmak için başladığı morfine alışmıştır. Bu kötü alışkanlığından kurtulması için çok mücadele ederler ama olmaz. Afife’nin ısrarı ile ayrılırlar sonunda ve ikisi için de kötü günler başlar. Afife Jale 39 yaşında yoksul ve kimsesiz hayata veda ederken Selahattin Pınar da acılar içinde yaşayacaktır.

Aylar Geçiyor Sen Bana Hâlâ Geleceksin

Aylar geçiyor sen bana hala geleceksin
Yetmez mi bu hasret daha yıllarca mı sürsün
Hülyalarımın membaı bir taze çiçeksin
Bekletme yazık sen de solar sen de çürürsün

Atıfet Hanım Taksim’de bulunan Panorama Gazinosu’nda kadınlar matinesine gider. O gün Selahattin Pınar da tambur ile Münir Nurettin Selçuk’a eşlik etmektedir. Selahattin Pınar, Atıfet Hanım ile göz göze gelir ve hayran olur. Üstat yıldırım aşka tutulmuş olacak ki Atıfet hanıma hemen o gün evlenme teklif eder. Arkadaşlıklarının ilerlemesine rağmen, Selahattin Pınar’ın 37, Atıfet Hanımın ise 19 yaşında olması nedeniyle kızın ailesi evlenmelerine razı olmaz. Bunun üzerine Selahattin Pınar Burhan Bey’in şiirini Rast makamında besteleyerek Atıfet Hanım’a gönderir. Bu şarkıyı dinleyen Atıfet Hanım bohçasını topladığı gibi Selâhattin Pınar’a kaçar. Evlenirler ve Selâhattin Pınar ölene kadar beraber yaşarlar.

Kimseyi Böyle Perişan Etme Allah’ım Yeter

Kimseyi böyle perişan etme Allah’ım yeter.
Uyku tutmaz, bir ümit yok, gelmiyor hiçbir haber
Ağlamaktan gözlerim etrafı artık görmüyor
Hazreti Yakup’a döndürdü beni hükmü kader

Zamanın en tanınmış ruh doktoru olan Rahmi Duman’ın 15 yaşındaki oğlu 12 Mart olayına neden olan o karışık günlerde yasa dışı bir örgüt tarafından fidye için kaçırılır. Rahmi Duman parayı zorlukla denkleştirir, fidyeyi öder ve oğlunu kurtarır. Oğlunun rehin tutulduğu günlerde bir baba olarak yaşadığı kaygı ve acıyı ifade ettiği güfteyi bestekar Alaeddin Yavaşça’ya bestelemesi için verir ve ortaya bir babanın evlat sevgisini, hasretini ve acısını çok dokunaklı biçimde anlatan bir şarkı çıkar.

Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın

Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın

Aşk ve ayrılık denince akla ilk gelen şairlerdendir Ümit Yaşar Oğuzcan. Melankoli dolu ruhu ve bunları satırlara döktüğü şiirleriyle tanınan Oğuzcan’ın yapıtlarında aslında yaşadıklarının etkisi çok büyüktür. Çünkü Oğuzcan, 24 kez intihar etmeye teşebbüs edecek kadar karamsar bir ruh haline sahiptir. Baba Oğuzcan’ın bu hayatı büyük oğlu Vedat Oğuzcan’ı olumsuz yönde etkiler. Babasının hayata bakış açısı Vedat Oğuzcan’ın da aklında intihar fikrini getirir. Babasının başarısız intihar girişimlerinin aksine, Vedat Oğuzcan ilk girişiminde Galata Kulesi’nden atlar ve 17 yaşında hayatını kaybeder. Hayatını şiirlerine yansıtan yazar bu acısını da yine dizelere dökerek yenmeye çalışır. (Beste: Münir Nurettin Selçuk)

Körfezdeki Dalgın Suya Bir Bak Göreceksin

Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde
Mehtâb iri güller ve senin en güzel aksin
Velhasıl o rûya duruyor yerli yerinde

Yahya Kemal, ünlü şair Nazım Hikmet’in annesi ressam Celile Hanımla büyük aşk yaşamış, ancak hem Nazım’ın karşı çıkması hem de şairin evlenmek istememesi nedeniyle Celile Hanım, Yahya Kemal’i ve İstanbul’u terk ederek Avrupa’ya gitmiştir. Şairin bu dizeleri Celile Hanım’ın hasretiyle yazdığı söylenir. (Beste: Osman Nihat Akın)

Olmaz İlaç Sine-i Sad Pareme

Olmaz ilaç sine-i sad pareme
Çare bulunmaz bilirim yareme
Baksa tabiban-ı cihan çareme
Çare bulunmaz bilirim yareme

Kastediyor tir-i müjen canıma
Gözleri en son girecek kanıma
Şerh edemem halimi cananıma
Çare bulunmaz bilirim yareme

Çok iyi bir müzik adamı olan Hacı Arif Bey padişah Abdülmecit zamanında saraydaki cariyelere müzik dersi vermektedir. Cariyelerden Zülf-i Nigâr isimli Çerkez güzeline gönlünü kaptırır ve dedikoduların ayyuka çıkması üzerine padişahın fermanıyla evlenirler. İlk çocuklarının doğumundan sonra ağır bir hastalığa yakalanan karısının acısıyla da bu şarkıyı besteler Hacı Arif Bey.

