Batılıların Celaleddin-i Rumi, bizlerin de arapçada efendim anlamına gelen Mevlana olarak tanımladığımız büyük şair, din adamı ve mutasavvıf Mevlana Celaleddin-i Rumi Amerika’da şiir kitabı en çok satan şair olmuş ve ünlü Alman şairi Goethe tarafından şiirleri Almancaya çevrilmiştir. Kimilerine göre şimdiki Afganistan sınırları içerisindeki Belh’de, kimilerine göre de şimdiki Tacikistan sınırları içerisindeki Vahş’ta 1207 yılında Dünyaya gelen Mevlana nasıl olup ta sekiz yüz yıl sonra bir fıkıh alimliğinden Dünyaca tanınan evrensel bir şaire evrilmiştir? Bu evrilişte hiç kuşkusuz bir azeri Türkü olan Şems-i Tebrizi’nin çok büyük bir payı vardır. Mevlana ve Şems bir elmanın yarısı gibi biri birini tamamlayan iki figürdür. Şems ne kadar başına buyruk, kendi özgün görüşleri ile ilahi aşkı yorumlayan, bu nedenle de her hangi bir mürşide mürit olmamış bir kişilik ise, Mevlana da Şems ile karşılaşıncaya kadar kendinden öncekilerin düşüncelerine sıkı sıkıya bağlı, zamanının büyük bölümünü onların kitaplarını okumak ve okuduklarını Medresede müritlerine, camide halka anlatmakla geçiren bir vaiz konumundaydı. Daha yedi yaşındayken babası Sultan’ül Ulema Bahaeddin Veled’in tüm ailesi ve müritleri ile birlikte Moğol istilasından kaçırdığı ve uzun maceralardan sonra Konya’ya getirdiği Mevlana babasının ölümü üzerine dergahın başına geçmiş ve öncelikle hocası Seyyid Burhaneddin’in yönlendirmesi ile Bağdat, Şam ve Kayseri’de manevi ve dünyevi eğitimini tamamladıktan sonra daha donanımlı olarak Konya’da vaazlarına ve müritlerini irşada başlamıştır. Tüm donanımına ve etrafındaki dostlarının çokluğuna karşın öğrencisi Mevlana’daki iç yalnızlığı fark eden hocası Seyyid Burhaneddin Bağdat’ta bir zaviyesi bulunan dostu Baba Zaman’a mektup yazarak müridi dervişlerden birini göndermesini istemiş ve böylece zaviyede misafir olarak bulunan Şems’in Konya’ya gelmesi gerçekleşmiştir.
Konya’ya gelip bir hana yerleşen Şems 1244 yılı Kasım ayının 30. günü Camide vaazını verip katırının sırtında evine dönmekte olan Mevlana ile Şekerciler Hanı önünde karşılaşır. Mevlana başı önünde zikir halinde önünden geçerken birden katırını yularını tutarak durduran Şems’in “Sen Sultan Veled oğlu Muhammet Celaleddin değil misin?” sorusuyla irkilir. Mevlana, Şems’i görür görmez ruh ikizini, yıllardır aradığı yarısını bulduğunu anlamış ve katırından inerek Şems’i kucaklayıp evine götürmüştür. İşte yazarların Kuran’ın Buhara Suresinde iki denizin kaynaşması anlamına gelen Marecü’l Bahreyn olarak tanımladıkları bu buluşma Mevlana için büyük bir dönüm noktası olmuş ve Mevlana’nın bir fıkıh alimi iken ilahi aşkı arayan bir divane haline evrilmesi böylece gerçekleşmiştir. Şems ile kırk gün bir odaya kapanıp hiç dışarı çıkmayan Mevlana bu süre sonunda artık vaazlarını ve Medresedeki derslerini bir yana bırakmış kendini tümüyle Allah’a ve Şems’e duyduğu ilahi aşkı terennüm eden şiirlere, deyişlere vermiştir. Etrafından gelen tüm eleştirilere ve kıskançlıklara rağmen Sems ile olan gönüldaşlık ilişkisini hiç bozmadan sürdürmüş, yıllardır artık hatmettiği
kitapları bir yana bırakarak kendi özgün görüşlerini içeren rubailer yazmaya başlamıştır. Daha sonraları Şems’in de önerisi ile bu rubailerin halk tarafından daha kolay benimsemesini sağlamak amacıyla ney eşliğinde anlamı haktan aldığını halka vermek olan sema gösterileri bile düzenlemiştir.
