Türkiye’de veteriner hekimliğin tarihsel gelişim sürecinin veteriner hekimliği öğretiminin başlaması ile yakından ilgili olduğu kuşkusuzdur. O nedenle, veteriner hekimliğin tarihsel gelişim sürecine girmeden önce veteriner hekimliği öğretiminin gelişim sürecine kısaca değinmek gerekir. Padişah Üçüncü Selim döneminde, 18.yüzyılın ortalarında başlayan modernleşme hareketinin bir sonucu olarak Mühendis Okulu,Tıp Okulu ve Harp Okulu’ndan sonra 1842 yılında Askeri Veteriner Okulu faaliyete geçmiştir. Ne var ki, gerek öğretim elemanı ve öğrenci düzeyinin düşüklüğü, gerekse öğretim olanaklarının yetersizliği gibi nedenlerle bu ilk girişimin pek de başarılı olduğu söylenemez. O nedenle, önce Harp Okulu daha sonra da Tıp Okulu bünyesinde veteriner sınıfları açılmış, Tıp Okulu’nun 1909 yılında fakülteye dönüşmesi üzerine de askeri ve sivil veteriner sınıfları birleştirilerek İstanbul’da, Selimiye’de, ilk Veteriner Yüksek Okulu ( Baytar Mektebi Ali’si) açılmıştır. Veteriner hekimliği öğretimindeki bu gelişmeler hiç kuşkusuz Osmanlı’nın çağdaşlaşma çabaları ve modern öğretim kurumlarının açılışı ile aynı döneme denk gelmesi nedeniyle çok önemlidir. Öyle ki, Veteriner Yüksek Okulu sınavlarının bizzat Padişahın huzurunda yapıldığına dair resmi belgeler mevcuttur. Ankara’da, 1933 yılında, Türkiye’nin İstanbul Üniversitesi’nden sonra ikinci önemli yüksek öğretim kurumu olan Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün açılması üzerine İstanbul’daki Veteriner Yüksek Okulu Veteriner Fakültesi adıyla bu kurum bünyesine dahil olmuştur. Veteriner Fakültesi’ndeki öğrenci sayısının Yüksek Ziraat Enstitüsü’ndeki diğer 4 fakültenin öğrenci sayısının toplamı kadar olması ve belli bir dönemde Hitler’in zulmünden kaçıp Atatürk’ün yardımı ile Türkiye’ye sığınan Alman hocaların da görev alarak belli başlı enstitüleri kurmaları hiç kuşkusuz Veteriner Fakültesi’nin Yüksek Ziraat Enstitüsü içerisindeki önemini artıran olgulardan sadece bir kaçıdır. Veteriner Fakültesi’nin 1948’de yeni kurulan Ankara Üniversitesi’ne bağlanması ile süreç tamamlanmıştır. Bu gelişmenin sonucu olarak 1853-1950 yılları arasındaki yaklaşık yüz yıllık dönemde çeşitli veteriner öğretim kurumlarından 1250 si askeri, 1025 i sivil olmak üzere toplam 2275 öğrenci mezun olmuştur. Daha sonraları, Elazığ’da, İstanbul’da ve Bursa ‘da açılanlarla sayısı dörde çıkan veteriner fakülteleri 1982 den sonra YÖK’ün kurulmasını takiben hızla artmış ve günümüzde öğretim veren veteriner fakültesi sayısı 17 ‘ye, yılda kayıt olan öğrenci sayısı 1350-1400’ e, yılda mezun olan veteriner hekim sayısı da 950-1000’ e ulaşmıştır. Bugün baktığımızda veteriner hekimliği öğretiminin ana sorunlarını şöylece sıralayabiliriz. 1) fakülte sayısının fazlalığı, 2) öğrenci sayısının fazlalığı, 3) fakültelere giren öğrencilerin eğitim düzeylerinin düşüklüğü, 4) mezunlar arası eğitim düzeyi farklılığı, 5) kimi fakültelerdeki eğitimin yetersizliği, 6) kimi fakültelerdeki donanım yetersizliği, 7) mesleki eğitim programlarının yetersizliği.
Türkiye’deki veteriner hekimliği öğretiminin tarihsel gelişimine böylece değindikten sonra şimdi de bu bilgilerin ışığında veteriner hekimliğin tarihsel gelişim sürecini kronolojik olarak değerlendirmek istiyorum. Osmanlı döneminde devletin hayvancılık konusunda bir faaliyetinin olmadığı bilinmektedir. Hayvancılık o dönemde atadan kalma usullerle ve ilkel biçimde yapılmaktaydı. Öte yandan, yukarıda da değindiğim gibi Osmanlı döneminde ülkenin büyüklüğü, veteriner hekim sayısının azlığı ve mevcutların yarısının da askeriyede çalışması gibi nedenlerle halkın hayvanlarına yeterli bir veteriner hekimliği hizmetinin götürüldüğü söylenemez. Kamuda ilk veteriner hekimliği örgütlenmesi 1877 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Doğu Anadolu Bölgesi’nde baş gösteren sığır vebası ile mücadele bağlamında Bayındırlık (Nafıa) Bakanlığı bünyesinde kurulan Veteriner Genel Müfettişliği’dir. Bu müfettişlik daha sonra Orman, Maden ve Tarım Bakanlığı’na bağlanmış ve 1914 yılında Veteriner Genel Müdürlüğü’ne dönüştürülmüştür. Şubat 1923’de , daha Cumhuriyet kurulmadan önce Atatürk’ün isteği ile İzmir’de toplanan Birinci İktisat Kongresi Türk hayvancılığı ve veteriner hekimliği için çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Çalışmalarına Atatürk’ün bizzat katıldığı ve görüşleri ile katkıda bulunduğu bu Kongre’de genel ekonomik konular yanında ağırlıklı olarak ulusal kaynakların geliştirilmesi bağlamında hayvancılığın ve ona hizmet sunacak kamu veteriner hekimliği örgütlenmesinin temelleri de atılmıştır. İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar Cumhuriyet kurulduktan sonra hızla hayata geçirilmiş, o arada hayvancılık alanında önemli atılım ve yatırımlara girişilmiştir. Bu atılımlardan en önemlisi hiç kuşkusuz 1926 yılında modern biyoteknoloji’nin atası sayılan suni tohumlama’nın Rusya’dan sonra ikinci ülke olarak Türkiye’de başlatılmasıdır. Bu arada ,1928 yılında 1234 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nun yürürlüğe girmesi de hayvancılık alanında atılan önemli adımlardan birisidir. Genç Türkiye Cumhuriyetinin hayvancılık ve veteriner hekimliği alanındaki yatırımlarının başında hiç kuşkusuz dönemin o son derece kısıtlı bütçe olanaklarına karşın hara , inek hane, boğa-koç depoları gibi ıslah kurumları ile bakteriyoloji enstitüleri, teşhis laboratuarları ve aşı üretim merkezleri gibi sağlık kurumlarının açılması yer alır. Çoğu günümüzde de hizmet vermeyi sürdüren bu kurumlar hayvan ıslahı, hastalıklarla mücadele ve veteriner hekim istihdamı konularında başarılı çalışmalar yapmaktadır.
