Somali Afrika Kıtasının doğusunda yer alan, Hint Okyanusu,
Aden Körfezi, Etyopya, Kenya ve Cibuti ile çevrili, 9.5 milyon nüfusu
olan bir islam ülkesidir. Somali 1980 li yıllara kadar Tarım ve
Hayvancılıkta gelişmiş bir ülke idi. Öyle ki kendi halkını doyurduğu
gibi bütün Arap Yarımadasının kırmızı et ihtiyacının %85 ini
karşılayabilecek bir potansiyele sahipti. Ancak Somali, 1980 li
yılların başından itibaren daha önce kendilerini sömüren ülkelerin de
teşviki ile IMF’nin boyunduruğu altına girdi. IMF Somali’ye verdiği
yüksek faizli kredilerle hayvancılık dışı alanlarda da yapılacak
yatırımların önünü açtı. Bu arada hayvancılıkta büyük bir
liberalizasyon programı uygulanmaya başlandı. IMF’nin dayatması ile
Devlet Veteriner Teşkilatı ortadan kaldırılarak hayvan sağlığı
hizmetleri özelleştirildi. Bunun sonucunda Somali’de sığır vebası
başta olmak üzere salgın hayvan hastalıkları yaygınlaştı. Daha sonra
Avrupa Birliği Ülkeleri ve Avustralya’dan geniş kapsamlı bir hayvan
ithalatı furyası başladı. Sonunda yerli üretim tamamen durdu ve
tümüyle dışa bağımlı bir hayvancılık yapısı ortaya çıktı. Bugün Somali
bazı siyasi karmaşaların da etkisi ile insanların açlıktan öldüğü
Dünyanın en yoksul ülkelerinden birisi haline geldi.
Şimdi bu örnekten yola çıkarak Türkiye Hayvancılığını
değerlendirdiğimizde her iki ülke arasında ister istemez bazı
benzerliklerin mevcut olduğu görmekteyiz. Bilindiği gibi 1980 Asker
Darbesinden sonra Türkiye’de uygulanmaya başlanan liberal
politikalardan hayvancılık da nasibini almış ve ilk iş olarak 1984
yılında, kuruluşundan beri hayvan hastalıklarının önlenmesinde ve gıda
güvenliğinin sağlanmasında çok büyük hizmetleri dokunan Veteriner
İşleri Genel Müdürlüğü kaldırılmış, yerine ne olduğu belirsiz, ucube
bir Genel Müdürlük kurulmuştur. Daha sonra Türkiye’deki hayvan sağlığı
hizmetlerinin çoğu özel kesime devredilmiş ve kamu veteriner hekimleri
tümüyle işlevsiz hale getirilmişlerdir. Bu sürecin bugün karşımıza
çıkardığı sonuç; mesleki faaliyetlerinin hiçbirini yapamayan, tek işi
dairede, masa başında, sığır ve koyunların kulak küpesi numaralarını
bilgisayara kaydedip hangi yetiştiricinin ne kadar destek alacağını
hesap eden sıradan bir katip veteriner hekimi olgusudur. Bu nedenle de
Türkiye’de hayvan hastalıkları kol gezmekte ve yetiştiriciler büyük
zararlara uğramaktadır. En acı olanı da, sırf kamu veteriner
hekimliğinin etkinliğinin yok olmasından dolayı neredeyse yılda ölen
buzağı sayısı kadar yurt dışından hayvan ithal edilmesidir.
Türkiye’de halkın yüz yıllardır kendi ihtiyaçlarını
karşılamak için yaptıkları köy tavukçuluğu kuş gribi nedeniyle tamamen
ortadan kalkmıştır. Kuş gribi uzun yıllardan beri tavuklarda görülen
ve koruyucu aşısı olan bir hastalıktır. Birkaç kümeste sırf ihmalden
ve denetim eksikliğinden dolayı kuş gribi ortaya çıktı diye
Türkiye’deki bütün köy tavuklarının imha edilmesi ve yeniden
yetiştirmeye izin verilmemesi yerinde olmamıştır. Bu uygulama
sonucunda, Türkiye etçi ve yumurtacı yabancı ırkların ebebeyn
hatlarını, civcivlerini ve yumurtalarını ithal eden bir durumda
kalmıştır. Entegre tavukçuluk işletmelerinin bir kısmı iflas etmiş
bazıları da yabancılara satılmıştır.
Türklerin Orta Asya’dan beri temel uğraşı olan koyunculuk da
yine yıllardır ugulanan bu dışa bağımlı politikalar sonucunda bitme
noktasına gelmiş bulunmaktadır. 1989 yılında Orta Doğu Ülkelerine ve
Avrupa’ya bir milyon dolarlık canlı koyun ve koyun ürünleri ihraç eden
Türkiye bugun Yurt dışından koyun ithal etmek zorunda kalmıştır.
Bundan 30-40 yıl önce Doğu ve Güneydoğu’da illegal yollardan da olsa
yapılan hayvan kaçakçılığı o yörelerin halkına önemli kazançlar
sağlamaktaydı. Bugün ise durum tam tersine dönmüş ve bu kez komşu
ülkelerden Türkiye’ye koyun girişi hızlanmıştır. Geçmişten bu yana
uygulanan: kokuyor diye koyun etinden insanları uzaklaştırma, vaat
edip meraları ıslah etmeme, yünlü dokuma sanayinde yapağının yerine
sun’i elyafı hakim kılma gibi yanlış politikalardan dolayı bugün
koyunculuğu gençler yapmak istememektedir.
Türkiye hayvancılığının lokomotif gücü olan sığırcılık
ithalatın ve haksız rekabetin kıskacı altında perişan bir durumdadır.
Sütten kazanamayan küçük üretici damızlık ineğini ucuza kestirmekte,
buna karşın Devleti arkasına alan mega işletmeler ve ambalajlı süt
sanayicileri büyük karlar elde etmektedirler. İthalatın ve haksız
rekabetin doğurduğu kaos ortamı süt ve et sığırcılığı yapan küçük aile
işletmelerinin bir bir kapanmasına yol açmaktadır. Buna bir de köyleri
mahalle yapan ve mahallelerde hayvan yetiştirmeye izin vermeyen
Bütünşehir Yasasının hükümleri eklenince kapanma olayı daha da
hızlanmaktadır.
Sonuç olarak, Somali’de olduğu gibi Türkiye’de de 1980 li
yılların başından itibaren uygulanan neo-liberal politikalar sonucunda
yerli üretim iyice azalmış, Ülke bir ithalat cenneti haline gelmiştir.
Rakam vermek gerekirse; 2010-2016 yılları arasında Türkiye 2 milyonu
büyükbaş, 2.2 milyonu da küçükbaş olmak üzere toplam 4.2 milyon canlı
hayvan ithal etmiş ve karşılığında yabancı ülkelere 3.4 milyar dolar
döviz ödemiştir. Aynı dönem içerisinde bedeli yaklaşık 1 milyon doları
bulan 217 bin ton karkas sığır eti ithal edilmiştir. Devletin resmi
raporlarına göre 03 Temmuz 2016 – 20 Temmuz 2017 ayları arasında 500
bin büyükbaş hayvan ve 41 bin ton karkas ithal edilmiş olup 2018
yılında ise 140 bin büyükbaş hayvan, 295 bin küçükbaş hayvan ve 60 bin
ton karkas sığır eti ithal edilmesi planlanmaktadır.