Bundan tam yarım yüzyıl önce yani 70’li yılların başında Türkiye
tarımsal üretim bakımından kendine yeterli olan hatta yurt dışına
canlı hayvan, bitkisel ve hayvansal ürünler ihraç eden bir ülke idi.
Ne var ki 1980 askeri darbesinden sonra hayata geçirilen neo liberal
politikalar sonucunda yaşamın tüm alanlarında olduğu gibi tarımda ve
hayvancılıkta da dışa bağımlılığın ilk tohumları atıldı. Bugün gelinen
noktada çoğu tarım ürünü, canlı hayvan ve kırmızı et ile üretimde
kullanılan gübre, tohum, yem hammaddeleri, ziraat ve veteriner
ilaçları, hayvan aşıları, donmuş boğa sperması gibi ürünlerin ithalatı
yoğunluk kazandı.  Girdilerin çoğunun ithal edilmesi her döviz
artışında üretim maliyetlerinin ve fiyatların artmasına, üreticinin
zarar edip tüketicinin pahalı gıda tüketmesine ve son tahlilde
enflasyonun yükselmesine neden oldu. Bu duruma katlanamayan üretici
tarlasını ekmemeye, besleyemediği damızlık hayvanlarını kestirerek
ahırını kapatmaya, tüketici ise pahalı ürünlere ulaşamayarak daha az
gıda tüketmeye başladı. Böylece toprağı aç, hayvanı aç, insanı aç bir
Türkiye tablosu ortaya çıktı.

Günümüzde Türkiye’nin toprağı açtır. Çünkü küresel ısınma ve iklim
değişikliğinin doğurduğu kuraklık ve susuzluk nedeniyle
topraklarımızın verimleri düşmüştür. Yıllardır toprağa aşırı miktarda
atılan yapay gübre ve zirai ilaçlar ile vahşi sulama topraktaki
organik madde miktarını iyice azaltmıştır. Ayrıca sık sık yaşanan
seller ve kimi bölgelerimizde halen devam eden rüzgar erozyonu
toprağın yararlı üst kısmını sürükleyerek organik maddeleri yok
etmiştir. Son zamanlarda girdi maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle
yeterli ölçüde sulanamayan ve gübre atılmayan toprak büsbütün
verimsizleşmiş, üretimde önemli ölçüde düşüşler yaşanmıştır. Ülke
genelinde tarlaların çoğu ekilemediğinden dolayı boş kalmıştır.

Toprağı aç olan Türkiye’nin hayvanı da açtır. Çünkü küresel ısınma ve
iklim değişikliğinin yol açtığı kuraklık ve susuzluk sorunu en başta
mera alanlarını olumsuz olarak etkilemiş ve kuruyan meralardan
yararlanamayan hayvanlar aç kalmıştır. Ayrıca, kuraklık ve susuzluk
yem bitkileri üretimini de azaltmıştır. Girdilerin dolayısıyla da
yemin pahalı oluşu nedeniyle kar edemeyen üreticiler hayvanlarını
kaliteli kaba ve kesif yemle değil daha çok düşük kaliteli ve görece
ucuz fabrika artıkları ile beslemeye başlamışlardır.

Bitkisel ve hayvansal üretimde yaşanan bu olumsuzluklardan doğal
olarak insanlar da etkilenmiştir. İnsanlar bir yandan alım güçlerinin
düşmesi öte yandan da pahalılık nedeniyle ürünleri satın alamaz
olmuşlar ve açlık sınırının altına düşmüşlerdir. Günümüzde insanlar
çokluk görece ucuz karbonhidrat ağırlıklı gıdalara yönelmişler,
beslenmenin temeli olan et ve süt gibi hayvansal gıdalardan
uzaklaşmışlardır.

Böylece toprağı, hayvanı ve insanı aç bir Türkiye oluşmuştur. Kırsalda
aç topraklarından verim alamayan, hayvanlarını yeterince besleyemeyen
insanlar çareyi kentlere göç etmekte bulmuşlardır. Yurt içindeki bu
düzensiz göç insanların kentlerin varoşlarında yığılmasına ve kentin
sosyoekonomik yapısındaki olumsuzluklara neden olmuştur. Kırsaldan
kente gittikçe hızlanan bir biçimde süregiden bu genç nüfus göçü
nedeniyle köylerde tarım ve hayvancılık artık yapılamaz duruma
gelmiştir. Bu gidişin sonucu eğer gerekli önlemler ivedilikle
alınmazsa kıtlıktır, açlıktır ve yoksulluktur.