Küçük baş hayvancılık olarak da tanımlanan koyun ve keçi yetiştiriciliği Türk ulusunun tarih boyunca uğraştığı en önemli hayvansal üretim faaliyetleri arasında yer alır. “Buğday İle Koyun, Gerisi Oyun” ata sözümüzün benzerini bugün hiç bir ulusun geleneğinde göremiyoruz. Türklerin Orta Asya’dan, koyunlarını ve keçilerini otlattıkları meralar kuruduğu için göç ettiklerini ileri süren tarihçiler vardır. Göç eden kavimlerin sürülerini Anadolu’ya kadar beraberlerinde getirdiklerini günümüzde devam eden göçer ve yörük geleneğinden anlıyoruz. Merinos Koyununun ve Tiftik Keçisinin ana yurdu Anadolu’dur. Hediye olarak ya da kaçak yollarla önce İspanya’ya götürüldükleri, oradan da Güney Afrika’ya, Avustralya’ya, Yeni Zelanda’ya ve tüm Avrupa’ya yayıldıkları söylenmektedir. Türk halkı koyun ile o denli bütünleşmiştir ki insanlar sevdikleri birine “koçum” , anneler yavrularına “kuzum” diye hitap ederler. Askere gidecek olan gençlere verilen bir isim de “ kınalı kuzu” dur. Müslümanlıktan önce Hazreti İbrahim zamanında koyunun Tanrıya kurban edilmesi geleneği günümüz İslam aleminde de hiç değişmeden devam etmektedir. Peygamberlerin çoğunun çobanlık yaptığı rivayet edilmektedir.
Türkiye’deki koyun ıslahı çalışmalarının başlangıcı çok eski yıllara dayanır. Cumhuriyet döneminin öz kaynaklara dayalı kalkınma ve sanayileşme modelinde koyunculuk çok önemli bir yer tutmuş, 1926 yılında Dünya’da Rusya’dan sonra ikinci olarak Türkiye’de uygulanmaya başlayan sun’i tohumlama tekniği kullanılarak düşük verimli yerli koyunların ıslahı yoluna gidilmiştir. Bu bağlamda, kurulan yünlü dokuma sanayinin ince yapağı ihtiyacını Yurt içi kaynaklardan sağlamak amacıyla Almanya’dan ince yapağılı Merinos koçlar ithal edilmiş ve bu koçlarla Kıvırcık ve Akkaraman gibi yerli koyun ırkları Sun’i Tohumlama tekniği kullanılarak melezlenmiştir. Bu çalışmalar sonucunda Türkiye’de Karacabey ve Konya Merinosu olmak üzere iki kültür koyun ırkı elde edilmiştir. Sun’i tohumlamaya dayalı koyun ıslahı çalışmaları 1950 yılından itibaren halk hayvanlarında da uygulanarak yaygınlaşması sağlanmıştır. Türkiye’de koyunculuğu geliştirmek amacıyla Bandırma’da Devlete bağlı bir Merinos Çiftliği kurulmuştur. Cumhuriyetle birlikte keçi yetiştiriciliği konusunda da önemli adımlar atılmış, Ülkemizin önemli bir yerli ırkı olan Tiftik Keçisinin korunması ve sayısının arttırılması amacıyla Ankara’da bir Tiftik Cemiyeti oluşturulmuş ve ona bağlı olarak da Lalahan’da Tiftik Keçisi Yetiştirme Çiftliği açılmıştır.
