Ben bir veteriner tarihçisi değilim. Sadece Ülkemin ve kutsal mesleğimin tarihine meraklı biriyim. Yıllardır okuduklarımdan ve yaşadıklarımdan mesleğimize üstün hizmetleri dokunan ve mesleğimizi kamuoyunda onurla temsil eden onlarca veteriner hekim olduğunu öğrendim. Ancak bu insanların çoğu mesleki kamuoyumuzda yeterince tanınmıyordu. Buradan yola çıkarak önce bu meslek büyüklerimizin biyografilerini yazıp web siteme koydum ve bu suretle meslek kamuoyunda tanınmalarını sağlamayı amaçladım. Biyografiler on binlerce kişi tarafından okundu. Kitapta biyografileri yer alan otuz iki meslek büyüğümüzden on ikisi ya hocam oldular ya da bir şekilde tanıma onuruna eriştiğim kişilerdi. Aslında bu meslek büyüklerimizin biyografileri veteriner tarihçisi hocalarımız ve arkadaşlarımız tarafından değişik yayın organlarında yayımlanmıştı. Asıl yararlandığım kaynak bunlar oldu. Okuduğunuz bu e-kitabı hazırlamaktan amacım daha önce web siteme yazdığım meslek büyüklerimizin biyografilerini topluca siz değerli meslektaşlarıma sunmaktır. Kitaptaki olası bilgi ve yazım hatalarından dolayı bağışlanmamı dilerim. Saygılarımla,
Prof.Dr.Hazım Gökçen
Hem Bakteriyolog Hem Veteriner Tarihçisi Bir Meslek Büyüğümüz, Muzaffer Bekman
Muzaffer Bekman 1888 yılında Dedeağaç’ta doğdu. 1911 yılında Yüksek Veteriner Okulunu bitirdi. Balkan, Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşlarına veteriner yüzbaşı rütbesiyle katıldı. 1920-1923 yılları arasında Erzincan Serum Laboratuvarında, 1923 yılında da Veteriner Genel Müdürlüğüne bağlı Bulaşıcı Hastalıklar ve Hayvan Sağlık Zabıtası Müdürlüğü’nde görev aldı. 1927 yılında Erzincan Serum Laboratuvarı müdürlüğüne atanan Bekman, bu görevdeyken Türkiye’de ilk hayvan sağlığı okulunun kurulmasına öncülük etmiş ve bu okulda hocalık yapmıştır. 1929’da genel müdürlük fen müşaviri, 1942’de genel müdür yardımcısı oldu. 1944’te Pendik Bakteriyoloji Enstitüsü Müdürlüğüne, 1949’da İstanbul Belediyesi Veteriner Müdürlüğüne atandı. Bu resmi çalışmaları arasında çeşitli ortaokul ve liselerde dersler vererek milli eğitime katkıda bulunmuştur. Bekman uzun yıllar veteriner hekimler derneğinin genel sekreterliğini yapmış, bu arada Kızılay ve Çocuk Esirgeme Kurumu gibi hayır kurumlarında fahri olarak çalışmıştır. Bekman’ın biri veteriner tarihi üzerinde olmak üzere beş kitabı ve çeşitli dergilerde, gazetelerde yayınlanmış bine yakın makalesi bulunmaktadır. 1953’te emekliye ayrılan Bekman 1974 yılında vefat etmiştir.
Muzaffer Bekman bakteriyolog olmasına rağmen veteriner tarihine ilgi duymuş ve bu konuda kitap ve makaleler yazmıştır. Denilebilir ki, ilk veteriner tarihçisi hocalarımız Nihal Erk, Nevzat Tüzdil ve Ferruh Dinçer’den sonra döneminde bu konuda en çok araştırma ve yayın yapan kişidir.
Başlıca eserleri şunlardır. Sığır Vebası Serumu Nasıl Hazırlanır (1925), Veteriner Tarihi (1940), Klasik Hayvan Sağlık Zabıtası (1950), Tavuk Hastalıkları, Koruyucu Tedbirler ve Tedavi Usulleri (1959), Tavukçuluk Öğretimi (1962).
Siyasetçi ve Kızılay Gönüllüsü Bir Veteriner Hekim, Cevat Naki Akkerman
Cevat Naki Akkerman 1891 yılında Ankara’da doğmuştur. 1914 yılında Askeri Veteriner Mektebini bitiren Akkerman aynı zamanda Almanya’da Berlin Veteriner Yüksek Okulunda parazitoloji ihtisası yapmış ve Berlin Felsefe Fakültesinden mezun olmuştur. Yurda dönüşünde Askeri Veteriner Okulu parazitoloji asistanlığı ve şefliği ile Milli Müdafaa Vekaleti (Milli Savunma Bakanlığı) Veteriner Dairesi Fen Şubesi Müdürlüğü (1920-27), Ziraat Vekaleti (Tarım Bakanlığı) mütehassıs müşavirliği ve Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü (1927-44) görevlerinde bulunmuştur. Daha sonra bakanlıktan ayrılarak 1944-1946 yılları arasında Gazi Eğitim Enstitüsünde biyoloji, Ankara Lisesinde de anatomi ve fizyoloji öğretmenliği yapmıştır. Akkerman önemli bir Kızılay gönüllüsüydü. Kızılay’da Ankara Merkez Başkanlığı (1924-39), Kızılay Genel Merkezi İdare Heyeti Üyeliği ve Vezne Murakıplığı görevlerinde bulunmuştur. Ankara’da Akkerman’ın adının verildiği aş evi yıllardır yoksullara hizmet vermektedir. Akkerman 1910-1917 yılları arasında İttihat ve terakki Cemiyeti Üyeliği yapmış bu arada Çanakkale Savaşına katılmıştır. Meslek büyüğümüz 1923-1933 yılları arasında Türk Ocağı Ankara Şubesi Başkan Vekilliği yapmıştır. Cevat Naki Akkerman 1942-1949 yılları arasında Veteriner Hekimler Derneği Başkanlığını yürütmüştür. Siyasete de atılan Akkerman 1946-1950 yılları arasında Sekizinci Dönem Ankara Milletvekilliği yapmıştır. Ayrıca Baytar Talebe Mecmuasını ilk çıkaranlardandır. Cevat Naki Akkerman 08-11-1986 yılında vefat etmiştir.
Muzaffer İlhan Erdost 18 Eylül 1932 de Tokat’ın Artova İlçesinde doğdu. İlhan adını Cezaevinde öldürülen kardeşi yazar İlhan Erdost’tan almıştır. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nin 1957 mezunudur. Mezuniyetten sonra Veteriner Hekimi olarak çalışmamış: şair, öykü yazarı, deneme yazarı, çevirmen ve eleştirmen olarak görevler yapmıştır. Şiir, öykü ve yazılarını Hisar, Yeni Ufuklar, Seçilmiş Hikayeler, Kaynak, Mavi, Yön, Türk Solu, Dost, Ülke ve Papirüs adlı dergilerde yayınlamıştır. Yazılarında,Toplumsal Sorunlar, Türkiye ve Osmanlı Tarihi, Tarım, Faşizm ve Demokrasi konularına ağırlık vermiştir. Muzaffer İlhan Erdost Posta ve Ülke Dergilerinde Yazı İşleri Müdürlüğü yapmış, kendi kurduğu Açık Oturum Yayınlarını ve Erdost Yayınlarını yönetmiştir. Muzaffer İlhan Erdost, Ulus Gazetesi Basımevi Müdürlüğü, İnsan Hakları Derneği Ankara Şube Başkanlığı ve İnsan Hakları Kurumu Kurucu Üyeliği görevlerinde de bulunmuştur. Yazar şiirde Garip Akımından sonra ortaya çıkan İkinci Yeni Akımının isim babasıdır. Aşağıda onun bu akıma örnek olarak kaleme aldığı Öfkenin Haklılığı adlı şiiri yer almaktadır
ÖFKENİN HAKLILIĞI
ne varsa üretilen çavdar arpa yulaf
kıl keçisi sarı tütün kırmızı biber
ne varsa
yanık bir hava bir halay
birbirine yaslanarak
ağızağıza vererek
ne varsa üretilen üründe düşüncede duyguda
bir tohum gibi filiz veren
toprağımızda
tezgahımızda
kara ekmeği
darıyı
basma entariyi
mintanı ve göyneği
evrensel eşdeğere dönüştürerek
azgın bir iştahla
soğurmak için
satın aldığı kendi pazarımızdan
ve cahil halkımızdan
akşam sofrasına hazırladığın
bulgura
kaynara çıkmış suya
kundakta ağlayan bebeye
sinsi hain
ölümü dalaması
bundan
marabalıktan gelmiş işçi evinin
tahta merdivenlerine
sofra bezine
kırmızı bir gül gibi döktüğü
taze kan
bundan
sütçü imamın
fransıza kurşuna sıktığı
minareden
sokaklarını pusuya düşürüp
ölümü bir bahar gibi
sırtına saplayan
kudurganlığı bundan
özgürlüğün kızaran şafağına
umudun yeşeren dalına
satılık tortusuyla
“kurtarma ordusu”yla
fitneyi
dalaması
bundan
Muzaffer İlhan Erdost’un Başlıca Eserleri
– Türkiye Sosyalizmi ve Sosyalizm (1969)
– Türkiye Üzerine Notlar (1970)
– İlhan İlhan (1980)
– Kapitalizm ve Tarım (1984)
– Osmanlı İmparatorluğunda Mülkiyet İlişkileri (1984)
– Bilim ve Yazın Arasında (1984)
– Şemdinli Röportajı (1987)
– Demokrasi ve Demokrası (1989)
– Havada Kalan Güvercin (1990)
– Ey Karanlık Mavi Güneş (1990)
– Adam İçin Türevler (1990)
– Ulus, Uluslaşma, Demokratikleşme (1990)
– Bir Fotografa Altyazı (1991)
– Üç Şair, Nazım Hikmet, Cemal Süreyya, Ahmet Arif (1994)
– Kanı Kanla Yıkamak (1994)
– Faşizm ve Türkiye (1995)
– İkinci Yeni Yazıları (1997)
– Pandoranın Başka Kutusu (2000)
– Türkiye’nin Kararan Fotografları (2003)
– Sosyalizmi Seviyorum (2007)
– Türkiye 2009 (2009)
Askeri Veteriner Hekim, Şehit Yüzbaşı Hüdai Bey
Veteriner Hekim Bakteriyolog Yüzbaşı Hüdai Bey, İstanbul’da 1898 yılında doğmuş, 1921 yılında İstanbul Baytar Mektep-i Alisinden mezun olmuştur. Bir yıl Askeri Baytar Uygulama Okulunda staj yapan Hüdai Bey kurtuluş savaşına katılmak için Anadolu’ya geçerek çeşitli birliklerde görev yapmıştır. Ankara’da Etlik Askeri Aşı ve Serum Evinde açılan kursa katılan ve kursu birincilikle bitiren Hüdai Bey Yüzbaşı rütbesiyle Erzurum Askeri Bakteriyolojihanesi’ne tayin olmuştur. Daha sonra 1926 yılında açılan ihtisas sınavını kazanarak Askeri Baytar Uygulama Okulu Bakteriyoloji Asistanlığına atanmış burada Binbaşı Ahmet Bey ile ruam üzerindeki çalışmalara katılmıştır. Çalışmalarda alınan bütün önlemlere karşın bulaşmanın önüne geçilemeyerek 31 Mart 1928 tarihinde ruam hastalığına yakalanarak yaşama gözlerini yummuştur.
Değerli Bir Hoca, Gerçek Bir Entellektüel, Prof.Dr.Selahattin Nejat Yalkı
Prof.Dr.Selahattin Nejat Yalkı 1900 yılında İstanbul’da doğmuştur. Baytar Mektep-i Alisinde okurken Almanya’ya gitmiş ve 1930 yılında Berlin Veteriner Yüksek Okulundan (Veterinaer Medizinische Hochschule) mezun olmuştur. 1931 yılında İç Hastalıkları dalında doktorasını veren Yalkı aynı yıl Türkiye’ye dönerek Etlik Bakteriyoloji Enstitüsü laboratuvar şefliğine atanmıştır. Yüksek Ziraat Enstitüsünün açılmasıyla birlikte 1934 yılında İç Hastalıkları Kliniğinde şef olarak görevlendirilmiştir. Selahattin Nejat Yalkı aynı enstitüde 1939 yılında doçent, 1941 yılında profesör unvanı almıştır. Yüksek Ziraat Enstitüsü Veteriner Fakültesinin 1948 yılında Ankara Üniversitesine katılmasıyla birlikte Selahattın Nejat Yalkı İç Hastalıkları Kürsüsü Başkanı olmuştur. Yalkı, 1942-1944 ve 1946-1950 yıllarında üç dönem Veteriner Fakültesi Dekanlığı görevinde bulunmuş, Yüksek Ziraat Enstitüsü Veteriner Fakültesinin Ankara Üniversitesine katılması sürecinde büyük yararları dokunmuştur. Selahattin Nejat Yalkı üstün bilim adamlığının yanı sıra kültür, sanat ve tarih konularıyla da ilgilenen gerçek bir entelektüel idi. Ana dili gibi Almanca konuşurdu. Karakter olarak dürüst, çalışkan, kibar bir insan olan Selahattin Nejat Yalkı beş öğretim üyesi, on iki doktoran ve on binlerce öğrenci yetiştirmiştir. 1970 yılında emekli olmuş ve 1973 tarihinde Ankara’da vefat etmiştir.
Rahmetli hocamız 1969 yılında benim de İç Hastalıkları dersime girmişti. Çok güzel ders anlatan bilgisi derin bir hocamızdı. Çok kibar konuşurdu. 1969 ders yılı sonunda iç hastalıkları sınavına girmiş ve ilk hakkımda başarılı olmuştum. Başarısız olan öğrencilere kaldın demez “Eylülde yeniden buluşmaklığımız lazım efendim” derdi. Bazen de sözlü sınavda başarısız öğrenciyi tam kapıdan çıkacakken durdurur ve bir ek soru sorar, eğer cevaptan tatmin olursa dersten geçirirdi. Değerli hocamızı saygı, minnet ve rahmetle anıyorum.
Meslek Yaşamı İnsan Sağlığına Hizmetle Geçmiş Bir Veteriner Hekim, Dr. Necmettin Alkış
Veteriner Hekimlerin hayvan sağlığına olduğu kadar insan sağlığına da önemli hizmetler yaptığını kişiler ve örgütler olarak ne kadar yazsak, anlatmaya da çalışsak ne yazık ki sağlık sınıfının diğer paydaşlarına bir türlü kabul ettiremedik. Bu yazıda insan sağlığına çok büyük hizmetlerde bulunan, uluslararası camiada çok iyi tanınan, Refik Saydam Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü’nün Müdürlüğünü yapan Veteriner Hekim, Bakteriyoloji Uzmanı, Dr. Necmettin alkışın kendi anlatımı ile yaşam öyküsünü bulacaksınız.
“12 Ekim 1929 yılında Kars’ta doğdum. Babamın memuriyeti dolayısı ile ilkokulu Kars, Şavşat ve Artvin’de tamamladım. Orta öğrenimime Trabzon’da başladım ve 1949 yılında Trabzon Lisesinden mezun oldum. Aynı yıl Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesine girerek 1953 yılında mezun oldum. Mezuniyeti müteakiben Etlik Bakteriyoloji ve Seroloji Enstitüsü asistanı olarak çalışmaya başladım ve aynı yıl Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın asistanlık sınavını kazanarak Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü’ne asistan olarak atandım. 1957 yılında uzmanlık sınavına girerek, mezkûr enstitüde uzman bakteriyolog olarak göreve başladım. 1959-1960 yılları arasında askerlik görevimi tamamladım. 1963 yılında doktoramı verdim. 1965 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) adına Tahran’da bulaşıcı bağırsak enfeksiyonları konusunda araştırmalar yaptım. Mevcut enfeksiyonun V. cholera epidemisi olduğu konusunda WHO ve mahalli hükûmete raporlar verdim. Kolera epidemisinin ülkemiz için büyük önem taşıması nedeni ile Enstitümüz sorumluluğunda, tüm sağlık kuruluşlarının (Üniversiteler, Askerî Teşkilat, SSK ve Veteriner Teşkilatı) katkıları ile yoğun çalışmalar başlatıldı. Kolera teşhisinde kullanılan metotların çok pahalı ve geç (24-48 saatte) sonuç vermesi nedeni ile konu üzerinde yoğun araştırmalara başlayarak, teşhis süresini (2,5-8 saate) indirebilen ve deneyimi az olan laboratuvarlarda da kolayca kullanılabilen “ALKIŞ MEDİA”yı buldum. Bu besi yeri ve metot WHO’nun referans laboratuvarlarında uzun ve detaylı tetkiklerden sonra, WHO’nun standart metodu olarak kabul edildi. Aynı yıl WHO tarafından, teşkilatın konsültanlığına (danışmanlığına) atandım. Doğu Pakistan (Bengladeş)’da tetkiklerde bulundum. 1970 yılında Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü Bakteriyoloji Tahlil ve Kontrol Şubesi Müdürlüğü’ne getirildim. 1970 yılında Bulgaristan hükümetinin bakanlığımızdan talebi üzerine 15 gün Sofya Üniversitesi ve Bilimler Akademisi’nde, koleranın teşhisi ve epidemiyolojisi konusunda, eğitim ve konferanslar verdim. 1970 yılında, Nijerya’da hüküm süren ve yüksek oranda ölümlere yol açan salgın hastalığın teşhisi ve konsültasyonu için WHO tarafından görevlendirildim. 1978 yılında Refik Saydam Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü Müdürlüğüne atandım. Aynı yıl mahallî hükûmetin WHO’dan talebi üzere Rusya’da koleranın teşhisi konusunda, eğitim ve konferanslar verdim, Hindistan’da kolera üzerine araştırmalar yaptım. 1981 yılında, WHO’nun Avrupa Bölgesi kanadını teşkil eden 32 ülkenin Mikrobiyoloji Laboratuvarları Baş kanları tarafından Mikrobiyoloji Laboratuvarımız, Vibrio Referans Laboratuvarı ve ben de referans kişi seçildim. Bu konu sebebiyle zamanın Sayın Başbakanı Bülend Ulusu tarafından bir takdirname ile taltif edildim. 1981 yılı Kasım ayında üst yönetimle görüş ayrılıklarım nedeni ile kendi isteğim üzerine emekliye ayrıldım.”
Necmettin Alkış 21 Şubat 2003 Cuma günü saat 18.15’de Ankara’da vefat etti. 23 Şu bat 2003 Pazar günü Kocatepe Camiinde kılınan öğle namazını müteakip Karşıyaka Mezarlığına defnedildi. Değerli meslektaşımızı saygı, minnet ve rahmetle anıyorum.
Türk Veteriner Hekimliğinde İlkleri Başaran Bir Aydın, Mehmet Ali Bey
Mehmet Ali Bey Türkiye’de veteriner hekimliğe hizmet eden meslek büyüklerimizin başında gelir. Mehmet Ali Bey, Türkiye’de ilk sivil veteriner okulunu, ilk sivil veteriner teşkilatını, ilk veteriner muavini okulunu, ilk meslek derneğini kuran; ilk mesleki dergiyi çıkaran, yurt dışına ilk öğrenci gönderen, Mehmet Akif Ersoy’u ve Ziya Gökalp’i yetiştiren kişidir. Mehmet Ali Bey, edebi yönü güçlü, güzel şiir ve yazı yazan, entelektüel bir insan olarak tanımlanmaktadır. Aşağıda bu değerli meslek büyüğümüzün yaşamını bulacaksınız.
Mehmet Ali Bey 1854 yılında İstanbul Üsküdar’da dünyaya gelmiştir. 1870 yılında Harp Okulunun veteriner sınıfına girmiş ve 1873 yılında mezun olmuştur. Mezuniyetinden sonra Askeri Veteriner Okulunda genel hastalıklar ve hıfzıssıhha dersleri vermiştir. Mehmet Ali Bey 1877 yılında Şam’daki 5.Orduya tayin edilmiştir. Şam’dan dönüşünde İstanbul’da Harbiye Nezareti Süvari Dairesinde Çiftlikat-ü Hümayun işlerini yürütmekle görevlendirilmiştir. 1880 yılında Rusya’daki haraları incelemek üzere Moskova’ya gönderilmiş, yurda dönüşünde Üsküdar’da bulunan Askeri Hayvan Hastanesine müdür olarak tayin edilmiştir.
Osmanlı Devleti’nde 19. Yüzyılın sonlarına kadar salgın hayvan hastalıklarını önleme, tedavi ve korunma amacıyla ihtiyaç duyulan veteriner hekimler Askeri Veteriner Okulunda yetiştirilmiştir. O dönemde sivil veteriner hekimleri yetiştirecek bağımsız bir okul bulunmamaktaydı.
Mehmet Ali Bey, Anadolu’da sığır vebası salgınlarının verdiği zarar ve kayıpları içeren raporlar düzenlemiş ve bu raporlarda sivil bir veteriner okuluna acilen ihtiyaç duyulduğunu bildirmiştir. Bir yandan da sivil veteriner teşkilatının kurulması ve geliştirilmesi konusunda çaba göstermiştir. Bu çabalar kısa sürede sonuç vermiş ve Mehmet Ali Bey 1888 yılında Nafia Nezareti’ne bağlı olarak kurulan Veteriner İşleri Müfettişliğine atanmıştır. Osmanlı’da veteriner hekimliği ve ziraat konularını birlikte işleyen ilk bilimsel meslek dergisi Mehmet Ali Bey ve arkadaşları tarafından 1 Mayıs 1880 tarihinde yayın hayatına başlayan Vasıtayı Servet adlı dergidir. Mehmet Ali Bey sivil veteriner okulu ihtiyacını bu dergide yayımladığı makalelerinde de gündeme getirmiştir. Bu gelişmeler üzerine, Mehmet Ali Bey’in de içinde yer aldığı tıp ve veteriner okulları öğretim üyelerinden oluşan bir komisyon sivil veteriner okulunun kuruluşu ile ilgili hazırlıklara başlamıştır. Fakat bütçe ve yerleşim durumu kısa sürede böyle önemli bir okulun kurulmasına imkan vermediğinden ilk iki sınıfı Sivil Tıp Okulunda, kalan iki sınıfı da o sırada inşaat halinde bulunan Halkalı Ziraat Mektebi’nde yatılı olarak tamamlanmak üzere 1889 yılında dört yıllık bir Mülkiye Baytar Mektebi kurulmuştur. Mehmet Ali Bey hem bu okulun hem 1891’de kurulan Halkalı Ziraat Mektebinin hem de bir yıl sonraki adıyla Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi’ nin ilk müdürü olarak görev almıştır. Mehmet Ali Bey, Mülkiye Baytar Mektebi’nin her alanda daha iyi olması için çok çalışmıştır. Dönemin en parlak bilimi olan bakteriyolojinin baytar ve tıp okullarında okutulmadığını gören Mehmet Ali Bey 1893 yılından itibaren okul müfredatlarına bu dersi ekletmiştir. Mehmet Ali Bey, Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebinin şehre çok uzak olması, dershane ve yurtlarının yetersizliği, öğrencilerin ilk iki yılı Sivil Tıp Okulunda okumasından dolayı klinik uygulamalar ve ameliyatlardan eksik kalacağı düşüncesiyle bu dört sınıfı birleştirmek amacıyla Kadırga Cündi Meydanı’nda bulunan bir konağı kiralamıştır. Böylece, 1895’den itibaren bu dört sınıf bir arada ve yatılı olmak üzere bağımsız bir okulda eğitimini sürdürmüştür.
