Saatin alarmıyla uyandı. Önce yatakta bir süre gerindi. Sonra küçük, loş, dağınık odaya sakince göz gezdirdi. Akşamki yemeğin bulaşıkları hala masanın üzerinde duruyordu. Yavaşça yataktan kalktı. Pencereyi açtı. Sabah güneşi loş odayı aydınlattı. İçeriye serin bahar havası doldu. Kedi de alarma uyanmıştı. O da gerinip yalanmaya başladı. Hayattaki tek dostu yalnızlığını gideren kedisiydi. Sabahları ilk işi onun yemliğini ve suluğunu doldurmaktı. Televizyonu açtı. Kadın programları başlamıştı. Sevmedi kapattı. Dışarıda gün başlamıştı bile. İşlerine giden insanların, okullarına giden çocukların koşuşturmalarını izledi bir süre. Lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı. Mutfaktaki ocağın üstüne cezve ile su koydu. Uzun süredir kahvaltı yapmıyordu. Sabahları sadece filtre kahve içiyordu. Kahvesini alıp açık pencerenin önüne oturdu. Sehpanın üzerindeki paketten bir sigara çıkarıp yaktı. Yalnızlık ne kadar da zor diye düşündü. Oysa karısı sağken çok mutlu bir yaşamı vardı. Sabahları uzun süre kahvaltı yaparlar, tatlı tatlı sohbet ederlerdi. Yerinden kalktı. Masanın üzerindeki akşamdan kalma bulaşıkları toplayıp mutfağa götürdü. Öylece önceki bulaşıkların yanına koydu. Sabahları içinden hiçbir iş yapmak gelmiyordu.  Tıraş olup özenle giyindi. Randevuya her zamanki gibi tıraşlı ve şık gitmek istiyordu. O da hep kendisini öyle görmek isterdi. Ayakkabısını giydi. Kadife silecekle temizledi. Evden çıktı. Ağır adımlarla kaldırımda yürümeye başladı. Uzun süredir aynı semtte oturduğu için herkesi tanıyordu. Yakındaki bir çiçekçide durdu.  Bir demet papatya aldı. Otobüs durağında bir süre bekledi. Gelen otobüse bindi. Kısa bir yolcuktan sonra otobüsten indi. Bir süre yürüdükten sonra mezarlık kapısından içeri girdi. Artık yerini ezberlediği için sakin adımlarla yürüyerek üzeri menekşelerle kaplı mezarı bulması zor olmadı. Menekşeleri daha yeni ekmişti. Her gün temizlediği için mezar pırıl pırıldı. Yanında getirdiği şişe suyu ile kuş suluğunu doldurdu. Karısının sevdiği papatyaları tek tek demetten ayırıp mezarın üzerine serpiştirdi. Önceki günden kalan dalları güzelce temizledi. Mezarın başındaki mermer oturağa oturdu. Önce bir Fatiha okudu. Sonra derin düşüncelere daldı.