Yakın tarihimizde koyunculuk ve keçicilik özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgeleri’nde yaşayan halkımızın önemli bir geçim kaynağını oluşturmaktaydı. Küçükbaş hayvanlar, özellikle 1970 öncesi dönemde Ülke ekonomisinde , istihdamda, ihracatta ve halkın beslenmesinde çok önemli görevler üstlenmiştir. O dönemlerde her köyde en küçüğü 500 baş olan çok sayıda sürü bulunur ve halkın büyük çoğunluğu geçimini küçük baş hayvan yetiştiriciliğinden sağlardı. Koyunların ve keçilerin yünleri, tiftikleri ve postları yünlü dokuma sanayinde, halı ve kilim sanayinde, deri sanayinde yoğun olarak kullanılırdı. Başta canlı koyun ve keçi olmak üzere küçük baş hayvanların yapağısı, tiftiği, derisi, bağırsağı Türkiye’nin ihraç ürünleri arasında önemli bir yer işgal etmekteydi. Koyun kaçakçılığı Türkiye’nin özellikle Güney sınırlarında yapılan önemli bir ekonomik faaliyetti. Türkiye’den Suriye’ ye koyun kaçırılır, karşılığında para ya da o yıllarda Türkiye’de bulunmayan kumaş, kahve, küçük ev aletleri, elektronik eşya v.s gibi mallar getirilirdi. Koyun, kuzu, keçi, oğlak eti, kuyruk yağı, iç yağı kasapların vitrinlerinden eksik olmazdı. O dönemde halkın damak tadı daha çok bu ürünlere uygundu ve hepsi de severek tüketilirdi. Ne var ki, 1970′ lerden sonra koyunculuk hızla gerilemeye başlamış ve bugün gelecek için hiç de ümit vermeyen bir düzeye gelmiştir. Bu geriye gidişin nedenlerini kısaca şöyle özetleyebiliriz. Türkiye’de koyunların neredeyse tamamı düşük verimli yerli ırklardan oluşmaktadır. Bu nedenle koyunlardan elde edilen verimler çok düşük düzeydedir. Koyunlardan elde edilen ürünler, talep azlığından pazar şansı bulamamakta, o nedenle de çok düşük fiyatlara satılabilmektedir. Koyun eti yıllardır sürdürülen menfi propagandalar nedeniyle halk tarafından yeterince tüketilmemektedir. Koyun yünü, sun’i elyafın çok ucuza ithal edilmesi yüzünden ya hiç talep edilmemekte ya da çok ucuza satış şansı bulmaktadır. Zaten düşük miktarda üretilen koyun sütü büyük ölçüde kuzulara içirilmekte, geriye kalanı ise mandıralarda peynir üretiminde değerlendirilmektedir. Koyunculukta meralardan yararlanma olanağı bir hayli azalmıştır. Bu duruma yol açan nedenler arasında aşırı otlatma ve ıslah etmeme yüzünden meraların besleyici özelliklerini kaybetmesi; mera alanlarının, konut ve sanayi yatırımları, kiralama, özelleştirme ve ormanlaşma gibi nedenlerden dolayı daralması sayılabilir. Koyunculukta çoban sorunu çok önemli boyutlara ulaşmıştır. Emeklilik ve sağlık güvencesi olmayan, hırsızlıktan dolayı hayati tehlike altında yedi gün yirmi dört saat çalışmak zorunda kalan, bu nedenle de evlenecek bir kız bile bulamayan çobanlar bir bir mesleği terk etmektedirler. Köy hayvancılığının bitmesinden dolayı genç insanlar köylerden şehirlere göç ederek asgari ücretle de olsa bir iş bulup sosyal güvenceye sahip olarak çalışmayı yeğlemektedirler. Köyde kalan yaşlı kesim ise hayvancılığı, özellikle de zor bir iş olan koyunculuğu bırakmaktadırlar. On yıla kalmadan köylerde koyunculuğun biteceğini ileri süren görüşler mevcuttur. Aynı durum keçi yetiştiriciliği içinde söz konusudur. Keçiler meralardan gereğince yararlanamadıkları gibi orman alanlarına girmeleri durumunda da yetiştiriciler ağır cezalarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Tüm bu olumsuz şartlara karşın koyun ve keçi yetiştiriciliği Devletten de yeterli desteği görmemektedir. Yalnız son zamanlarda entansif yani ağılda yetiştiriciliğe uygun Saanen başta olmak üzere kimi ırkların Türkiye’ye gelmesi ve keçi sütünün koyun sütüne nazaran daha yüksek fiyatlara alıcı bulması keçiciliği koyunculuğa göre daha cazip hale getirmiş bulunmaktadır.