Mehmet Ali Bey gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi olması gerekçesiyle 1897 yılında Yemen’e sürgün edilmiştir. Bu sürgün döneminde Mehmet Ali Bey Yemen ve Şam’da başarılı hizmetler vermiştir. 1902 yılında Selanik, Kosova ve Manastır‘da ordunun bütün ihtiyaçlarını karşılamak üzere Rumeli Vilayeti’nin veteriner işlerini yürütmek üzere memur edilmiştir. İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra sürgün hayatı sona eren ve İstanbul’a dönen Mehmet ali Bey 1908’de Mülkiye Baytar Mektebi müdürlüğüne yeniden atanmıştır. Mehmet Ali Bey okulun öğretim kadrosu ve müfredatını yeniden düzenlemiş ve hemen ertesi yıl Almanya ve Fransa’ya ihtisas için sivil veteriner hekimler göndermiştir. Bu veteriner hekimler arasında Fazlı Faik Yegül, Samuel Aysoy, Hilmi Dilgimen ve Salih Zeki Berker sayılabilir. Osmanlı’da ilk veteriner hekimliği derneği Osmanlı Cemiyet’i İlmiye’i Baytariye adıyla 26 Ağustos 1908 tarihinde İstanbul’da kurulmuştur. Derneğin başkanlığını Mülkiye Baytar Mektebi Müdürü Mehmet Ali Bey, başkan yardımcılığını ise Mehmet Akif (Ersoy) üstlenmiştir. Derneğin ilk toplantısında Mehmet Ali Bey’in teklifiyle Mecmua-i Fünun-u Baytariye adlı bilimsel bir derginin yayın hayatına başlaması kararlaştırılmıştır. Dernek Başkanı Mehmet Ali Bey aynı zamanda derginin de sorumluluğunu üstlenmiştir. O dönemde veteriner işlerinin bağlı bulunduğu Orman, Maadin ve Ziraat Nezareti bünyesindeki Islahat-ı Hayvaniye ve Umur-u Baytariye Şubesinin müstakil bir idare haline gelmesi amacıyla dernek tarafından bir rapor sunulmuştur. Derneğin çalışmaları sonucunda bu şube 1909 yılında yeniden yapılandırılarak Umur-u Baytariye Müdüriyeti (Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü) adını almış ve müdürlüğüne Mehmet Ali Bey getirilmiştir. Mehmet Ali Bey 1910 yılında teknik eleman yetiştirmek amacıyla Muavin Veteriner Okulunu kurmuştur.1911 yılında emekliye ayrılan Mehmet Ali Bey 29 Ağustos 1923 yılında İstanbul’da ölmüş ve cenazesi Kadıköy Sahrayı Cedit Mezarlığına defnedilmiştir. Mehmet Ali Bey’in mezarı ölümünün 95. yıldönümü olan 2018 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından bakım ve onarımdan geçirilerek yenilenmiştir.
Sıra Dışı Bir Bilim İnsanı, Prof.Dr.Aydın Evren
Aydın Evren 1930 yılında Kırşehir’de doğdu. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesinden 1956 yılında mezun oldu. Askerlik görevini takiben bir yıl süreyle Ankara Et Kombinasında veteriner hekim olarak çalıştı. 1960 yılında Ankara Veteriner Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Kürsüsüne asistan oldu. 1965 yılında doktorasını tamamladı. Daha sonra Fransa’da çeşitli üniversitelerde deneysel embriyoloji, hücre ve organ kültürleri üzerinde çalışmalar yaptı.1972 yılında “DDT’nin Tavuk ve Bıldırcın Embriyolarının Gelişmesine Etkisi” konulu tezini tamamlayarak doçent unvanı kazandı. Bu araştırma sonuçları Fransa’nın DDT’yi yasaklamasına neden oldu. Aydın Evren daha sonra çalışmalarını beyin sitogenezisi üzerinde yoğunlaştırdı. Aydın Evren Fırat, Uludağ, 100.Yıl ve Kafkas Üniversiteleri Veteriner Fakültelerinde farklı yıllarda ve farklı sürelerde görev yaptıktan sonra 1997 yılında emekli oldu. Emekliliğinde de çalışmalarını ara vermeksizin sürdüren Aydın Evren 28 Mart 2004 de Ankara’da vefat etti.
Aydın hoca 1966 yılında bize Histoloji ve Embriyoloji dersi vermişti. O zaman doktor asistandı. Kendi çizdiği tablolar üzerinden embriyolojiyi bize o kadar güzel anlatmıştı ki kendisine hayran kalmıştık. !971 yılında ben Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Zootekni kürsüsüne asistan olmuştum. O yılın sonlarına doğru, şimdi tarihini tam olarak hatırlayamadığım bir gün yolda beni gördü ve öğlenden sonra kendisine gelmemi istedi. Tam saatinde odasına gittiğimde beni hemen çatı katında kurmuş olduğu laboratuvara çıkardı. Benden mikroskoptaki petri kutusunu incelememi istedi. Baktığımda petri kutusundaki vasatta canlı embriyoları gördüm. Embriyoları tavşandan aldığını söyledi. Erkek tavşanda sperma alıp alamayacağımı sordu. Denerim deyince yarın gel dedi. Ertesi gün spermayı aldık. Spermayı bir pipete çekti ve petri kutusu içindeki vasata boşalttı. Birkaç gün sonra telefon edip fertilizasyonun olmadığını söyledi. Aslında 1971 yılında Türkiye’de daha kimsenin adını bile duymadığı İnvitro-Fertilizasyonu denemek istemişti. Şimdi anlatacağım konu Aydın Evren ile ilgili biyografilerde pek geçmez. Aydın Hoca fakültede çalışırken Ankara Etimesgut Şeker Fabrikasında doku kültürü üzerinde çalışmalar yapan Ord.Prof.Dr. Süreyya Tahsin Aygün’e bir süre asistanlık yapmıştı. Süreyya Paşa ceninden aldığı kök hücreleri çoğaltıp özellikle beyin sorunu olan hastalara vererek tedavi ediyordu. Ancak Ankara Tabip Odası veteriner hekimler nasıl olur da insan tedavi eder diye dava açtı ve çalışmaları durdurdu. Bu çalışma doku kültürü alanında Dünyadaki ilk çalışmalardan birisidir. Aydın Hoca Atatürkçü, ilerici, adı gibi aydın bir bilim insanı idi. Ancak bu özellikleri ve günlük yaşamındaki sıra dışılığı birilerinin ağırına gitti ki çalışmaları engellendi, akademik yükseltilmeleri zorlaştırıldı, bilimsel araştırmalarının sonuçları reddedildi. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Adil Mustafa Şehzadebaşı
1871 yılında İstanbul’da doğmuştur. 1889’da Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi Ali’si bünyesinde açılan Mülkiye Baytar Mektebinin ilk öğrencisi olmuştur. Adil Bey, ikinci sınıfta kazandığı bir sınav sonucu Fransa’daki Alfort Veteriner Okuluna gönderilmiştir. Okuldaki başarısından dolayı Fransız Tarım Bakanlığı tarafından Gümüş Madalya ile ödüllendirilmiştir. 1895 yılında okulu bitirip yurda dönen Adil Bey, yüzbaşı rütbesi ile Harp Okulunda bulunan veteriner sınıflarına salgın hastalıklar ve et muayenesi dersleri vermeye başlamıştır. Bir yandan ders verirken bir yandan da 1897 yılından itibaren Bakteriyoloji-i Osmaniye’ye laboratuvar şefi olarak atanmıştır. Bu arada Fransızcadan Salgın Hastalıklar adında bir kitap tercüme etmiş, ders notlarını da Evcil Hayvanlarda Salgın Hastalıklar adı altında yayınlamıştır.
Adil Bey daha yurda dönmeden, 1893 yılında İstanbul’da insanlarda büyük bir kolera salgını ortaya çıkmış ve bu hastalığı incelemek üzere Fransa Pastör Enstitüsünden Chantimes adlı bir bakteriyolog davet edilmiştir. Chantimes incelemelerini tamamlayıp Fransa’ya dönmeden önce İstanbul’da bir bakteriyoloji laboratuvarı kurulmasını önermiş ve bu iş için de Dr.Maurice Nicolle’yi tavsiye etmiştir. Aynı yıl İstanbul’a gelen Dr.Nicolle Bakteriyolojihane-i Osmaniye’yi kurmuştur. Başlangıçta Dr.Nicolle’ye yardımcılık yapan Adil Bey onun Fransa’ya gitmesi üzerine kuruma müdür olarak atanmıştır. Dr.Nicolle ve Adil Bey birlikte çalıştıkları beş yıl içerisinde o zamana göre çok büyük buluşlara imza atmışlardır. Bunlardan bir tanesi de sığır vebası virusunun filtreleri geçmesi olayıdır. Bu arada veba virusunun çeşitli sığır ırkları arasında virulans ve kuluçka süresi farklılıkları gösterdiğini, örneğin Yerli Kara ırkının step ırklarına bakınca hastalığa daha dayanıklı olduğunu ve kuluçka süresinin bir gün daha uzun sürdüğünü bulmuşlardır. İkili ayrıca sığır vebası virusunun enjekte ediliş biçimi ve dayanıklılığı konusunda çeşitli denemeler yapmışlar ve sığır vebası serumunu bulmuşlardır. Bunların dışında adil bey kendi başına malleus ve piroplasmosis konularında çalışmalarda bulunmuş, varicola aşısı ve difteri serumu hazırlamıştır. Adil Mustafa Şehzadebaşı Bakteriyolojihane-i Osmani’nin bölünmesiyle ortaya çıkan Bakteriyolojihane-i Baytariye’de çalışmalarını sürdürmüş, bir süre sonra ise askeri ve sivil veteriner okullarındaki dersleri de vermek koşuluyla kurumun müdürlüğüne atanmıştır. Daha sonra ise Baytar Mekteb-i Alisinin müdürü olmuştur. Adil Bey, 33 yıllık kısa yaşamına çok sayıda araştırma ve buluş sığdırdıktan sonra 1904 yılında İstanbul ‘da veremden vefat etmiştir.
Türkiye’de Veteriner Patolojinin Kurucusu, Ord.Prof.Dr.Ahmet Şevki Akçay
Ord.Prof.Dr.Ahmet Şevki Akçay 1888 yılında İzmir’de doğmuş, ilköğretimini İzmir’de, orta öğretimini İstanbul’da Kuleli ve Tıbbiye İdadilerinde tamamladıktan sonra Askeri Baytar Mektebine girmiş ve 1912 yılında bu okuldan birincilikle mezun olmuştur. Mezuniyetten sonra üsteğmen rütbesi ile Balkan Harbine katılmış, daha sonra bakteriyolog veteriner hekim Osman Nuri Bey ile İstanbul Çemberlitaş’taki Bakteriyolojihane-i Osmani’de çalışmış ve Çatalca’da Birinci Ordu’nun atlarındaki ruam hastalığı ile mücadelede görev almıştır. Bu görevini takiben Edirne’deki Onuncu Kolordu Karargahına atanmış ve bu sırada Edirne’de halk hayvanlarında çok şiddetli olarak seyreden sığır vebası mücadelesine katılmıştır. Balkan Savaşından sonra Yüzbaşı olmuş ve Askeri Baytar Mektebinde Histoloji Dersi vermeye başlamıştır. Daha sonra İstiklal Savaşına katılmış, Adana’da ki İkinci kolorduda baş veteriner vekili olarak çalışmış ve bir hayvan hastanesi kurmuştur. Bu arada Adana’da ve komşu illerdeki halk hayvanlarında ortaya çıkan şarbon hastalığının mücadelesi çalışmalarında bulunmuştur. Daha sonra yeniden Askeri Baytar Mektebinde Histoloji ve Patoloji dersler vermeye başlamış, bu arada Şişli Memleket Hayvan Hastanesinde salgın hastalıklar uzmanı olarak görev yapmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında İktisat Vekaleti emrinde sığır vebası mücadele heyetleri oluşturulması ve denetlenmesi hizmetlerinde bulunmuştur. Kurtuluş Savaşından sonra askeri ve sivil veteriner okullarının birleştirilmesiyle kurulan Yüksek Veteriner Okulunda Histoloji, Embriyoloji, Patolojik Anatomi ve Et Muayenesi öğretmenliğine atanmış ve 1925 yılında bu derslerin müderrisliğine yükselmiştir. Şevki Akçay 1927 yılında Berlin Veteriner Fakültesine gitmiş ve Patoloji Enstitüsünde gözde gliom, tavukta kanser hakkında iki yayın yapmış, koyunlardaki dudinose hakkında deneysel çalışmalarda bulunmuştur. Yüksek Veteriner Okulunun Baytar Fakültesi adıyla 1933 yılında Ankara’da açılan Yüksek Ziraat Enstitüne bağlanması üzerine bu fakültede doçent olmuş, Alman hocalar yanında genel patoloji ve patolojik anatomi dersleri vermeye başlamıştır. Ahmet Şevki Akçay 1936 yılında ikinci sınıf profesörlüğe, 1939 yılında birinci sınıf profesörlüğe, 1944 yılında da ordinaryüs profesörlüğe yükseltilmiş ve Patoloji Enstitüsü Direktörlüğüne atanmıştır. Y.Z.E Veteriner Fakültesinin 1948 yılında Ankara Üniversitesine katılımıyla birlikte Patoloji Kürsüsü Başkanı olarak görevini sürdürmüş ve 1958 yılında yaş haddinden emekli olmuştur.
Ord.Prof.Dr.Ahmet Şevki Akçay yaşamının önemli bir bölümünü Balkan ve İstiklal Savaşında askeri veteriner hekim olarak geçirmiştir. Bu askeri görevleri sırasında sivillerin hayvanlarında görülen ruam, sığır vebası ve şarbon gibi hastalıklarla da mücadele etmiştir. Ayrıca Berlin Veteriner Fakültesinde araştırma ve incelemelerde bulunmuştur. Askeri Veteriner Okulu, Yüksek Veteriner Okulu, Yüksek Ziraat Enstitüsü Veteriner Fakültesi ve Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesinde patoloji, histoloji, embriyoloji, patolojik anatomi dersleri vermiş, binlerce veteriner hekim ve onlarca akademisyen yetiştirmiştir. Ahmet Şevki Akçay 46 yıllık meslek yaşamında üstlenmiş olduğu askeri, idari ve akademik görevleri dışında 5 adet kitap ve Almanca ve Fransızca dillerinden 35 adet yayın yapmış, bu yayınlarından çoğu yabancı dergilerde yayınlanmıştır. Bu arada yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda bilimsel kongreye katılmıştır. Ayrıca, Ziraat Vekaletince yayınlanan Otopsi Talimatnamesi ve Hayvan Sağlık Zabıtası Tüzüğündeki et muayenesine dair hükümler Ord.Prof.Dr.Ahmet Şevki Akçay tarafından kaleme alınmıştır. Veteriner Fakültesine taşradan gönderilen binlerce marazi maddenin teşhis raporlarının altında Ahmet Şevki Akçay’ın imzası vardır. Öte yandan Ahmet Şevki Akçay Veteriner Fakültesinde Patoloji Müzesi ve Histopatoloji Preparatı Koleksiyonu da kurmuştur. 1959 yılında ölümünden sonra ailesi tarafından oluşturulan “Akçay Ödülü” veteriner fakültesini birinci olarak bitiren öğrencilere verilmekte ve Türkiye’de veteriner hekimliği alanında verilen ilk ödül niteliği taşımaktadır.
Hem Parazitolog, Hem Veteriner Tarihçisi Bir Entellektüel, Prof.Dr.Nevzat Tüzdil
1900 yılında Gelibolu’da doğan Prof.Dr.Nevzat Tüzdil ilk öğrenimini Üsküp’te, orta öğrenimini İstanbul’da tamamlamış ve 1920 yılında İstanbul Yüksek Baytar Mektebi’nden mezun olmuştur. İstanbul’da Fatih, Tophane ve Karaağaç mezbahalarında veteriner hekim olarak çalışmış, 10 Ocak 1925 de Ziraat Bakanlığı tarafından ihtisas yapmak üzere Almanya’ya gönderilmiştir. Almanya’da bulunduğu sırada Hannover Veteriner Fakültesinde doktora yapmış, Berlin Parazitoloji Enstitüsü ile Hamburg Tropen Enstitülerinden dört adet ihtisas belgesi almıştır. Yurda dönüşünden sonra, 1929 yılında İstanbul Yüksek Baytar Mektebi parazitoloji ve tıbbi hayvanat öğretmen yardımcılığına ve laboratuvar şefliğine tayin edilmiş, ayrıca Yüksek Orman Mektebi parazit ve hayvanat öğretmenliğine atanmıştır. Okulun 1933 yılında Ankara’ya nakli ile Yüksek Ziraat Enstitüsü Baytar Fakültesi Parazitoloji Enstitüsü Şefliği görevine başlamıştır. Bu arada 1937 yılında doçentliğe, 1943 yılında da profesörlüğe yükselmiştir. Tüzdil, Yüksek Ziraat Enstitüsü Veteriner Fakültesinin Ankara Üniversitesine katılımından sonra yeni kurulan Protozooloji, Artropodoloji ve Paraziter Hastalıklarla Savaş Kürsüsünün başına geçmiş ve ölümüne kadar bu görevini sürdürmüştür. Veteriner Fakültesinde kendi kürsüsü dışında 1950-1960 yılları arasında Veteriner Tarihi ve Deontoloji Kürsüsü profesörlüğüne vekalet etmiştir. Tüzdil, üniversite kontenjanından faydalanarak bilimsel konferans ve toplantılara katılmak üzere birçok defa Avrupa’ya gitmiş, inceleme ve araştırmalarda bulunmuştur. Akademik çalışmalarının yanı sıra Cumhurbaşkanı onayı ile uluslararası veteriner hekimliği kongrelerine katılmıştır. Parazitoloji alanında yaptığı çalışmaların yanı sıra veteriner hekimliği tarihi ve deontoloji ile de ilgilenmiş ve bu konudaki toplantılarda Türkiye’yi temsil etmiştir. Nevzat Tüzdil 1965 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.
Nevzat Tüzdil’in kitap, broşür, bilimsel makale, mesleki dergilerde ve gazetelerde güncel yazılar, radyolarda röportajlar, yurt içinde ve dışında konferanslar olmak üzere 200 ü aşkın yayını bulunmaktadır. Bunlar arasında Baytar Mecmuasındaki 12, Türk Baytarlar Cemiyeti Mecmuasındaki 5, Türk Baytarlar Birliği Dergisindeki 3, Türk Veterinerler Cemiyeti Dergisindeki 9, Türk Veteriner Hekimleri Derneği Dergisindeki 17, İstanbul Mecmuasındaki 43 yazısı sayılabilir. Nevzat Tüzdil’in; Mezbahalarda Parazitoloji Tatbikatı (1936), Hayvanlarda Uyuz (1933), Genel Sağlık ve Yurt Ekonomisiyle İlgili Paraziter Hastalıklar (1946), Türk Veteriner Hekimliği Tarihi (1955), Türkiye Kasaplık Hayvanlarında Gangylonema, Radyoda ve Halk Evlerindeki Söylediklerim, Veteriner Otopsi Bilgisi adlı kitapları vardır.
İstiklal Savaşı Gazisi Bir Askeri Veteriner Hekim, Dr. Mehmet Turgut Argun
Değerli meslektaşlarım, en son olarak sizlere Türkiye’de askeri veteriner hekimliğin kilometre taşlarından olan değerli bir büyüğümüzü, Veteriner Hekim Tuğgeneral Orhan Öncül’ü tanıtmıştım. Türkiye’de veteriner hekimliği öğretimi bilindiği gibi ilk olarak askeri okullar bünyesinde başlamıştır. Askeri veteriner hekimlerin özellikle kurtuluş savaşında bir yandan düşmanla bir yandan de sığır vebası ile mücadelesi tarih sayfalarında onurlu yerini almıştır. Bu yazıda da sizlere yine bir askeri veteriner hekim büyüğümüzü, Dr. Mehmet Turgut Argun’u tanıtmaya çalışacağım.
Bursa’da 1900 yılında doğan Turgut Argun, 1912’de askeri Rüştiyeyi, 1915’de Kuleli Askeri Lisesini, 1918’de de Askeri Veteriner Yüksek Okulu’nu bitirmiştir. Daha sonra iki yıl Askeri Veteriner Tatbikat Okuluna devam ederek stajını tamamlamıştır. Argun 1921 yılında İstanbul’dan önce gemi ile İnebolu’ya oradan da kara yolu ile uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra Ankara’ya ulaşmış ve Kuvvay-ı Milliye’ye katılmıştır. Garp Cephesi Kumandanlığına önce askeri veteriner hekim, sonra da Baş Veteriner Yardımcısı olarak görevlendirilen Argun Sakarya, Dumlupınar Savaşları sırasında bir yandan yaralı ve hasta atların tedavisi ile uğraşırken bir yandan da Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa’ya ordunun lojistiğini sağlayan öküz ve mandalarda görülen sığır vebası salgını ile ilgili olarak brifingler vermiş ve danışmanlık yapmıştır. Argun bu çalışmaları sonucunda İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Savaşlardan sonra,1924-1928 yılları arasında Haydarpaşa Askeri Veteriner ve Tatbikat Okulu’nda salgın hastalıklar ihtisası yapmıştır. 1928-1931 yılları arasında Berlin ve Viyana Veteriner Yüksek Okullarında iç hastalıkları ve salgın hastalıklar alanında “Hasta Hayvanlarda Kan Tazyiki Ölçmek” üzerinde ihtisas yapan Turgut Argun Viyana’da “Kanatlı Hayvanlarda Kan Tablosu” konulu tezi ile doktorasını tamamlamıştır. Argun yurda döndükten sonra ileride Askeri Veteriner Akademisi’ne dönüşecek olan Haydarpaşa Askeri Veteriner Tatbikat Okulu’nda salgın hastalıklar öğretim üyeliği görevine atanmıştır. 1938 yılında yarbay rütbesinde iken emekli olan Argun Tarım Bakanlığına geçmiş ve 1951 yılına kadar Veteriner İşleri Genel Müdürlüğünde uzman, danışman ve genel müdür yardımcısı olarak görev yapmıştır. Turgut Argun’un, Askeri Veteriner Akademisi Onur Üyeliği ve Fransa Veteriner Akademisi muhabir üyeliği gibi görevleri de vardır. Argun 1953-1959 yılları arasında Et ve Balık Kurumu’nda müşavir olarak görev yapmış, Eczacıbaşı İlaç Firmasında Türkiye’de ilk veteriner ilaç sanayini kurmuş, 1960-1967 yılları arasında da Başak Sigorta bünyesinde Türkiye’de ilk hayvan sigortası sistemini kurarak veteriner ve ziraat müşavirliği görevlerinde bulunmuştur. Ayrıca Türkiye’de ilk poliklinik açan ve kendi hesabına ilaç üreten kişidir. Turgut Argun 1982 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Görüleceği üzere askeri bir veteriner hekim olan Turgut Argun, Askeri Veteriner Akademisi, Tarım Bakanlığı, Eczacıbaşı ilaç Sanayi, Et ve Balık Kurumu, Başak Sigorta gibi mesleğimizin değişik alanlarında başarılı hizmetler yapmıştır. Bu hizmetleri sırasında Türkiye’de ilk veteriner ilaç sanayini ve ilk hayvan sigorta sistemini kurmuş, kendi hesabına serbest olarak ilk veteriner ilacı üreten ve ilk poliklinik açan kişi unvanını almıştır. Argun’un araştırmacı ve uygulamacı olarak çalıştığı konular arasında atlarda ruam teşhisi ve tedavisi, ineklerde veremle savaş, şap aşısı, hayvan sağlık zabıtası kanunu hazırlamak, iç ve dış parazitlerle özellikle de koyunlarda uyuzla mücadele bulunmaktadır.