Şems , yakınları tarafından kendisine duyulan kin sonucu öldürüldükten sonra Mevlana büyük bir üzüntüye kapılır. İlkin öldürüldüğüne inanmayıp onu daha önce de kaçıp gittiği Şam’da uzun süre arar. Ancak uzun arayışlar sonucunda umudu kesilince kendine yoldaşlık edecek bir kişi aramaya koyulur ve önce kuyumcu Selahaddin Zerkup’u, onun ölümü üzerine de Hüsameddin Çelebi’yi halife tayin eder. Çelebi’nin halifeliği Mesnevi’nin yazımı ve mevleviliğin yayılması için bir dönüm noktası olmuştur. Çelebi sürekli Mevlana ile birlikte olur ve onun çarşıda, pazarda, hatta hamamda irticalen söylediği beyitleri kaleme alarak Mesnevi’nin yazılmasını sağlar. Kuran-ı Kerimden sonra müslümanların nezdinde ikinci büyük kitap olan Mesnevi her birine Defter adı verilen altı ciltten oluşmuştur. İçinde Kurandan ayetlerin de yer aldığı Mesnevi Mevlana’nın en büyük eseridir ve bir çok yabancı dile tercüme edilmiştir. Günümüzde Mevlevilik özellikle Orta Asya’da, Kafkaslarda, Anadolu’da ve kimi Avrupa Ülkelerinde yayılma alanı bulmuş ve Mevlana’nın öğretileri yüzyıllar sonra her ırktan, dini inançtan insanın gönlünü aydınlatmayı başarmıştır.
Mevlana’nın Mesnevi dışında günümüze kadar gelmiş özlü sözleri de vardır. Bu sözleri öğüt verenler ve ilahi aşka dair olanlar diye ikiye ayırabiliriz. Mevlana’nın öğüt veren sözlerinden bir bölümü şöyledir.
Dün ile beraber gitti düne dair ne varsa cancağızım.
Bugün artık yeni şeyler söylemek lazım.
Yüzde ısrar etme doksan da olur / İnsan dediğinde noksan da olur
Sakın böbürlenme elde neler var / Tek ben varım deme yoksan da olur.
İnsan dediğinde noksan da olur.
Suskunluğum asaletimdendir / Lakin her söze verilecek bir cevabım vardır
Ama önce lafa bakarım söz mü diye / Sonra da söyleyene bakarım adam mı diye
İnsanlar başaklara benzer / İçleri boşken başları havadadır / Doldukça başları eğilir
Aldırma söylenenlere bırak herkes seni bir ot sansın
Sen gül ol da uğrunda ötmeyen bülbül utansın.
Ne insanlar gördüm üstlerinde elbise yoktu / Ne elbiseler gördüm içinde insan yoktu
Üzülme der Mevlana / İstediğin bir şey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için
Ya da gerçekten olmaması için olmuyordur / Ve devam eder
Kaybettiğin her şey bir gün başka bir surette sana geri döner.
Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine
Sevmek ve sevilmek için çareler arayın.
Ben dostlarımı ne kalbimle ne aklımla severim / Olur ya kalp durur akıl unutur
Ben dostlarımı ruhumla severim / Çünkü o ne durur ne unutur
İsyanlardayım diyordu / Oysa imtihanlardaydı / Bunu bilseydi çok rahat edecekti
Göz iki, kulak iki, ağzımız ise tektir / Çok görüp, çok dinlemek az konuşmak gerekir.
Yüce Mevlana’nın bir de Tanrıya, Şems’e ve tüm insanlara duyduğu ilahi aşkı betimleyen tümceleri de vardır. İşte bunlardan bir kaçı.
Şair der ki sevdiğini düşünen hep yanar
Mevlana der ki sevdiğini düşünmeyen neye yarar
Güzel bir gülü, güzel bir geceyi, güzel bir dostu herkes ister.
Önemli olan: gülü dikeni ile, geceyi gizemi ile, dostu da tüm derdi ile sevebilmektir.
İki gecem var, ikisi de uykusuz / Ya sensizim uyuyamam, ya sen varsın uyku haram
Gönlüm dilime dargın, dilim gönlüme
Gönlüm duygularını anlatamadığı için kızarken dilime,
Dilim anlatamayacağı şeyleri düşündüğü için kızıyor gönlüme
Gönlümde şimdi gam var / Ey neşe şimdi gelme / Misafir üstüne misafir olmaz
Çaresizlik nedir bilir misin? / Kalbin kanatlanıp gittiği yere bedenin gidememesidir
Sarılmayı bilir misin? / Sahiplenmeyi, sahiplendiğinde sadık kalmayı
Sen bilir misin aşık olmayı? / Bölünebilir misin ikilere, üçlere, gerekirse binlere
Yapabilir misin? / Gerçekten sevebilir misin? / Sevmenin demesi olmaz unutma
Ya çok seversin ya da hiç sevmezsin.
Ey gönül, bir kalbin içinde ne taşıdığını nereden bileceksin
Kırmadan önce iyi düşün, belki de içinde sen saklısın.
Bakmak başka, görmek başka/ Diller yalan söyler ama gözler asla
Sevmek başka aşk bambaşka / Ama dilde değil yürekte yaşayana
Hazım Hocam,
Yüreğinize sağlık. Çok orijinal bir yaklaşım ve yorumlama…
Çağlar boyu unutulmuyor, *Cevher madeni, muhkem* demektir.
Mevlana’mızın nesiller boyu özgün değerini hiç yitirmemesi, hep canlı tutulması içten dileklerimle.
Saygıyla,
Ömer Uçar, Muğla