Şimdi de, koyunlarla ilgili istatistiklere bir göz atalım. Kasım 2016 ayında Türkiye’de yaklaşık 33.2 milyon baş koyun mevcuttur. 2015 yılında koyunların yaklaşık yarısı sağılmış ve 1.117 bin ton süt elde edilmiştir. Bu durumda koyun başına süt verimi 2015 yılında 77 kg olmuştur. 2015 yılında kesilen 5 milyon koyundan yaklaşık 100 bin ton et elde edilmiş ve bu suretle koyun başına et üretimi 20 kg ı bulmuştur. Türkiye sahip olduğu koyun varlığı ile Avrupa’da Rusya’dan sonra ikinci sıradadır. Ne var ki, sayıca bu üstünlüğüne karşın koyunların hemen tamamı düşük verimli yerli ırklardan oluşmaktadır. Nitekim bu durumun böyle olduğu koyun başına süt ve et verimlerinin düşüklüğünden de kolaylıkla anlaşılabilir. 2015 yılında Türkiye’de mevcut koyunların 77 kg olan ortalama süt ve 20 kg olan ortalama et verimleri hayvancılığı gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında son derece düşük düzeydedir. Ortalama süt verimi rakamından koyunların günde bir kilogramdan daha az süt verdiği anlaşılmaktadır. Aynı durum koyunların yıllık ortalama et verimi için de söz konusudur. Yıllık ortalama 20 kg et verimi de hayvancılığı gelişmiş ülkelere bakıldığında çok düşüktür. Koyunların süt ve et verimlerindeki bu geriliğin nedeni yukarıda da belirtildiği gibi Ülkemizde üstün verimli koyun ırklarının bulunmayışıdır. Koyunların süt ve et verimlerinin sığırların süt ve et verimleri ile karşılaştırılmasından da aynı sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Koyunların süt ve et verimlerinin sığırların verimleri içindeki payı sütte %0.7, ette de %10 düzeyindedir. Bu sonuçlar kimi yazarların Türkiye’deki kırmızı et sorununun koyun eti desteği ile çözülebileceği tezini de çürütmektedir. Yıllık 100 bin ton koyun eti desteği ile bu sorunun çözümü mümkün değildir. Sütte de durum hemen hemen aynıdır. Kuzusunun emmesinden sonra geriye kalan koyun sütü neredeyse hiçbir artı değer sağlamamaktadır. Ancak koyunların sayılarının arttırılması yerine üstün verimli ırklar kullanılması suretiyle ıslahı sonucunda et veriminin artması belki de kırmızı et ihtiyacını karşılamada yardımcı olabilir. Koyunlardaki yıllık et veriminin azlığında erkek kuzuların erken yaşta kesimi de rol oynamaktadır. Bu nedenle, erken kuzu kesiminin mutlaka önlenmesi gerekmektedir. Kasım 2016 ayında Türkiye’de yaklaşık 10.3 milyon baş keçi mevcuttur. 2015 yılında yaklaşık 4.5 milyon baş keçi sağılmış ve 481 bin ton süt elde edilmiştir. Böylece keçi başına ortalama süt verimi 105 kilogram olmuştur. Aynı yıl kesilen yaklaşık 2 milyon keçiden 34 bin ton et elde edilmiştir.
Baştan beri, küçük baş hayvan yetiştiriciliğini tüm yönleriyle açıklamaya çalıştım. Bu açıklamalar ve rakamlar dikkate alındığında küçük baş hayvan yetiştiriciliğinin Türkiye ekonomisinde önemli bir yer işgal etmediği anlaşılmaktadır. Türkiye’de küçük baş hayvan yetiştiriciliğinin içinde bulunduğu ve yılların birikimi olan çoban, mera, köylerin boşalması, genç nüfusun uzaklaşması, ürünlerin para etmemesi gibi devasa sorunlar bugünden yarına çözülebilecek sorunlar değildir. Çünkü bu sorunlar yıllardır çeşitli ortamlarda dile getirildiği ve her göreve gelen hükumet tarafından vaat edildiği halde ne yazık ki bir türlü çözülememiştir. Bundan sonra da çözümlenecek gibi görünmemektedir. Sorun kanımca koyunculukta ve keçicilike entansifleşmeye yani modern üretim tarzına geçmek suretiyle çözülebilir. Koyunculukta özellikle et üretimi dikkate alınarak merinosa ağırlık verilmeli, süt ve yavru verimini arttırmak için de çoklu doğum yeteneği yüksek Romanov gibi ırklara yönelinmelidir. Bu yetiştirme tarzı Saanen ırkı kullanılarak keçicilikte on yıllardır başarı ile uygulanmaktadır. Buna ilave olarak Devlet destekli halk elindeki ıslah projesi kapsamında Dünyaca meşhur Tiftik keçisi genotipinin korunması adına geliştirme çalışmaları yapılmalıdır.