Geçenlerde kütüphanemdeki yayınları düzenlerken sığır vebası ile ilgili birkaç makaleye rastladım. Bu makaleleri okuyunca sığır vebası konusunda önceden bilmediğim kimi bilgileri öğrenmek imkanım oldu. Bu bilgileri, kişisel anılarımı da ekleyerek okuduğunuz yazıda sizlerle paylaşmak istedim. Sığır vebası bilindiği gibi koruyucu aşılamadan başka tedavisi olmayan, çok bulaşıcı ve öldürücü bir hastalıktır. Virusların yol açtığı bu hastalık özellikle hayvan hareketleri ile sari bölgelerden ari bölgelere çok çabuk bir şekilde bulaşır. İleri de bahsedeceğim gibi, 1971 yılında Sivas Gemerek’te iki ay süreyle bizzat mücadelesini yaptığım bu hastalığı yakından tanıma imkanı buldum.
İlk sığır vebası vakası M.S. 4.Yüzyılda tanımlanmıştır. Ancak, sığır vebası Dünya ölçeğinde özellikle 18. Ve 19. Yüzyıllarda büyük salgınlara yol açmıştır. 18.Yüzyılda henüz bir tarım toplumu olan Avrupa’da ekonominin temelini teşkil eden en az 200 milyon baş sığır vebadan ölmüş ve bu yüzden insanlar büyük bir açlık tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Nitekim sırf bu nedenle 1762 yılında Fransa’nın Lyon kentinde Dünyanın ilk veteriner fakültesi açılmış ve kısa süre içinde bunu başkaları izlemiştir. Salgın 19.Yüzyılda da hızını azaltarak devam etmiş ve 1863 yılında veba ile mücadele yöntemlerinin belirlenmesi amacıyla Almanya’nın Hamburg Kentinde Dünyanın İlk Veteriner Hekimliği Kongresi düzenlenmiştir.
Türkiye’ye gelince, Osmanlı İmparatorluğu döneminde zaman zaman ülke genelinde sığır vebası salgınlarının görüldüğü çeşitli kaynaklar tarafından bildirilmektedir. Fakat bu hastalığın en yıkıcı etkisi hiç kuşkusuz 1.Dünya ve İstiklal Savaşları yıllarında ortaya çıkmıştır. 1893 Harbi olarak da nitelenen Osmanlı-Rus Savaşında bu yıkıcı etki en üst düzeye ulaşmıştır. İstiklal savaşı sırasında ortaya çıkan büyük salgın ordunun taşıyıcı gücü olan öküz ve mandaları kırıp geçirmiş, ordunun hareket yeteneği büyük ölçüde zayıflamıştır. O yıllarda Türkiye’de hizmette bulunan çok az sayıdaki asker ve sivil veteriner hekiminin tüm çabalarına rağmen hastalık önlenememiş ve özellikle düşmanla karşı karşıya bulunan Garp Cephesinde büyük bir zafiyet ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa 17 Aralık 1921 de Türkiye Büyük Millet Meclisine çektiği bir telgrafta, “ Yaptığım incelemede Sivas tarafından gelen sığır vebası orduyu çok tehlikeli bir surette istila etmiştir. Milli savunmanın köylerde ne gibi tedbirler aldığını bilmiyorum. Kaldı ki, salgının orduya bulaşmasına engel olmak milli savunmanın değil İktisat Vekaletinin görevidir. İlgililerin vazifesini yapmadığından şikayetçiyim. Orduyu sarmış bulunan bu afetin ne sonuçlar vereceğini tahmin etme kudreti insanlık dahilinde değildir. Şikayetimin ve alınması gereken tedbirlerin bakanlar kurulunda görüşülmesini rica ederim “ sözlerini sarf etmiştir. Bu telgraf üzerine acil olarak toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisinde günlerce süren hararetli tartışmalar yaşanmış ve yapılan yoğun eleştiriler üzerine İktisat Vekili Celal Bayar görevinden istifa etmek zorunda kalmıştır. Ayrıca, Garp Cephesinden gelen bu tepkiler üzerine 22 Şubat 1922 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde sığır vebası ile mücadelede alınacak önlemleri görüşmek üzere bir komisyon kurulmuştur.
Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşanın bu çıkışı üzerine daha önceden başlatılan sığır vebasına karşı serum üretme çabaları daha da hız kazanmış, Pendik ve Eskişehir’deki Serumhane’lerde üretilen sığır vebası serumları gizlice cepheye gönderilerek az sayıdaki veteriner hekiminin üstün gayretleri ile öküzler ve mandalar aşılanmıştır. Bu suretle sığır vebası salgını kontrol altına alınmış ve ordu eski savaş gücüne yeniden kavuşmuştur. Bu çabalar İstiklal Savaşının ünlü komutanı Mareşal Fevzi Çakmak’a “ Eğer Türk veteriner hekimleri olmasaydı istiklalimizi kazanamayacaktık” sözünü söyletmiştir.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra sığır vebasına karşı yürütülen koruyucu aşılama çalışmaları büyük bir hız kazanmıştır. Bu çalışmalarda daha sonraları Tuğgeneralliğe ve Ordinaryüs Profesörlüğe kadar yükselen askeri veteriner hekimi Süreyya Tahsin Aygün tarafından üretilen aşı kullanılmıştır. 1926-1932 yılları arasında sürdürülen bu çalışmalar öngörülenden daha ağır ilerlemiştir. Bunun nedeni sığırlarının itlaf edilmesinden ve karantina sonucu meraya çıkamayacak olmasından korkan yetiştiricilerin hayvanlarını gizlemeleridir. Tüm bu engellemelere rağmen sığır vebası 1932 yılında ortadan kaldırılmıştır.
Türkiye’de sığır vebası 1932 den sonraki 67 yıl boyunca hiç görülmemiştir. Ne var ki, 1969 yılında ilk kez Van’da ortaya çıkan sığır vebası salgını hayvan hareketleri ve hayvan pazarları yoluyla Türkiye genelinde hızla yayılmış ve sığırlara önemli zararlar vermeye başlamıştır. O tarihte mevcut olan Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü salgına müdahale konusunda derhal harekete geçmiş, illerde ve ilçelerde ekipler oluşturularak sağlam sığırların ve mandaların aşılanması hasta olanların ise itlafı çalışmalarına başlanmıştır. Ben bu çalışmalara mezuniyetimden sonra tayin olduğum Sivas’ın Gemerek ilçesinde 1971 yılının Ocak ayında dahil oldum. Benimle beraber iki hayvan sağlık memuru (veteriner teknikeri) ve bir şoförden oluşan ekibimiz her gün erkenden programa alınan köylere gidiyor ve sabahtan akşama kadar sağlam hayvanları aşılıyor hastaları ise uyutup kazdırdığımız çukurlara gömdürüyorduk. Bu çalışmalar esnasında hiç unutamadığım acı bir anı da yaşadım. Bir köylü kadınının aşıdan kaçırdığı için vebaya yakalan üç inek, iki dana ve iki öküzünü uyutup evinin önünde açtırdığım çukura gömdürürken kızı ile birlikte sanki aileden bir insan ölmüş gibi ağıt yakmaları hep gözümün önündedir. Bu sırada kadın “ Keşke hasta olan kocam ölseydi de hayvanlarım ölmeseydi, kocamın eve hiçbir katkısı yok ama bu hayvanlar ölünce biz geçimimizi nasıl sağlarız? “ diye ağlıyordu. Türkiye’nin en soğuk ilçesi olan Gemerek ve köylerinde yaptığımız bu çalışmalar sırasında ellerimizin ayaklarımızın donduğu, aşının donarak şişe ve enjektörü patlattığı durumlarla çok karşılaştık. Bir keresinde arabamız kara saplanıp tam donmak üzere iken tesadüfen oradan geçen jandarmalar tarafından kurtarılmıştık. Bu mücadele sırasında sığır ya da manda tepmesi sonucu sakat kalan, araba kazası yüzünden şehit olan çok sayıda meslektaşımız olmuştur. Nitekim, bu olağanüstü çabalar sonucunda sığır vebası salgınını iki yıl gibi çok kısa bir sürede söndürmeyi başaran Türk veteriner hekimleri, bu mücadeleye on yıllık süre biçen yabancı uzmanları hayal kırıklığına uğratmışlardır.Yıllar sonra, 1991 de, Türkiye’de tekrar sığır vebası odakları görülmüşse de hastalık alınan etkili önlemlerle kısa sürede söndürülmüştür.
İki ay süreyle bizzat içinde yaşadığım bu mücadelenin benzerinin Türkiye’de başka hiçbir meslek gurubu tarafından başarılamayacağına dair kesin inancımı bu vesileyle dikkatinize sunmak isterim. Yazımı okuyan genç meslektaşlarıma söyleyebileceğim tek söz ise geçmişte bu mücadelede başarı ile görev yapan büyükleri ile her zaman gurur duymalarıdır. Satırlarıma Alman bilim insanı Dr.Gerlach’ın 1932 yılında Viyana radyosunda yaptığı konuşmasındaki şu sözleri ile son vermek istiyorum. “ Türkiye Cumhuriyetinin medeniyet dünyasına yaptığı en büyük hizmet sığır vebasını imha etmiş olmasıdır. Bunu şükranla anar ve Türk milletine minnetlerimizi sunarım.”