Türkiye’de veteriner hekimliğin uluslararası camiada tescili ve bugünkü AB uyum sürecinde olduğu gibi Avrupa standartlarına uyarlanması 1937 yılında T.B.M.M ’de kabul edilerek yürürlüğe giren ve kısaca “Cenevre Sözleşmesi” olarak anılan belge ile gerçekleşmiştir. Atatürk’ün de imzası bulunan bu belgede Türkiye’den ihraç edilecek her türlü hayvan ve hayvansal ürünün veteriner hekimlerce denetlenmesi ve bu ürünlerin Ülke içinde sağlıklı üretiminin ve güvenliğinin sağlanmasını temin açısından da Bakanlığa bağlı sorumlu bir veteriner müdürünün yönetiminde bağımsız bir veteriner servisinin kurulması öngörülmekteydi. Halen yürürlükte olan bu sözleşmenin Türk Veteriner Hekimliği bağlamında söz edilmesi gereken iki önemli yanı vardır. Bunlardan birincisi, 1985 yılındaki reorganizasyonda yürürlükte olduğu halde bu Sözleşme’nin hükümleri göz ardı edilerek bağımsız veteriner servisinin yani Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü’nün kaldırılması, ikincisi de bu Sözleşme ile bugün kimi meslekler ve onların örgütleri tarafından ortadan kırpılmaya çalışılan veteriner hekimlerin gıda güvenliği konusundaki yetkilerinin uluslararası camia tarafından tescil edilmesidir. Nitekim, Sözleşme’nin amir hükümlerinin yerine getirilmesi amacıyla yasalaşıp 1937 yılında yürürlüğe giren 3203 sayılı “Ziraat Vekaleti Vazife ve Teşkilat Kanunun” nun 9.maddesi ile veteriner hekimlerin hayvan hastalıkları ile mücadele, hayvan ıslahı ve gıda güvenliği konularında tam yetkili oldukları kesin hüküm altına alınmıştır. Ne var ki, tırnak içinde söylemek gerekirse, bu yetkilerin yıllar içerisinde yapılan üç askeri müdahale sonunda oluşan ara dönemlerde, biraz da bizlerin ıskalaması sonucu sulandırıldığını kabul etmemiz gerekir.
Türkiye’deki veteriner hekimliğe asıl darbe 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi ile vurulmuştur. Bir yandan ,1982 de yürürlüğe giren Yüksek Öğretim Kanunu ile veteriner fakültelerinin sayıları ve kontenjanları olağan üstü artırılmış, öte yandan da Tarım Bakanlığı veteriner hekim istihdamını tümüyle kısmıştır. 1985-1987 döneminde önce kanun hükmünde kararname sonra da 3161 sayılı “Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Yasa” ile Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü’nün kaldırılması yaşanan olumsuzlukların üzerine tuz biber ekmiştir. Gerçi tüm bu gelişmeler kamuda iş bulamayan yeni mezun veteriner hekimlerin özel çalışmaya soyunup Türkiye’de yeni bir “Serbest Veteriner Hekimliği” sektörünün oluşmasına katkıda bulunmalarını sağlamışsa da bugün baktığımızda ne kamu sektöründe ne de serbest sektörde işlerin yolunda gittiği söylenemez. Bir de üstüne üstlük Türk Veteriner Hekimliği hem kendi içinden hem de dışarıdaki kimi mihraklar tarafından hançerlenip yetkileri gasp edilmeye çalışılmaktadır. Gerek yaşadığım ve dinlediğim olaylardan gerekse okuduğum kitaplardan mesleğimizin son 50 yıllık geçmişini iyi incelemiş biri olarak Türkiye’de veteriner hekimliğin bugün içine düşürüldüğü hazin durumu hak etmediği kanısındayım. Ancak her zaman yinelediğim gibi tarihi insanlık tarihi ile özdeş , geçmişi şan ve şereflerle dolu olan kutsal mesleğimiz tüm bu olumsuzlukların da üstesinden gelip toplumda layık olduğu yere er geç ulaşacaktır.Yeter ki Hacı Bektaş Veli’nin dediği gibi “ BİR OLALIM, İRİ OLALIM, DİRİ OLALIM ”. Sözlerime burada son verirken tüm meslektaşlarımın Dünya Veteriner Hekimler Gününü kutlar, saygılar sunarım.