Turgut Argun’un Kitapları:
Türkiye’de Sığır Vebasının Tarihi (1924)
Hayvanlarda salgın Hastalıklar (1939)
Hayvanlarda Yetiştirme Hastalıkları (1946)
Hayvanlarda Salgın ve Paraziter Hastalıklar (1951)
İstiklal Harbi ve Anadolu
Veteriner Hekim Tuğgeneral Orhan Öncül
Türkiye’de Askeri Veteriner Hekimliği 1842 yılında Süvari Okulunda bir veteriner sınıfının kurulması ile başlamıştır. Bu tarih aynı zamanda Türkiye’de veteriner hekimliği öğretiminin başlangıç yılı olarak da kabul edilmektedir. Daha sonraları askeri veteriner hekimliği öğretimine Harp Okulu bünyesinde de devam edilmiştir. Türk askeri veteriner hekimleri kurtuluş savaşında cephane taşıyan kağnıları ve top arabalarını çeken sığırları yakalandıkları veba hastalığından kurtarma konusunda göstermiş oldukları özverili çalışmaları ile savaşın seyrinin değişmesine büyük katkılarda bulunmuşlardır. Cumhuriyetten sonra ise askeri veteriner hekimler orduda etkin görevler üstlenmişler, özellikle gıda kontrolü konusunda önemli çalışmalara imza atmışlardır. Bunun dışında, askeri veteriner hekimlerin uğraştığı konulardan birisi de savaşta mayın aramada, iz sürmede ve kurtarmada görev alacak köpeklerin yetiştirilmesi ve eğitimi olmuştur. İşte bu yazının konusu olan Veteriner Hekim Tuğgeneral Orhan Öncül Türkiye’de ordudaki ilk köpek eğitimini başlatan kişidir.
Orhan Öncül 1927 yılında Yozgat’ta dünyaya gelmiştir. İlk ve orta öğretimini Yozgat’ta tamamladıktan sonra 1952 yılında Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesinden teğmen rütbesi ile mezun olmuştur. Askeri Veteriner Akademisinde patoloji ihtisasını yaptıktan sonra çeşitli birliklerde askeri veteriner hekimi olarak görev yapmıştır. Orhan Öncül 1961 yılında Gemlik Hayvan Deposu Üretim ve Eğitim Merkezi Komutanlığına atanmıştır. Bu kurumda yapmış olduğu başarılı hizmetler sonucu kurum Askeri Veteriner Araştırma Enstitüsü ve Eğitim Merkezine dönüşmüştür. Orhan Öncül 30 Ağustos 1980 de Tuğgeneralliğe yükselmiş ve 12 Eylül asker darbesinden sonra Gemlik ve çevresi sıkıyönetim komutanlığı görevinde bulunmuştur. 1984 yılında kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayrılan Orhan Öncül bir süre Göktaş A.Ş de Genel Müdürlük yaptıktan sonra Yalova’ya yerleşmiştir. Orhan öncül 24 Ağustos 2000 tarihinde astım hastalığı sonucu vefat etmiş ve Gemlik’te toprağa verilmiştir. Görev yaptığı süre içerisinde çok sayıda takdirname ve liyakat madalyası ile ödüllendiren Orhan Öncül’e en büyük hediye ölümünden sonra Gemlik’teki askeri birliğe Tuğgeneral Orhan Öncül Kışlası adının verilmesi ile sunulmuştur.
Rahmetli Orhan Paşayı öğrenciliğimden itibaren tanıma olanağı bulmuştum. 1970 yılında Karacabey harasında staj yaparken hocalarımız bizi Gemlik Askeri Veteriner Araştırma Enstitüsü ve Eğitim Merkezine ziyarete götürdüklerinde ilk kez tanımıştım Orhan Paşayı. Daha sonra ben de asistan olarak çok sayıda grubu Karacabey Harasına staja götürdüm ve her seferinde de öğrencilerim ile Orhan Paşa’yı ziyaret ettim. Bu ziyaretlerde Orhan Paşa’nın bende uyandırdığı ilk izlenim onun ödünsüz bir vatansever ve katıksız bir meslek sever olması idi. Ayrıca, inanılmaz derecedeki mütevazılığı da beni derinden etkilemişti. Bir keresinde Orhan Paşanın öğrenciliğinde Ankara’da fakülte kantininde çaycılık yapmış ve daha sonraki yıllarda ise Karacabey Harasında şoför muavinliği yapan rahmetli Sami Koç ile Gemlik’e gittiğimizde onu büyük bir sevgi ile karşılaması ve hatta öğle yemeğini onunla birlikte yemek istemesi bu mütevazılığının en büyük örneği idi.
Orhan Paşa’yı 1982 yılında Bursa Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesinde göreve başladıktan sonra daha da yakından tanıma olanağı buldum. Bursa Veteriner Hekimler Odası Başkanı olarak sık sık ziyaretine giderdim. Özellikle 23 Aralık Balolarına bilet satma zamanı geldiğinde mutlaka Orhan Paşanın yanına uğrardık. Sırası gelmişken söyleyeyim, Orhan Paşanın Bursa’da çok büyük bir sosyal çevresi vardı. Bursa’nın yöneticileri, gazetecileri, iş adamları ile çok sıkı dostluk bağları kurmuştu. Herkes kendisini sever ve sayardı. Bilet satma zamanı Orhan Paşaya uğradığımızda hemen telefona sarılır ve Cavit Çağlar, Ali Osman Sönmez gibi Bursa’nın ileri gelen iş adamlarına benim kendilerini ziyaret edeceğimi, çok sayıda bilet satın almalarını rica ederdi. Biz de iş adamlarını ziyarete gittiğimizde çok iyi karşılanır ve istediğimiz kadar bilet satardık. O biletlerden kazandığımız paraları da balonun düzenlenmesinde ve odanın faaliyetlerinde kullanırdık. Orhan Paşa odanın her toplantısına ve balosuna katılır, bizleri sürekli teşvik ederdi.
Orhan Paşa sadece yıllarca komutanlığını yaptığı kurumu geliştirmek ve yüceltmekle kalmadı aynı zamanda köpek eğitimi konusunda da önemli çalışmalara imza attı. Gemlik’te önceleri orduda iz sürme, mayın arama ve kurtarma çalışmalarında kullanılmak üzere Alman kurt köpeklerinin yetiştirilmesi ve eğitimi yapılıyordu. Ancak daha sonraları Orhan Paşa Amerikalıların kesinlikle eğitilemez dedikleri Anadolu çoban köpeğini Gemlik’e getirterek eğitilmesini başardı. Bu arada 1983 yılında, Sadık Dostumuz Köpekler Ailesi adlı bir kitap yayınladı. Bir ara, Gemlik’teki birliğin kapatılmasını yakın dostu Cavit Çağlar vasıtasıyla dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e ulaşarak engelledi. Ama bugün ne yazık ki Veteriner Araştırma Enstitüsü ve Eğitim Merkezi arazisinin bir bölümüne yerli otomobil üreten fabrikalar yapılacak. İki yıl önce yıllarca komutanlığını yaptığı kuruma Tuğgeneral Orhan Öncül Kışlası adı verildi. Orhan Paşayı rahmet ve saygı ile anıyorum.
Türk Veteriner Hekimliğinin Yüz Akı, Prof.Dr.Cemal Nadi Aytuğ
Türk veteriner hekimliğinden yıllardır etrafına ışık saçan büyük bir yıldız daha kaydı. Bir eğitim devrimcisi, katıksız bir vatan ve meslek sever, kendini bilime adamış yetkin bir hoca, Bursa Üniversitesi Veteriner Fakültesini çağdaş bir anlayışla kuran, her şeyden önce de adam gibi bir adam olan Prof. Dr. Cemal Nadi Aytuğ arkasında büyük bir saygı ve sevgi seli bırakarak aramızdan ayrıldı.
Cemal Nadi Aytuğ 1933 yılında Bursa’nın dağ ilçelerinden biri olan Harmancık’ta Dünyaya geldi. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesini 1955 yılında bitirdi. Askerlikten sonra Çukurova Harasında veteriner hekimi olarak çalıştı ve zootekni uzmanı oldu. Asistan olarak göreve başladığı Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Kürsüsünde 1965’de doktor, 1970’de doçent, 1977’de de profesör unvanlarını aldı. Bursa Üniversitesine bağlı olarak 1978 yılında kurulan Veteriner Fakültesine kurucu dekan olarak atandı. Beş yıl süreyle dekanlık görevini sürdürdü. Yüksek Öğretim Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte dekanlık görevinden ayrıldı. Kadrosunun bulunduğu Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesine dönmeyerek 1983 yılında emekli oldu. Emekliliğinden sonra Topkim İlaç Firmasında danışman olarak görev aldı. Bu görevi sırasında binlerce veteriner hekimi ve hayvan yetiştiricisine seminerler vererek Türkiye hayvancılığına büyük hizmetler yaptı. Ayrıca, ruhsatını aldığı ilaçlar sayesinde hayvan ve dolayısıyla insan sağlığına büyük katkılarda bulundu.
Cemal Nadi Aytuğ’u ilk kez 1967 yılında Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesinde iç hastalıklarına giriş dersi almaya başladığımız dönemde tanıdım. O yıllarda Dr. Asistan olarak bizlere iç hastalıkları kliniği uygulaması yaptırdı. İlk kez gerçek mesleki bir dersin uygulamasını görüyorduk. Bizlerin mesleğe ısınmasında Cemal Nadi Aytuğ’un yaptırdığı klinik uygulamaların büyük bir rolü olmuştur. Hastalıklara diyalektik bir bakış açısı ile yaklaşır, semptomları ortaya koyduktan sonra olmazlardan yola çıkarak eleme usulü ile sonuca varırdı. Bu yöntem bize hem mesleğimizi sevdirdi hem de olaylara yaklaşırken izlememiz gereken yol konusunda ışık tuttu. Daha sonraki yıllarda da iç hastalıkları dersleri ve klinik uygulamaları en sevdiğim derslerin başında geldi. Öyle ki, olanaksızlıklar yüzünden bir yerlere gidemediğim sömestr ve yaz tatillerinde iç hastalıkları kliniğine devam ediyordum. Yaz ve sömestr tatillerinde her gün iç hastalıkları kliniğine gider sabahtan akşama kadar hocalarımıza çömezlik yapardım. Tabii en çok da Cemal Nadi Aytuğ hocamın yanından ayrılmaz, muayene ettiği hayvanları tutar, enjeksiyonlara yardımcı olurdum. Kendisinden çok şeyler öğrendim. İleride fakültede asistan olmamda ve bilim adamlığına giden yolda Cemal Nadi hocam bana büyük bir esin kaynağı olmuştur. Bu arada çoğu arkadaşımın yanlarına bile yaklaşmaktan çekindikleri hocalarla her gün beraber olmak ve onlara yardım etmek bende büyük bir öz güven oluşturdu.
Fakülteyi bitirdikten hemen sonra zootekni kürsüsüne asistan oldum. Cemal Nadi Aytuğ hoca ile bilimsel toplantılarda, öğlenleri oturduğumuz kafeteryada ve fakülte bahçesindeki gezintiler sırasında sık sık karşılaşıyorduk. 1973 yılında, Cumhuriyetin 50.Kuruluş Yılı kapsamında Ankara’nın Ayaş ve Beypazarı ilçelerinde birlikte konferanslar verdik. Bu arada hoca yeni kurulan Elazığ ve İstanbul Veteriner Fakültelerine ders vermeye gidiyordu. 1978 yılında ise daha henüz bir yıllık profesörken yeni kurulan Bursa Veteriner Fakültesi kurucu dekanlığına atandı. Cemal Nadi Aytuğ hoca ile yollarımızın kesişmesi 1982 yılına rastlar. Ben o yıl doçent olmuştum, ancak YÖK taşrada yeni kurulan fakültelere göndermek için bize kadro vermedi. Ya Ankara’da kalıp asistan kadrosunda çalışacaktım ya da yeni kurulan fakültelerin birine gidecektim. O arada ben ve birkaç arkadaşım Cemal Nadi Aytuğ hocadan davet aldık. Tabii daha önce de yakından tanıdığım ve yeteneklerini bildiğim hocamın bu davetini hemen kabul ettim ve Bursa Veteriner Fakültesine başvurumu yaptım. Ancak bu arada Cemal Nadi Aytuğ hoca dekanlıktan ayrılmıştı. Bursa’ya gittiğimizde Cemal Nadi Aytuğ hoca İç Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapıyordu. Tabii bu durum bende büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Çünkü öğretim üyeliğine ilk adımımı atacağım Bursa’da Cemal Nadi Aytuğ hoca ile çalışmayı çok istiyordum. Yine de kısa bir süre kliniklerde birlikte çalışmak şansına eriştim. Hocayı kadrosunun bulunduğu Ankara Veteriner Fakültesine çağırdılar, ancak dönmeyerek genç yaşta emekli oldu. Onun kurmuş olduğu Karapınar’daki fakülte binalarında ve Merinos’taki kliniklerde görev yaptık. Bugün Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi bir yerlere gelmişse bunda Cemal Nadi Aytuğ hocanın çok büyük emeği ve alın teri vardır.
Cemal Nadi Aytuğ hoca ile emekliliğinden sonra görev aldığı Topkim Firmasının veteriner hekimleri için düzenlediği çalıştaylarda ve kongrelerde sık olmasa da karşılaşıyorduk. Bu arada değerli öğrencim Prof.Dr. Hasan Batmaz ile birlikte Cemal Nadi Aytuğ hocanın moderatörlüğünde Bursa’nın Harmancık ilçesinde hayvan yetiştiricilerine bir seminer verdik. Bir gün hoca telefon ederek kendi editörlüğünde basılacak Sığır Hastalıkları kitabında bölüm yazarı olmak isteyip istemediğimi sordu. Ben de severek kabul ettim. Böylece akademik yaşamımın ilk kitabına onun sayesinde sahip oldum. Daha sonra yine onun editörlüğünde Koyun Keçi Hastalıkları kitabını yazdık.
İnsanlar vardır çalışırlar, çabalarlar, güzel eserler bırakırlar fakat sessiz sedasız bu dünyayı terk edip giderler. İnsanlar vardır çalışırlar, çabalarlar, güzel eserler bırakırlar ama mensubu oldukları meslekte ve çalıştıkları kurumlarda asla silinmeyecek izler bırakırlar. İşte Prof.Dr. Cemal Nadi Aytuğ ikinci kategorideki insanlardan biri idi. Türk veteriner hekimliğine damgasını vurdu. Öğrencileri olarak, onun ışıklı yolunda yürüyerek mesleğimizin ilerlemesi yönünde çalışmak en büyük hedefimiz olmalıdır.
Askeri Veteriner Hekimi Bakteriyolog Binbaşı Ahmet Bey
Şehit Binbaşı Ahmet Bey 1890 yılında Konya’da doğdu. 1912 yılında askeri veteriner okulundan mezun oldu ve Balkan Savaşı’na katıldı. 1914 yılında askeri veteriner okulu bakteriyoloji asistanlığına atandı. Birinci dünya savaşı çıkınca Çanakkale ve ikinci Kafkas orduları grup komutanlığı ile şark cephesinde görev aldı. 5 Şubat 1919 tarihinde askeri veteriner okulu bakteriyoloji laboratuvar şefliğine atandı. Askeri ve sivil veteriner okullarının birleştirilmesiyle oluşturulan yüksek veteriner okulunda bakteriyoloji ve bulaşıcı hastalıklar öğretmenliği, aynı zamanda askeri veteriner uygulama okulunda ise bakteriyoloji öğretmen yardımcılığı görevine başladı. Kurtuluş savaşına katılmak üzere Anadolu’ya geçti. Konya askeri bakteriyoloji kurumunu kurarak bir yıl müdürlüğünü yaptı. Bir yıl sonra askeri veteriner uygulama okulundaki eski görevine döndü ve yaşamının sonuna dek bu kurumdaki görevini sürdürdü. Binbaşı Ahmet Bey daha okul sıralarında Ruam ile ilgilenmeye başlamıştı. Bu yüzden arkadaşları ona ‘Ruam Ahmet’ adını vermişlerdi. Balkan Savaşından dönen ordu hayvanları Selimiye Kışlası’na alınmışlardı. O zamanlar Selimiye Kışlası’nın hayvan revirleri askeri veteriner okulunun klinikleri olarak da kullanılıyordu. Bu hayvan revirlerindeki ruam olaylarının çokluğu ve ortaya koyduğu acıklı durum binbaşı Ahmet Bey’in ruam üzerinde çalışma kararını vermesine en etkili nedenlerden birisini oluşturmuştur. Çalışmaları sırasında ruam mikrobu kendisine de bulaşmış ve 2 Nisan 1928 tarihinde şehit olmuştur.
Türkiye’de Modern Zoolojinin ve Parazitolojinin Kurucusu, Ord.Prof.Dr.Veteriner Hekim İsmail Hakkı Çelebi
İsmail Hakkı Çelebi Türkiye’de modern Tıbbi Zooloji ve Tıbbi Parazitolojinin kurucusudur. Askeri ve sivil tıp ve veteriner okullarında, İstanbul Tıp Fakültesinde Tıbbi Zooloji, Zootekni, Tıbbi Parazitoloji dersleri vermiş, on binlerce doktor ve veteriner hekim yetiştirmiştir.
İsmail Hakkı Çelebi 1873 yılında İstanbul’da doğmuştur. İstanbul’da idadi öğretimini tamamladıktan sonra askeri baytar sınıfına girmiştir. İkinci sınıfta gönderildiği Fransa’da Alfort Veteriner Yüksek Okulunu bitirmiştir. Yurda döndükten sonra bir süre orduda hizmet etmiş, daha sonra askeri veteriner sınıfları zootekni hocalığına atanmıştır. Yüzbaşı olduktan sonra bir süre çifteler çiftliğinde veteriner hekim olarak çalışmış, daha sonra 1898 yılında İstanbul Mülkiye Baytar Mektebinde ve askeri veteriner sınıflarında tıbbi zooloji müderrisliğine tayin olmuştur. Bu arada 1897 yılında yazıp 1906 yılında bastırdığı üç ciltlik zootekni kitabı Fransa’da Alfort’daki bilgi ve deneyimlerini içerdiği için büyük ilgi görmüştür. İsmail Hakkı çelebi hem Sultanahmet’teki Mülkiye Baytar Mektebinde hem de Haydarpaşa’daki askeri veteriner sınıflarında dersler verirken bir yandan da İstanbul’da atlı tramvay işleten şirketin baş baytarlığına atanmıştır. 1909 yılında askeri ve sivil tıp okulları birleştiğinde Mektebi Tıbbiyeyi Şahane adını alan okulda müderris yardımcılığı teklif edilmiş ancak kabul etmemiştir. Onun yerine yeni kurulan Tıp Fakültesine Tıbbi Zooloji müderrisi olarak tayin edilmiştir. İsmail Hakkı Çelebi 1934 yılına kadar İstanbul’da veteriner okullarında ve Tıp Fakültesinde dersler vermiştir. Bu sırada özellikle Avrupalı bilim adamları ile sıkı ilişkiler kurmuş ve onlarla ortak çalışmalar yapmıştır. 1912 yılında üç ciltlik İlmi Hayvanatı Tıbbiye ve Ziraiye kitabını yazmıştır. Bu kitaptan tam 40 yıl sonra ilk özel zooloji kitabı yayınlanabilmiştir. İsmail Hakkı Çelebi 1914 yılında yurdumuzda ilk kez parazitoloji pratiği kitabını, 1915 yılında Fenni Feylat (parazit bilgisi) ve 1928 yılında da Türkiye’nin ilk modern Tıbbi Parazitoloji kitapları yazmıştır. 1926 yılında Tıp Fakültesinde FKB (fizik, kimya, biyoloji) dersleri konulmuş ve tıbbi zooloji ayrı bir kürsü bünyesinde okutulmaya başlamıştır. Ayrıca İsmail hakkı Çelebi Türkiye’de ilk kez Tıp Fakültesi bünyesinde Parazitoloji Kürsüsünü kurmuştur. 1933 yılında İstanbul Üniversitesi kurulunca İsmail Hakkı Çelebi ordinaryüs profesörlüğe yükseltilmiştir. 1934 yılında yapılan bir organizasyonla Parazitoloji Kürsüsü yeni kurulan Mikrobiyoloji Enstitüsüne bağlanmış ve İsmail hakkı Çelebi açıkta bırakılmıştır. Bu tarihten vefatına kadar geçen beş yılda İsmail hakkı Çelebi liselerde ücretli öğretmenlik yapmış ve geçim sıkıntısı içinde yaşamıştır. Türkiye’de sıtmayı doğuran sivrisinekler, insanlardaki helmintler ve askarisler üzerinde çok sayıda araştırma yapmıştır. Bu araştırmalar Türkçe dergiler yanında, Almanca ve Fransızca dergilerde de yayınlanmıştır. İsmail Hakkı Çelebi’nin ayrıca Türkiye’de çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmış yüzlerce yazısı vardır. İsmail Hakkı Çelebi arkasında çok büyük başarılar bırakarak 1939 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.
