Değerli Meslektaşlarım, Giresun Veteriner Hekimler Odası’nın gruplara
gelen maillerle ilgili görüşlerine aynen katılıyorum ve yöneticilerini
yürekten kutluyorum. Tam da benim duygularıma tercüman olmuşlar.
Arkadaşlar, sık sık yinelediğim gibi öğrenciliğim de dahil 45 yıldır
bu kutsal mesleğin içindeyim.Yirmi beş yıllık aktif meslek yaşamımın
on beş yılını fakültelerde ve meslek örgütlerinde yöneticilik yaparak
geçirdim. Şu anda sanırım bir bölümü de öğrencim olan gruplara üye
veteriner hekimlerin en yaşlısıyım. Gruplara, üye olduğumdan beri
geçen iki yıllık sürede yaklaşık elli adet yazı gönderdim. Yazılarımda
hep mesleğin onurunu yüceltmeye, veteriner hekimliğin ve hayvancılığın
sorunları üstüne kendimce ürettiğim çözümleri meslektaşlarımla
paylaşmaya çalıştım. Bu arada da sırası geldiğinde geçmişte
mesleğimize unutulmaz hizmetleri dokunmuş veteriner hekimlerle ilgili
bilgileri aktararak özellikle genç meslektaşlarımda bir meslek tarih
bilinci oluşturmak için uğraştım. Bunları yaparken beni kişisel olarak
eleştiren ve hatta kimisi öğrencim olan meslektaşlarıma dahi gruplar
aracılığı ile değil, gerekli gördüğümde kişisel mail adreslerine
yazarak yanıtlar verdim. Ama hiç bir zaman yılmadım ve bundan böyle de
kendi bildiğim doğruları söylemeye devam edeceğim. Biraz da yaşam
koşullarının getirdiği sıkıntıların ve deneyimsizliğin etkisi ile
gruplarda içlerini dökerken hatalı davranabilen genç meslektaşlarımıza
kızmak yerine, onların mesleğe olan aidiyetlerini pekiştirecek çabalar
göstermenin biz büyüklerin asli görevi olduğuna inanıyorum. Genç
meslektaşlarıma ise sadece eleştirmenin yeterli olmadığını,
eleştirilen konulara ilişkin çözümleri de ortaya koymanın gerektiğini
tavsiye etmek isterim. Eğer hep eleştirir ama çözüm üretmezseniz
inandırıcı olamazsınız. Çözüm üretmek hiç kuşkusuz Dünyanın en zor
işlerinden birisidir. Bunun için çok okumak, araştırmak, düşünmek,
analiz etmek, konunun geçmişini bilmek ve en önemlisi de ürettiğiniz
çözümleri “herkes acaba ne der” diye düşünmeden cesaretle ortaya
koyabilmek gerekir. Ama herkesin bildiği saptamaları yapıp ta ondan
sonra “bunlar niye düzelmiyor?” demek en yalın tabiri ile kolaycılığa
kaçmak olur.
Bir de son günlerde gruplarda gerek kendi aramızda gerekse kardeş
meslek grubu olan veteriner sağlık teknisyenleri ile yapılan
tartışmalara tanık olmaktayız. Ama bu arada bir yandan ziraat ve gıda
mühendisleri taslak yasada gıda güvenliği konusundaki yetkilerimizi
tırpanlamak için tüm güçleri ile çalışıyor, bir yandan da su ürünleri
mühendisleri “balık hastalıkları bizim de konumuz” anlamına gelen
sözler söylüyorlar. Bakanlık ise yeni oluşturmaya çalıştığı teşkilat
kanununu kimseye danışmadan meclise gönderiyor. Bizlerse resmi tarihi
bile 167 yıllık olan şanlı bir mesleğin mensupları olarak ne
yapıyoruz? Biri birimizle uğraşmaktan, tarihi bir geçmişi ve Dünyada
bir örneği daha olmayan, yakın zamanda biri birinden türemiş dünün
mesleklerine karşı sesimiz çıkmıyor. Arkadaşlar 1937 tarihinde çıkan
ve Atatürk’ün de imzasını taşıyan 3203 sayılı kanun Veteriner İşleri
Genel Müdürlüğüne hayvan sağlığı, gıda güvenliği ve hayvan ıslahı
alanındaki tüm yetkileri vermişti. Oysa daha önceki yazılarımda da
belirttiğim gibi özellikle askeri darbelerden sonra ortaya çıkan anti
demokratik dönemlerde görev alan Tarım Bakanları bu yetkilerimizi bir
bir tırpanlamışlar ve bizi Tarım ve Köy İşleri Bakanlığında yarım bir
Genel Müdürlüğe ve İllerde işlevsiz bir şube müdürlüğüne
indirgemişlerdir. Şimdi ben de suçu sadece başkalarına yüklemek
kendinde aramamak yanlışına düşmek istemiyorum. Çok iyi hatırlıyorum
ki, geçmişte de yetkilerimiz bir bir tırpanlanırken sesimiz çıkmamış,
yine kendi içimizde kavgaya devam etmiştik. Bu arada çeşitli
vesilelerle önümüze çıkan çok sayıda fırsatı da ne yazık ki
nemelazımcı bir anlayışla ıskalamıştık.
