Cumhuriyetten önce Osmanlı İmparatorluğu döneminde hayvan ıslahı alanında her hangi bir ıslah çalışması mevcut değildi. O dönemde Anadolu’da Boz Irk, Yerli Kara Irkı, Güney Anadolu Kırmızısı Irkı gibi yerli sığır ırkları; Kıvırcık, Sakız, Akkaraman, Morkaraman, İvesi gibi yerli koyun ırkları yetiştirilmekteydi. Bu ırklar verimleri az olmakla beraber çevre koşullarına uyumlu ve hastalıklara karşı dayanıklı ırklardı.
Cumhuriyet dönemi her alanda olduğu gibi hayvancılık alanında da büyük atılımların yaşandığı bir dönem olmuştur. Dönemin son derece kıt bütçe olanaklarına rağmen 1925 de Karacabey’deki çiftlik hara haline dönüştürülmüş, izleyen 10 yıl içerisinde ise Çifteler, Konya ve Çukurova Haraları kurulmuştur.1926 yılında Dünyada Rusya’dan sonra ikinci olarak suni tohumlama tekniği Türkiye’de uygulanmaya başlamıştır. 1925 yılında Avusturya’dan ithal edilen Avusturya Esmeri (Montofon) boğa ve inekler Karacabey Harasına getirilerek gerek kendi aralarında saf olarak yetiştirilmişler gerekse Bursa-Balıkesir Bölgelerinin yerli sığırı olan boz ırk ile çevirme melezlemesi yöntemiyle ve suni tohumlama kullanılarak çiftleştirilmişlerdir. Bu sayede sonradan Karacabey Esmer Irkı olarak da adlandırılan ve Türkiye koşullarına tam uyum sağlamış bir ırk elde edilmiştir. Sığır ıslah çalışmalarına 1935’de Avusturya’dan,1947’de İsviçre’den ithal edilen damızlık boğa ve ineklerle devam edilmiştir.
Sığırcılık alanında olduğu gibi koyunculuk alanında da ıslah çalışmaları Cumhuriyetle birlikte yoğunluk kazanmıştır. Aslında Cumhuriyetten önce,1843 yılında İspanya’dan tarak yapağısı Merinos koyunları ithal edilerek daha sonra Karacabey harasına dönüşecek olan Bursa’daki Mihalıç Çiftliğinde saf olarak yetiştirilmiş ve oldukça da önemli bir sayıya ulaşılmıştı. İşin garip yanı yıllar önce padişahın hediye olarak İspanya’ya gönderdiği Merinos koyunlarını yıllar sonra ithal etmek zorunda kalmamızdır. Bu merinos koyunlarının yapağısı ile Feshane’deki fabrikada ordunun ihtiyacını karşılamak üzere kalın kumaşlar üretilmiştir. Ancak Cumhuriyetten sonra kurulan yünlü dokuma sanayinin dokumaya elverişli ince yapağı ihtiyacını yurt içi kaynaklardan sağlamak amacıyla 1933 yılında Almanya’dan çeşitli partiler halinde Alman Et-Yapağı Merinosları ithal edilmiş ve Bursa-Balıkesir Bölgelerindeki yerli kıvırcık koyunları ile suni tohumlama yöntemi kullanılarak melezlenmişlerdir. Bu çalışmalar sonucunda Karacabey Merinosu adı verilen yerli bir kültür ırkı ortaya çıkmıştır. Orta Anadolu’da ise Akkaraman Koyunları ile suni tohumlama tekniği kullanılarak yapılan çevirme melezlemesi sonucunda Konya ya da Anadolu Merinosu adlı bir koyun ırkı elde edilmiştir. Daha sonra sığırcılık ve koyunculuk alanında yoğunluğu gittikçe artan ve halk elindeki hayvanların suni olarak tohumlanmasına dayalı ıslah çalışmaları yürütülmüş,1973 yılında Türkiye’de ilk kez boğa spermasının dondurulması ile bu çalışmalar büyük bir hız kazanmıştır.