Veteriner Hekim Bakteriyolog Şefik Kolaylı
Şefik Kolaylı 1886 yılında Bodrum’da dünyaya geldi. Ünlü şair ve neyzen Tevfik Kolaylı’nın kardeşidir. Şefik Kolaylı 1907 yılında Mülkiye Baytar Mektebini bitirmiş ve İstanbul Pendik’teki Bakteriyolojihane-i Baytari’ye atanmıştır.1910 yılında Paris’e gönderilmiş ve Pastör Enstitüsünde 1911-12 yıllarında bir kursa katılmıştır. Lyon’daki veteriner okulunda da bir süre öğretim gördükten sonra yurda dönmüştür. Bu arada teğmen rütbesi ile askere alınmış ve kısa sürede yüzbaşı olmuştur. Birinci Dünya ve İstiklal Savaşı sırasında İstanbul’un işgali üzerine ülkede yaygın olarak seyreden sığır vebası hastalığına karşı serum hazırlamak üzere Eskişehir’de bir handa kurulan Serum Hazırlama Evinde görevlendirilmiştir. Mülkiye Baytar Mektebindeki öküzleri ve aletleri de alarak Eskişehir’e giden Şefik Kolaylı bu kurumu geliştirmiş ve hastalıkla mücadelede önemli kazanımlar sağlamıştır. İstanbul işgalden kurtulunca Pendik’e müdür olan Nikolai Bey arkadaşları ile geri dönmüştür. Şefik Kolaylı da Eskişehir’in düşman tarafından işgali üzerine kurumu ile önce Kırşehir’e sonra da Ankara Etlik’e gelmiş ve ileri ki yıllarda Türkiye’nin en önemli Bakteriyoloji Laboratuvarını kurmuştur. İstiklal savaşının bitmesinden sonra Şefik Kolaylı Pendik Bakteriyolojihanesi’ne müdür olarak atanmış, 1939 yılına kadar bu görevde kalmıştır. 1939-1945 yılları arasında Tarım bakanlığı Teftiş Heyetinde çalışmış, 1946-1951 yılları arasında da müsteşar muavinliği görevinde bulunmuştur. Şefik Kolaylı sığır vebası serumu, tavuk kolerası aşısı, antrax hastalığında teşhis, çiçek aşısı ve keçileri pleurapneumonisi konularında çalışmıştır. Şefik Kolaylı ile ilgili bir anekdot oldukça ilginçtir. Balkan Savaşı sırasında askerler açlık çekiyor, buna karşın sığır vebalı sığırlar itlaf ediliyor ve gıda olarak kullanılmıyordu. Sığır vebası hastalığının insanlara geçmeyeceğini bilen genç teğmen Şefik Kolaylı ise şiddetle hastalığa yakalanmış sığırların kesilmesini ve kavurma yapılarak askerlere yedirilmesini öneriyordu. Bu önerisi komutanları tarafından reddedildi. Bunun üzerine komutanlarına eti yiyen askerlerden biri dahi hastalanırsa kendisini kurşuna dizmelerini söyledi. Sonunda tüm bu ısrarlar karşısında etler askerlere yedirildi ve herhangi bir sorun çıkmadı. İstiklal savaşı sonrası Müslüman olmayanların devlet dairelerinden çıkarılması istendi. İşten çıkarılacaklar arasında kurumda müdürlük ve müdür muavinliği yapmış, sadakatle hizmet etmiş Nikolai Mavraoğlu da vardı. Ancak Şefik Kolaylı bu talebi reddetti. Çünkü Nikolai Mavraoğlu Şefik Kolaylı’nın hocası idi ve işgal sırasında Bakteriyolojihanenin rumlar tarafından yakılmasını önlemişti. Şefik Kolaylı’nın diretmesi üzerine Nikolai Mavraoğlu kurumda kalmış ve uzun yıllar hizmet etmiştir. Ünlü şair ve veteriner hekim Mehmet Akif Ersoy ile aynı evde kalan ve yakın arkadaş olan Şefik Kolaylı 1976 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.
Veteriner Hekimi, Gazeteci Orhan Duru
İstanbul Rumelihisarı’nda 18 Aralık 1933’de doğan Orhan Duru, 1956
yılında Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nden mezun olduktan
sonra aynı fakültede bir süre asistanlık yaptı. Daha sonra
gazeteciliğe yönelen Duru, Ulus’ta başladığı mesleğini Cumhuriyet,
Milliyet, Güneş ve Hürriyet gazetelerinde sürdürdü. Duru, gazetecilik
kariyerinde muhabir, parlamento muhabirliği, haber müdürlüğü ve yazı
işleri müdürlüğü gibi görevlerde bulundu.
Öykü ve deneme yazarlığının yanı sıra tiyatro uyarlamaları da bulunan
Duru’nun ilk öyküsü, 1953 yılında Küçük Dergi’de yayımlandı. Mavi,
Evrim, Yeni Ufuklar, Pazar Postası, Yelken ve Dost dergilerindeki
yazılarıyla dikkat çeken Duru, Ağır İşçiler adlı öyküsüyle 1970 TRT
Sanat Ödülleri Yarışmasında başarı ödülü kazandı. Türk öykücülüğünün
önde gelen isimlerinden gazeteci-yazar Orhan Duru, 25 Ocak 2009
tarihinde İstanbul’da vefat etti. Orhan Duru ayrıca İngilizce
science-fiction sözünü Türkçeye bilim-kurgu olarak tercüme eden,
kullanan ve bu sözcüğü Türkçeye kazandıran kişidir. Bu kullanım daha
sonra Türk Dil Kurumu tarafından resmîleştirilmiştir.
Orhan Duru’nun Eserleri
• Bırakılmış Biri (1959),
• Denge Uzmanı (1962),
• Ağır İşçiler (1974),
• Yoksular Geliyor (1982),
• Şişe (1989),
• Bir Büyülü Ortamda (1991),
• Kısas-ı Enbiya (1979),
• Kıyı Kıyı Kent Kent (1977),
• Hormonlu Kafalar (1992),
• İstanbulin (1995),
• Küp (2008),
• Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yıllar
• Düşümde ve Dışımda
• Yeni ve Sert Öykü
• Fırtına
• Tango Geceleri
• Sarmal–Toplu Öyküler
• Durgun ve İşsiz
• O Pera’daki Hayalet (1996),
• Sierra Madre’nin Hazineleri (B. Traven’den)
• Gizli Tarih (Prokopius’tan)
• Çağdaş Fizikte Doğa (Werner Heisenberg’den)
• Durdurun Dünyayı İnecek Var (1968 – Antony Newley ve Leslie
Bricuss’tan) • Sınırdaki Ev (1970 – Slawomir Mrozek’ten),
• Üzbik Baba (1990 – Alfred Jarry’den)
Mesleğimizin Yüz Aklarından, Dr.Yücel Akıncı
İnsanlar vardır; doğarlar, büyürler, meslek sahibi olurlar,
güzel işler de yaparlar ama bu dünyadan sessiz sedasız göçüp giderler.
Yine insanlar vardır, onlar da doğarlar, büyürler, meslek sahibi
olurlar, güzel işler yaparlar ama arkalarında bir iz bırakırlar, bu
dünyadan göçüp gitseler dahi yaptıklarıyla anımsanırlar. İşte Yücel
Akıncı’yı tıpkı Süreyya Tahsin Aygün gibi, Selahattin Batu gibi
öldükten sonra da anılacak, anımsanacak meslektaşlarımız arasında
sayabiliriz.
Yücel Akıncı, her şeyden önce bir öğrenci lideri idi. Başkanı
olduğu Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) bünyesinde çok önemli
eylemlere imzasını attı. Daha sonları O’nu bir akademisyen, bir meslek
örgütçüsü ve bir siyasetçi olarak görüyoruz. Uzun yıllar yapmış olduğu
Veteriner Hekimleri Derneği ve Türk Veteriner Hekimleri Birliği
başkanlıkları sırasında başta eski dernek binasının yıkılıp yeniden
yapılması olmak üzere meslek adına çok büyük işler başardı. 1977
yılında memleketi olan Konya’da gerek ön seçimde gerekse genel seçimde
büyük bir başarı göstererek Milletvekili seçildi. Milletvekilliği
sırasında veteriner hekimliği ve hayvancılık alanında mesleğimizin
sesi, gözü, kulağı oldu. Ama ne yazık ki, 12 Eylül askeri darbesi O’nu
daha büyük işler yapmaktan alıkoydu. Yücel Akıncı ile birlikte yaşamış olduğum çok sayıda anım
var. Onlardan bir kaçını sizlerle paylaşmak isterim. Öğrenciliğimiz
sırasında, yanılmıyorsam 1968 yılında, Ankara Kızılay’daki Büyük
Sinemada Atatürk’ü anma toplantısına gitmiştik. Bu toplantıda
heyecanlı konuşması ve hatipliği ile bir kişi dikkatimi çekmişti.
Sonradan o kişinin Türkiye Milli Talebe Federasyonu Başkanı ve bir
Veteriner Hekimi olan Yücel Akıncı olduğunu öğrendim. Bu olay Yücel
Akıncı ile ilk karşılaşmamız oldu. Daha sonra O’nu Fakültede,
Hayvancılık İşletme Ekonomisi Kürsüsü asistanı olarak tanıdım. O
yıllarda derslerimize giren Ankara Üniversitesi Rektörü Cumhur
Ferman’ın asistanlığını yapıyordu. 1970 yılının şubatında işletme
ekonomisi dersinden sınava girmiş ancak sonucu öğrenemeden Karacabey
Harası’na staja gitmiştik. Bu arada birkaç günlüğüne Ankara’ya giden
bir arkadaşımızdan sınav sonucunu öğrenmesini istemiştim. O da dönünce
işletme ekonomisi dersinden kaldığımı söylemişti. Ben de onun üzerine
derse çalışmış ve haziranda fakülte işgal edildiği için eylül ayında
tekrar sınava girmiştim ama bu kez sınavım iyi geçmemişti. Sınavı da
Cumhur hoca olmadığı için Yücel Akıncı yönetiyordu. Neyse ben sınav
kağıdını verdim ve dışarı çıktım. Bu sınavdan kalmam demek bir sömestr
kaybetmem, maddi zorluklar nedeniyle bir an önce atılmak istediğim
Meslek hayatıma altı ay sonra başlamam demekti. Ben bu heyecanla sınav sonuçlarının açıklanmasını beklerken arkadaşlar Yücel Akıncı’nın beni görmek istediğini söylediler. Yanına gittiğimde her zamanki ifadesi ile Kuzu, “sen şubatta sınava girmiş ve geçmişsin. Bir daha neden
girdin? “ diye sordu. Ben de arkadaşın kadrine uğradığımı söyleyince,
“Ama, bu sınavdan kalmışsın “ dedi. Böylece aramızda bir yakınlaşma
oldu. Daha sonra ben mezun olur olmaz asistanlığa başlayınca
ilişkilerimiz daha da gelişti. Yücel Akıncı ile asıl ortak çalışmamız ben de mesleki
örgütlerde görev almaya başlayınca hızlandı. 1973 yılının Aralık
ayında, sanıyorum 23’ünde, İsmet İnönü’nün cenazesinin kalkacağı gün
Veteriner Hekimleri Derneği genel kurulu vardı. Diş Hekimliği
Fakültesinin yeni boşalttığı Sıhhiye Sağlık Sokaktaki dernek binamızın
en üst katında genel kurul toplandı. Toplantıda çok az kişi vardı.
Nabi Emre divan başkanı, ben de yardımcısı olmuştum. Neyse,
konuşmalardan sonra sıra seçimlere geldi. Herkes yönetim kurulu için
bir aday önerdi. Seçimler yapıldı ve oyların sayımına geçildi. Yücel
Akıncı dernek inşaatında özveri ile çalışmış olan İbrahim Korten’in
başkan olmasını istiyordu. Ancak İbrahim Korten üç oy almış ve yönetim
kuruluna girememişti. Ben tutanağı hazırlarken yanıma geldi ve İbrahim
Korten’in seçilemediğini anlayınca bana, “ Canım, o üç rakamının önüne bir at, on üç olsun “ dedi. Ben de olur mu, olmaz mı derken kalemi aldı ve üçün önüne bir rakamını yazdı. Böylece İbrahim Korten üç oyla
yönetime girdi ve dernek başkanı oldu. Yücel Akıncı’ya dair bir anım da siyaset ile ilgili. 1977seçimlerini Cumhuriyet Halk Partisi kazanmış ancak hükumet oluşturacak çoğunluğu sağlayamadığı için Adalet Partisinden istifa ettirilen on bir milletvekili ile koalisyon hazırlıkları yapıyordu. Bu arada basında yeni kurulacak hükumette hayvancılık bakanlığının kurulacağı ve hatta Konya Milletvekili olan Yücel Akıncı’nın bu bakanlığa getirileceği söylentisi çıkmıştı. Ancak, on birler içinde yer alan,
önceden Devlet Üretme Çiftlikleri Genel Müdürlüğü de yapmış fanatik
bir ziraat mühendisi hayvancılık bakanlığına karşı çıkıyor ve eğer
kurulursa birkaç arkadaşı ile birlikte hükumete güvenoyu
vermeyeceğini söylüyordu. Bunun üzerine ben, Şakir Tuncer ve Savaş
Ünal, üçümüz Meclis’te Yücel Akıncı’yı ziyaret ettik ve eğer
hayvancılık bakanlığı kurulmazsa kendisinin ve hem diş hekimi, hem de
Çanakkale Milletvekili olan diğer bir meslektaşımızın tavır
koymalarını, kendisinin de büyük bir olasılıkla başına geçeceği
Hayvancılık Bakanlığının kurulmasını sağlamalarını istedik. Bunun
üzerine bize çok kızdı ve aynen şunları söyledi, “ Canım, Ülke uçuruma
sürüklenirken ben ne kendi geleceğimi, ne de mesleğimi düşünürüm.
Benim için önemli olan önce ülkem, sonra mesleğim, sonra da
şahsımdır.” Yücel Akıncı tanıdığım kadarıyla tam da adam gibi birisi idi.
Uzlaşmacı kişiliği ile siyaseti ve örgütçülüğü çok iyi bilen bir insandı
vardı. “ Nasılsın? ” diye sorulduğunda hep “ İyimserim “ derdi.
Büyük Bir Dava Adamı, Doç.Dr.Osman Nuri Koçtürk
Doç.Dr.Osman Nuri Koçtürk 1918 yılında İzmir’de doğdu. Yüksek Ziraat Enstitüsü Veteriner Fakültesinden mezun olduktan sonra Askeri Veteriner Akademisi’nde asistanlığa başladı ve biyokimya uzmanı oldu. Amerika’nın Missouri Üniversitesi’nde vitaminler, mineraller ve amino asitler üzerinde çalışmalar yaptı. Yurda dönüşünde Askeri Biyoloji Enstitüsü uzmanlığı, Askeri Veteriner Akademisi Biyokimya Kürsüsü Baş Asistanlığı görevlerinde bulundu. Ankara Tıp Fakültesi Biyokimya Kürsüsünde önce uzman sonra gıda kontrolü ve hijyen doçenti oldu. Çoğu gıda ve beslenme konularında olmak üzere 70 kitabı ve çok sayıda makalesi vardır.
Rahmetli Koçtürk’ü yakından tanıma olanağına sahip şanslı kişilerden biriyim. O’nu, gerek o dönemde televizyon olmadığı için radyoda yaptığı beslenme programlarından gerekse mesleki toplantılarda yaptığı ateşli konuşmalardan tanımış ve çok takdir etmiştim. Tam bir meslek sever, vatansever, milliyetçi ve antiemperyalist Türk aydını idi. Amerika Birleşik Devletleri’nin okullara dağıtılması için gönderdiği süt tozuna, beslenmemizi dışa bağımlı kılmak için ektirmek istediği radyoaktif elementle işaretlenmiş hibrit Sonora-64 buğday tohumuna ve yine A.B.D’ nin güçlenmemizi engellemek için dayattığı doğum kontrolüne karşı idi. Bu görüşlerini her türlü platformda o arada da mesleki toplantılarda ateşli biçimde savunur, hiç bir güçten çekinmeden cesaretle dile getirirdi. Rahmetli Koçtürk aynı zamanda şimdi dillerden düşmeyen gıda ve çevre güvenliği ile tek tıp-tek sağlık olgularını Türkiye’de ilk dile getirenlerden idi. Her katıldığı toplantıda bir gün çevre sağlığının ve gıda güvenliğinin Türkiye’de çok önemli konular haline geleceğini, çevre ve veteriner halk sağlığı konularının fakültelerimizde bir ders konusu olarak ele alınmasını defalarca dile getirirdi. Ama ne yazıktır ki Ankara Veteriner Fakültesi Biyokimya Kürsüsüne yaptığı başvuru sırf siyasi görüşlerinden dolayı kabul edilmedi. Buna rağmen mesleğine küsmedi, her toplantıya katılarak meslek severliğini gösterdi. Uzun yıllar çalıştığı Tıp Fakültesinden emekli olduktan sonra kimi sendikalarda danışman olarak görev yaptı, çok sayıda kitap ve makale yayınladı.
Ben bu yazımda, kendisi ile tanışmak onuruna erişmiş bir kişi olarak onunla ilgili bir iki anımı, özellikle genç meslektaşlarımızın onu daha yakından tanımasını sağlamak adına aktarmak istiyorum. Ben,1978 yılında yapılan Hayvancılık Kongresinde Düzenleme Kurulu Genel Sekreteri olarak görev yapıyordum. O kongreye mahsus olmak üzere tebliğleri çağrılı olarak ve ücret karşılığında dağıtmış, Koçtürk Hoca’ dan da bir tebliğ hazırlamasını rica etmiştik. Tebliği verdiğimiz tarihin üzerinden daha iki gün geçmemişti ki Hoca elinde bir metinle Fakültedeki odama gelerek tebliği hazırladığını ve parasını hemen istediğini söyledi. Ben de ” Hocam, niye bu kadar acele ediyorsunuz, tüm tebliğlerin tesliminden sonra paraları vereceğiz ” deyince, ” Oğlum, benim bu parayı barda, pavyonda yiyeceğimi sanma, alacağım para ile Yurt dışından çevre sağlığı ve gıda güvenliği ile ilgili kitaplar getirteceğim ” demişti. Koçtürk Hoca, 1960 lı yılların sonunda televizyon yayını olmadığı için radyoda beslenme konusunda programlar hazırlar ve anonsu “Beslenme Uzmanı Osman Nuri Koçtürk” olarak yapılırdı. Ben de o yıllarda genç bir Veteriner Fakültesi öğrencisi olarak programlarını ilgi ile dinler, kendisini ismen tanır, ancak Veteriner Hekimi olduğunu bilmezdim. Yıllar sonra onu tanıyıp Veteriner Hekim olduğunu öğrendiğimde kendisine ” Hocam, neden radyo programlarınızda Veteriner Hekimi olduğunuzu söylemiyordunuz? ” diye sorunca, ” Oğlum benim meslek sevgimi mi sorguluyorsun? Ben mesleğimi senden daha çok severim. Ancak o yıllarda Veteriner Hekimi olduğumu söylesem bana program yaptırmazlardı ” demişti. Gerçekten de o yıllarda Veteriner Hekimi denince sadece hayvan sağlığı ile ilgilenen bir meslek mensubu akla gelirdi. Bugünkü çalışma alanlarımızın genişliğini göz önüne aldığımızda yıllar itibariyle mesleğimizdeki somut gelişmeyi daha da kolay anlayabiliriz.
Sonuç olarak, Veteriner Hekimi Doç.Dr. Osman Nuri Koçtürk yaşadığı çağın çok ilerisinde bir kişi idi. Kendisi bu özelliğini, “Ben Dünya’ya çok erken gelmişim ” diye tanımlardı. Protest kişiliğini ise Şeyh Bedrettin ile özdeşleştirirdi. Son sözüm Veteriner Hekimliği Tarihçisi hocalarımıza olacak. Lütfen, Koçtürk Hocayı ve mesleğimize büyük hizmetleri dokunmuş büyüklerimizi öğrencilerinize tanıtın. Saygılarımla,
Sıra Dışı Bir Hoca, Ord.Prof.Dr.Samuel Aysoy
Ord.Prof.Dr.Samuel Aysoy 1885 de Gümülcine’de doğmuştur. Mülkiye Baytar Mektebini 1906 da bitiren Aysoy, 1910 yılında Fransa’ya giderek uzmanlık eğitimine başlamıştır. 1912 yılında Yurda dönüşünden sonra önce askeri ve sivil veteriner okullarında, sonra da 1920 yılında iki okulun birleşmesiyle oluşan Veteriner Yüksek Okulunda İç Hastalıkları hocalığı yapmıştır. 1933 yılında Yüksek Ziraat Enstitüsü kurulunca, bu Enstitüye bağlı Veteriner Fakültesine İç Hastalıkları Doçenti olarak atanmış, 1936 da Profesör, 1944 de de Ordinaryus Profesör olmuştur. Samuel Aysoy, Yüksek Ziraat Enstitüsünden 1946 yılında Ankara Üniversitesine nakledilen Veteriner Fakültesinde İç Hastalıkları Profesörü olarak göreve başlamıştır. Asıl branşı İç Hastalıkları olsa da renkli kişiliği nedeniyle değişik konularda da faaliyetlerde bulunmuştur. Evcil Hayvan İç Hastalıkları, Tıbbi Klinik Kılavuzu, Evcil Hayvanların Özel Hastalıkları ve Tedavisi gibi İç Hastalıkları konusundaki kitapları dışında; Ankara Kedileri, Üreme Biyolojisi, Radiestezi konusunda da eserleri bulunmaktadır. Örneğin, ” Oğlan mı, kız mı? Arzuya Göre Oğlan veya Kız Anası Olmak İçin Ne Yapmalı” başlıklı kitabı ilginçtir. Ayrıca, yaşadığı dönemde hiç bilinmeyen Radiestezi konusunda kaleme aldığı ” Tabiat Mucizeleri, Tıbbi ve Biyolojik Radiestezi, Hekimlikte Yeni Ufuklar ” adlı kitabı sadece Veteriner Hekimlikte değil İnsan Hekimliğinde de büyük yankılar uyandırmıştır. Aysoy, Radiesteziyi,” canlı veya cansız cisimlerden çıkan dalgalar vasıtasıyla cismi keşfetme ilmi ” olarak tanımlamaktadır.
Öğrenciliğimizde hocamızın tedavi biçimi ve sarkacı bir şehir efsanesi gibi dillerimizde dolaşırdı. Hatta çözümsüz hastalıklara yakalanan insanların bile hocamızın kapısında kuyruk oluşturduğu söylenirdi. Anlatıldığına göre, hocamız sarkacını insan ya da hayvan vücudu üzerinde dolaştırıyor, sarkacın titreştiği bölgeye ve titreşmenin derecesine göre hastalıkları teşhis ediyordu. 1930 yılında kurulan Veteriner Hekimler Derneğinin kurucuları arasında yer alan Samuel Aysoy 1955 yılında emekli olmuş, 1959 yılında da İstanbul’da vefat etmiştir. Bu vesileyle Samuel Aysoy hocamızı saygı ve minnetle anıyoru
Ord.Prof.Dr.Fazlı Faik Yegül
Değerli meslektaşlarım, Meslek Büyüklerimiz yazı dizisinin bu bölümünde sizlere, çoğumuzun ismini belki de ilk kez duyacağı, kökeni Veteriner Hekimliği olduğu halde başka bir alandaki çalışmaları ile ün kazanmış olan rahmetli hocamız Ord.Prof.Dr. Fazlı Faik Yegül’ü tanıtmaya çalışacağım.