Makber

Her yer karanlık pür nur o mevki
mağrip mi yoksa makber mi ya Rab
Ya habgah-ı dilber mi ya Rab
Rüya değil bu, ayniyle vaki

Kabri çiçekten bir türbe olmuş
Dönmüş o türbe bir hacle-gahe
Bir hacle-gahe dönmüşse türben
Aç koynunu aç maşukanım ben

Makber Abdülhak Hamit’in ilk eşinin ölümünün ardından yazdığı mersiye tarzındaki şiirinin adıdır. Bu şarkının sözleri ise yine Abdülhak Hamit’in yazdığı bir oyundan alıntıdır. Abdülhak Hamit Bombay’da görevliyken verem olan ilk eşi Fatma Hanımın hastalığının artması üzerine İstanbul’a dönmek üzere yola çıkar. Ama eşi kurtulamaz ve Beyrut’ta ölür. Eşini orada toprağa veren şair yasa boğulur. Altı ay boyunca karanlık bir bodrum katında yaşar. Altı ay sonra o bodrum katından çıktığında Gülhane Parkı’na gidip ahaliye Makber şiirini okur.

GAMZEDEYİM DEVA BULMAM

Tatyos Efendinin en yakın iki dostu yazar, gazeteci, besteci Ahmet Rasim Bey ve gazinodan arkadaşı kemençeci Vasili’dir. Bir akşam Beyoğlu’nda Ahmet Rasim, Vasili ve Tatyos Efendi “Ehl-i aşkın neşvegah-ı kuşe-i meyhanedir” ile başlattıkları musiki meşki “Bilsen ne bela geçti şu biçare serimden” semaisiyle devam etmiş, Tatyos Efendi gece boyunca kemanı elinden hiç bırakmamış, “Mani oluyor halimi takrire hicabım” gibi içli şarkıları peş peşe döktürmüş.

Gece nihayete ererken meyhanede birkaç müşteri ve sandalyeleri toplayıp yerleri süpüren birkaç çocuktan başka kimse kalmamışken, Vasili ve Ahmet Rasim Bey de tam gitmeye hazırlanırken Tatyos Efendi kemana uzanmış, sanki saatlerdir içen ve çalan o değilmiş gibi kemanı omuzuna yerleştirip, hafifçe başını kemana eğerek, dudaklarında acı bir tebessümle o ana kadar duyulmamış o uşşak şarkıya giriş yapıyor;

Gam-zedeyim deva bulmam/Garibim bir yuva kurmam/Kaderimdir hep çektiren/İnlerim hiç reha bulmam.

Elem beni terketmiyor/Hiç de fasıla vermiyor/Nihayetsiz bu takibe/Doğrusu takat yetmiyor.

Ehl-i dilin yoktur kadri/Uğraşma gel Tatyos gayri/Eserin çok kıymetin yok/Git talihine küs bari.

Tatyos kemanı omuzundan indirdiğinde hiç kimsenin tek bir kelime edecek hali yoktur. Vasili hıçkıra hıçkıra ağlıyor, meyhane de kalanlar da göz yaşlarını birbirlerine sezdirmeden silmeye çalışıyorlar. Birkaç hafta içinde İstanbul’da bu şarkıyı ezberlemeyen ne hanende ne sazende kalıyor.

Tatyos’un naaşı Kadıköy’de bir kilisenin ayin salonuna getirildiğinde, iki elin parmaklarını geçmeyen kalabalığa ibretle bakan Ahmet Rasim, daha dün Galata’da Beyoğlu’nda onu dinlemek için yüzlerce kişinin akın ettiği salonları düşününce, insanların vefasızlığına hayıflanıyor.

Cenazesinde üç bacısı, dul eşi, Ahmet Rasim, kendisiyle yıllardır çalıştığı iki sazende ve kilisenin uzak köşesinde ağlayan bir kadından ibaret küçük bir topluluk uğurluyor son yolculuğuna Tatyos’u…

Bu şarkının hikayesini Ahmet Rasim’e vefatından hemen önce Vasili hasta halinde anlatıyor:

“Tatyos’un Ortaköy’de bir çocukluk aşkı varmış. Kendi cemaatinden olan kızın ailesi aniden Erivan’a göçünce kavuşamamışlar. Tatyos da sonradan şimdiki eşiyle evlendirilmiş. Beraber içtikleri o gece kızın İstanbul’a döndüğünü ve otuz yıldır evlenmeyip kendisini beklediğini öğrenmiş Tatyos.

Ahmet Rasim Bey Tatyos’un kilisede yapılan cenaze töreninin sonunda oturduğu yerden kalkarken kilise sırasına bırakılmış bir zarfı farkediyor. Zarfın üzerinde “Tatyos ile birlikte defnedilecektir” yazmaktadır.

