Türkiye’de Veteriner Hekimliği Yüksek Öğretiminin 171.Yılı ,benim ilk kez 43 yıl önce katıldığım toplantıda olduğu gibi yine benzer törenlerle ve söylemlerle kutlandı. Odalarda ve fakültelerde düzenlenen törenlerde yine Atatürk Anıtlarına çelenkler konuldu ve saygı duruşunda bulunuldu, tarihsel süreç anlatıldı, yapılan panellerde hayvancılığın ve veteriner hekimliğin sorunları tartışıldı, helva koşuları düzenlenerek kazanan öğrenciler ödüllendirildi. Yurt dışında olduğum bir yıl dışında bu törenlerin tümüne katıldım, bir çoğunu ise Oda Başkanı ve Fakülte Dekanı olarak bizzat düzeleme şansını elde ettim. Şimdi geriye dönüp baktığımda ve arşivimdeki belgeleri incelediğimde benimkiler de dahil o toplantılarda söylenen sözlerle bugün söylenen sözler arasında içerik yönünden büyük bir farklılık bulamadım. O yıllarda da yine Türkiye’de Veteriner Hekimliği Yüksek Öğretiminin yetersizliğinden, veteriner hekimlerin görevlerini icra ederken karşılaştıkları güçlüklerden, hayvancılıkta girdi fiyatlarının yüksekliğinden, ürün fiyatlarının düşüklüğünden, kar edemeyen üreticilerin damızlık ineklerini kestirdikleri için perişan halde olduklarından, canlı hayvan ve et ithalatının hayvancılığı baltaladığından, şap başta olmak üzere salgın ve bulaşıcı hayvan hastalıklarını bir türlü eradike edemediğimizden, Bakanlıktaki uygulamaların mesleği olumsuz yönde etkilediğinden,halkımızın yeterli miktarda hayvansal ürün tüketemediğinden, dış güçlerin hayvancılığımızı çökertmek için ellerinden gelen çabayı gösterdiğinden bahsediliyordu. Kuşkusuz bu süreç içerisinde mesleğimizde olumlu olumsuz bir çok önemli değişimler yaşandı. Tek olan Veteriner Fakültesi sayısı yirmi sekizi buldu,bağımsız hayvan sağlığı örgütümüz olan Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü ortadan kalktı yerine AB’ nin talimatı ile ne idiğü belirsiz karma bir örgüt kuruldu,Bakanlığın adı üç kez değişti,kamu veteriner hekimliği tümüyle işlevsiz hale getirilerek bunun yerine çarpık bir serbest veteriner hekimliği sistemi kurgulandı, halk hayvancılığı ortadan kaldırılarak yerine holding hayvancılığı getirilmeye çalışıldı, mezun veteriner hekim sayısı elli bini aştı, ama sorunlar yıllar geçse de pek değişmedi, genelde aynı kaldı.

Bu genel saptamadan sonra Türkiye’deki Veteriner Hekimliği Yüksek Öğretiminin gelişme sürecine dair analitik bir değerlendirme yapmak istiyorum. Türkiye’de daha doğrusu Osmanlı İmparatorluğunda ilk Veteriner Hekimliği Yüksek Öğretimi her alanda olduğu gibi Avrupa’dan tam 80 yıl sonra başladı. Fransa Lyon’da faaliyete geçen Dünyanın ilk Veteriner Yüksek Okulu o dönemde Avrupa’yı kasıp kavuran başta sığır vebası olmak üzere salgın hastalıklarla mücadele etmek amacıyla kurulurken Osmanlı’daki Okul orduya Veteriner Hekim yetiştirme gereksiniminden dolayı ortaya çıktı. Osmanlıdaki yenileşme hareketinin başlangıcı sayılan tanzimattan yaklaşık elli yıl sonra kurulan Okul önce harbiye,sonra mülkiye daha sonra da tıbbiye içerisinde yer alarak bu harekette öncülük rolünü de üstlenmiştir. İlk askeri Veteriner Okulunun yetiştirdiği meslektaşlarımız Ulusal Kurtuluş Savaşının kazanılmasında büyük yararlılıklar göstermişler, bir yandan düşman ile bir yandan da bugünün tankları demek olan öküzleri ve sığırları öldüren salgın hastalıklarla savaşarak bir büyük komutana “Türk Veteriner Hekimleri olmasaydı istiklalimizi kazanamayacaktık”sözünü söyletmişlerdir. Bilindiği gibi ilk Askeri Okuldan 47 yıl sonra ilk sivil Veteriner Yüksek Okulu açılmış, Cumhuriyetin kurulmasından hemen önce ise bu iki okul birleştirilerek tek bir Veteriner Yüksek Okulu haline dönüşmüştür. Önemli gördüğüm için bir kez daha yineleyeyim, Osmanlıda açılan ilk Veteriner Yüksek Okulu Ulusumuzun çağdaşlaşmasında çok önemli bir misyonu yerine getirmiştir. Ama asıl önemli gelişme ,Ulu Önder Atatürk’ün talimatıyla Ankara Dışkapı’da halen Veteriner ve Ziraat Fakültelerinin yer aldığı kampusta 1933 yılında Yüksek Ziraat Enstitüsünün kurulmasıdır. Hitlerin baskısından kaçıp Atatürk’ün kucak açması ile Türkiye’ye sığınan çoğu Yahudi hocaların da desteği ile kısa zanda gelişip büyüyen ve genç Cumhuriyetimizin İstanbul Üniversitesinden sonra ikinci Yüksek Öğretim Kuruluşu unvanını kazanan Yüksek Ziraat Enstitüsü alman sisteminin egemen olduğu,enstitüler şeklinde örgütlenmiş ve bünyesinde Veteriner, Ziraat, Orman ve Tabii Bilimler Fakültelerinin bulunduğu bir kurumdu. İçinde Veteriner Fakültesinin de bulunduğu Yüksek Ziraat Enstitüsü Cumhuriyetimizin ve Atatürk ilke devrimlerinin pekiştirilmesi bağlamında tarihi bir rol üstlenmiştir. Kanımca buradan da çıkarmamız gereken sonuç nasıl ki ilk Veteriner Okulu Osmanlının çağdaşlaşması yolunda önemli bir rol üstlenmişse içinde önemli bir bileşen olarak Veteriner Fakültesinin bulunduğu Yüksek Ziraat Enstitüsü de Cumhuriyetimizin güçlenmesi bağlamında büyük bir görev yapmıştır. Bu kurumda yer alan Veteriner Fakültesi 1946 yılında Ankara Üniversitesine katılarak ilk kez üniversiter bir yapıya kavuşmuştur.

Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi 1970 yılına kadar Türkiye’de tek veteriner fakültesi olarak görev yapmış ve gerçekten de çok başarılı hizmetler vermiştir. Bu süreçte mezun ettiği Veteriner Hekimler Türkiye hayvancılığının gelişmesinde, hayvansal üretimin artırılmasında , halk sağlığının korunmasında çok önemli görevler yapmışlardır. O dönemdeki meslektaşlarımız başta at vebası ve sığır vebası olmak üzere Dünya Tarım Örgütünün on yıllar geçse de eradike edemezsiniz dediği salgın hastalıkları bir iki yıl gibi kısa zamanda ortadan kaldırdılar hatta bu uğurda şehitler bile verdiler. Veteriner Fakültelerinin sayıları İstanbul, Elazığ ve Bursa’da kurulan fakültelerle önce dörde çıkmış,Yüksek Öğretim Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra da hızla artarak bugün aklın alamayacağı bir sayıya ulaşmıştır.

Türkiye’de Veteriner Hekimliği Yüksek Öğretiminin sorunları yıllar itibariyle azalmamış tam tersine giderek artarak bugünkü içinden çıkılmaz duruma gelmiştir.Şimdi de bu sorunlara ilişkin olarak düşündüğüm önerilerimi sıralamak istiyorum.

1.Bugün için Türkiye’deki Veteriner Fakültelerinin sayısı 28 gibi aklın alamayacağı , mantığın kabul edemeyeceği bir düzeye ulaşmıştır. Bu sayı 76 milyonluk Ülkemizi bir milyarlık Hindistan ve dört yüz milyonluk ABD den sonra Dünyada üçüncü sıraya çıkartmıştır. Şu anda bu durum Türk Veteriner Hekimliğinin en büyük sorunu ve tabirimi mazur görün yüz karasıdır. Ne şekilde olursa olsun bu sorundan mutlaka kurtulmamız gerekir. Aksi taktirde şanlı mesleğimizin sonu yakındır. Sadece sayısının artmasıyla kalınsa yine bir derece ama fakültelere giriş puanları olağan üstü azalmış, öğrenci kalitesi düşmüştür.Mezun veren Veteriner Fakültelerinin çoğundaki eleman ve ekipman yetersizliği nedeniyle de veteriner hekim kalitesi önemli ölçüde bozulmuştur. Fakülteler ve mesleki örgütler hiç olmazsa bu çok önemli ve mesleğimizin kaderini yakından ilgilendiren konuda birlik olup sorunu çözmelidir. Aksi taktirde mesleğimize yıllarca özveri ile hizmet etmiş, hatta bu uğurda şehit olmuş rahmetli meslektaşlarımızın ahı ve vebali onların üzerine olacaktır. Sorunun çözümü hiç de kolay değildir. Bu konuda benim her zaman ifade ettiğim görüşlerim şunlardır. Fakültelerimiz ve mesleki örgütlerimiz ne yapıp edip,her türlü aracı kullanarak hükümete baskı yapmalı ve yeni veteriner fakültelerinin açılmasını mutlaka engellemelidir. Bu konudaki önemli araçlardan birisi de kamu oyu oluşturmaktır. Bunun için özellikle mesleki örgütlerimiz bu konuyu basında sıkça vurgulayıp halkımızı uyandırmalı ve bu sayede hükümet nezdinde baskı oluşturmalıdır. Henüz öğrenci almayan fakülteler derhal kapatılmalıdır. Gelişimini tamamlamamış fakülteler ise bölge bazında en gelişmişlik esas alınarak birleştirilmeli ve böylece çalışan mağduriyeti giderilmelidir.