Ord.Prof.Dr. Fazlı Faik Yegül meslek yaşamına Veteriner Hekimi olarak başlamış, akademik yaşamı boyunca Veteriner Hekimliği eğitimi yapan kurumların içinde yer almış ve mesleğinden hiç kopmamış olmakla birlikte, Almanya’da kimya öğrenimi gördükten sonra kendini hep kimyacı olarak tanımlamıştır. Bu bağlamda kimya derneklerinin kuruluşunda, kimya dergilerinin yayınlanmasında görev almış ve bir dönem Türkiye Kimya Derneği’nin öncüsü olan Türk Kimyagerler Cemiyetinin başkanlığını yapmıştır. Berlin’deki öğrenciliği döneminde derslerini izlediği Prof.Dr. Otto Hahn’ın etkisiyle radyoaktiviteye, atomun yapısına, çekirdek kimyasına ve izotoplara büyük ilgi duymuş, bu alanlardaki gelişmeleri çevirileri ve derlemeleri ile Türkiye’de tanıtan ilk kişilerden biri olmuştur. Ayrıca, modern kimya, elektroliz ve iyonlaşma teorileri üzerinde Türkiye’de yazı yazan ilk kişidir. Türkiye’de ilk olarak atom numarasından söz etmiş ve buna göre düzenlenmiş ilk periyodik cetveli hazırlamıştır. İlk kez modern kimya, elektroliz ve iyonlaşma teorileri üzerinde yazılar yazmış. ayrıca kimya literatüründeki çok sayıda maddeye ya yeni adlar vermiş ya da adlarını değiştirmiştir.
Ord.Prof.Dr.Fazlı Faik Yegül 1882 yılında Selanik’te doğdu. İlk ve orta öğretimini Selanik’te tamamladıktan sonra 1899’da İstanbul’daki Mülkiye Baytar Mekteb–i Alisi’ne girerek 1903 yılında mezun oldu. Mezuniyetten sonra altı ay süreyle Baytar Müfettişi olan hocası Abdullah Beyin yanında staj yaptı. Bu sırada Abdullah Beyin yardımcısı Mehmet Akif Ersoy ile tanıştı. Stajı takiben Kırklareli Baytarlığına atandı. Bu görevine ek olarak bazı okullarda Türkçe dersleri verdi ve İstanbul’da yayınlanan İkdam ve bugünkü Türkçe ile adı Veteriner ve Ziraat olan dergilerde yazılar yazdı. Bu dergilerde Dünya’da ilk kez bulunan verem aşısı hakkında yazıları bulunmaktadır. Daha sonra mezun olduğu Mülkiye Baytar Mekteb-i Alisi’nde doğum ve kimya hocalığı görevine atandı. Bu görevi sırasında Osmanlı’da ilk sivil Veterinerliğin kurucusu Mehmet Ali Bey ve Milli Şair Mehmet Akif Ersoy ile birlikte bugünkü Türkçe ile adı Veteriner Dergisi olan bir dergi çıkardı ve bu dergide Veteriner Hekimliğinin sorunlarına ilişkin yazılar yazdı.
Ord.Prof.Dr.Fazlı Faik Yeğül’ün mesleki yaşamındaki büyük değişiklik İkinci Meşrutiyetten sonra sınav kazanarak gittiği Berlin Üniversitesi’nde dönemin en büyük kimyacılarının derslerine devam etmesi ve uygulamalara katılması suretiyle oldu. Bu esnada Prof.Dr.Otto Hahn’ın etkisiyle radyoaktivite ve atomun yapısı konularına büyük ilgi duydu ve bu ilgisi yaşamının sonuna kadar devam etti. İstanbul’a döndüğünde bir yandan Baytar Mekteb-i Alisi’ndeki görevine devam ederken bir yandan da Darülfünün (İstanbul Üniversitesi) Fen Fakültesinde Organik Kimya Öğretim Üyesi olarak görevlendirildi.
Ord.Prof.Dr.Fazlı Faik Yegül, uzun süre Askeri Baytar Mektebi ile Mülkiye Baytar Mektebinin birleşmesinden oluşan Baytar Mekteb-i Alisi’nde ve Darülfünun Fen Fakültesinde hocalık görevini sürdürdükten sonra 1933 yılında Ankara’da kurulan Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün Genel Sekreterliğine atandı. Bu arada Enstitüye bağlı Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Enstitüsü’nde Adli Tıp ve Toksikoloji dersleri verdi. 1936 yılında Adli Tıp ve Kimya Profesörlüğü unvanlarını aldı. Haziran 1944’de Ordinaryus Profesörlüğe yükseldi. Daha sonra Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Enstitüsü’nden ayrılan Farmakoloji ve Toksikoloji Enstitüsüne Başkan olarak atandı ve emekli oluncaya kadar bu görevine devam etti. Fazlı Faik Yegül iki dönem Veteriner Fakültesi Dekanlığı ve bir dönem de Yüksek Ziraat Enstitüsü Rektörlüğü yaptı. Temmuz 1947’de emekli olan Fazlı Faik Yegül Ekim 1965’de Ankara’da vefat etti.
Fazlı Faik Yegül özel yaşamını şöyle anlatmaktadır. “ 1908 Ağustosunda evlendim ve hiç çocuğum olmadı. Resimden ve müzikten çok hoşlanırım. Kitap merakım çok büyüktür. Karımın vefatından sonra kitaplarımı ve dergilerimi dostlarıma ve öğrencilerime dağıttım. Almanca, Fransızca ve İtalyanca dillerini yazacak ve okuyacak kadar bilirim.” Rahmetli Veteriner Tarihi hocamız Prof.Dr.Nihal Erk Fazlı Faik Yegül’ü şu şekilde tanımlamaktadır. “ Hocamız sakin yapılı, düzenli ve son derece dakik bir insandı. Derslere tam zamanında gelir, önce çok alçak bir sesle anlatmaya başlar, tam sessizlik sağlanınca sesini biraz yükseltirdi. Mesleğini çok sever, meslektaşlarına yardım etmekten kaçınmazdı. Hocamız çok zarif, şık ve nazik bir insandı. “
Rahmetli hocamız Fazlı Faik Yegül’ü saygı ve minnet duygularımla anıyorum.
İdealist Bir Veteriner Hekimi ve Siyasetçi, Hasan Ali Türker
Meslek tarihimize adını altın harflerle yazdırmış olan büyüklerimizi hatırlamak ve hatırlatmak amacıyla başlattığımız yazı dizisinin bu bölümünde sizlere, ne yazık ki meslektaşlarımız tarafından yeterince tanınmayan fakat kısa sayılacak ömrüne Ülkesi ve Türk Veteriner Hekimliği adına yapmış olduğu çok değerli hizmetleri sığdıran Siyasetçi ve Veteriner Hekimi Hasan Ali Türker’i tanıtmak istiyorum. Rahmetli Hasan Ali Türker 1916 yılında Balıkesir’in Savaştepe İlçesinde dünyaya gelir. İlk ve orta öğretimini doğduğu ilçede tamamladıktan sonra kaydolduğu Balıkesir Lisesini 1935 yılında bitirir. Daha sonra Yüksek Ziraat Enstitüsü Veteriner Fakültesine girerek başarılı bir öğretim döneminden sonra 1939 yılında mezun olur. Askerlik görevinden sonra İzmit’te meslek hayatına başlayan Hasan Ali Türker daha sonra Konya, Balıkesir ve Samsun İllerinde Veteriner Hekimi olarak görev yapar. Bu arada Zootekni ve Yetiştirme Hastalıkları konusunda ihtisas yapar. Samsun’dan sonra Ankara’da görevlendirilen Hasan Ali Türker oradan da Tarım Bakanlığı tarafından bilgi ve görgüsünü artırmak amacıyla Amerika Birleşik Devletlerine gönderilir. Amerika dönüşü Veteriner İşleri Genel Müdürlüğünde Salgın Hastalıklar Şube Müdürü olarak görevlendirilir. Hasan Ali Türker 1961-63 ve 1965-67 yıllarında iki dönem Veteriner Hekimleri Derneği Başkanı olarak görev yapar. Ayrıca Türk Veteriner Hekimleri Birliği Merkez Konseyi Üyeliği görevinde de bulunur. Hasan Ali Türker 27 Mayıs İhtilalinden sonra kurulan Cumhuriyet Senatosunun 1961 yılında yapılan ilk seçimlerinde Balıkesir Senatörlüğüne seçilir. 1963 yılında yapılan Senato Yenileme Seçimlerini de kazanarak tekrar Balıkesir Senatörü olur. Bu arada Cumhuriyet Senatosu Bütçe-Plan Komisyonu Başkanlığı gibi çok önemli bir görevi de başarıyla sürdürür. Senatörlüğü devam ederken 1 Aralık 1967’ da vefat eder. Hasan Ali Türker kıymetli meslektaşımız Doç.Dr.Sevinç Türker’in de babasıdır.
Hasan Ali Türker Ülkesini ve mesleğini çok seven bir insandı. Hayvancılığın, Türkiye’nin kalkınması ve sanayileşmesinde çok önemli bir yeri olduğunu savunur, hayvansal ürünlerde üretim ve tüketim dengesinin sağlanmasının halkın sağlıklı beslenmesine olan katkısını sürekli vurgular, hayvancılıktaki verim artışının iyi düzenlenmiş bir sosyal politika ile desteklenmesi halinde ulusal refahın artacağına inanırdı. Meslek sevgisi o kadar büyüktü ki, Senato Üyesi iken Hayvancılık Kongresine gelmeyip bir Otelin açılış törenine katılan Parti Genel Başkanını eleştirdiği için Tarım Bakanı olarak Cumhurbaşkanına gönderilen Bakanlar Kurulu Listesinden adı çıkarılmıştı. Veteriner Hekimleri Derneği Başkanlığı, Konsey Üyeliği ve Cumhuriyet Senatosu Üyeliği sırasında hem Ülkesi, hem de mesleği adına çok önemli hizmetlerde bulundu. Bunlardan en önem önemlisi Hekimlerinin özlük hakları ile ilgilidir. Devlet Personel Yasası çıkmadan önce memurlar barem usulüne göre maaş alıyorlardı. Barem usulünde maaşlar oldukça düşüktü. Hele Veteriner Hekimlerin maaşları öteki Devlet memurlarına göre daha da azdı. Rahmetli Türker, Senato Üyesi olarak verdiği bir yasa teklifi ile Veteriner Hekimlerine maaşlarına ilave olarak 1000 TL tazminat ödenmesini sağladı. Böylece ilçede Veteriner Hekimi Kaymakamdan, ilde Veteriner Müdürü Validen daha fazla maaş alır duruma geldi. Doğal olarak bu durum kamu çalışanları arasında Veteriner Hekimlere önemli bir ayrıcalık sağladı. Ben de, mezun olur olmaz maaşıma ilave olarak bu tazminatı almıştım. Rahmetli Türker’in meslek adına yaptığı diğer önemli bir hizmet de 1963 yılında çıkarılan Tübitak Yasasının Cumhuriyet Senatosunda görüşülmesi sırasında verdiği bir önergenin kabul edilmesi ile taslakta yer almayan Veterinerlik ve Hayvancılık Grubunun Tübitak bünyesinde kurulmasını sağlamasıdır. Bu bağımsız grup yıllar boyunca özellikle Veteriner Hekimi araştırmacılara büyük katkılar sağlamıştır. Öte yandan, Senato Üyeliği sırasında Kars’ta ve İzmir’de Veteriner Fakültesi kurulması için yasa teklifi vermiştir. Samsun’da bir Aygır Deposunun, Ankara’da da Şap Enstitüsünün kurulması konusunda çok büyük çabaları olmuştur.
Hasan Ali Türker’in hayatı, mesleğini çok seven bir siyasetçinin mesleği adına neler yapabileceğini gösteren bir ayna gibidir. Kısaca özetlemek gerekirse Hasan Ali Türker, mesleğinin önemine ve toplumsal gücüne hep inanmış, mesleğini her ortamda savunmuş ve sahiplenmiş bir kişi idi. Değerli meslek büyüğümüzü minnet, rahmet ve şükranla anıyorum.
Şair, Operet Yazarı, Siyasetçi, Veteriner Hekimi Prof.Dr.Selahattin Batu
Veteriner Hekimliği tarihine adını altın harflerle yazdırmış meslek büyüklerimizi hatırlatmak adına başladığımız yazı dizisinin bu bölümünde şair, tiyatro ve operet yazarı, çevirmen, veteriner hekimi, akademisyen, edebiyatçı ve siyasetçi bir büyüğümüzü, Prof.Dr.Selahattin Batu’yu tanıtmaya çalışacağım.
Selahattin Batu, 25 Aralık 1905 yılında Çanakkale’nin Eceabat İlçesinde Dünyaya geldi. İlk öğretimini Lapseki’de, orta öğretimini Gelibolu’da tamamladıktan sonra 1921 yılında İstanbul Öğretmen Okuluna kaydoldu. Aynı yıl girdiği bir sınavı kazanarak İstanbul Yüksek Veteriner Okulu’na nakil oldu. Yükseköğretimini 1925 yılında bitiren Batu, 1926 yılında aynı okula asistan olarak atandı. Selahattin Batu 1927 yılında Tarım Bakanlığı tarafından gönderildiği Almanya’da Hannover Veteriner Yüksek Okulu ve Berlin Ziraat Fakültesinde ihtisasını ve doktorasını tamamlayarak 1930 yılında Yurda döndü. Batu, Veteriner Yüksek Okulunun 1933 yılında Ankara’da açılan Yüksek Ziraat Enstitüsüne katılıp Veteriner Fakültesi adını alması üzerine bu Fakültenin Zootekni Enstitüsüne şef olarak atandı. 1936 da doçent, 1941 de profesör olan Batu iki dönem de Fakülte Dekanlığı görevinde bulundu. Batu ayrıca Hasanoğlan Köy Enstitüsünde zootekni dersleri de vermiştir. Selahattin Batu 1943 yılında 7.Dönem Çanakkale Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde görev yaptı. Dört yıl sonra bu sefer Ankara Üniversitesine katılan Veteriner Fakültesine dönen Batu emekli olacağı 1969 yılına kadar bu Fakültede Zootekni Kürsüsü Başkanı olarak akademik yaşamını sürdürdü. Selahattin Batu, Türk Dil Kurumu Üyeliği, Unesco Yönetim Kurulu Üyeliği ve Uluslar Arası Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde de bulundu. 24 Mayıs 1973 yılında vefat eden Batu’nun 31 kitabı ve 40 dan fazla makalesi bulunmaktadır. Çok iyi derecede Almanca ve Fransızca bilen Batu, ünlü diplomat ve siyasetçi İnal Batu’nun babası, sanatçı Pelin Batu’nun da dedesidir.
Selahattin Batu edebiyata şiir yazarak başlamıştır. Öğrenciliğinde Aydınlık Dergisine şiirler yazmakla başlayan şairliği daha sonraları Varlık, Türk Dili ve Hisar Dergisi ile devam etmiştir. Şair şiirlerini Bursa’da Yeşiller (1949) ve Rüzgarlı Su (1961) adlı kitaplarda toplamıştır. Şiirlerinde yalın, anlaşılır bir dil kullanmış, doğaya ve insana önemli yer vermiş, yaşama dair gözlemlerini ve izlenimlerini öne çıkarmıştır. Ayrıca, ünlü Alman Şairi Goethe’nin eserlerini Türkçeye çevirmiştir. Selahattin Batu yazarlığa 1942 yılında Ulus Gazetesinde başlamıştır. Yazıları daha çok düz yazı, gezi notları ve deneme türlerindedir. Ayrıca batılı birçok eseri de Türkçeye çevirmiştir. Suut Kemal Yetkin ile birlikte 1947 yılında çıkardıkları Edebiyat ve Sanat Dergisinde çok sayıda yazısı yayınlanmıştır. Yazarın İnsan ve Sanat (1945 ) adlı bir deneme yazısı ile Romancero (1953), İsviçre Günleri (1966), Avusturya ve Venedik Günleri (1970), İspanya Büyüsü (1972) adlı gezi notları mevcuttur. Yazar tüm yazılarında canlı, şairane bir dil ve renkli bir üslup kullanmıştır.
Selahattin Batu’nun tiyatro eserlerinde Yunan trajedilerinin etkisi görülür. Konularını Türk ve Yunan efsanelerinden alan bu oyunlarda hümanist görüşe ağırlık verilmiştir. Ankara Devlet Tiyatrosunda sahneye konulan Güzel Helena adlı oyunu manzum olarak Almancaya çevrilmiş ve Avusturya’da Bregenz’de yapılan Uluslar Arası Tiyatro Eserleri Yarışması’ nda ikincilik ödülü kazanmıştır. Aynı oyun Viyana Devlet Tiyatrosu tarafından Bregenz’de oynanmıştır (1950). Batu, eski Yunan trajedisine uyan eserler yazan ilk Türk şâiridir. Yazarın Güzel Helena (1954) dışında, İphigenia Tauriste (1943), Kerem ile Aslı (1943), Oğuzata (1955) sayılabilir. Yazar ayrıca, Adnan Saygun’un Atatürk Oratoryosu için bir bölüm ve yine Adnan Saygun’un Kerem (1953) ve Köroğlu (1971) operetleri için de birer libretto yazmıştır. İphigenia Tauriste adlı eserinde Europides ve Goethe ile ortak olarak İphigenie mitolojik kahramanını kullanmıştır. Kerem adlı operete yazdığı bölümde ise başta Mevlana olmak üzere kimi tasavvufi ögelere de yer vermiştir.
Çok yönlü bir insan olan ve Yurt dışında da tanınan hocamızı saygı, minnet ve minnetle anıyorum.
Veteriner Hekimi Tuğgeneral Ord.Prof.Dr.Süreyya Tahsin Aygün
Çalışmalarıyla tarihe mal olmuş meslek büyüklerimizle ilgili yazı dizisinin bu bölümünde sizlere Veteriner Hekimi Tuğgeneral Ordinaryus Profesör Dr.Süreyya Tahsin Aygün’ü tanıtmaya çalışacağım. Aygün en başta, Askeri bir Veteriner Hekimi olarak, Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşlarına katılıp savaşın seyrini değiştiren ve Tuğgeneralliğe kadar yükselen istiklal madalyalı bir kahramandı. Ayrıca, sivil yaşamında kök hücre üzerindeki çalışmaları ve talidomid etkin maddeli ilacı yasaklatması ile insan sağlığına unutulmaz katkıları olmuştur. Aygün, keşfettiği aşılar ile de veteriner bilimine, hayvan sağlığına ve ülke ekonomisine hizmet etmiş bir bilim adamı ve üniversitedeki çalışmalarıyla binlerce veteriner hekimi yetiştirmiş bir hoca idi. Kısacası Süreyya Tahsin Aygün bir Veteriner Hekimi, savaş kahramanı bir asker, bir mucit, bir bilim adamı, bir hoca ve bir veteriner halk sağlıkçısı olarak adını Türk ve Veteriner Hekimliği tarihine altın harflerle yazdırmıştır.
Bu değerli insan,1895’de İstanbul’da doğmuştur. İlk ve orta öğrenimden sonra Haydarpaşa’daki Askeri Veteriner Okuluna girmiş, 1910-1914 yılları arasında I. Dünya savaşına katılmış, savaşın bitmesinden sonra Okulunu tamamlayarak Veteriner Hekim Üsteğmen rütbesiyle orduya katılmıştır. Kurtuluş savaşı sırasında Ankara’da Serum ve Aşı Enstitüsünde uzman ve müdür olarak çalışmış, 10 Eylül 1924’ te Almanya’ya gönderilmiş, Berlin Devlet Hıfzıssıhha Enstitüsünde bakteriyoloji, viroloji ve bulaşıcı hastalıklar ihtisasını yapmış, 1926’da Berlin Yüksek Veteriner Okulunda “ Pleura Pneumonia Contagiosa’nın Etyolojisi “ konulu doktorasını tamamlamıştır. Çalışma alanındaki gelişmeleri takip etmek amacıyla Fransa’da Pasteur, Almanya Frankfurt’ta Experimentelle Therapi ve Berlin’de Robert Koch Enstitülerinde, Viyana’da Mödling Serum Aşı Enstitüsünde çalışmıştır. 22 Ekim 1927’de yurda dönerek bizzat Atatürk’ün talimatıyla Etlik Askeri Bakteriyoloji Serum Aşı Enstitüsü Laboratuvar Şefliği ve Müdürlüğüne atanmıştır. Bu arada eş zamanlı olarak Ziraat Vekaleti Fen Müşavirliği ve Etlik Merkez Laboratuarı Şefliği görevlerinde de bulunmuştur. Ayrıca, uzun yıllar Veteriner Sağlık Müşavere Heyeti ve Sağlık Şurası’nda üye ve başkan olarak görev yapmıştır. Süreyya Tahsin Aygün, Üçüncü Ordu Müfettişliğinde Veteriner Mütehassısı olarak çalışırken Başbakan İsmet İnönü’nün onayıyla 1933 de açılan Yüksek Ziraat Enstitüsü Veteriner Fakültesine atanmış ve 1934’ de doçentliğe, 1937’ de profesörlüğe ve 1944’de de ordinaryüslüğe yükselmiştir. Süreyya Tahsin Aygün, 3 Ağustos 1946’da Tuğgeneralliğe terfi etmiş, 1950 yılında ise ordudan istifa ederek çalışmalarına Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi olarak devam etmiştir. 9 Aralık 1981’de yatmakta olduğu Gülhane Askeri Tıp Akademisinde vefat eden Ord.Prof.Dr.Süreyya Tahsin Aygün, 15 Aralık 1981 de Fakültede düzenlenen törenin ardından toprağa verilmiştir. İngilizce, Fransızca ve Almanca dillerini çok iyi bilen Süreyya Tahsin Aygün’ün yayınlanmış 18 kitabı ve 83 makalesi bulunmaktadır.