Zarfı otuz yıl önceki çocukluk aşkı olan kadın Ahmet Rasim Bey’e fark ettirmeden onun yanındaki sıraya koymuştur. Ahmet Rasim zarfı alıp usulca ceketinin cebine koyar. Zarfın kendi yanına konulmasının bir tesadüf olamayacağını düşünüp ve zarfın içindekileri okumanın belki de Tatyos’a karşı ifa edilecek son görev olacağına kanaat getirerek yalnız Ahmet Rasim Bey tarafından görülen ve yarım saat sonra Tatyos’un naaşı ile birlikte toprağa verilen zarfın içinde ki kağıt da şu dizeler yazılıdır: Gam-zedesin devan benim/Garip kuşsun yuvan benim/Çektiğimiz yeter gayri/Kaderimsin inan

Tatyos Efendinin en yakın iki dostu yazar, gazeteci, besteci Ahmet Rasim Bey ve gazinodan arkadaşı kemençeci Vasili’dir. Bir akşam Beyoğlu’ında Ahmet Rasim, Vasili ve Tatyos Efendi ‘Ehl-i aşkın neşvegah-ı kuşe-i meyhanedir. İle başlattıkları musiki meşki ‘Bilsen ne bela geçti şu biçare serimden’ semaisiyle devam etmiş Tatyos Efendi gece boyunca kemanı elinden hiç bırakmamış. ‘Mani oluyor halimi takrire hicabım’ gibi içli şarkıları peşpeşe döktürmüş.

Gece nihayete ererken meyhanede birkaç müşteri ve sandalyeleri toplayıp yerleri süpüren birkaç çocuktan başka kimse kalmamışken Vasili ve Ahmet Rasim Bey’de tam gitmeye hazırlanırken Tatyos Efendi kemana uzanmış sanki saatlerdir içen ve çalan o değilmiş gibi kemanı omuzuna yerleştirip, hafifçe başını kemana eğerek, dudaklarında acı bir tebessümle o ana kadar duyulmamış o uşşak şarkıya giriş yapıyor;

Gam-zedeyim deva bulmam/Garibim bir yuva kurmam/Kaderimdir hep çektiren/İnlerim hiç reha bulmam.

Elem beni terketmiyor/Hiç de fasıla vermiyor/Nihayetsiz bu takibe/Doğrusu takat yetmiyor.

Ehl-i dilin yoktur kadri/Uğraşma gel Tatyos gayri/Eserin çok kıymetin yok/Git talihine küs bari.

Tatyos kemanı omuzundan indirdiğinde hiç kimsenin tek bir kelime edecek hali yoktur. Vasili hıçkıra hıçkıra ağlıyor meyhane de kalanlar da göz yaşlarını birbirlerine sezdirmeden silmeye çalışıyorlar. Birkaç hafta içinde İstanbul’da bu şarkıyı ezberlemeyen ne hanende ne sazende kalıyor.

Tatyos’un naaşı Kadıköy’de bir kilisenin ayin salonuna getirildiğinde, iki elin parmaklarını geçmeyen kalabalığa ibretle bakan Ahmet Rasim, daha dün Galata’da Beyoğlu’nda onu dinlemek için yüzlerce kişinin akın ettiği salonları düşününce, insanların vefasızlığına hayıflanıyor.

Cenazesinde üç bacısı, dul eşi, Ahmet Rasim, kendisiyle yıllardır çalıştığı iki sazende ve kilisenin uzak köşesinde ağlayan bir kadından ibaret küçük bir topluluk uğurluyor son yolculuğuna Tatyos’u…

Bu şarkının hikayesini Ahmet Rasim’e vefatından hemen önce Vasili hasta halinde anlatıyor:

-Tatyos’un Ortaköy’de bir çocukluk aşkı varmış. Kendi cemaatinden olan kızın ailesi aniden Erivan’a göçünce kavuşamamışlar. Tatyos’da sonradan şimdiki eşiyle evlendirilmiş. Beraber içtikleri o gece kızın İstanbul’a döndüğünü ve otuz yıldır evlenmeyip kendisini beklediğini öğrenmiş Tatyos.

Ahmet Rasim Bey Tatyos’un kilisede yapılan cenaze töreninin sonunda oturduğu yerden kalkarken kilise sırasına bırakılmış bir zarfı farkediyor. Zarfın üzerinde ‘Tatyos ile birlikte defnedilecektir’ yazmaktadır.

Zarfı otuz yıl önceki çocukluk aşkı olan kadın Ahmet Rasim Bey’e fark ettirmeden onun yanındaki sıraya koymuştur. Ahmet Rasim zarfı alıp usulca ceketinin cebine koyar. Zarfın kendi yanına konulmasının bir tesadüf olamayacağını düşünüp ve zarfın içindekileri okumanın belki de Tatyos’a karşı ifa edilecek son görev olacağına kanaat getirerek yalnız Ahmet Rasim Bey tarafından görülen ve yarım saat sonra Tatyos’un naaşı ile birlikte toprağa verilen zarfın içinde ki kağıt da şu dizeler yazılıdır: Gam-zedesin devan benim/Garip kuşsun yuvan benim/Çektiğimiz yeter gayri/Kaderimsin inan

Tatyos Efendinin en yakın iki dostu yazar, gazeteci, besteci Ahmet Rasim Bey ve gazinodan arkadaşı kemençeci Vasili’dir. Bir akşam Beyoğlu’ında Ahmet Rasim, Vasili ve Tatyos Efendi ‘Ehl-i aşkın neşvegah-ı kuşe-i meyhanedir. İle başlattıkları musiki meşki ‘Bilsen ne bela geçti şu biçare serimden’ semaisiyle devam etmiş Tatyos Efendi gece boyunca kemanı elinden hiç bırakmamış. ‘Mani oluyor halimi takrire hicabım’ gibi içli şarkıları peşpeşe döktürmüş.

