Türkiye’de tavukçuluk, 1960 lı yıllara kadar köylerde ya da şehirlerin varoşlarında birkaç yerli ırkı ile ve olumsuz koşullara sahip kümeslerde ilkel olarak yapılmaktaydı. O yıllarda Ankara’da Tarım Bakanlığına bağlı Tavukçuluk Enstitüsünün kurulması tavukçuluğun sektörleşme sürecinde ilk adımı teşkil eder. Özellikle 80 li yıllarda ithalatın liberalleşmesi ile birlikte Yurt dışından hibrit (melez) hatlar getirilmiş ve entegre şirketlerin yönetiminde yapılan sözleşmeli yetiştiricilik uygulamaları sonucu ticari yumurtacı ve ticari etlik tavukçuluk ayrı birer sektör haline gelmişlerdir. Daha sonra Devletin de desteği ile gelişen tavukçuluk bugün zamam zaman ortaya çıkan bunalımlara rağmen dimdik ayakta durmakta ve bir yandan Türk halkının hayvansal proteinle beslenmesine, bir yandan da istihdama ve ihracata önemli katkılarda bulunmaktadır.
Günümüzde Türkiye Tavukçuluğu, 11.296 işletme ve 20.036 kümes kapasitesi ile yılda 4.5 milyar TL cirosu bulunan ve yaklaşık 100 bin kişiye istihdam sağlayan dev bir sektördür. 2015 yılında Türkiye’de 16.726.000.000 adet yumurta ve 1.999.276 ton tavuk eti üretilmiştir. 2014 yılında Yurt dışına 400 bin dolarlık tavuk ürünleri ihracatı yapılmıştır. Yumurta sektörü son dokuz yılda %50 oranında büyümüştür.
Şimdi böylesine önemli ve hacimli bir sektörün aleyhine maalesef Yurt içinden eleştiri sınırlarını aşıp karalama ve yok etme boyutuna varan bir yanlış algılama kampanyası yürütülmektedir. Dünyaca tanınmış Yeşil Barış Örgütü yanında Türkiye’deki kimi hayvan sever ve çevreci örgütlerin yer aldığı bu platformun sözcülüğünü kanser uzmanı bir doktor yapmaktadır. Bu çevreler her türlü olanağı kullanarak halkta tavuk eti ve yumurtası konusunda yanlış algı oluşturmakta, onların ucuz hayvansal proteine erişimine engel olmakla kalmayıp ihracata ve istihdama bile sekte vurmaktadırlar. Tavukçuların, halkta var olan bu yanlış algıyı silmek adına Veteriner ve Ziraat Fakültesi hocalarından oluşturduğu bilimsel platform ise tüm çabalarına karşın başarılı olamamakta, eğitimli insanları bile bu yanlış algıdan kurtaramamaktadır. Tavukçuluk konusundaki yanlış algılar çoğunlukla etlik piliçler üzerinedir. Bu yanlış algılar, etlik piliçlerin altı haftada kesim ağırlığına ulaşmaları, hormonlu ve antibiyotikli olmaları ve bu nedenle de kansere yol açtıkları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Etlik piliçler uzun yıllar süren genetik çalışmalar sürecinde yemi ete dönüştürme kabiliyetli en yüksek tavuk ırklarının melezlenmesi sonucu oluşturulan hatlardan meydana geldikleri için hızlı büyümekte ve kısa sürede kesim ağırlığına ulaşmaktadırlar. Piliçlere hormon ve antibiyotik uygulanması 2006 yılından beri yasaktır. Kaldı ki hormon uygulaması tavuklarda ne pratik ne de ekonomiktir. Antibiyotikler ise büyütmek değil sadece hastalıklara karşı tedavi etmek amacıyla kullanılmaktadır. Ancak, özellikle enteğre tavukçuluk işletmelerinde antibiyotik vücuttan atılmadan önce asla kesim yapılmamaktadır.Yumurta tavukları üzerindeki yanlış algılar ise etçi tavuklara nazaran daha azdır. Bu konuda da bir köy yumurtası, yürüyen tavuk yumurtası, kafes tavuğu yumurtası tartışması yaşanmaktadır. Her üç sistemle de yetiştirilen tavukların yumurtaları arasında besleme değeri yönünden hiçbir fark bulunmamaktadır. Kaldı ki, köylerde ve entegre olmayan işletmelerde üretilen tavuk yumurtaları önemli ölçüde hastalık bulaştırma riski taşımaktadır. Öte yandan, kimi sahtekarlar entegre çiftliklerden ucuza aldıkları tavuk pisliği bulaşık yumurtaları saman dolu bir sepete koyup köy yumurtası diye halka yüksek fiyata satmaktadırlar.
Son olarak,TUİK verilerine göre ve yıllar itibariyle tavukçulukta üretim ve tüketimin ne durumda olduğuna bakalım. Haziran 2016 ayında Haziran 2015 ayına göre yumurta üretimi %17, kesilen tavuk sayısı %3.8, tavuk eti tüketimi de %3.6 oranında artış göstermiştir. Bu rakamlardan da anlaşılmaktadır ki, tüm yanlış algılamalara ve olumsuz kampanyalara rağmen; tavuk ürünlerinin üretimi ve tüketimi yıllar geçtikçe azalmamakta tam tersine önemli oranlarda artmaktadır. Buradan da, halkımızın en ucuz protein kaynakları olan tavuk eti ve yumurtayı tüketme konusunda olumsuz propagandalara rağbet etmediği sonucunu çıkarabiliriz.