Süreyya Tahsin Aygün Türkiye hayvancılığına en büyük katkıyı hayvan hastalıklarına karşı bulduğu aşılar ile yapmıştır. İstiklal savaşı sırasında Ankara Etlikdeki laboratuvarda sığır vebası başta olmak üzere kimi hastalıklara karşı hazırladığı aşı ve serumlarla hayvanların tedavisine katkıda bulunmuştur. Daha sonraki yıllarda “Türk Üniversal Antrax“ aşısını ve “Tablet Antrax Aşısını“ bularak hayvanlarla insanlar arasında müşterek bir zoonotik hastalık olan şarbonun yayılmasını, hayvanları dolayısıyla da insanları öldürmesini engellemiştir. Bu buluşu ile de sadece hayvan sağlığına değil, aynı zamanda insan sağlığına da hizmet ederek Türkiye’nin ilk Veteriner Halk Sağlıkçılarından birisi olmak onurunu kazanmıştır. Aygün’ün diğer bir buluşu da, “ Dayanıklı Kuru Sığır Vebası Aşısı “ dır. Önceki aşılar 7-10 günden aşağı dayanmıyor ve kısa sürede bağışıklık sağlama güçlerini yitiriyorlardı. Oysa Aygün’ün bulduğu yeni aşı uzun süre dayanıklı, yüksek bağışıklık gücüne sahip, küçük hacimli ve bu nedenle de stoklamaya ve nakle uygun bir aşı idi. Aygün ayrıca, hastalık teşhisinde kullanılan “Tablet Mallein” ve “Tablet Tüberkülin” ü bularak hastalıkların eradikasyonunu kolaylaştırmıştır.
Süreyya Tahsin Aygün yapmış olduğu doku kültürü ve kök hücre içerikli çalışmaları ile halk sağlığı konusunda büyük hizmetlerde bulunmuş, “ Doktorlar İnsanları, Veteriner Hekimleri İse İnsanlığı Tedavi Eder “ özlü sözünü haklı çıkarmıştır. Aygün, doku kültürü konusundaki ilk çalışmalarına tavuk embriyosunda virus üretmek amacıyla başlamıştır. Daha sonra, koyun embriyosundan elde ettiği deri ve akciğer dokusu ile 400 doku kültürü hazırlamıştır. Böylece 7 ayrı virusu doku kültüründe yetiştirip üretmiştir. Bu çalışmaları sırasında, doku kültüründe ürettiği koyun çiçek virusunu koyunlarda titrasyonu sonucunda İnvitro Titrasyon Testini bulmuştur. Aygün daha sonra insanlarda kök hücre çalışmalarına başlamış ve cenindeki genç, henüz olgunlaşmamış hücrelerin büyük bir tedavi gücüne sahip olduğunu keşfetmiştir. Böylece, Enjeksiyon İmplantasyon adını verdiği yöntem ile mongol çocukları ve LSD hastalarını tedavi etmiştir. Daha sonra insanlardaki kök hücre çalışmalarına ağırlık vermiş, ceninden alıp doku kültüründe ürettiği kök hücreleri intra venöz ve intra musküler yolla insana vermiş, cenindeki organın dokusundan ürettiği kök hücrelerinin, hasta insandaki aynı organdaki dokuya kan yoluyla giderek kendini o dokudaki hücreler yerine koyup fonksiyonunu üstlendiğini ve bozukluğu düzelttiğini bulmuştur. Bu yolla da tümörleri, şizofreniyi, kalp, karaciğer ve böbrek hastalıklarını ve felci tedavi etmiştir. Almanya’da 1960 yılında adına kurulan “Aygün Institut” de 200 Alman çocuğu kök hücre ile tedavi etmiş, yazdığı kitapta hayvan ceninleri üzerindeki çalışmalarını ilk kez Dünyaya Kök Hücre olarak tanıtmış ve ilan etmiştir. Bu arada, sırası gelmişken hep üzüldüğüm bir konuya değinmek istiyorum. Rahmetli hocamız emekli olduktan sonra o zaman tek olan Ankara Veteriner Fakültemizden ve Bakanlıktan kök hücre çalışmalarını sürdürebileceği bir laboratuvar talep etmiş ama ne yazıktır ki her iki kurumdan da olumsuz yanıt almıştır. Buna karşılık ziraat mühendislerinin yönetimindeki Ankara Etimesgut Şeker Fabrikası hocamıza kapılarını açarak bir laboratvuar kurmuş ve çalışmalarının devamını sağlamıştır. Süreyya Tahsin Aygün Şeker Fabrikasındaki kök hücre çalışmalarını Tıp Fakültesi hocalarının da asistanlığında sürdürürken Tabip odaları, “ Bir Veteriner Hekimi insanlar üzerinde nasıl çalışma yapabilir? “ bağnaz düşüncesi ile mahkemeye başvurmuş ve insanlık adına yapılan bu çalışmaları durdurmaya çalışmıştır.
Süreyya Tahsin Aygün’ün insan sağlığı konusundaki en büyük hizmeti Talidomid etkin maddesi içeren Contergan adlı ilacın Türkiye’ye girişinine engel olmasıdır. Bu ilaç, 1957 Almanya Aachen’de Grünenthal Firması tarafından hamile kadınların uyku sorunlarına ve sabahleyin duydukları rahatsızlıklara karşı üretildi. Kısa sürede başta Almanya olmak üzere Dünyanın 50 ülkesinde yaygın olarak kullanıldı. İlaç bu Ülkelerde tespit edilebildiği kadarıyla 90.000 den fazla düşüğe ve 10.000 den fazla sakat ve ölü doğuma neden olmuştur. Bu ilacın mucidi olan iki doktor Hitler’in ari ırk çalışmalarına katıldıkları için Nürberg Mahkemesinde yargılanmışlardır. Contergan bir çocuk doktorunun duyarlığı ve itirazı üzerine 1961 yılında toplatılarak piyasadan kaldırılmıştır. Bu ilaç o yıllarda sadece Türkiye’ye ve A.B.D’ne girememiştir. Bu ilacın Türkiye’ye girmemesinde en önemli rolü Süreyya Tahsin Aygün oynamıştır. Contergan’ın özellikle Almanya’da yeni doğanlarda yaptığı ağır tahribatı gören Süreyya Tahsin Aygün Talidomitin tavuk embriyosunda kültürünü yaparak oluşturduğu teratolojik etkiyi tespit ederek, ilacın ruhsatlanmaması için Sağlık Bakanlığı’na başvuruda bulunmuştur. Nitekim bu başvuru üzerine Contergan ruhsat alamamış ve dolayısıyla Türkiye’ye girememiştir. Bu konuda kimi bilim adamları ilacın Türkiye’de ruhsat alamamasında dadece kendi etkilerinin olduğunu iddia etmekte iseler de, Dr.Mustafa Gerçeker’e atfen Medikal Tribün Dergisinde çıkan bir yazıda Süreyya Tahsin’in evinde ilacın ruhsat almaması için Bakanlığa yaptığı müracaatın dokümanlarının bulunduğu bildirilmekte ve tavuk embriyosundaki çalışmaları doğrulanmaktadır.
Tüm bu büyük başarılarının yanında Süreyya Tahsin Aygün’ün birçok çalışması daha vardır. Keçilerde büyük ölümlere neden olan Keçi Ciğer Ağrısı hastalığının etkeninin Hemoglobinophilus pleuropneumonica contagiosa caprae olduğunu bulmuştur. Temel gıdalarımızdan olan sucuk, pastırma ve yoğurtun gıda değeri, teknolojisi ve kontrolü üzerinde çalışmalar yapmış, yoğurdun antimikrobiyal etkisini ilk kez ortaya koymuştur. Sivrisinek larvalarının balıklarla imhası konusunda da çalışması vardır.
Son sözler olarak, Süreyya Tahsin Aygün’ün Atatürk ile yakın arkadaş olduğu, Trablus’ta birlikte savaştıkları ve Atatürk’ün hasta katırları ayağa kaldırması konusundaki emrini kısa sürede yerine getirerek takdirini kazandığı söylenmektedir. Ayrıca, önceki yazılarımdan birinin konusunu oluşturan ve Fransa’da insanlar için hazırladığı ruam aşısını denek bulamayınca kendine yapınca ruama yakalanıp şehit olan Kemal Cemil Bey’i Fransa’ya gönderenin de Aygün olduğu rivayet edilmektedir. Şu gerçeği bütün içtenliğimle ve derin bir acı duyarak vurgulamak isterim ki, Türkiye’deki Veteriner ve Tıp camiası hayvan ve insan sağlığına unutulmaz hizmetleri dokunan bu büyük şahsiyetin değerini bilmemiş ve sahip çıkmamıştır. Adına Almanya’da Enstitü kurulan bu büyük insanın adı Türkiye’de hiçbir insan ve hayvan sağlığı kuruşuna verilmemiştir. Batılı bir bilim adamı olsa Nobel’e aday gösterilmesi kesin olan rahmetli Aygün kendi Ülkesinde İstiklal Madalyası hariç dikkate değer bir ödüle bile layık görülmemiştir. Sözlerimi bitirirken eserlerinden yararlandığım değerli hocam Prof.Dr.Ferruh Dinçer’e teşekkür eder, Ord.Prof.Dr.Süreyya Tahsin Aygün’ü minnet, hürmet ve rahmetle anarım.
İlklerin Adamı, Prof.Dr.Afif Sevinç
Bazı insanlar vardır; doğarlar, büyürler, meslek sahibi olurlar, çalışırlar, çabalarlar, iyi işler yaparlar, sonra da sessiz sedasız bu Dünyadan göçüp giderler. Bazı insanlar da vardır; onlar da doğarlar, büyürler, meslek sahibi olurlar, çalışırlar, çabalarlar, üretirler, bu dünyadan göçüp giderler ama arkalarında bir iz bırakırlar, öldükten sonra da hatırlanırlar. Afif Hoca, bu ikinci kategorideki insanlar arasında idi.
Benim ilk asistanlığını yapma şerefine eriştiğim ve akademik yaşamımı borçlu olduğum Prof.Dr. Afif Sevinç 1921 yılında Mardin’de saygın bir ailenin çocuğu olarak Dünyaya geldi. İlk ve Orta Öğretimini Mardin, Diyarbakır ve Yozgat’ta tamamladıktan sonra kaydolduğu Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü Veteriner Fakültesinden 1945 yılında askeri veteriner hekimi olarak mezun oldu. Bir yıl kadar Askeri Veteriner Tatbikat Okulunda eğitim gördükten sonra Türk Silahlı Kuvvetlerinin çeşitli birliklerinde askeri veteriner hekimi olarak çalıştı ve daha sonra Ankara’da ki Askeri Veteriner Akademisine asistan olarak tayin oldu. Afif Hoca bu süreçte Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Zootekni Kürsüsünde doktora çalışmalarına başladı. Afif Hocanın yaşamının dönüm noktalarından birisi de 1955 yılında Nebraska Anlaşması ile Amerikalı Profesör Fred Mc Kenzie’nin Ankara’ya gelip Veteriner Fakültesinde Reprodüksiyon ve Sun’i Tohumlama dersleri vermeye başlamasıdır. İyi İngilizce bildiği için konuk profesörün derslerinde tercüman olarak görev alan Afif Hoca bu nedenle Kıdemli Yüzbaşı iken ordudan ayrılıp doktorasını da tamamladığı zootekni Kürsüsüne asistan olarak atandı ve Mc Kenzie’nin gidişinden sonra ise Zootekni Kürsüsü bünyesinde Suni Tohumlama derslerini vermeye başladı. Böylece ilklerin adamı olan Afif Hoca Türkiye’de Reprodüksiyon ve Suni Tohumlama dersini veren ilk Türk unvanına hak kazanmıştır. Afif Hocanın “Sığırlarda Sun’i Tohumlama ve Türkiye’deki Tatbikatı” başlıklı doktora tezi bu alanda yapılan ilk çalışmadır ve daha sonraları bölgesel çalışmalarla Türkiye’de Sığır Sun’i Tohumlamasının deyim yerindeyse haritasını çıkarmıştır. Afif Hoca 1958 yılında Nebraska Anlaşması kapsamında Amerika Birleşik Devletlerine gitmiş ve Michigan Devlet Üniversitesi Reprodüksiyon Laboratuvarında Dr. Hafs ile birlikte çalışmaya başlamıştır. Bu çalışmaları sırasında koç ve boğa spermasının sulandırılması ve dondurulması konularında araştırmalar yapar. Bu dönemde koç spermasının dondurulması konusunda yaptığı çalışma ( Fertility of frozen and Unfrozen Ram Semen. J.Anim.Sci., 20, 1, 79-84, 1961 ) bir Türk bilim adamı tarafından yapılan ilk çalışmadır. Amerika’da boğa sperması üzerinde yaptığı çalışmaları Türkiye’ye dönüşünde derleyen Afif Hoca hazırlamış olduğu “ Boğa Spermasının Kesif Olarak Dondurulması ve Eritildikten Sonra Çeşitli Mahlüllerle Tekrar Sulandırılması ” başlıklı tezini vererek 1962 yılında doçent oldu. Bu çalışma da boğa spermasının sulandırılması ve dondurulması konusunda Türkiye’de yapılan ilk çalışmadır. Afif Hoca doçent olduktan sonra 1964 yılında Fullbright Bursu ile tekrar Amerika Birleşik Devletleri’ne gider ve Michigan Devlet Üniversitesi Reprodüksiyon Laboratuvarında Dr.Hafs ile yarım bıraktığı çalışmalarına devam eder. Bu süreçte yaptığı “ Experiments on Sex Control by Electrophoretic Seperation of Spermatozoa in Rabbits. J. Reprod. And Fertility, 16, 1, 7-14, 1968) adlı araştırma Dünya’da ve Türkiye’de spermlerde cinsiyet tayini konusunda yapılan ilk çalışmadır. Bu çalışmadan elli yıl sonra bugün cinsiyet tayini yapılmış boğa spermaları piyasaya sürülmekte ve bu spermaları kullanarak isteyen yetiştiriciler erkek isteyen yetiştiriciler de dişi buzağı elde edebilmektedirler.
Afif Hoca bilimsel başarıları yanında akademik başarılara da imza
atmıştır. Türkiye’de hatta Dünya’da ilk bağımsız Dölerme ve Sun’i Tohumlama
Kürsüsünü kuran kişi Prof.Dr.Afif Sevinç’ tir. Başta da değinildiği gibi
1974 yılına kadar Suni Tohumlama bir bilim alanı değildi ve sadece Zootekni Kürsüsü bünyesinde bir ders olarak okutuluyordu. Bu nedenle de Afif Hocanın doktorası, doçentliği ve profesörlüğü hep Zootekni Bilim Dalında olmuştur. 1974 yılında Afif Hocanın üstün gayretleri ve Ankara Üniversitesi Senatosunun kararı ile Dünya’da ve Türkiye’de ilk kez Dölerme ve Suni Tohumlama Kürsüsü kurulmuş ve Kürsü Başkanlığına Prof.Dr.Afif Sevinç atanmıştır. Yüksek Öğretim Kanununun yürürlüğe girdiği 1982 yılından sonra ise yeni bir örgütlenme kapsamında Doğum ve Jinekoloji ile Dölerme ve Sun’i Tohumlama Kürsüleri birleştirilerek Doğum ve Reprodüksiyon Hastalıkları Ana Bilim Dalı oluşturulmuş ve bu ana bilim dalının ilk başkanlığına Prof.Dr.Afif Sevinç atanmıştır. Ancak çok geçmeden Doğum ve Reprodüksiyon Hastalıkları Ana Bilim Dalı ayrışmış ve eski kürsüler ayrı Ana Bilim Dalları olarak yeniden kurulmuştur.
Prof.Dr.Afif Sevinç yaş haddinden emekliye ayrıldığı 1 Temmuz 1988 ayına kadar Dölerme ve Sun’i Tohumlama Anabilim Dalı Başkanı olarak akademik yaşamını sürdürmüştür. Afif Hoca akademik yaşamı boyunca ders verdiği Ankara, Elazığ ve Bursa’daki fakültelerde binlerce Veteriner Hekimi yetiştirmiş, arkasında bir kitap ve çok sayıda bilimsel, sosyal ve mesleki yayın bırakmıştır. İlklerin adamı olan ve çok sayıda meziyeti bulunan Prof.Dr.Afif Sevinç 89 yaşında vefat etmiş, 5 Mayıs 2010 tarihinde Ankara’da toprağa verilmiştir.
Afif hoca ile akademik olarak on iki yıl birlikte çalışmak şansını ve onurunu yaşadım. Kendisinden düzgün ve öz Türkçe yazmayı, konuşmayı, bilimsel düşünmeyi öğrendim. Gerek Kürsü içerisindeki gerekse araştırma ve staj nedeniyle birlikte olduğumuz dönemlerde meslektaşları ve öğrencileri ile olan olumlu ilişkilerini, deontolojiye bağlılığını, mütevazılığını, hoşgörüsü görüp kendi payıma dersler çıkardım. İyi bir bilim adamının sadece bilimsel yönden değil sosyal, mesleki ve ülkesel yönlerden de çalışmalar
yapması gerektiğini öğrendim. Afif hoca iyi giyinen, fötr şapka takan, entelektüel sakalı bırakan, pipo içen, iyi ud çalan, türk sanat müziği seven, iyi briç oynayan, iyi at binen, güzel öz Türkçe konuşan ve yazan, nüktedan bir kişi idi. Aynı zamanda ödünsüz bir vatanperver, meslek aşığı, Ülkesinin, mesleğinin, üniversitenin, hayvancılığın sorunlarına çok duyarlı, bu alanlarda düşünen, çözüm üreten ve çeşitli araçları kullanarak bunları korkusuzca topluma aktaran demokrat, cumhuriyetçi, Atatürkçü, ilerici, aydın bir insandı. Bu özellikleri ile yaşarken her zaman saygı görmüş, öldükten sonra da arkasında derin izler bırakmıştır.
Afif Hoca ile yaşadığımız çok sayıda anının bir kaçını sizlerle paylaşmak isterim. Şimdi yılını hatırlayamadığım Karacabey Harasındaki bir staj sırasında Afif Hoca ile birlikte uygulama saati geldiği halde uyanmayan öğrencileri uyandırmak için yatak haneye girdik. Afif Hoca uyuyan öğrenciyi kaldırmak için yatağı sallamaya başladı. Öğrenci bunu bir arkadaşının yaptığını sanarak okkalı bir küfür savurdu. Daha sonra yarı uyur yarı uyanık halde Afif Hocayı karşısında görünce karyolayı onun salladığını anlayıp utancından yorganı başına çekti. Afif Hoca da hiçbir şey olmamış gibi “ hadi evladım, çalışma saati geldi ” deyip öğrenciyi kaldırdı. Bu anı Afif Hocanın ne denli olgun ve hoş görülü bir insan olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Afif Hocanın mesleğine verdiği önemin bir kanıtını da ben kendi yaşamımda somut biçimde gördüm. 1979 da genç bir asistan iken Veteriner Hekimleri Derneği Başkanlığına aday olmuştum. Ancak inancım gereği önce hocamdan izin almam lazımdı. Hocama bu düşüncemi açıp izin istediğimde aldığım yanıt şu oldu,“ Hazım bey, meslek örgütlerindeki faaliyetler üniversitedeki faaliyetlerden çok daha önemlidir. Mesleğimizin ve fakültelerimizin ileri gitmesinin yolu mesleki örgütlerden geçer. Onun için gönül rahatlığı ile aday olabilirsiniz” dedi. Dernek Başkanı olduğumda hocamın bana duyduğu bu güveni hiç bir zaman boşa çıkarmadım. Bir başka anım da onun nüktedan kişiliğini yansıtması bakımından ilginçtir. Kürsüye on parmak daktilo bildiği söylenen bir sekreter atanmıştı. Kısa sürede sekreterin bırakın on parmak daktilo bilmeyi iki parmağı ile bile doğru dürüst yazamadığı anlaşıldı. Daktilo ile yazı yazmayı kürsüde çalışırken öğrendi. Bir gün sekreterin yaptığı bir saygısızlığın ardından telefon ettiği Dekana “Sayın Dekan, acemi bir sekreter gönderdiniz, saçım da yok ama berberliği benim kafamda öğrendi. Lütfen bu hanımı alınız” dediğini hatırlıyorum. Hocam ile ortak anılarımız yazmakla bitmez. Son olarak hocam Prof.Dr.Afif Sevinç’in yaşamı ve eserleri ile ilgili olarak 25-27 Mayıs 2016 tarihlerinde Bursa’da düzenlenen Veteriner Tarihi Sempozyumunda sözlü bir sunum yaptım.
Annem ve babamdan sonra hayatıma değer katan bir insan olarak gördüğüm hocamı bu yazı vesilesiyle saygı, rahmet ve minnetle anıyorum.
Türk Veteriner Hekimliğinin Kahraman Şehidi Yüzbaşı Kemal Cemil Bey
Veteriner Hekim Yüzbaşı Kemal Cemil Bey, 1902 yılında doğmuştur. İstanbul Veteriner Yüksek Okulunda öğrenci iken Kurtuluş Savaşına katılmak üzere Anadolu’ya geçmiş ve çeşitli askeri birliklerde görev almıştır. Savaşın bitiminden sonra tekrar İstanbul’a dönerek 1925 yılında öğrenimini tamamlamıştır. Stajını yaptığı Ankara Etlik Aşı ve Serum Evinde daha önce askeri Veteriner Hekimleri Binbaşı Ahmet ve Yüzbaşı Hüdai Beyler tarafından başlatılan ve ne yazık ki ölümlerine neden olan Ruam hastalığına karşı aşı üretme çalışmalarına, onların bıraktığı yerden devam etmiştir. Ancak, teknik olanakların yetersizliğini gördüğü için çalışmalarını sürdürmek amacıyla Paris’teki Pastör Enstitüsüne gönderilmesini talep etmiş ve 1930 yılında izin alarak Prof.Dr.Rene Legroux’un yanında çalışmaya başlamıştır. Bir yandan aşı çalışmalarına devam ederken bir yandan da “ Ruam ve Ruama Karşı İmmünizasyon” konulu doktora tezini tamamlamıştır. Pastör Enstitüsündeki çalışmaları sırasında hocası Prof.Dr.Leraux ruama yakalanmıştır. Yüzbası Kemal Cemil Bey hocasını kurtarmak amacıyla, geliştirmeye çalıştığı ve Anamorve adını taktığı aşıyı kendisine tatbik ederek elde ettiği antikorları hocasına vermiş ve hocasının ruamdan kurtulmasını sağlamıştır. Ancak çalışmalarının ikinci bölümünde kendisi de ruama yakalanmış ve 1934 yılında vefat etmiştir. Cenazesi karantina nedeniyle Paris’te toprağa verilmiş, ancak beş yıl sonra Türkiye’ye getirilebilmiştir. Yüzbaşı Kemal Cemil Beyin eşine ve çocuklarına Atatürk’ün imzasını taşıyan bir Bakanlar Kurulu kararı ile 2500 lira destek verilmiştir. Hocası Prof.Dr.Leroux Yüzbaşı Kemal Cemil Beyin ürettiği Anamorve adlı aşıyı 1947 yılında İran’da sulfanamitlerle birlikte insanlara ve hayvanlara uygulayarak Ruama karşı başarılı sonuçlar elde etmiştir.