Gece nihayete ererken meyhanede birkaç müşteri ve sandalyeleri toplayıp yerleri süpüren birkaç çocuktan başka kimse kalmamışken Vasili ve Ahmet Rasim Bey’de tam gitmeye hazırlanırken Tatyos Efendi kemana uzanmış sanki saatlerdir içen ve çalan o değilmiş gibi kemanı omuzuna yerleştirip, hafifçe başını kemana eğerek, dudaklarında acı bir tebessümle o ana kadar duyulmamış o uşşak şarkıya giriş yapıyor;

Gam-zedeyim deva bulmam/Garibim bir yuva kurmam/Kaderimdir hep çektiren/İnlerim hiç reha bulmam.

Elem beni terketmiyor/Hiç de fasıla vermiyor/Nihayetsiz bu takibe/Doğrusu takat yetmiyor.

Ehl-i dilin yoktur kadri/Uğraşma gel Tatyos gayri/Eserin çok kıymetin yok/Git talihine küs bari.

Tatyos kemanı omuzundan indirdiğinde hiç kimsenin tek bir kelime edecek hali yoktur. Vasili hıçkıra hıçkıra ağlıyor meyhane de kalanlar da göz yaşlarını birbirlerine sezdirmeden silmeye çalışıyorlar. Birkaç hafta içinde İstanbul’da bu şarkıyı ezberlemeyen ne hanende ne sazende kalıyor.

Tatyos’un naaşı Kadıköy’de bir kilisenin ayin salonuna getirildiğinde, iki elin parmaklarını geçmeyen kalabalığa ibretle bakan Ahmet Rasim, daha dün Galata’da Beyoğlu’nda onu dinlemek için yüzlerce kişinin akın ettiği salonları düşününce, insanların vefasızlığına hayıflanıyor.

Cenazesinde üç bacısı, dul eşi, Ahmet Rasim, kendisiyle yıllardır çalıştığı iki sazende ve kilisenin uzak köşesinde ağlayan bir kadından ibaret küçük bir topluluk uğurluyor son yolculuğuna Tatyos’u…

Bu şarkının hikayesini Ahmet Rasim’e vefatından hemen önce Vasili hasta halinde anlatıyor:

-Tatyos’un Ortaköy’de bir çocukluk aşkı varmış. Kendi cemaatinden olan kızın ailesi aniden Erivan’a göçünce kavuşamamışlar. Tatyos’da sonradan şimdiki eşiyle evlendirilmiş. Beraber içtikleri o gece kızın İstanbul’a döndüğünü ve otuz yıldır evlenmeyip kendisini beklediğini öğrenmiş Tatyos.

Ahmet Rasim Bey Tatyos’un kilisede yapılan cenaze töreninin sonunda oturduğu yerden kalkarken kilise sırasına bırakılmış bir zarfı farkediyor. Zarfın üzerinde ‘Tatyos ile birlikte defnedilecektir’ yazmaktadır.

Zarfı otuz yıl önceki çocukluk aşkı olan kadın Ahmet Rasim Bey’e fark ettirmeden onun yanındaki sıraya koymuştur. Ahmet Rasim zarfı alıp usulca ceketinin cebine koyar. Zarfın kendi yanına konulmasının bir tesadüf olamayacağını düşünüp ve zarfın içindekileri okumanın belki de Tatyos’a karşı ifa edilecek son görev olacağına kanaat getirerek yalnız Ahmet Rasim Bey tarafından görülen ve yarım saat sonra Tatyos’un naaşı ile birlikte toprağa verilen zarfın içinde ki kağıt da şu dizeler yazılıdır: Gam-zedesin devan benim/Garip kuşsun yuvan benim/Çektiğimiz yeter gayri/Kaderimsin inan benim.

Kalamış (Yok Başka yerin Lütfu Ne Yazdan Ne de Kıştan)

Münir Nurettin Selçuk dostu Behçet Kemal Çağlar’dan içinde Kalamış ismi geçen bir şiir yazmasını ister. Bir türlü şiire başlayamayan şairi heyecanlandırmak için “Bir akşamüstü gel de seni sandalla Kalamış’ta gezdireyim” der. Ilık bir yaz akşamı Münir Nurettin Selçuk’un daveti üzerine Kalamış’taki Kulüp’e giden Behçet Kemal Çağlar kulübün kapalı olduğunu görür ama ısrarla kapıyı çalınca kapı açılır. Behçet Kemal Çağlar’ın anlatımıyla, “Münir Bey’in yanında bir afet var ki, kadın karada, denizi gözlerinde gezdiriyor. Üçümüz sandalla denize açıldık. Münir Bey kürek çekiyor, ben şiir yazıyorum, kadın geriniyor, sularla oynuyor, çıldırtıyordu beni velhâsıl. Birden kadın “Behçet Bey, şiir ilerliyor mu?” demez mi. Fırsatı hemen kullandım “İlerliyor hanımefendi, son yazdığım satırları size okuyayım: “Gündüz koya sen gel, gece gelsin aya növbet. Emret güzelim istediğin şarkıyı emret”. Kadın “Ne dediğini anladım” der gibi yüzüme bakarken kahkahalar atıyordu. Münir Bey şiiri çok beğenmişti. “Çok güzel madem iki satırını okudun, öteki satırları da dinleyemez miyiz? Tamamlanmamış şiir okunmaz, ama madem şiiri sizin için yazıyorum, derken kadına erkekçe bakıyordum, o da bana denizleşen gözleri ile bir şeyler mırıldanıyordu. Şiiri baştan sona okudum.