Askerliğini bitirdikten sonra Anadolu’daki bir ilçe okuluna öğretmen olarak atanmıştı. İlçe küçük ama yeşillikler içinde şirin bir yerdi.  Bekar bir arkadaşı ile aynı evde kalıyordu. Okulda öğrenci sayısı fazla olduğu için sabahtan akşama kadar derse giriyordu. Okul çıkışında da şehir kulübünde arkadaşlarıyla buluşup okey oynuyordu. Bu arada okuldaki bayan öğretmenlerden birisi ilgisini çekmeye başlamıştı. Önce selamlaşmaya sonra da teneffüslerde öğretmenler odasında konuşmaya başladılar. Bayan öğretmenin de kendisine ilgi duyduğunu sezinliyordu. O da bekardı ve arkadaşıyla kalıyordu. Aralarındaki samimiyet git gide arttı. Artık hafta sonları yakındaki İl’e gidiyorlar, hem alışveriş yapıyor hem de çay bahçesinde uzun sohbetler ediyorlardı. Aradan günler geçti. Bir akşam okul çıkışında bayan öğretmene birlikte yemek yemeyi teklif etti. İlçenin lüks sayılabilecek bir lokantasına gittiler. Yemeklerini söylediler. Bir ara arkadaşına heyecandan titreyen bir sesle “Sana bir şey söyleyeceğim” dedi. Arkadaşı “Bekliyorum” derken işin nereye varacağını anlamış ve heyecanlanmıştı. Cebinden çıkardığı tek taş pırlanta yüzüğü arkadaşına uzatarak “Benimle evlenir misin?” diye sordu. Arkadaşı bir an ne söyleyeceğini bilemedi, bir süre durakladı, titreyen dudakları arasından “Evet” sözcüğü çıktı. Böylece ilk adımını attıkları evlilikleri uzun yıllar devam etti. Mutluklarını bozan tek şey çocuklarının olmamasıydı. Yıllar yılları kovaladı, o şehir benim bu şehir senin Ülkenin okullarında görev yaptıktan sonra birlikte emekli oldular. Egenin deniz kenarındaki şirin bir ilçesine yerleştiler. Tek katlı, bahçe içinde, güzel bir evleri vardı. Artık çocuk konusunu da dert etmiyorlardı. Emeklilik günlerini mutluluk içinde geçiriyorlardı. Bir gün öğle yemeğinde karısı kusmaya başladı. Oysa sabahleyin çok iyi kahvaltı yapmıştı. Başlangıçta kusmayı önemsemediler. İlaçlarla ve bitki çaylarıyla önlemeye çalıştılar. Ancak aynı şey akşam yemeğinde de tekrarladı. Karısı yediklerini çıkarıyordu. O gece sıkıntılı geçti. Sabah olunca kahvaltı etmeden ilçedeki hastaneye koştular. Doktor muayeneden sonra ileri tetkikler istedi. Onun için İl’e gitmeleri gerekiyordu. Neyse ki İl yakındı. İl’deki devlet hastanesinde ileri tetkikleri yapıldı. Sonuçları heyecanla doktora götürdüler. Sonuçlara bakan doktorun suratı asıldı. Boğuk bir sesle kadına kanser olduğunu söyledi. İkisi de yıkılmışlardı. Kendilerini toparlayıp ne yapmaları gerektiğini sordular. Doktor ameliyat olması gerektiğini söyledi. Ameliyat için gün alıp ilçeye döndüler. Dünya başlarına yıkılmıştı. Bu arada kadın zayıflamaya başlamıştı, ağrıları artmıştı. Ameliyat günü sabahtan hazırlıklarını yapıp hastaneye gittiler. Ertesi günü kadın ameliyat oldu. Midesini almışlardı. Birkaç gün hastanede kaldıktan sonra evlerine döndüler. Doktor ilave bir tedavi önermemişti. Kadın gittikçe zayıflıyordu. Bir sabah karısını yatakta ölmüş olarak buldu. Mutlu birliktelik hazin bir şekilde sona ermişti.

Adam o sabah yine alarmla uyandı. Dışarıda yağmurlu ve kasvetli bir hava vardı. Tıraş oldu, giyindi, dışarı çıktı. Kaldırımda yürümeye başladı. Yoldaki çiçekçiden her günkü gibi karısının sevdiği çiçekleri aldı. Hava yağmurlu olduğu için dolmuşa bindi. Mezarlığın önünde indi. Şemsiyesini açıp ağır adımlarla mezarı buldu. Çiçekleri mezara serpiştirdi. Duasını okudu. Bu arada yağmur dinmişti. Mermer oturağı kurulayıp oturdu. Karısıyla yaşadığı mutlu günler bir filim şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu. Bir ara kendini yorgun hissetti. Sırtına dayanılmaz bir ağrı girmişti. Mezar taşına başını dayadı. Aradan bir süre geçti. Mezar bakıcılarından biri başını mezar taşına dayamış adamı gördü. Yanına yaklaştı. Önce seslendi. Cevap alamayınca omzuna dokundu. Adamın başı yana düştü. Gövdesi oturaktan kayarak yere yuvarlandı. Ziyaretçi nabzına baktı. Nabzı atmıyordu. Adamın kalbi çok sevdiği karısının acısına dayanamamış ve her gün istisnasız ziyaret ettiği mezarının başında durmuştu.