Değerli meslektaşlarım, kutsal mesleğimize karşı son günlerde giderek artan saygısızlıklara karşı ben de dahil kimi meslektaşlarımız yazılar yazdı, TV Kanalına ve RTÜK’e fakslar çekti. Ama ne yazık ki şu ana kadar ne TV Kanalından bir özür ne de RTÜK’ten bir yaptırım geldi. Boşuna beklemeyelim gelmez de. Kanımca bizi yapacağımız tek şey var, o da tanıtım. Bakın ben yukarıda kahraman bir şehidimizden bahsettim. Bu şehidimiz, Kurtuluş Savaşı sırasında bugünün tankları sayılan atları ruam denilen kesin öldürücü hastalıktan korumak amacıyla Askeri Veteriner Okulunda çalışan ve her ikisi de ruama yakalanıp şehit olan Veteriner Hekimi Binbaşı Ahmet ve Yüzbaşı Hüdai Beylerin başlattığı aşı üretim çalışmasını tamamlamak üzere çaba göstermiş ve bu uğurda şehit olmuştur. Hüdai Bey, arkadaşına yazdığı bir mektupta “ Acaba Ruama mı yakalandık? Hiçbir şeye yanmam da yüzüp de sonuna getirdiğimiz işin yarım kalmasına, tüm emeklerimizin boşa gitmesine yanarım” diyecek kadar insanlığın sağlığını kendi canından aziz gördüğünü belirtmiştir. Ve bu kahramanlar Kurtuluş Savaşının ünlü komutanı Mareşal Fevzi Çakmak’a “Türk Veteriner Hekimleri olmasaydı istiklalimizi kazanamayacaktık” sözünü söyletmişlerdir. Çünkü savaş sırasında askerleri taşıyan atlar öldürücü Ruam hastalığına, topları ve cephaneleri taşıyan kağnıları çeken öküzler de öldürücü sığır vebası hastalığına yakalanmışlardır. Bu hastalıklar sonucu ordunun harekat gücü kaybolmuş, hatta bu konu ile ilgili olarak Mecliste yapılan ağır eleştiriler karşısında dönemin Başbakanı Celal Bayar istifa etmek zorunda kalmıştır. Ama çok az sayıdaki Türk Veteriner Hekimleri bir yandan kahramanca düşmanla çarpışırken bir yandan da büyük bir özveri ile bu hastalıklarla mücadele edip ordumuzun savaşı kazanmasında büyük etken olmuşlardır. Bir kusur olarak görmüyorum ama bu kahraman şehitlerimizi çok az sayıda meslektaşımızın tanıdığına ve bunun kabahatinin de bizde olmadığına inanıyorum. Araştırmalarım sırasında insan ve hayvan sağlığına hizmet aşkıyla kendi canlarını feda etmiş bu kahramanlarımız hakkında o kadar az yayına rastladım ki kendimden utandım. Milletler gibi meslekler de tarihleriyle var olurlar. Eğer biz geçmişte insanlığa ve mesleğimize büyük hizmetleri dokunan değerlerimizin kıymetini bilmezsek bu gün olduğu gibi bir arpa boyu yol gidemeyiz hatta geriye gideriz. Fakültelerimizin Veteriner Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dallarından tekrar istirham ediyorum, lütfen bu değerlerimizi derslerinizde öğrencilere tanıtın. Bu sayede meslek adına en büyük hizmeti yapmış olursunuz. Bizler ve örgütlerimiz de bu değerlerimizi her türlü olanağı kullanarak halkımıza tanıttığımızda bakın bakalım insanlar mesleğimize hakaret etme cüretini kendilerinde bulabilecekler mi? Saygılarımla,
Türk Veteriner Hekimliğinin Yüz Akları, Mehmet Turan Yarar ve Yavuz Yekta
“ Tıbbiyeden her zaman bir sanatçı arada bir de doktor çıkar” tanımlaması biz Veteriner Hekimleri için de geçerlidir. Nitekim Mehmet Akif gibi ulusal bir şairimiz, Ziya Gökalp gibi milliyetçi bir yazarımız ve Selahattin Batu gibi evrensel bir şair ve operet yazarımız mesleğimizin gurur abideleridir. Bu arada adını sayamadığım onlarca şair, yazar, ressam. güfte yazarı, besteci, koro şefi meslektaşımız bulunmaktadır. Şahsen ben bir tarihçi olmasam da mesleğimizin geçmişine ve meslek büyüklerimize karşı duyduğum meraktan dolayı zaman zaman sizlere tanıtıcı yazılar yazıyorum. Buradaki tek amacım hem meslek büyüklerimizi anmak, hem de onları meslek kamuoyumuza özellikle de genç meslektaşlarıma tanıtmaktır. Bu yazımda da sizlere türk sanat müziğine güftekar, bestekar ve teorisyen olarak büyük hizmetleri dokunan iki meslektaşımı tanıtmak istiyorum.
Bu meslektaşlarımızdan ilki, otoritelerin yaşayan Türk şairlerinin en önemlilerinden biri olarak niteledikleri şair, güftekar ve bestekar Veteriner Hekimi Mehmet Turan Yarar’dır. Asıl konuya girmeden önce şairimizle ilgili bir anımı nakledeyim. Bursa Büyükşehir Belediyesi Türk Sanat Müziği Konservatuarında son sınıf öğrenciliğim sırasında bir derste Hocamız Salih Berkman bana Mehmet Turan Yarar’ı tanıyıp tanımadığımı sordu. Hemen Veteriner Hekimi olmam nedeniyle hocanın bu soruyu bana sorduğunu anladım ve “Tabii ki tanıyorum, kendisi ünlü bir şair ve söz yazarı, aynı zamanda Veteriner Hekimidir” diye cevap verdim. Hoca da “ Gerçekten de Mehmet Turan Yarar Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli güftekarlardan birisidir” dedi. Allah’tan ki mesleğimizin geçmişine olan ilgim nedeniyle sorunun cevabını biliyordum. Aksi takdirde büyük bir utanç duyacağım kesindi. Hocanın bu sözleri mesleğimiz dışında bir ortamda söylemesi beni gerçekten gururlandırdı.
Veteriner Hekim ve Şair Mehmet Turan Yarar 8 Eylül 1927’de Hatay’ın Yayladağ İlçesinin Yenice Köyünde dünyaya geldi. Adana Erkek Lisesi’nden mezun olan Yarar son sınıfta ünlü edebiyatçı Arif Nihat Asya’nın öğrencisi olmuştur. Yarar, mezuniyetini takiben kısa bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra askere gitti. Askerlik hizmetini tamamladıktan sonra girdiği Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesinden 1955 yılında mezun oldu. Anadolu’nun çeşitli illerinde 25 yıl Veteriner Hekimi olarak görev yaptıktan sonra 1977 yılında emekliye ayrıldı . Halen Ankara’nın Eryaman semtinde ikamet etmekte, güfte ve kitap yazımı ile uğraşmaktadır.
Mehmet Turan Yarar’ın şiirle ilk tanışması İlkokul Öğretmeninin teşvikiyle yazdığı Keldağ adlı şiirle olmuştur. Keldağ şairin doğduğu Yeniceköy’ün yamacında bulunduğu dağı/ Akdeniz sevgilin, Yayladağ incin / Onlarla bir olmak neş’en sevincin / Biraz de gel benim benliğime sin / Telleri zümrütten küfesin Keldağı” Şairin aruz vezni ile tanışması da ortaokul yıllarına dayanır. Fakat ileride hem aruz vezninde hem de hece ve serbest vezinde şiirler ve halk ezgileri yazacaktır. Şair bu durumu şöyle açıklar. “ Şiir yazarken özel bir yöntemim olmadı. Şiirde biçimi önemsemem. Gerçek şair her kalıpta sanatını gösterir. Ruhunda şairlikten eser yoksa biçim ne yapsın. Türkçe yanlış yapmaktan, çok söylenmiş sözler kullanmaktan, başka şairlerin etkisi altında görünmekten çok korkarım. “ Mehmet Turan Yarar aruz vezni ile yazdığı şiirlerini 1991 de “Dörtlükler”, 1999 da “ Daracık Düşler “ adlı kitaplarda toplamıştır.
Mehmet Turan Yarar ilk şiir kitabı olan Bilmediklerimi 1954 yılında Veteriner Fakültesi öğrencisi iken çıkarmıştır. Şairin bu kitabında çoğunlukla serbest vezinle yazdığı şiirlere yer verdiğini görüyoruz. Yine Veteriner Fakültesi öğrencisi iken görev aldığı yayın kolu vasıtasıyla ünlü edebiyatçı ve şiir eleştirmeni Nurullah Ataç ile tanışmış ve onun teşvikiyle Türk Dil Kurumu’na üye olarak Türk Dili Dergisi’nde şiirler yazmaya başlamıştır. Mehmet Turan Yarar Aşina Çehreler adlı kitapta Abdülhak Şinasi Hisar, Nihat Sami Banarlı, Mehmet Kaplan, Tarık Buğra, Süheyl Ünver ve Ömer Seyfettin ile aynı ekolde zikredilmiştir. Bir şair de Mehmet Turan Yarar’ı “ Şiir kalemizin en yüksek burçlarından, aruzu günümüzde en iyi kullanan iki üç şairimizden biri” diye tanımlamıştır.
Küçük yaşlardan beri dinleyerek beğendiği Türk Sanat Müziğine ileriki yaşlarda büyük bir ilgi duymuş ve güfte yazmaya başlamıştır. Günümüzde 500’ ün üzerinde güftesi çeşitli bestekarlar tarafından bestelenen Mehmet Turan Yarar’ın çalıştığı bestekarlar arasında Çinuçen Tanrıkorur, Akın Özkan, Faruk Şahin, Yılmaz Karakoyunlu ve Sadık Ayhan İpek sayılabilir. Sadece Çinuçen Tanrıkorur şairin elliden fazla eserini bestelemiştir. Şairin Ayşe Başak İlhan tarafından bestelenen “ Bu güzellik meleğim söyle ezelden beri mi “ adlı güftesi Amasya Altın Elma Müzik Yarışmasında dördüncülük ödülü almıştır. Şair, 1972 de yayınladığı ve Avni Anıl’ın da önsözünü yazdığı “ Doruktan Doruğa” adlı kitabında şairlerin biyografilerinden başlayarak geçmişten günümüze yazdıkları güftelerin kim tarafından, hangi usul ve makamda bestelendiğini derlemiştir.
Mehmet Turan Yarar’ın Kitapları.
1. Bilmediklerim, Şiirler, Antakya, 1954
2. Veteriner Şairler Antolojisi, Ankara, 1960
3. Asalak Bilim Terimleri Sözlüğü, Ankara, 1970
4. Güzel Sanatlar Bilimleri Sözlüğü, Ankara, 1970
5. Doruktan Doruğa, Güfte Şairleri, Antakya, 1992
6. Bilmediklerim(İkinci Baskı), Şiirler, Antakya, 1995
7. Daracık Düşler, Elazığ, 1999
Mehmet Turan Yarar’ın Şiirlerinden Örnekler.
SİTEM ( RUBAİ)
Unutuldum diye küsmem sana ben
Öldüğüm gün geleceksin bilirim.
El uzatmam tasalardan yana ben
Çile çeksem güleceksin bilirim.
Her sevgiyi söküp attım
Gönlüme hacet kalmadı
Çiçek sandım her çalıyı
Gönlüme hacet kalmadı
ARUZ VEZNİ İLE
Sana verdim bu gönül tahtını dem sür diyerek
Sana verdim çölü al cennete döndür diyerek
Beni yangın yeri halinde yaratmış yaradan
Seni deryaya çevirmiş bunu söndür diyerek
Sizlere ikinci olarak Türk Sanat Müziğine besteleriyle ve kazandırdığı yeni ses sistemi ile büyük hizmetlerde bulunmuş olan Neyzen ve Veteriner Hekimi Yavuz Yekta’yı tanıtmak istiyorum.
Veteriner Hekimi Yavuz Yekta, 15 Temmuz 1930’da dedesi ünlü müzikolog Rauf Yekta Bey’in Beylerbeyi’ndeki köşkünde doğmuştur. Çok iyi piyano ve ud çalan annesinin söylediği şarkılar ve dedesi müzikolog Rauf Yekta Bey’in bulunduğu ortam Yavuz Yekta’da belli bir müzik kültürünün oluşmasını sağlamıştır. Daha on yaşındayken kaval ile üflemeli çalgı çalmayı deneyen Yavuz Yekta, ney üflemeye de ilk kez dedesinin neyi ile başlamıştır. Hayatı boyunca neyden başka hiçbir enstrüman çalmayan Yavuz Yekta’nın griftzen Asım Bey’den aldığı çok kısa bir ders dışında hocası da olmamıştır. Müzik teorisini ise dedesi Rauf Yekta Beyin kütüphanesindeki eserlerden ve müzik toplantılarındaki sohbetlerden öğrenmiştir.
Yavuz Yekta Veteriner Fakültesi birinci sınıfında iken tanburi Rauf Tanju’nun korosunda ney üflemeye başlamış, 19 yaşında ise Nevzat Atlığ korosundan bile önce kurulan Üniversite Korosuna şef olmuştur. Yine çok gençken Konya’daki Mevlana ayinlerine neyzen olarak katılmıştır. Bu arada, 1953-1960 yılları arasında Eskişehir Musiki Derneğini kurmuştur. Beste çalışmalarına 1949 da başlayan Yavuz Yekta çeşitli formlarda üç yüzün üzerinde beste yapmıştır. Ayrıca Koç, İTÜ Üniversitelerinde, Robert ve Pera Sanat Liselerinde dersler vermiştir. Yine evinde müzikoloji ve Ney üzerine öğrenciler yetiştirmiş, Müziko Terapi konusunda çalışmalar yaptı. Yavuz Yekta Veteriner Fakültesini 1954 yılında bitirmiş, kısa süreli Ankara Merkez Veteriner Hekimliği görevinden sonra çektiği kurada Artvin Şavşat’a atanmıştır. Ancak ailevi nedenlerden dolayı Şavşat’a gitmeyip istifa etmiş, kardeşi ile beraber babasının işini yapmaya başlamıştır. Yekta, 1960 yılında Muş ve Mardin’de Yedek Subaylık hizmetini yaparken At Vebası mücadelesine katılmış ve 17.000 atı aşılamıştır.
Yavuz Yekta’nın Türk müziğine olan asıl katkısı, baştan tasvip ettiği Arel- Ezgi ses sistemine karşı, bu sistemin yanlışlarından yola çıkarak başlattığı yeni bir ses sistemi bulma çabalarıyla olmuştur. Nitekim bulduğu ses sistemi ile eski sistemlerin bir ölçüde de olsa değişikliğe uğramasını sağlamıştır. Hiçbir müzik eğitimi görmeyen bir Veteriner Hekiminin konusunun tamamen dışındaki bir alanda yeni bir sistem geliştirmesi gerçekten de takdir edilmesi gereken bir husustur.
Bu yazımda, mesleğimizin dışındaki çalışmaları ile topluma hizmet etmiş olan iki değerli meslektaşımı sizlere tanıttım. Kendileriyle gurur duyuyor ve saygıyla anıyorum.
Efsane Bir Hoca, Prof.Dr.Hasan Şükrü Oytun
Rahmetli hocamız Prof.Dr.Hasan Şükrü Oytun hem veteriner fakültesi hem de tıp fakültesi parazitoloji hocası idi. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde Parazitoloji Enstitüsünü kurmuştu. O dönemde çalışan Dışkapı-Dikimevi troleybüsü (iki demir çubukla üstteki tellere bağlı olarak elektrikle çalışan otobüs) ile her iki fakülte arasında mekik dokurdu. Kısa boylu, şişman, çok sevimli bir insandı. Biz öğrenci iken 70 yaşında olmasına karşın çok dinamik ve hareketliydi. Dersleri büyük bir enerji ile döne döne anlatırdı. Ordinaryus profesörlüğü kıl payı kaçırdığı için kendisine ordinaryus diye hitap edilmesinden hoşlanırdı. Tıp ve veteriner fakültelerindeki biz öğrencileri O”na “Aslan Hoca” diye hitap ederdik. O yıllarda Ankara Veteriner Fakültesinde vize sınavının olduğu tek ders parazitoloji idi. Dersi derste öğrenir, ek bir çalışmaya ihtiyaç duymazdık. Onu tanımlayacak en belirgin özelliği tüm öğrencilerine elini öptürmesi idi. Hatta hocanın elini öpmeyene sınıf geçirmediği efsanesi öğrenciler arasında yayılmıştı.
Rahmetli Aslan Hoca çok esprili bir insandı. Bunu bilen biz öğrencileri onun bu espritüel yanını kullanmak adına elimizden gelen her şeyi yapardık. Laf aramızda kendisi de bundan çok hoşlanırdı. Ders yılı başlangıcında gireceği ilk dersten önce fakültenin tam karşısındaki evinden motosikletli öğrenciler eşliğinde sırtta taşınarak sınıfa getirilir ve yapılan konuşmalardan sonra derse başlardı. Ders sırasında zaman zaman biz öğrencileri onu coşku ile alkışlardık ve o da buna hiç sesini çıkarmazdı. Hatta bir keresinde hiç alkışlamamıştık da bize kendisini alkışlatmak için ne duygusal konuşmalar yapmıştı. Sakın bunu söyledim diye yanlış anlaşılmasın, ders esnasında en ufak bir gürültü veya saygısızlık olmaz herkes can kulağı ile hocanın anlattıklarını dinler hatta benim de içinde bulunduğum bir grup sürekli not tutardı.
Hocamızın sayıları on binleri bulan veteriner hekim ve tıp doktoru öğrencilerinin yıllardır her karşılaştıklarında biri birlerine anlattıkları ve artık fıkra haline gelmiş esprilerinin tümünü yazmak bu yazının sınırlarını çok aşar. O nedenle ben bunlardan fazla bilinmeyen bir kaçını O’nun unutulmaz kişiliği ile de bağdaştırarak sizlere sunmak istiyorum. Yine bir gün tıp fakültesinden veteriner fakültesine gelmek üzere troleybüsde seyahat ederken konservatuvar durağından 8-10 üniformalı askeri tıp öğrencisi biniyor. Öğrenciler hocayı görünce büyük bir saygı ile elini öpüp geçiyorlar. Bunu dikiz aynasından gören ve subay zannettiği insanların elini öptükleri hocayı dinsel ya da tarihsel bir kişi zanneden şoför troleybüsü sağa çekip hocanın önüne geliyor ve saygı ile eğilip elini öpmek istiyor. Hoca doğum yeri olan Girit şivesi ile şoföre” bre kuzum, yani yani sana ne oluyor, sen benim öğrencim misin sanki ” deyip elini vermiyor. Yine fazla bilinmeyen bir anısını da mesleğe büyük hizmetleri dokunmuş bir büyüğümüz olan eski Ankara Veteriner Müdürü rahmetli Hüsnü Atay’ ın ağzından nakledeyim. (Ben öğrenciyken aynı zamanda Ankara Üniversitesi Öğrenci Birliği’nde çalışıyordum. Öğrenci sorunlarını anlatmak için dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’den randevu talep etmiştik. Yaverlik randevuyu verdi fakat tarih ve saatini bize sonra bildireceğini söyledi. Bir gün hocanın dersinde iken hademe gelip Hüsnü Atay’ı köşkten çağırıyorlar dedi. Dersin ihlalinden hoşlanmayan hoca bir bana bir hademeye baktı ve sinirli bir şekilde çık dedi. Biz paşaya gittik, sorunlarımızı anlattık. Sınav tarihi gelip çatmıştı. Ben öğrenci sorunları ile uğraşmaktan derslere hiç çalışmıyordum ve bu nedenle de soruların hiç birini cevaplayamadım. Hoca biraz da alaycı bir ifade ile ” Yani yani Hüsnü köşkte möşkte geziyorsun, ama maalesef kaldın ” dedi. O anda kafamda bir şimşek çaktı. “Hocam evet kaldım ama bir görevi yerine getirmeme izin verir misiniz? Biliyorsunuz İsmet Paşayı ziyarete gitmiştik, paşa hepimize teker teker fakültelerimizi sordu. Sıra bana gelip de veteriner fakültesindeyim deyince benimle özel olarak ilgilendi ve evladım sizin fakültede benim çalışmalarını taktirle izlediğim Ord .Prof.Dr.Hasan Şükrü Oytun var. Devlet işlerinden fırsat bulup bir türlü kendisi ile görüşemiyorum. Hocama selam ve saygılarımı ilet. En kısa zamanda ziyaretine geleceğim” dedi. Ama ben unuttum ve bunu şimdiye kadar size söyleyemedim deyip tam kalkmak üzere iken hoca elimi tuttu ve “Yani yani Hüsnü nereye gidiyorsun, geçtin yani” dedi)
Hocanın elini öpmeyene ders geçirmediği efsanesi o zaman 68 kuşağı olan bizlere ters geliyor ve el öpmekle ders geçilir mi diye kasılıyorduk. Nitekim tam biz sınava gireceğimiz sırada hoca yaş haddinden emekli oldu ve bizi sınava alamadı. Ben de hocanın elini öpemeden dersi geçtim. Aradan yıllar geçti ve ben bir arkadaşımla Kızılay’da gezerken karşıdan hocanın geldiğini gördüm. Hoca da beni gördü ve aradan yıllar geçmesine rağmen adımı hatırlayıp ” Yani yani Hazım, uzun uzun böyle ne geziniyorsun ” dedi. Ben de hocamın iki eline birden sarıldım ve doya doya öptüm.
Son olarak hocaya yapılan bir vefasızlığı da dile getirmeden geçemeyeceğim. Rahmetli Hoca emekli olmadan önce gerek fakülte yönetiminden gerekse Tarım Bakanlığından kendisine çalışmak, araştırma yapmak için bir laboratuvar tahsis edilmesini istemişti. Fakat her nedense bu mümkün olmadı. Oysa 1979 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi benim de Veteriner Hekimler Derneği Başkanı olarak davetli olduğum törenle hocamızın adını bir dershaneye verdi. Hocalığı, bilim adamlığı ve esprili kişiliği ile on binlerce veteriner hekim ve tıp doktorunun kalbinde taht kurmuş olan hocamı bu vesileyle saygı, minnet ve rahmetle anıyorum.