Yok başka yerin lütfu ne yazdan ne kıştan

Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan

Yok zerre teselli ne gülüşten ne bakıştan

Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan

Gündüz koya sen gel, gece gelsin aya növbet

Emret güzelim istediğin şarkıyı emret

İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar

Düşsün suya yer yer erisin eski zamanlar

Sarsın bizi akşam rengi dumanlar

Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan

Sandal sefası yaptığımız gecenin anısını hatırlatan bu güfteyi Münir Nurettin Selçuk Nihavent makamında bestelemiştir.

Ah Nideyim Sahn-ı Çemen Seyrini Cananım Yok

Bu şarkının söz yazarı ve bestecisi Padişah Üçüncü Selim zamanında Sarayda musikişinaslık yapan Sadullah Ağa’dır. Sadullah Ağa haremde cariyelere musiki dersi vermekle görevlidir. Bu arada Padişahın gözdelerinden birine aşık olur. Bunu duyan Padişah vezirine Sadullah Ağanın idam edilmesini emreder. Sadullah Ağayı çok seven vezir onu idam ettirmeyip Sarayın bir odasına hapseder. Sadullah Ağa hapis yatarken bu şarkıyı yazar ve besteler. Bir meşk sırasında bu şarkı Padişaha dinletilir. Şarkıyı ilk kez duyan ve çok beğenen Padişah söz yazarı ve bestecisinin Sadullah Ağa olduğunu öğrenince vezirine ” Böyle değerli bir bestekarı nasıl öldürttüm ” diyerek üzüntüsünü bildirir. Vezir, “Padişahım, ben Sadullah Ağayı idam ettirmedim, hapsettirdim” der. Bunun üzerine padişah “Hemen Sadullah Ağayı huzura getirin” diye emreder. Sadullah Ağa huzura getirilir. Bu arada gözdesi de Padişahın yanındadır. Padişah orada Sadullah Ağa ile gözdesini evlendirir.

Ah nideyim sahn-ı çemen seyrini cânânım yok / Ah bir yanımca salınır serv-i hırâmânım yok / Yâr yâr kurbanın olam yâr / Dost dost hayranın olam dost / Yel lel li ye le la ömrüm ye le la te re li ye le la la mirim te re la li / Ah bir yanımca salınır serv-i hırâmânım yok

Zeytin Gözlüm Sana Meylim Nedendir

Hikayeyi bilmeyenler şarkının zeytin gözlü bir sevgiliye hitap ettiğini sanır. Oysa ardında yürek burkan, göz yaşı döktüren bir hikaye vardır. Hüceste hanım  iyi bir ailede yetişmiş, edebiyata  meraklı bir kişidir. Duygularını mısralara dökmeyi sever.  Hayata son derece bağlı olan Hüceste Hanım gün gelir tüberküloza yakalanır. Tedavi için Heybeliada Sanatoryumu’na yatar. Doktoru Ömer Münif’tir. İki hisseden kalbin, iki duygu insanının, doktor hasta ilişkisi zamanla aşka dönüşür ve bu aşk evlilikle sonuçlanır. Çok mutludurlar. Mutluluk bir süre sonra Mehmet’in doğumuyla taçlanır. Mehmet büyür ve aile onun geleceğini düşünmeye başlar. Her ana baba gibi onlar da Mehmet’in iyi yetişmesini istemektedirler. İmkanları da vardır ve hasreti yüreklerinde saklamaya söz vererek Mehmet’i Avrupa’ya gönderirler. Mehmet Avrupa’ya gider gitmesine de hasretin bitmesini, Mehmet’in dönmesini   bekleyen aile, hasretin yanına hayal kırıklığının da eklenmesiyle, derinden sarsılır. Mehmet okulu bitirir ama dönmez anasına, babasına. İsviçre’ye yerleşir.  Şair ana yüreği burkularak oğlu için bir şiir yazar:   

Zeytin gözlüm sana meylim nedendir

Bu sevmenin kabahati kimdedir

Gül olmuşsun dikenlerin bendedir.

Zeytin gözlüm uzaklarda işin ne

Şarkıları düşürürüm peşine

Zeytin gözlüm özlem ektim yollara.

Rast gelirsen halimi sor onlara.

Gülkurusu akşamlar senden yana.

Zeytin gözlüm uzaklarda işin ne

Şarkıları düşürürüm peşine.

