Rahmetli hocamız Prof.Dr.Hasan Şükrü Oytun hem veteriner fakültesi hem de tıp fakültesi parazitoloji hocası idi. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde Parazitoloji Enstitüsünü kurmuştu. O dönemde çalışan Dışkapı-Dikimevi troleybüsü (iki demir çubukla üstteki tellere bağlı olarak elektrikle çalışan otobüs) ile her iki fakülte arasında mekik dokurdu. Kısa boylu, şişman, çok sevimli bir insandı. Biz öğrenci iken 70 yaşında olmasına karşın çok dinamik ve hareketliydi. Dersleri büyük bir enerji ile döne döne anlatırdı. Ordinaryus profesörlüğü kıl payı kaçırdığı için kendisine ordinaryus diye hitap edilmesinden hoşlanırdı. Tıp ve veteriner fakültelerindeki biz öğrencileri O”na “Aslan Hoca” diye hitap ederdik. O yıllarda Ankara Veteriner Fakültesinde vize sınavının olduğu tek ders parazitoloji idi. Dersi derste öğrenir, ek bir çalışmaya ihtiyaç duymazdık. Onu tanımlayacak en belirgin özelliği  tüm öğrencilerine elini öptürmesi idi. Hatta hocanın elini öpmeyene sınıf geçirmediği efsanesi öğrenciler arasında yayılmıştı.

Rahmetli Aslan Hoca çok espirili bir insandı. Bunu bilen biz öğrencileri onun bu espritüel yanını kullanmak adına elimizden gelen her şeyi yapardık. Laf aramızda kendisi de bundan çok hoşlanırdı. Ders yılı başlangıcında gireceği ilk dersten önce fakültenin tam karşısındaki evinden motosikletli öğrenciler eşliğinde sırtta taşınarak sınıfa getirilir ve yapılan konuşmalardan sonra derse başlardı. Ders sırasında zaman zaman biz öğrencileri onu coşku ile alkışlardık ve o da buna hiç sesini çıkarmazdı. Hatta bir keresinde hiç alkışlamamıştık da bize kendisini alkışlatmak için ne duygusal konuşmalar yapmıştı. Sakın bunu söyledim diye yanlış anlaşılmasın, ders esnasında en ufak bir gürültü veya saygısızlık olmaz herkes can kulağı ile hocanın anlattıklarını dinler hatta benim de içinde bulunduğum bir grup sürekli not tutardı.

Hocamızın sayıları on binleri bulan veteriner hekim ve tıp doktoru öğrencilerinin yıllardır her karşılaştıklarında biribirlerine anlattıkları ve artık fıkra haline gelmiş esprilerinin tümünü yazmak bu yazının sınırlarını çok aşar. O nedenle ben bunlardan fazla bilinmeyen bir kaçını O’nun unutulmaz kişiliği ile de bağdaştırarak sizlere sunmak istiyorum. Yine bir gün tıp fakültesinden veteriner fakültesine gelmek üzere troleybüsde seyahat ederken konservatuvar durağından 8-10 üniformalı askeri tıp öğrencisi biniyor. Öğrenciler hocayı görünce büyük bir saygı ile elini öpüp geçiyorlar. Bunu dikiz aynasından gören ve subay zannettiği insanların elini öptükleri hocayı dinsel ya da tarihsel bir kişi zanneden şoför troleybüsü sağa çekip hocanın önüne geliyor ve saygı ile eğilip elini öpmek istiyor. Hoca doğum yeri olan Girit şivesi ile şoföre” bre kuzum, yani yani sana ne oluyor, sen benim öğrencim misin sanki ” deyip elini vermiyor. Yine fazla bilinmeyen bir anısını da mesleğe büyük hizmetleri dokunmuş bir büyüğümüz olan eski Ankara Veteriner Müdürü rahmetli Hüsnü Atay’ ın ağzından nakledeyim. (Ben öğrenciyken aynı zamanda Ankara Üniversitesi Öğrenci Birliği’nde çalışıyordum. Öğrenci sorunlarını anlatmak için dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’den randevu talep etmiştik. Yaverlik randevuyu verdi fakat tarih ve saatini bize sonra bildireceğini söyledi. Bir gün hocanın dersinde iken hademe gelip Hüsnü Atay’ı köşkten çağırıyorlar dedi. Dersin ihlalinden hoşlanmayan hoca bir bana bir hademeye baktı ve sinirli bir şekilde çık dedi. Biz paşaya gittik, sorunlarımızı anlattık. Sınav tarihi gelip çatmıştı. Ben öğrenci sorunları ile uğraşmaktan derslere hiç çalışmıyordum ve bu nedenle de soruların hiç birini cevaplayamadım. Hoca biraz da alaycı bir ifade ile ” Yani yani Hüsnü köşkte möşkte geziyorsun, ama maalesef kaldın ” dedi. O anda kafamda bir şimşek çaktı.  “Hocam evet kaldım ama bir görevi yerine getirmeme izin verir misiniz? Biliyorsunuz İsmet Paşayı ziyarete gitmiştik, paşa hepimize teker teker fakültelerimizi sordu. Sıra bana gelip de veteriner fakültesindeyim deyince benimle özel olarak ilgilendi ve evladım sizin fakültede benim çalışmalarını taktirle izlediğim Ord .Prof.Dr.Hasan Şükrü Oytun var. Devlet işlerinden fırsat bulup bir türlü kendisi ile görüşemiyorum. Hocama selam ve saygılarımı ilet. En kısa zamanda ziyaretine geleceğim”  dedi. Ama ben unuttum ve bunu şimdiye kadar size söyleyemedim deyip tam kalkmak üzere iken hoca elimi tuttu ve “Yani yani Hüsnü nereye gidiyorsun, geçtin yani” dedi.)

Hocanın elini öpmeyene ders geçirmediği efsanesi o zaman 68 kuşağı olan bizlere ters geliyor ve el öpmekle ders geçilir mi diye kasılıyorduk. Nitekim tam biz sınava gireceğimiz sırada hoca yaş haddinden emekli oldu ve bizi sınava alamadı. Ben de hocanın elini öpemeden dersi geçtim. Aradan yıllar geçti ve ben bir arkadaşımla Kızılay’da gezerken karşıdan hocanın geldiğini gördüm. Hoca da beni gördü ve aradan yıllar geçmesine rağmen adımı hatırlayıp ” Yani yani Hazım , uzun uzun böyle ne geziniyorsun ” dedi. Ben de hocamın iki eline birden sarıldım ve doya doya öptüm.

Son olarak hocaya yapılan bir vefasızlığı da dile getirmeden geçemeyeceğim. Rahmetli Hoca emekli olmadan önce gerek fakülte yönetiminden gerekse Tarım Bakanlığından kendisine çalışmak, araştırma yapmak için bir laboratuvar tahsis edilmesini istemişti. Fakat her nedense bu mümkün olmadı. Oysa 1979 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi benim de Veteriner Hekimler Derneği Başkanı olarak davetli olduğum törenle hocamızın adını bir dershaneye verdi. Hocalığı, bilim adamlığı ve esprili kişiliği ile on binlerce veteriner hekim ve tıp doktorunun kalbinde taht kurmuş olan hocamı bu vesileyle saygı, minnet ve rahmetle anıyorum. Tek dileğim fakültelerimizin deontoloji ana bilim dallarının müfredata ek olarak vefat etmiş değerli hocalarımızı öğrencilerine tanıtmalarıdır.