Son olarak önerim,” kol kırılır, yeni içinde kalır” anlayışına uygun
olarak kendi içimizdeki tartışmaları bir yana bırakmak ve tüm gücümüzü
mesleki haklarımızı elimizden almak için cansiperane bir şekilde
çalışan gruplara karşı savaşmak olacaktır. Burada da topu ıskalarsak
öyle inanıyorum ki bir daha belimizi doğrultamayacağız ve gelecek
kuşaklara karşı söyleyecek bir sözümüz de olmayacak.
Değerli meslektaşlarım
Grubumuzda iki gündür , ne yazık ki kendi içimizden çıkmış
bazı kişilerin fakültelerimizdeki öğretimden yola çıkarak mesleğimize
karşı sarfettikleri hakarete varan sözleri büyük bir üzüntü içinde
izlemekteyim. Arkadaşlar,öğrencilik dahil 45 yıllık meslek yaşamına sahip
bir veteriner hekim olarak önce şunu en gür sesimle haykırmalıyım ki,
bu meslekten ekmek yiyen hiç kimse, ama hiç kimse tarihi insanlık
tarihi kadar eski, geçmişi şan ve şereflerle dolu olan kutsal
mesleğimizi aşağılama hakkına sahip değildir. Bunu yapanların her
zaman karşısında oldum, son nefesime kadar da karşısında olacağım. Bu
konuda ilgili veteriner hekim odasını göreve davet ediyorum. Bu
aşağılamaları yapanlar acaba İstiklal Marşımızın şairi M.Akif Ersoy’un;
Dünyaca ünlü bir şair, opera yazarı, bilim adamı olan
Prof.Dr.Selahattin Batu’nun ; ünlü şairimiz Ziya Gökalp’in; insanlar
için hazırladığı ruam aşısını denek bulamayınca kendine yaparak şehit
olan Veteriner Hekim Yüzbaşı Kemal beyin; yaşamını çevre ve gıda
güvenliği konularında mesleğimizin önemini anlatmakla geçirmiş Doç Dr.
Osman Nuri Koçtürk’ün; Dünya’da antrax aşısını ilk kez hazırlayan ve
Türkiye’de insanlarda kök hücre tedavisini ilk kez gerçekleştiren
Ord.Prof.Dr.Tümgeneral Süreyya Tahsin Aygün’ün ; Türkiye’de modern
parazitolojiyi kurarak binlerce veteriner hekim ve insan hekimi
yetiştiren Prof.Dr.Hasan Şükrü Oytun’un (Aslan Hoca); İstanbul’daki
tıbbiyelilerin temsilcisi olarak Sivas Kongresi’ne katılan ve manda
söylentilerine karşı Atatürk’ün karşısına dikilip “Amerikan mandasını
kabul ederseniz sizi de reddederiz” deme cesaretini gösteren okulu öğrencisi Hikmet Boran’ın ; istiklal savaşında bir yandan
düşmanla bir yandan da o dönemde ordunun hareket gücünü sağlayıcı tek
vasıta olan sığırların vebasıyla savaşırken şehit edilen onlarca
veteriner hekimin; mezbahalarda halka sağlıklı et yedirme çabası verirken
kasap bıçağı ile şehit olan meslektaşlarımızın ve daha
adlarını sayamadığım ,mesleğimize unutulmaz hizmetleri olmuş
yüzlerce meslektaşımızın mezardaki kemiklerini sızlattıklarını
düşünmezler mi? Özeleştiri
ayrı şeydir, hakaret ayrı şeydir. Bu iki olguyu bir birine
karıştırmamak gerekir. Fakültelerimizin sayısının gereğinden fazla
olduğunu, bazılarında yeterli düzeyde öğretim yapılmadığını hepimiz
biliyoruz. Ama fakültelerimizin tümünü aynı kefeye koyup “hiç bir işe
yaramaz bunlar ” derseniz haksızlık etmiş olursunuz. Hasbelkader
Avrupa’daki veteriner fakültelerinin kiminde asistan olarak çalışmış,
kiminde konferanslar vermiş,Türkiye’de ise
beş değişik veteriner fakültesinde derse girmiş birisi olarak
rahatlıkla iddia ediyorum ki, Dünya’nın her hangi bir veteriner
fakültesinden mezun olan öğrenci mesleğe yeni başladığında ben her