Karacabey ve Anadolu Merinosu koyun ırkları ile Karacabey Esmeri sığır ırkı tam da Türkiye koşullarına uygun olarak düşünülmüş ve üretilmiş ırklardı. Çünkü her iki Merinos ırkı da çevreye uyumluluk, hastalıklara dayanıklılık, ikizlik oranı, kuzularının besiye uygunluğu ve yapağı verimi bakımından üstün ırklardı. O dönemde Türk halkı çoğunlukla koyun ve kuzu eti tüketiyordu ve yünlü dokuma sanayine uygun ince Merinos yapağısı çok iyi para ediyordu. Aynı şekilde kombine verimli Karacabey Esmer ırkının hem sütü fazla hem de buzağılarının besi kabiliyetleri çok yüksekti.
Türkiye’de Holştayn ırkı yetiştiriciliği ilk kez 1958 yılında başlamıştır. O yıl Amerika’dan 30 dişi ve 17 erkek dana getirilerek Karacabey Harasında bir Holştayn sürüsü oluşturulmuştur. Bunlardan 11 boğa İstanbul, İzmir, Düzce ve Lalahan Sun’i Tohumlama İstasyonlarına gönderilerek o yörelerdeki halk hayvanlarının melezlenmesine kullanılmıştır. Böylece Marmara ve Ege Bölgesi bu ırkın ilk yayılma alanı olarak belirlenmiştir. Sonraları yerli Güney Anadolu Irkı melezlemesi ile Akdeniz Bölgesi de Holştayn yetiştirme alanına dahil edilmiştir. İleriki yıllarda Hollanda ve Almanya’dan da Holştayn ithalatı yapılmıştır. 1958 yılında Fransa ile İngiltere arasındaki Jersey Adasından Jersey ırkı boğalar ve inekler de getirilmiş ve Karaköy Harasında çoğaltılarak Karadeniz Bölgesindeki halka dağıtılmıştır. Daha sonraları İngiltere ve Danimarka’dan da Jersey ırkı inek ve boğalar ithal edilmiştir. Jersey Irkının Karadeniz kıyı şeridine yerleştirilmesi çok yerinde olmuştur. Çünkü Jersey inekler gerek süt gerekse süt yağı bakımından üstün özelliklere sahip olmakla birlikte bakımı çok kolay olan hayvanlardır. Sürü yaşamından çok bireysel bakıma ve ahırda beslenmeye alışkın inekler bitkisel artıklardan da kolayca yararlanmaktadırlar. Mera alanları olmayan Karadeniz sahil şeridinde bu özellikleri bir hayli işe yaramıştır. Ayrıca perakende süt ve ürünleri satışı da yüksek oranda yağ içermesi nedeniyle tercih edilmiştir. Karacabey Esmeri sığır ırkının ve Karacabey ve Anadolu Merinosu koyun ırklarının çevirme melezlemesi yoluyla Türkiye’ye özgü ırklar haline getirilmesi ve Jersey Irkının Karadeniz sahil şeridine yerleştirilmesi hayvan ıslahı alanında yapılan doğru işlerdir.
Holştayn ırkının Türkiye’ye getirilmesi hayvan ıslahı alanında yapılan yanlışların ilk adımını teşkil etmiştir. Holştayn ırkı inekler her ne kadar süt verimleri yüksek olsa da nazik hayvanlar olmaları nedeniyle çevreye uyumları, hastalıklara (ayak, meme, üreme organı) dayanıklılıkları ve merada otlamaları konusunda sorunlar yaşanmıştır. Aynı zamanda döl verimi konusundaki sıkıntılar nedeniyle de verimli yaşam süreleri ve buzağı verimleri düşüktür. Bugün damızlık bir Holştayn inekten en fazla üç yavru alınabilmektedir. Ayrıca erkek buzağıları fazla bir canlı ağırlık artışı sağlamadıkları için besiye elverişli değildirler. Yağ oranı düşük olduğu için sütleri evde yoğurt üretiminde kullanılmamakta daha çok sanayide değerlendirilmektedir. İthal Holştaynlar ile Türkiye’ye yeni hastalıklar da gelmiştir.