Bir Sabah Bakacaksın ki Bir Tanem Ben yokum

Tüberkülozu yenen Hüceste Hanım kadere yenilmiştir. Eşini de kaybeder bir süre sonra. Yalnız kalır ve hayatını bakım evinde geçirmeye başlar. Hasreti ve ümidi hala yüreğinde duyan Hüceste Hanım bir süre sonra çaresiz bir hastalığı yakalanır. Mehmet’in hiç olmazsa cenazesine geleceğini umar. Ölmeden önce “Bunu cenazemde Mehmet’e verin” diye bir mektup bırakır arkadaşlarına. Ölmeden önce şöyle seslenmektedir gurbetteki oğluna.

Bir sabah bakacaksın ki bir tanem ben yokum / Dünyayı sana bırakıyorum / Söz aldım saatlerden bir tanem sana koşacaklar / Söz aldım gecelerden seni uyutacaklar / Şarkılardan söz aldım hatırlatacaklar / Gözlerimdeki son yağmurlar pencerende beni anlatacaklar sana bir bir / İleride belki bir gün buğday misali düştüğüm yerde, belki bir dikenin dibindeyimdir çaresiz kim bilir nerelerde / Bir sabah bakacaksın ki bir tanem ben yokum / Dünyayı sana bırakıyorum / Elveda.
Selahattin İçli ölümsüzleştirmek ister Hüceste Hanımı. Alır o sözleri ve Hüseyni Makamında besteler. İnci Çayırlı ile birlikte katılırlar cenazeye.  Bir ricası vardır İnci Çayırlı’dan. ”Bunu Hüceste’nin mezarı başında oku” der. Defin işlemleri tamamlanır, herkes dağılır, İnci Çayırlı oturur mezarın başına ve o anaya seslenir,

 “Zeytin gözlüm, sana meylim nedendir?” ve “Bir sabah bakacaksın ki bir tanem; ben yokum.”

Artık Bu Solan Bahçede Bülbüllere Yer Yok

Şarkının hikayesini bestecisi Alaeddin Yavaşça’nın ağzından öğrenelim. “ Bir gün Faruk Nafiz Çamlıbel muayenehaneme geldi. O zamanların çok meşhur doktoru Ord.Prof.Dr.Kazım İsmail Gürkan’dan karısı için randevu almamı rica etti. Randevuyu aldım ve birlikte hocaya gittik. Hoca eşini muayene etti ve bana kadının çok ilerlemiş bir kanser hastası olduğunu, tıbbi olarak yapacak bir şeyin bulunmadığını, yapılacak şeyin geri kalan ömrünü ağrısız geçirmekten ibaret olduğunu söyledi. Sonucu Çamlıbel’e zar zor söyleyince çok üzüldü, adeta yıkıldı. Bir süre sonra eşi vefat etti. Haftalar sonra bana geldiğinde çok üzüntülü idi. Cebinden bir kağıt çıkarıp yazdığı şiiri bestelememi istedi.”

Artık Bu Solan Bahçede Bülbüllere Yer yok/ Bir Yer ki Sevenler Sevilenlerden Eser Yok/ Bezminde Kadeh Kırdığımız Sevgililer Yok/Bir Yer ki Sevenler Sevilenlerden Eser Yok/

Gecenin Matemini Aşkıma Örtüp Sarayım

Ünlü besteci Selahattin Pınar dönemin ünlü bir kadın sanatçısına aşık olur. Babası bu birlikteliği uygun görmez. Aralarında bu nedenle kavga çıkar. Selahattin Pınar babasına küser ve kapıyı vurup evden çıkar. Bir süre sonra eve geri döndüğünde babasının vefat ettiğini öğrenir. Bunun üzerine arkadaşı Mustafa Nafiz Irmak’a bir şarkı sözü yazmasını ister ve bu eser ortaya çıkar.

Gecenin Matemini Aşkıma Örtüp Sarayım/ Gittin Artık Seni Ben Nerde Bulup Yalvarayım/ Şimdi Ben Tıpkı Şifasız Bir Yarayım/ Gittin Artık seni Ben Nerede Bulup Yalvarayım/

Baharı beklerken Ömrüm Kış Oldu

Hüseyin Öğretmen Artvin’de kendisini sevdirmiş, gurbette olmasına rağmen derin dostluklar kurmuştu. Ev sahibi aynı zamanda yakın dostu olan bey artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırmıştı. İki genç birbirlerini beğenmiş ve evlenmeye karar vermişlerdi. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi. Ailesi bu durumdan hiç memnun olmamıştı. Kendilerinin de bir gelin adayı olduğu için bu evliliğe şiddetle karşı çıktılar. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Fakat bir türlü istenmeyen bu evlilik Hüseyin ile Melahat arasında huzursuzluğa yol açtı. Uzun yıllar Almanya’da bulunan Sami Derintuna Türkiye’ye ağabeyini ziyarete gelmişti. Ağabeyine nasıl olduğunu sorunca ağzından şu kelimeler çıktı.” Sami’ciğim yorgunum, vefasız dostlarıma, yıllarıma dargınım”. Sami Derintuna Almanya’ya dönerken ağabeyine “ İyileşeceksin, merak etme” dedi. Ancak yengesinden ağabeyinin amansız hastalığını öğrendi ve bunun üzerine Selçuk Tekay ile birlikte bu şarkıyı besteledi.

