Sığırcılıkta yeni doğuran ineklerin ve yeni doğan buzağıların hastalıkları çok büyük bir öneme sahiptir. Bir hayvancılık işletmesinin karlılığı en başta bu tür hastalıkların ortaya çıkmadan önce önlenmesine bağlıdır. Bunun için de en birinci yol kuru dönem beslenmesine özen göstermektir. Yeni doğuran hastalıklarının yol açtığı ekonomik kayıplar konusunda elde sağlam bilimsel veriler bulunmamakla birlikte çok büyük boyutlarda olduğu tahmin edilmektedir. Yeni doğan hastalıklarının neden olduğu ekonomik kayıplar konusunda ise kısa süre önce yapılan Sürü Sağlığı ve Yönetimi Sempozyumunda verilen bilgiye göre buzağı ölümlerinin %5 azaltılması durumunda ekonomik olarak 1.5 milyar liralık bir kazanç sağlanabilecektir. Bir de her yıl hastalıklar nedeniyle kaybettiğimiz ve sayıları bir milyona ulaşan buzağıların yerine koymak için döviz verip dışarıdan besi danası ithal etmekteyiz. Daha doğrusu her yıl buzağı ölümlerinden yaklaşık iki milyar lira kaybediyoruz, buna karşın yılda ithal ettiğimiz bir milyon besi danasına 500 milyon auro döviz ödüyoruz. Bu çelişkiye iyi dikkat etmek gerekir.
Yeni doğuranların hastalıkları arasında süt humması (hipokalsemi), güç doğum, sonun atılamaması (retentio sekundinarium), şirden (abomasum) ‘in yer değiştirmesi, ketozis sayılabilir. Bir de dolaylı olarak ortaya çıkan ayak bozuklukları (laminitis), rahim iltihabı (metritis), meme iltihabı (mastitis), rahimin çıkması (prolapsus uteri), döl tutmama gibi hastalıklar vardır. Bu hastalıkların tümü kuru dönem bakımı ve beslenmesi ile yakından ilgilidir..Yeni doğanların hastalıkları arasında da buzağılardaki ishalleri (septisemi) ve solunum yolu enfeksiyonlarını sayabiliriz.
Kuru Dönem beslenmesi yeni doğuranların hastalıkları açısından son derece önemlidir. Kuru dönem ineğin doğumuna iki ay kala sütten kesilmesi demektir. Bunun amacı bir laktasyon dönemi boyunca hiç durmadan süt vermiş olan memeleri dinlendirmek, ineğin gücünü daha çok yavru büyütmeye harcamasını sağlamak, memelerin doğumdan sonra üretecekleri ağız sütü için onarımdan geçmelerini temin etmektir. Kuru dönem beslenmesindeki ana ilke düşük enerjili yemler vererek ineğin şişmanlamasını önlemektir. İneğin doğuma normal bir kondisyonda girmesi güç doğumun ve metabolik hastalıkların ortaya çıkmasını önler. Bunun için de hayvanlara enerjisi düşük olan saman, fazla olmamak şartıyla mısır silajı ve kaliteli kaba yemler verilir. Kuru dönemde hayvan süt vermediği için enerjisi yüksek kesif yem ya hiç verilmez ya da çok az miktarda verilir. Ancak kuru dönemin sonunda kesif yem tedrici olarak arttırılarak ineğin doğumdan sonra bol miktarda tüketeceği kesif yeme alıştırılması gerekmektedir. Kuru dönemde ineklere kesinlikle yonca verilmemelidir. Samanın kuru dönem beslenmesinde büyük bir önemi vardır. Kısa bir süre önce düzenlenen Sürü Sağlığı ve Yönetimi Sempozyumunda yabancı bir bilim adamı çeşitli Avrupa Ülkelerinde 27 bin hayvan üzerinde yapılan bir çalışmada yüksek düzeyde saman içeren düşük enerjili toplam yem karışımı ile beslenen ineklerde güç doğumun %53, süt hummasının %76, sonun atılamamasının %57, şirdenin yer değiştirmesinin %85, ketozisin %75 düzeyinde azaldığını ve bu suretle hayvan başına ortalama 114 dolarlık bir kazanç elde edildiğini bildirmiştir. Bu sonuç hayvancılık açısından son derece önemlidir.
Yeni doğanların hastalıkları denince akla ilk önce buzağı ishalleri ve solunum yolu enfeksiyonları gelir. Başta da belirtildiği gibi mikrobik hastalıkların yol açtığı buzağı ölümleri çok önemli ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Buzağı ishallerini önlemenin yolları kuru dönemde anneye septisemi aşısı yapmak, buzağıya doğduktan sonra septisemi serumu vermek, buzağıları doğduktan en geç bir saat içinde annesinden ayırıp bireysel kulübelere koymak ve ilk gün en az altı litre ağız sütünü buzağıya içirmek olarak sıralanabilir. Yine kimi bakterilerden ve buzağının ıslak kalması ya da hava cereyanına maruz bırakılmasından kaynaklanan solunum yolu enfeksiyonları da buzağı kayıplarına neden olmaktadır.
Kuru dönem beslenmesini bilimsel yöntemlere uygun olarak yapmak ve yeni doğan buzağılara koruyucu hekimlik ilkelerini uygulamak suretiyle hem Türkiye’nin yıllık dişi damızlık ve besi danası ihtiyacını karşılayabiliriz, hem de buna bağlı olarak ortaya çıkan kırmızı et sorununu kökünden önleyebiliriz.