1970 yılında Almanya ve Avusturya’dan Türkiye’ye Simental ırkı inekler ve boğalar ithal edilmiştir. Fleckvieh olarak bilinen Alman Simentalleri daha çok sütçü, Avusturya Simentalleri ise kombine verim özelliği taşımaktaydı. Simentallerin Türkiye’ye gelmesi hayvan ıslahı konusundaki doğrulardan birisidir. Çünkü o dönemde et üretiminde kullanılan Karacabey Esmeri ırkı sayı olarak gerilemiş sığırcılıkta süt verimi yönüyle öne çıkmış olan Holştayn ırkı yaygınlaşmıştı. Holştayn ırkının danaları besiye uygun değildi. Simental ırkı ineklerin danaları kısa zamanda yüksek canlı ağırlık kazanmaları nedeniyle besiye elverişli idiler. Türkiye’de de o yıllarda sığır etine olan talep önemli ölçüde artmıştı. O nedenle Simental danalar önemli bir et kaynağı olarak görülmekteydi. Ayrıca sütçü Simentaller (Fleckvieh) yetiştiricilere sürekli bir süt geliri de sağlamaktaydı. Simental ırkı yetiştiriciler tarafından benimsendi ve Türkiye’deki sayıları bir hayli arttı. Ancak son yıllarda hayvan ıslahında çok büyük bir yanlış yapıldı ve Simental boğa spermaları ile sırf buzağıları besiye uygun olsun diye Holştayn ve Jersey inekler tohumlandı. Bunun sonucunda karışık bir genetik yapı ortaya çıktı. Bu melezlemeler arttıkça sütçü Holştayn ve Jersey ırklarında bozulmalar başladı.
Bu genel açıklamalardan sonra gelecekte yapılması gereken ıslah çalışmaları üzerinde durmak istiyorum. Büyük tüketim merkezlerine, süt fabrikalarına ya da alım merkezlerine yakın ve entansif yani merada değil de barınakta süt sığırcılığı yapmak isteyen yetiştiriciler saf holştayn ırkı bakmalıdır. Erkek Holştayn buzağılar besiye elverişli olmasalar bile yine de et üretiminde kullanılabilir. Kombine verim yönünde yetiştiricilik yapmak isteyen yani hem et hem süt üretmek isteyen yetiştiriciler saf Avusturya Simentali bakmalıdır. Çünkü bir yandan Holştayn kadar olmasa da elde edilecek süt satışı ile işletmenin giderleri karşılanırken bir yandan de hızlı canlı ağırlık kazanan erkek buzağılar besiye alınıp önemli ölçüde bir et verimi sağlanabilir. Meraya dayalı bir süt sığırı yetiştiriciliği yapmak isteyenler ise Fleckvieh olarak bilinen saf Alman Simentallerine bakabilir. Çünkü bu ırk ineklerin ayak yapıları Türkiye’deki meralara uygundur. Daha önce de değindiğim gibi çoğu yetiştirici et sütten daha fazla para ettiği için sütçü Holştayn ve Jersey ineklerini etçi Simental boğaların spermaları ile tohumlatmaktadırlar Bu son derece yanlış bir uygulamadır. Bunun yerine Holştayn ve Simental inekler Angus, Limousin, Şarole gibi etçi sığır ırklarının spermaları ile tohumlanıp heterozis ya da melez azmanlığının ortaya çıktığı ticari melezleme yoluna gidebilirler. Böylece hem Holştayn ve Simental ırklarının saflığı bozulmamış olur hem de elde edilen azman buzağıların besiye alınması suretiyle et üretimi artırılabilir.
Türkiye’de koyun ıslah çalışmaları halk elinde 1949 yılında suni tohumlama yöntemi kullanılarak başlamış ve önceden de belirtildiği gibi Karacabey ve Konya Merinosu ırkları elde edilmiştir. Bu ırklar o dönemde koyunculuk açısından alınmış çok doğru karardı. Bugün hala halk elinde saf olarak bu ırklara rastlamak mümkündür. Ancak son 20 yılda Türkiye’ye çok sayıda yabancı koyun ırkı girmiştir. Bu ırklar saf olarak yetiştirildiği gibi daha önce kendini kanıtlamış Karacabey ve Konya Merinosu ırkı ile melezlenmektedir. Örneğin İle de France uırkı bu yabancı ırklardan sadece birisidir. Bu melezlemede daha çok doğacak kuzuların besi kabiliyeti ve et verimi hedeflenmiştir. Karacabey ve Konya Merinosu ırkları yanında Türkiye’de daha birçok yerli melezi koyun ırkı da ortaya çıkmıştır. Ancak günümüzde Türkiye’de özellikle de Orta, Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgelerinde en fazla yetiştirilen koyun ırklarını Akkaraman ve Morkaraman oluşturmaktadır. Bu arada saf Sakız ve İvesi ırkları da uygun olan bölgelerde yetiştirilmektedir.