2. Fakültelerimizdeki uygulama saatleri mutlaka artırılmalıdır. Günümüzde özellikle görece gelişmiş fakültelerde her Ana Bilim Dalında ihtiyacın üzerinde Öğretim Üyesi kadrosu olduğu için her hocaya ders bulmak adına müfredatta teorik derslere daha çok ağırlık verilmekte, uygulamalı dersler yok denecek kadar az sayıda yer almaktadır. Bunun çözümü en başta Anabilim Dallarındaki piramiti tersine çevirmek ve ideal kadroları belirleyerek o sayının dışındakilerin taşradaki fakültelere gitmesini özendirmektir. Böylece hem her hocaya yeterince teorik ders düşecek hem de uygulamalı derslere daha çok süre ayrılacaktır. Doksanlı yıllarda benim de misafir profesör olarak çalıştığım Almanya’daki Gieessen ve Münih Veteriner Fakültelerindeki enstitülerde devletten maaş alan bir ya da en fazla iki profesör vardı. Ben de dahil akademik kadro ya projeden ya da enstitü veya klinik döner sermayesinden para alıyorduk. Düşündüğüm bir diğer çözüm önerisi de ders sayılarının ve sürelerinin artırılması bakımından Fakültelerdeki öğretim süresinin altı yıla çıkarılması ama tercihlerde seviyeyi daha da düşüreceği için şimdilik bu önerimin hayata geçebileceğini varsaymıyorum.

3. Emekli bir öğretim üyesi olarak dışarıdan gözlemlediğim kadarıyla fakültelerimiz mesleğimizin, hayvancılığımızın ve halkımızın sorunlarına pek ilgili duymamaktadırlar. Bu da gerek internet gruplarımızda, gerekse yazılı ve sözlü medyada yer almayışlarından ve zaman zaman hayvancılık üzerinden mesleğimize yapılan saldırılara cevap vermeyişlerinden bellidir. Oysa üniversiteler ve fakülteler gerek oynayacakları lokomotiflik rol ile mesleğimizi ve hayvancılığımızı sürüklemek gerekse ürettikleri teknolojileri hayata geçirmekle hayvansal üretimin artmasına, halk sağlığının korunmasına ve insan refahının iyileşmesine katkıda bulunmak suretiyle önemli işlevleri yerine getirebilirler. Bu yüzden fakültelerimiz sadece öğrenci yetiştirmek ve araştırma yapmakla kalmamalı, mesleğimizin, hayvancılığımızın ve toplumumuzun sorunlarına da sahip çıkmalıdır.

4. Mesleğimizin yapılanması ile fakültelerimizdeki öğretim arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Dünyada Veteriner Hekimliği alanında çok önemli gelişmeler ve branşlaşmalar yaşanmaktadır. Örneğin Tek Sağlık, deney hayvanları yetiştiriciliği, binek ve spor atı yetiştiriciliği, ekzotik hayvan yetiştiriciliği gibi konular Dünyada Veteriner Fakültelerinin öğretim planlarında ağırlıkla yer almaktadır. Türkiye özelinde ise su ürünleri hastalıkları ve arı hastalıkları konuları fakültelerimizce ihmal edilmekte, bu nedenle de bu konuları başka meslekler kendi çalışma alanları kapsamına almak istemektedirler. Fakültelerimizin bir an önce gerek Dünyada gerekse Türkiye’de öne çıkan bu konuları gündemlerine almalı ve öğretim programlarında ağırlıklı yeri vermelidirler.

Bir mesleğin geleceği ilgili öğretim kurumlarının geleceğine sıkı sıkıya bağlıdır.Bizde de eğer veteriner fakülteleri geriye giderse mesleğimizin de sorunlar yaşayacağı kuşkusuzdur.Nitekim Yüksek Öğretim Kurulunun kurulmasından sonra Fakültelerimiz geriye gitmiş, bundan da en büyük zararı mesleğimiz görmüştür.O nedenle YÖK’ün bir an önce kaldırılması ve eskiden olduğu gibi Üniversitelere özerkliklerinin yeniden verilmesi gereklidir. Ancak bu taktirde fakültelerimizin ve dolayısıyla mesleğimizin geleceği garanti altına alınmış olur.