Baharı beklerken ömrüm kış oldu
Gözümde her zaman biraz yaş oldu
En güzel duygular bana düş oldu

Yorgunum dostlarım yorgunum artık
Vefasız yıllara dargınım artık

Tutmadı ellerim sıcak elleri
Duymadım aşk denen tatlı sözleri
Taşıdım gönlümde acı izleri

Yorgunum dostlarım yorgunum artık
Vefasız yıllara dargınım artık

İçimde ateşler söndü kül oldu
Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu
Yar bildim o bile bana el oldu

Yorgunum dostlarım, yorgunum artık
Vefasız yıllara dargınım artık

Tutmadı ellerim sıcak elleri
Duymadım aşk denen tatlı sözleri
Taşıdım ömrümce acı izleri

Yorgunum dostlarım, yorgunum artık
Vefasız yıllara dargınım artık

Ayrılık Rüzgarı Gönlüme Doluyor

Besteci Kamuran Beyin arkadaşı askerdi ve Almanya’da tanıştığı bir Alman kızına aşık olmuştu. Kısa sürede arkadaşları ilerleyerek evlenmeye karar verirler. Kamuran Beyin arkadaşı Almanya’da sevdiği kızın yanında yaşamak için mesleğinden ayrılmayı bile göze alır. Sevdiğinden söz alarak kısa süre sonra geri dönmek üzere Türkiye’ye gider. Ancak ailesi Müslüman biri ile evlenmesini istemedikleri kızlarını ikna etmeyi başarırlar ve bir Alman ile evlendirirler. Her şeyden habersiz sevdiği ile evlenmek için Almanya’ya dönen genç gerçeği öğrenince yıkılır. Kamuran Yarkın arkadaşının bu hüzünlü aşk hikayesinden esinlenerek bu şiiri yazar ve besteler.

Ayrılık rüzgârı gönlüme doluyor / Vuslatın çiçeği açmadan soluyor / Elveda güzelim beni bekleme / Gidiyorum diye gözyaşı dökme / Sevgiler ümitler hep hayal oldu / Aşkımız heyhat bir masal oldu / Nerde hatıralar aşk dolu sözler / Sevdiğim taptığım o yeşil gözler / Elveda güzelim beni bekleme / Gidiyorum diye gözyaşı dökme / Sevgiler ümitler hep hayal oldu / Aşkımız heyhat bir masal oldu / Bir serap gibidir şimdi hatıralar / Ayrılık şarkısı söylüyor rüzgar / Elveda güzelim beni bekleme / Gidiyorum diye gözyaşı dökme / Sevgiler ümitler hep hayal oldu / Aşkımız heyhat bir masal oldu

Dil Harab-ı Aşkınım

Osman Sabuncu Diş Hekimliği Fakültesinde öğrenci iken Hamiyet Yüceses’in her konserine gider ve en önde oturup izlermiş. Sonunda ona ve sesine aşık olmuş. Bir konserinde dayanamamış ve bu şarkıyı söylemesi için bir kağıda yazıp şarkıcıya iletmiş. Hamiyet Yüceses şarkısını okuyunca Osman Sabuncu çok memnun olmuş ve teşekkür etmek için elinde bir buket çiçekle kulise gitmiş. O esnada kendisini çok sevdiğini ve evlenmek istediğini sanatçıya söylemiş. Önceleri sanatçı bu teklifi hayranının geçici bir hevesi sanıp önce okulunu bitirmesini, ancak ondan sonra bu teklifi kabul edeceğini söylemiş. Genç doktor adayı bu teklifi gerçek sanıp okulu bitirdiğinde evlenme teklif etmiş. Hamiyet Yüceses de verdiği sözü tutarak teklifi kabul etmiş ve evlenmişler. Evlilikleri sanatçı ölene kadar devam etmiş.

Dîl harab-ı aşkınım sensin sebep berbadıma / Bir teselli ver gelip bari dil-i naşadıma /Taş mıdır bağrın ki gelmezsin benim imdadıma / Dini ayrı kâfir olsa rahmeder feryadıma