şeyi biliyorum diyemez. Bugün böyle olan durum sanki bizim 45 yıl önceki
öğrencilik dönemimizde farklı mı idi? Tabii ki hayır. Kendimden örnek vermem
gerekirse , ben o yıllarda Türkiye’de tek olan Ankara Üniversitesi Veteriner
Fakültesi’nde en iyi hocalardan ders almış, her derse katılıp not
tutmuş, yaz tatillerinde bile fakülte kliniklerinde çalışmış ve
fakülteyi ilk on arasında bitirmiş bir kişiyim. Fakat mezuniyetten sonra
kura çekip gittiğim Sivas Veteriner Müdürlüğü’ndeki görevime
başladığımda inanın sudan çıkmış balığa döndüm. Koyunlar ötürüyor diye
gelen bir hayvan sahibine ne cevap vereceğimi o dönem birlikte
çalıştığımız rahmetli Prof.Dr.Necdet Dursun’a sorduğumda Necdet Dursun’a
sorduğumda şu tarifi yapmamı önerdi,” Bir kaba beş çay bardağı su
koyup üzerine yenice sigarası paketi şeklinde olan İlacın içinde
bulunan torbadaki beyaz tozu katıp karıştıracaksın ve her bir koyuna
ilaçlı sudan bir bardak içireceksin”. Bu anlattıklarım hiç kuşkusuz
teori ile pratiğin farklı şeyler olduğunu bize gösteriyor. Asıl mesleğe
hazırlık ,mezuniyetten sonra katılacağımız geliştirme kurslarında olur.
Çünkü fakültede edinilen bilgiler ve deneyimler, Dünyada insan ve
veteriner tıbbı konusunda yer alan inanılmaz hızlı gelişmelere ayak
uyduramayıp çok kısa sürede eskiyor. O nedenle, kimi meslektaşlarımız
karşı çıksa da , odalar veteriner fakülteleri ile işbirliği içerisinde
sık sık veteriner hekimliğindeki yeni bilgileri aktarmak amacıyla geliştirme
kursları düzenlemeli ve meslektaşlarımızın bu kurslara etkin katılımını
sağlamalıdırlar .Eleştirilmesi gereken sanırım kursların yararsızlığı
değil etkin olup olmadığıdır.
Gruba gelen maillerde bir diğer eleştiri de meslek örgütlerine
yöneltiliyor. Meslek örgütlerini eleştirmek hiç kuşkusuz her üyenin
görevidir. Ancak bunu yaparken yıkıcı değil yapıcı olmak ve
eleştirdiğimiz konularla ilgili çözüm önerilerini de birlikte sunmak
gerekir. Veteriner Hekimliği Meslek örgütleri denince Veteriner
Hekimler Derneği ve Bilim Derneklerini bir yana Veteriner Hekim
Odaları ve onların bağlı bulunduğu Türk Veteriner Hekimleri Birliği’ni
bir yana koymak gerekir. Dernek statüsündeki meslek örgütleri, her ne
kadar zaman içerisinde kimi değişikliklere uğramışsa da 12 Eylül askeri
yönetimince hazırlanan anti demokratik Dernekler Yasasına tabidir ve
bu yüzden de
yetkileri çok sınırlıdır. Veteriner Hekim Odaları ise 55 yıldır
çok az değişikliğe uğrayan, o nedenle de çağ dışı kalmış
6343 sayılı meslek yasamıza bağlı olarak faaliyet göstermektedirler. Bence
yapılması gereken şey, meslek örgütlerimizi eleştirmek yerine onlara
sahip çıkmak, çağ dışı kalmış 6343 sayılı yasayı toptan değiştirme
konusunda çaba
göstermektir. Bunun ve diğer mesleki sorunlarımızın çözüm yeri her
zaman yinelediğim gibi meslek örgütleri değil yüce parlamentodur.
Son yerel seçimlerde gösterdiğimiz başarıyı gelecek ilk
genel seçimlerde de gösterir ve parlamentoya daha çok veteriner hekim
milletvekili sokabilirsek
öyle inanıyorum ki mesleğimiz arzu edilen düzeye kısa sürede ulaşacaktır.Tabi
bunun da tek yolu mesleğimizi aşağılamaktan değil , Hacı Bektaş dediği gibi bir olmak, diri olmak ve iri olmaktan geçer.