Tarihe Düşülen Not, Veteriner Hekimi Zeki Rıza Sporel
Şimdi sizlere Zeki Rıza Sporel kimdir diye bir soru sorsam benim gibi belli bir yaşın üstündekiler belki tanır, onlar da sadece futbolcu olduğunu söylerler. Belki de benim gibi tarihe meraklı olan birkaç kişi Fenerbahçe’nin ve Türk Milli Takımı’nın unutulmaz kaptanı ve golcüsü Zeki Rıza Sporel’in bir Veteriner Hekimi olduğunu bilebilir. Fenerbahçe Futbol Takımının Başkanlığını da yapmış olan bu efsane isim İstanbul Veteriner Yüksek Okulunu bitirmiş ve hayata subay olarak başlamış bir Veteriner Hekim’dir. Soyadı bizzat Ulu Önder Atatürk tarafından verilen Sporel ünlü futbolcular, Türk Milli Takımının ilk kaptanı Hasan Kamil ve Arif’in de kardeşidir. Bu yazımda, mesleğimiz dışında yaptığı çalışmalarla Türkiye ve Dünya çapında ün kazanan meslek büyüklerimizden Zeki Rıza Sporel’in ilginç hayat hikayesinden kesitler sunmaya ve böylece fanatik Fenerbahçeli genç Veteriner Hekimlerine de kendisini tanıtmaya çalışacağım.
Zeki Rıza Sporel 28 Şubat 1898’de İstanbul’da Kadıköy’de dünyaya gelmiştir. Her çocuk gibi semt sahalarından sonra önce Fenerbahçe Genç Takımına, 1915-1916 sezonunda da 17 yaşında A Takımı kadrosuna girmiştir. Zeki Rıza Sporel Fenerbahçe Futbol Takımında, 1915-1934 yılları arasında 15 yılı kaptanlık olmak üzere 19 yıl santrafor olarak top koşturmuş ve bu süre içerisinde oynadığı 352 maçta 470 gol atarak Fenerbahçe Takımında en çok gol atan futbolcu unvanını almıştır. Ayrıca Sporel, Galatasaray’a attığı toplam 33 gol, Galatasaray ve Beşiktaş’a bir maçta attığı dörder gol ve 12 Şubat 1931’de Anadolu Liginde bir maçta attığı 8 golle futbol tarihinde unutulmaz bir rekor kırmıştır. Efsane futbolcu ayrıca 1965 yılında Cumhuriyet Gazetesinin düzenlediği bir yarışmada 42 yılın en iyi 11’i arasına santrafor olarak seçilmeyi de başarmıştır. İşin ilginç yanı 1921 yılında Fenerbahçe’de futbol oynarken Galatasaray’ın bir yurt dışı turnesinde bu takımın formasını giymiş ve Bremen, F.C. Köln gibi Alman takımlarına karşı futbol oynamıştır. Futbol yaşamına 1934 yılında Avusturya’nın F.C.Wien takımına 35 metreden attığı golle son veren efsane futbolcu, futbolu bıraktıktan sonra yönetiminde 23 yıl Genel Kaptan olarak çalıştığı Fenerbahçe Spor Kulübüne 1955-1958 yılları arasında 3 yıl da Başkanlık yapmıştır..
Zeki Rıza Sporel’in ilk milli maçı aynı zamanda Türkiye’nin de ilk milli müsabakası olan 26 Ekim 1923 tarihindeki 2-2’ lik Türkiye-Romanya maçıdır. Bu maçta her iki golü de Sporel atmış ve bu sayede Türkiye’nin milli maçlarda ilk golünü atan futbolcusu unvanını da elde etmiştir. 19 Haziran 1924’de Helsinki’de oynanan ve Türkiye’nin 4-2 kazandığı Finlandiya maçında dört golü de atan Sporel, Hakan Şükür ve Oktay Derelioğlu ile rekoru paylaşmaktadır. Sporel on kez kaptanlık yaptığı Milli Takımında 1923-1932 yılları arasında 9 yıl futbol oynamış, oynadığı toplam 16 maçta 15 gol atmıştır. Bu skorla 36 yıl süreyle Milli Takımın krallığını elinde bulundurmuştur.
Aynı zamanda usta bir tenisçi de olan Zeki Rıza Sporel 1934 yılında futbolu bıraktıktan sonra Tenis Milli Takımına seçilmiş ve ikinci dalda da giydiği milli forması ile katıldığı Balkan Tenis Turnuvasında ikinciliğini elde etmiştir. Sporel 1945-1947 yılları arasında Su Sporları Federasyonu Başkanlığında bulunmuş ve Celal Bayar ile birlikte Moda Deniz Kulübünü kurmuştur. Ayrıca İstanbul Futbol Ajanlığı görevi de yapmıştır.
Zeki Rıza Sporel futbolu bırakmadan önce İngiliz Vilol ailesinin kızı ile evlenir ve bu sayede o dönemin Demokrat Parti Başkanı Celal Bayar ile tanışır. Bu tanışıklık sonucu 1946 yılında yapılan ilk çok partili seçimlere Demokrat Parti’den İstanbul adayı olarak katılmış ve seçimi kazanarak Milletvekili olmuştur. Ankara’ya mazbatasını almak üzere gittiğinde Seçim Tutanaklarını İnceleme Komisyonuna verilen bir dilekçe ile Milletvekili seçilmesine itiraz edildiğini öğrenir. İhbar dilekçesini veren bir emekli Yüzbaşı, Veteriner Üsteğmen olarak orduda görev yapan Zeki Rıza Sporel’e milli mücadele başlayınca Asker Alma Dairesi tarafından Kuvvayı Milliyeye katılması hususunda davet yapıldığını, ancak Sporel’in fiziki durumunun müsait olmadığı, kendisinin hasta olduğu, hasta olan kardeşinin bakımını üstlendiği gibi gerekçelerle davete icabet etmediğini, buna rağmen bir yandan işgalci İngiliz subaylarının oluşturduğu takımlarla maç yaparken bir yandan da dönemin Başbakanı Damat Ferit Paşa’nın Kuvvay-ı Milliyeye karşı oluşturduğu Kuvvay-ı İnzibatiye Teşkilatına katıldığını ileri sürmektedir. Meclis Komisyonu bu ihbarı değerli bularak Sporel’in askerlikten çıkarılması hususunda karar alır ve raporunu Meclis Genel Kuruluna yollar. Meclis Genel Kurulunda Sporel lehine söz alan Refik Koraltan (ileride Demokrat Partinin Meclis Başkanı olacaktır) Sporel’in bir Veteriner Subayı olarak o yıllarda Miralay Esat Bey başkanlığında, Anadolu’ya milli mücadeleye katılmak üzere gidecek subaylara yardım amacıyla kurulan grubun M-sıfır kod adlı bir üyesi olduğunu ve yaptığı bu işin daha önemli olması nedeniyle Anadolu’ya gitmeyi uygun bulmadığını belirtmiştir. Ancak Sporel’in aleyhinde söz alan Milletvekilleri böyle bir grubun içerisinde yer aldığına dair belge bulunmaması nedeniyle Sporel’in askerlikten çıkarılmasını önermişlerdir. Meclis Genel Kurulunda yapılan oylama sonucunda kaderin cilvesine bakın ki, Fenerbahçe Futbol Takımı’nın kurucusu ve günümüzde Fenerbahçe Stadyumu’na adı verilen Şükrü Saraçoğlu’nun da karşı oylarıyla Fenerbahçe’de uzun yıllar kaptan pazubentiyle top koşturan Zeki Rıza Sporel önce askerlikten daha sonra da kamu hizmeti yapamayacağı için Milletvekilliğinden uzaklaştırılmıştır. Ancak yılmadan politikaya devam eden Zeki Rıza Sporel 1950 ve 1954 seçimlerinde Rize ve İstanbul’dan Milletvekili seçilmeyi başarmıştır. Değerli meslek büyüğümüz 3 Kasım 1969 da İstanbul’da vefat etmişt
Tarihe Düşülen Not, Veteriner Hekim Tuğgeneral Burhanettin Uluç
Veteriner Hekim Tuğgeneral Burhanettin Uluç Ankara’da Askeri Veteriner Okulu Komutanı iken Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’in devrilmesi ile sonuçlanan 27 Mayıs 1960 İhtilalini hazırlayan ve uygulayan kişilerin önde gelenlerinden birisidir.
Burhanettin Uluç 1902 yılında doğmuş, 1921 yılında Askeri Veteriner Okulundan mezun olmuştur. Değişik rütbelerle çeşitli askeri birliklerde mesleki görevini yerine getirmiştir. En son askeri görevi Tuğgeneral rütbesi ile Ankara’da Askeri Veteriner Okulu Komutanlığıdır. Bilindiği gibi 1950 yılında iktidara gelen Adnan Menderes’in Başbakanlığındaki Demokrat Parti Hükümeti 1954 ve 1958 seçimlerini de kazanarak yönetimini sürdürmüştür. Ne var ki, 1960 yılına gelindiğinde hükümetin tutumunu beğenmeyen bir kısım Üniversite gençliği ve Kara Harp Okulu öğrencileri çeşitli yürüyüşler ve protesto gösterileri düzenleyerek iktidarı yıpratmak yoluna gitmişlerdir. Aynı şekilde hükümetin uygulamalarından memnun olmayan ordu da kurmuş olduğu değişik rütbelerdeki 38 subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi marifetiyle 27 Mayıs 1960 sabahı yaptığı bir darbe sonucu Meclisi lağvederek iktidarı ele geçirmiş ve Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genel Kurmay Başkanı başta olmak üzere tüm devlet erkanını tutuklayıp hapse atmıştır. İhtilalden hemen sonra İzmir’de emekliliğini yaşayan Orgeneral Cemal Gürsel Milli Birlik Komitesi’nin başına getirilmiş ve ilk oluşan Mecliste Devlet Başkanı seçilmiştir.
Veteriner Hekim Tuğgeneral Burhanettin Uluç bir sınıf subayı olmadığı ve bu nedenle de Milli Birlik Komitesi içinde yer almadığı halde 27 Mayıs İhtilalinin hazırlanmasında ve uygulanmasında başrollerden birini oynamıştır. Onu ilk kez 21 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleşen ve ihtilale zemin hazırlayan yürüyüşte Harp Okulu öğrencilerinin başında görüyoruz. İhtilal gerçekleştikten sonra ise Devletin tepesindeki üç ismin tutuklanmasında oynadığı rolle ismini duyurmuştur. İlk karıştığı olay dönemin Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun’un tutuklanmasıdır. İhtilalin başladığı sabah erken saatlerde Burhanettin Uluç yanındaki harp Okulu öğrencileri ile Rüştü Erdelhun’un konutuna gider. Bu arada bir tank ve top da konuta karşı mevzilenmiştir. Rüştü Erdelhun ne olup bittiğini anlamak için telefonla konuştuğu sırada kapısı ihtilalciler tarafından çalınır. Ancak kapı açılmayınca Uluç Paşa ve beraberindekiler dipçik darbeleriyle kapıyı kırarak içeriye girerler. Uluç Paşa ordunun yönetime el koyduğunu, kendisini tutuklayıp Harp Okuluna götüreceklerini Erdelhun’a bildirir ve onu koluna girerek dışarı çıkarıp bir askeri Jip ile Harp Okuluna götürür ve kapıda bekleyen Okul Komutanı Sıtkı Ulay’a teslim eder. Uluç Paşa’nın ikinci tutuklama olayı Cumhurbaşkanlığında gerçekleşir. Cumhurbaşkanı Celal Bayar 27 Mayıs sabahı erken saatlerde yaverinin telefonu ile uyanmış ve eski bir komitacı olması nedeniyle de ihtilal yapıldığını anlayarak hemen giyinip hazırlanmıştır. Tek güvencesi Albay Osman Köksal komutasındaki Muhafız Alayıdır. Ne var ki Osman Köksal’da kısa sürede ihtilalcilerin safına geçmiştir. Ancak yine de Birlik içindeki bazı birimler ihtilale karşı çıkarak direniş göstermek istemişlerdir. Fakat kısa bir sürede bu direniş ihtilalciler tarafından kırılmış ve Köşk zararsız hale getirilmiştir. İşte bu sırada Burhanettin Uluç tekrar sahneye çıkar. Emrindeki subaylar ve Harp Okulu öğrencileri ile birlikte açılan güvenlik koridorundan geçerek Cumhurbaşkanının bulunduğu odaya girer ve kendisine “ Ordunun Ülke yönetimine el koyduğunu, milli iradeyi artık kendilerinin temsil ettiğini, teslim olması gerektiğini” bildirir. Ancak eski bir ihtilalci olan Celal Bayar “bu durumu kabul etmeyeceğini, milli irade ile geldiğini, ancak milli irade ile gideceğini, teslim olmayı düşünmediğini “ Uluç Paşaya bildirir ve bu sırada kolundan küçük bir tabanca çıkarır. Herkes tabancanın kendilerine yöneleceğini sanıp mevzi alırken Celal Bayar tabancayı başına dayar ve tetiğe dokunur. Ancak tabanca ateş almaz. İşte bu sırada İhsan Sabri Çağlayangil’in anılarına göre Uluç Paşa Celal Bayar’ın üzerine atlar ve onu yere devirerek tabancayı elinden alır. Daha sonra da emrindekilerle birlikte Celal Bayar’ı tutuklayıp Harp Okuluna götürür.
Veteriner Tuğgeneral Burhanettin Uluç’un 27 Mayıs İhtilalinde dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in tutuklanmasındaki rolünü de daha sonra Hava Kuvvetleri Komutanı ve Cumhurbaşkanı Adayı olan Hava Albay Muhsin Batur’un anılarından öğreniyoruz. Menderes ihtilal sabahı bir yurt gezisinde bulunduğu Kütahya’ da Muhsin Batur tarafından tutuklanıp önce Eskişehir Havaalanına oradan da uçakla Ankara Güvercinlik Askeri Havaalanına getirilir. Güvercinlik Havaalanında Menderes’i karşılayan subayların başında Uluç Paşanın da bulunduğu ve onu Harp Okuluna götürme görevini üstlendiğini Muhsin Batur anılarında bildirmektedir.
Burhanettin Uluç ihtilalden sonra Cemal Gürsel tarafından kurulan asker-sivil karşımı ilk hükümette Tarım Bakanı yapılmak istenmiş ancak bu görevi kabul etmeyip yerine Prof.Dr.Selahattin Batu’yu önermiştir. Ancak Cemal Gürsel, kendisine gelen dedikodu mahiyetindeki karalamalara inanarak Batu’yu Bakan yapmamış ziraatçi bir profesöre bu görevi vermiştir. Bu olay kanımca mesleki tarihimizde bir dönüm noktası oluşturur. Çünkü yasal haklarımız bu ara dönemde haksızca elimizden alınmaya başlanmıştır. Uluç Paşa ya da Batu Hoca Bakan olsa acaba bunlar olmaz mı diye düşündüğüm çok olmuştur.
Uluç Paşa ihtilalden hemen sonra Milli Birlik Komitesi tarafından İzmir Valiliğine ve Belediye Başkanlığına atanır. İlk Genel Seçimlerden sonra oluşan Senato’da da Kontenjan Senatörü olarak görev alır.
Prof.Dr.Adnan Özkoca
Türk Veteriner Hekimliği camiası müstesna bir evladını daha kaybetti. Bana da büyük emekleri dokunan, Suni Tohumlama Camiamızın bey efendi hocası Prof.Dr.Adnan Özkoca vefat etti. Ne yazık ki ben İzmir’de Tek Sağlık Çalıştayı’nda görevli olduğum için cenaze törenine katılamadım. Aynı şekilde rahmetli hocam Prof.Dr Afif Sevinç’in cenaze törenine de katılamamıştım. Şu anda Suni Tohumlama Bayrağını her iki rahmetli hocamdan sonra gelen kişi olarak devralmanın ağır sorumluluğunu omuzlarımda taşıyorum.
Rahmetli Adnan Özkoca hocamızın Lalahan Zootekni Araştırma Enstitüsünde başlayıp Şenlikköy Suni Tohumlama Laboratuvarında devam eden ve İstanbul Veteriner Fakültesinde sonuçlanan mesleki yaşamı hep çalışmakla, mesleğimize ve hayvancılığa hizmetle, dürüstlükle, onurlulukla, kibarlıkla ve beyefendilikle geçmiştir. Rahmetli hocamız sulandırılmış ve dondurulmuş sperma kullanılarak yapılan koyun suni tohumlamasını ve koyunlarda hormon kullanılarak yapılan Östrus Sinkronizasyonunu Türkiye’de ilk kez uygulayan bir kişi olarak da bilim tarihimizde yerini almıştır. Yetiştirdiği çok sayıda öğrenci ve akademisyenin mesleğimize ve hayvancılığımıza olan katkıları da onun değerini artıran en önemli unsurlardan birisidir.
Rahmetli hocamızla ilgili bir anımı sizlerle paylaşmak isterim. Zootekni Kürsüsünde asistanken,1972 yılında, Türkiye’de yeni uygulanmaya başlanan boğa spermasının sıvı azotta dondurulması yöntemlerini öğrenmek için rahmetli Adnan Özkoca Hocamızın Şefliğini yaptığı Şenlikköy Suni Tohumlama Laboratuvarında görevlendirilmiştim. Çalışmalarımız genelde öğleye kadar sürer ve öğlenden sonra Laboratuvarda çalışan veteriner hekimlerle oturup çay kahve içer mesleki sohbetler yapardık. Yine sıcak bir günün öğlenden sonrasında rahmetli ağabeyimiz Ahmet Sermet’in odasında oturmuş sohbet ediyorduk. Hava öyle sıcaktı ki yaka bağır açık sandalyelerimize gömülmüş olarak oturuyorduk. Bir ara odaya tanımadığımız kelli felli bir adam girdi, izin isteyerek kapı kenarındaki bir sandalyeye oturdu ve Suni Tohumlamayı merak ettiğini, bizlerden bu konuda eğer mümkünse bir şeyler öğrenmek istediğini söyledi. Bizler de şimdi bu sıcakta olacak iş mi dercesine kaçamak cevaplar verip soruları geçiştirmeye çalışıyorduk. Birden rahmetli Adnan Hocanın alı al moru mor bir yüz ifadesiyle içeriye girip kapı kenarında oturan adama ” Sayın Bakanım hoş geldiniz” dediğini duyduk ve anında yaka düğmelerimizi ilikleyip yerimizde doğrulduk. Meğerse gelen adam 1972 deki 12 Mart Muhtırasından sonra kurulan Teknokrat Hükümetinin Tarım Bakanı olan adını şu anda anımsayamadığım bir iktisat profesörü imiş. O yıllarda televizyon yayını olmadığı için hiç birimiz kendisini tanımıyorduk. Adnan Hoca da onu kapıdaki makam arabasını görüp şoförüne sorarak tanımış. Bakan, Adnan Hocayı da oturttuktan sonra bizlere ” arkadaşlar, telaş etmeyin, ben her yere haber vermeden giderim, size de aynı şeyi yaptım” dedi. Bir süre sohbet edip çayını içtikten sonra izin isteyip ayrıldı. Sonraki günlerde ne zaman Adnan Hocayla karşılaşsak bu olayı anlatıp gülerdik.
Çok değerli bir bilim adamı ve eşi bulunmaz bir insan olan Adnan Özkoca Hocamıza Allah’tan rahmet, ailesine ve meslek camiamıza baş sağlığı dilerim. Nur içinde yatsın.
Veteriner Hekimlikle Yolları Kesişen Ünlüler ve Haklarında Az Şey Bilinen Veteriner Hekimler
(Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Ahmet Hamdi Tanpınarlı, Suphi Ethem, Mehmet Halit Bey, Dr.İlyas Bey)
Türkiye’de veteriner hekimliğe önemli hizmetleri dokunan meslek büyüklerimizin biyografilerini yazıp hazimgokcen.net adlı web siteme koymuştum. Bu yazılarım büyük ilgi gördü ve çok sayıda kişi tarafından okundu. Bu meslek büyüklerimizin yanı sıra bir de veteriner hekimliği ile bir dönem yolları kesişmiş olan başka alanlardaki ünlü insanlar ve yaşamları hakkında fazla bilgi bulunmayan veteriner hekimler de var. Aşağıda bu isimlerden bahsetmek istiyorum.
Bu isimlerin en önemlilerinden biri Atatürk’ün fikirlerimin babası dediği ünlü sosyolog, Türk milliyetçisi, yazar, düşünür, fikir adamı Ziya Gökalp’tir. Ziya Gökalp 1876 da Diyarbakır’da doğmuş, Diyarbakır İdadisinden sonra İstanbul’a gelerek Baytar Mektebi Alisine kaydolmuştur. Ancak savunduğu Türkçülük görüşleri ve İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilişkileri ileri sürülerek son sınıfta hocası ve okul müdürü Mehmet Ali Bey ile birlikte tutuklanarak Diyarbakır sürgüne gönderilmiş ve bu nedenle de veteriner hekimlik eğitimini tamamlayamamıştır.
Yine hepimizin yakından tanıdığı bir yazar, şair, öğretmen, asker, hikayeci Ömer Seyfettin de 1884 yılında Balıkesir’in Gönen ilçesinde doğmuştur. 1893 öğretim yılında Askeri Baytar Rüştiyesine girmiş ve mezuniyetten sonra Askeri İdadi ve Harp Okulunda eğitimine devam etmiştir. Ömer Seyfettin Türkiye’de kısa hikayeciliğin ve edebiyatta Türkçülük akımının kurucularından olup Türkçede sadeleşmenin öncüleri arasında yer almaktadır.
Veteriner hekimliği ile bir dönem yolları kesişen ünlülerden bir diğeri de Ahmet Hamdi Tanpınarlı’dır. Baytar Mektebi Alisini yarım bırakarak Darülfünun Edebiyat Bölümüne girmiş ve 1923 de mezun olmuştur. Tanpınarlı’nın şiir, roman, öykü, deneme, makale, edebiyat tarihi üzerine eserleri bulunmaktadır.
Bir de Türkiye’de önemli işler yapmış ama yaşamları konusunda fazla bilgi sahibi olmadığımız meslektaşlarımız vardır. Bunlardan askeri veteriner hekim Suphi Ethem’in Darwinizm (Evrim Teorisi) adlı eseri bu alanda Türkiye’de yayınlanan ilk kitaptır. Suphi Ethem 1908 yılında Askeri Baytar Mektebinden mezun olmuş ve orduda baytar yüzbaşı olarak görev yapmıştır. Ethem Manastır İdadisinde doğa tarihi, Askeri Baytar Mektebinde jeoloji ve botanik dersleri vermiştir. Subhi Edhem aynı zamanda veteriner tarihi ile ilgili bir kitap ta yazmıştır.
Veteriner Hekim Mehmet Halit (Civelekoğlu) 1929 yılında distomatoza (Kelebek Hastalığı) karşı Distofajin adlı ilacı üretmiştir. Cumhuriyet Gazetesi Kurucusu ve Baş Yazarı Yunus Nadi iki makalesinde bu buluşuyla Mehmet Halit Beyin Türk ekonomisine o dönemin parasıyla 15-20 milyon TL katkıda bulunduğunu yazmıştır.
Son olarak, Türkiye’de yurt dışında görev yapan ilk Türk bilim adamının veteriner hekim Dr.İlyas bey olduğunu belirtmek isterim. İlyas bey 1926 yılında Estonya’da Dorpet Üniversitesinde çalışmaya başlamıştır.