BURASI AGORA MEYHANESİ

1890’da bir Rum olan kaptan Asteri Balat çarşısında bir meyhane açar. Meyhanesine de Rumca “meydan” anlamına gelen “Agora” adını koyar. Meyhane masa yerine kullanılan dev fıçıları ve ucuz şaraplarıyla kısa zamanda ün yapar. Ama meyhanenin ününü artıran olay ilgisiz bir biçimde İzmir kaynaklıdır. Aradan zamanlar geçer. Tarih 1959’dur. Onur Şenli adında bir tıp fakültesi öğrencisi komşu kızına aşık olur ama aşkına karşılık bulamaz. Aşk acısı ona soluğu birçok zaman İzmir’in Agora semtinde aldırmaya başlar. Çünkü Agora salaş meyhanelerin mekanıdır. Bir gün bu salaş meyhanelerden birinde içtikten sonra eve gelir ve bir mektup yazmaya başlar aşkına. Mektup şöyle başlar: “Sana bu satırları bir sonbahar gecesinin felç olmuş köşesinden yazıyorum”. Onur Şenli, mektubun ileriki bölümlerinde fakına varır ki aslında bir mektup değil bir şiir yazmaktadır. Şiirine de şu adı koyar, “Gece, Şarap ve Aşk”. Onur şiiri yayımlatmak için fakültenin dergisine gönderir, şiiri kabul edilir. Şiir dergide tam basılmak üzereyken bir gazetenin kültür-sanat editörü tarafından görülür. Editör şiiri yayınlar ama adını değiştirerek.” Agora Meyhanesi”. Şiir o kadar sevilir ki, dillere pelesenk olur, hatıra defterlerinde yer alır, sevgililerin kulaklarına fısıldanır, şarkısı yapılır. Şarkıyı neredeyse ünlü olup da söylemeyen sanatçı kalmaz. Şarkıyı dinleyenler İzmir’deki Agora’dan habersiz Balat’ta ki Agora Meyhanesi’ne akın ederler. Çünkü şarkıdaki Agora Meyhanesi’nin burası olduğunu düşünmektedirler. Haliyle geceleri burası hınca hınç dolmaya başlar. Öyle popüler bir mekan olur ki tam 286 Türk Filmi’nin meyhane bölümleri burada çekilir. Yani ucuz şarapların satıldığı meyhane Türkan Şoray’ları, Fikret Hakan’ları, Ayhan Işık’ları, Cüneyt Arkın’ları ağırlamaya başlar. Sonraları kaderine terkedilir.

AGORA MEYHANESİ

Sana bu satırları bir sonbahar gecesinin felç olmuş köşesinden yazıyorum

Beş yüz mumluk ampullerin karanlığında saatlerdir boşalan kadehlere şarkılarını dolduruyorum

Tabağımdaki her zeytin tanesine simsiyah bakışlarını koyuyorum

Ve kaldırıp kadehimi bu rezilcesine yaşamaların şerefine içiyorum

Burası agora meyhanesi burada yaşar aşkların en madarası ve en şahanesi

Burada saçların her teline bir galon içilir gözlerinin her rengine bir şarkı seçilir

Sen bu sekiz köşeli meyhaneyi bilmezsin bu sekiz köşeli meyhane seni bilir

Burası agora meyhanesi burası arzularını yitirmiş insanların dünyası

Şimdi içimde sokak fenerlerinin yalnızlığı boşalan ellerimde kahreden bir hafiflik

Bu akşam umutlarımı meze yapıp içiyorsam elimde değil.

Bu da bir nevi namuslu serserilik dışarıda hafiften bir yağmur var.

Bu gece benim gecem kadehlerde alaim-i semaların raksettiği.

Gönlümde bütün dertlerin horan teptiği gece bu camlara vuran her damlada seni hatırlıyorum

Ve sana susuzluğumu birazdan şarkılar susar, kadehler boşalır umutlar tükenir mezeler biter

Biraz sonra bir mavi ay doğar tepelerden bu sarhoş şehrin üstüne

Birazdan bu yağmur da diner sen bakma benim böyle delice efkarlandığıma

Mendilimdeki o kızıl lekeye de boş ver yarın gelir çamaşırcı kadın her şeyden habersiz onu da yıkar

Sen mesut ol yeter ki ben olmasam ne çıkar,dedim ya burası agora meyhanesi.

Bir tek iyiliğin tüm kötülüklere meydan okuduğu yer burası agora meyhanesi burası kan tüküren mesut insanların dünyası.

(Kanserle savaşan Dr. Onur Şenli tedavi gördüğü hastanede vefat eder 2017)

BİR HTİMAL DAHA VAR

Osman Nihat Akın PTT Baş Müfettişi olarak çalıştığı dönemde bir şubeyi teftiş ederken kasada açık görür ve müdürü çağırarak bu durumu kendisine bildirir. Ancak bu arada başka bir şubenin müdürünü çağırır. O gelmeden eksik parayı kasaya koyar. Müdür gelince parayı bir de sen say der. Müdür parayı sayar ve açık olmadığını söyler. Osman Nihat Akın o zaman ben yanlış saydım diyerek bir tutanak tutar ve olayı kapatır. Bir süre sonra ilk teftiş ettiği müdürden bir mektup alır. Mektubun içinde bir not ve eksik para vardır. Notta müdür önce teşekkür etmekte ve daha sonra şöyle demektedir.” O parayı ağır hasta olan karımın tedavi masraflarını karşılamak için almıştım. Bu parayı almasaydım BİR İHTİMAL DAHA VARDI O DA ÖLMEKTİ”. Mektubu okurken gözyaşlarına boğulan Osman Nihat Akın iş yerinden çıkıp sahil kenarına gider, o ünlü şarkısının sözlerini yazar ve daha sonra da nihavent makamında besteler.

Bir ihtimal daha var/ O da ölmek mi dersin/ Söyle canım ne dersin/ Vuslatın başka alem/ Sen bir ömre bedelsin/ Sükut etme nazlı yar/ Beni mecnun edersin/ Vuslatın başka alem/ Sen bir ömre bedelsin

11