Milletvekilliği Genel Seçimlerine iki aydan az bir zaman kaldı. Gündem o kadar yoğun ki, siyasal partiler çözüm sürecinden başkanlık sistemine, emeklilere ikramiyeden kredi kartı faizlerine kadar her konuda bol bol vaadlerde bulunuyorlar. Oysa üretici ve tüketici olarak tüm Türkiye halkını yakından ilgilendiren hayvancılığın sorunlarından kimse söz etmiyor. Biliyoruz ki hayvancılığın sorunları her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Hane geliri arttığı ileri sürülen orta sınıf halkımız aşırı fiyat artışları yüzünden eti sadece kasap vitrinlerinde ve kurban bayramlarında görürken sayıları milyonlarca ifade edilen hayvan yetiştiricileri ürünlerinin para etmmesinden yakınıyor. Sözün kısası ortada kimsenin çözemediği karmaşık bir durum söz konusu. Ben bu yazımla hem meslektaşlarımla hem de seçime katılacak siyasal partilerle hayvancılığımızın sorunlarını ve kendimce doğru bulduğum çözüm önerilerimi paylaşmak istedim. Umarım görüşlerim bir işe yarar da hayvancılıktaki sıkıntılar bir nebze olsun azalır.
SORUN-1: Kamu kesiminin yetiştiricilere sunduğu hayvan sağlığı hizmeti yetersizdir.
ÇÖZÜM: Yaklaşık doksan yıllık bir geçmişi bulunan Kamu Hayvan Sağlığı Örgütü son otuz yıldır görevini layıkiyle yapamamaktadır. Bunun da tek nedeni, geçmişte birkaç kez Ülke genelinde ortaya çıkan ve on binlerce hayvanın ölümüne neden olan at vebası ve sığır vebası gibi salgınları küresel örgütleri bile şaşırtacak etkinlikle ve çabuklukla önlemeyi başaran bağımsız Veteriner İşleri Genel Müdürlüğünün 1985 yılında çok yanlış bir kararla kapatılmasıdır. Bugün şap, bruselloz, tüberküloz gibi hastalıklar hala hayvanlarımızda yaygın olarak bulunuyorsa bunun tek nedeni mevcut kamu hayvan sağlığı hizmetlerinin çarpıklığıdır. Çünkü, Avrupa Birliğinin dayatması sonucu özellikle son otuz yıl içerisinde merkezde il ve ilçe teşkilatı bulunmayan, isimleri sık sık değişen, ne idiğü belirsiz Genel Müdürlüklerle hayvan sağlığı hizmetleri yürütülmeye çalışılmaktadır. İşin kötüsü bu Genel Müdürlüklerde çalışan binlerce Veteriner Hekimi yanlış bir özelleştirme politikası ile işlevsiz hale getirilmişlerdir. Günümüzde kamuda çalışan bir Veteriner Hekimi muayene ve tedaviyi, koruyucu aşılamayı, suni tohumlamayı, nekropsiyi, operasyonu bir tarafa bırakmış zamanını ya koyuna sığıra küpe takmakla ya da bilgisayar başında Türk-Vet Sistemine girip çıkan hayvanları kaydetmekle geçirmektedir. Dünyanın en gelişmemiş ülkelerinde bile Veteriner Hekinlerinin bu tür işleri yapması mümkün ve olası değildir. Bu yetmiyormuş gibi bir de Targel adı altında görev yapan Veteriner Hekimleri köylerdeki kahvehanelerde hekimlik yapmadan boşa vakit harcamakta güya yetiştiricilere danışmanlık yapmaktadır. Bazen de İlçe Müdürünün verdiği parsel büyüklüklerinin tesbiti ya da kelebek türlerinin fotoğraflanması gibi angaryalara da katlanmak zorunda kalmaktadırlar. İddia ediyorum ki, Türk Veteriner Hekimliği şanlı tarihinin hiçbir döneminde bu kadar aşağılanmamıştır. Ayrıca, Yetkilendirilmiş Veteriner Hekimi diye ne idiüğü belirsiz bir unvanla mezbahalarda çalıştırılan Veteriner Hekimleri ne ante mortem ne de post mortem muayene yapmadan sadece hayvanlara bakıp küpeli ya da Tütk-Vet’e kayıtlı olup olmadıklarına bakmaktadırlar. Bazen de aykırı bir karar verdiklerinde hayvan sahibinin saldırısına uğramakta hatta dayak bile yemektedirler. Bu durum Türk Veteriner Hekimliği adına asla katlanılacak bir durum değildir. Onun için hiç vakit geçirilmeden gerek hayvan yetiştiricilerinin daha iyi hizmete ulaşmaları gerekse kutsal mesleğimizin onurunun korunması adına geçmişteki Veteriner İşleri Genel Müdürlüğünü model alan ama onu günümüzün çağdaş normlarını içselleştirmiş, bağımsız, bürokrasinin ve kırtasiyenin en aza indirgendiği, il ve ilçe örgütlenmesi yerine havza bazında örgütlenmiş, güçlü ve çabuk bir teşhis sistemi ve erken uyarı mekanizmaları ile donatılmış, görevli veteriner hekimlerinin tek bir ünvanla ama tüm mesleki işlevlerini etkinlikle yerine getirebildiği, hızlı hareket edebilen, mobil bir anlayışla oluşturmak gerekmektedir. Bu sadece benim isteğim değil, 1937 tarihli ve halen de yürürlükte olan Uluslar Arası Cenevre Sözleşmesi hükümleri uyarınca yerine getirilmesi zorunlu bir taleptir.
SORUN-2: Aile hayvancılığı Avrupa Birliği’nin dayatması ile ortadan kaldırılmak isteniyor.
ÇÖZÜM: Aile hayvancılığı yıllardır Türkiye hayvancılığını ayakta tutan, ara sıra meydana gelen buhranlardan hayvancılığımızı koruyan, pazara değil aile içine üretim yapan bir yetiştiricilik biçimidir. Ancak son yıllarda Avrupa Birliği’nin kırsal nüfusu önce %15 lere, sonra da %5 lere indirin talimatı üzerine çeşitli bahaneler ileri sürülerek aile hayvancılığı yok edilmek istenmektedir. Önce kuş gribi bahane edilerek köy tavukçuluğu ortadan kaldırılmış, şimdi de Bütün Şehir Yasası bahane edilerek köy sığırcılığı yok edilmeye çalışılmaktadır. Bilindiği gibi bu yasanın uygulandığı illerde köyler mahalle olmuş, dolayısıyla gayri sıhhi müessese kapsamına giren hayvancılık işletmeleri mahallelerde yer alamayacağı için kapanma noktasına gelmiştir. Öte yandan, yıllardır terör ve zamanımızda da meraların özelleştirimesi nedeniyle zaten can çekişmekte olan koyunculuk da kısa sürede yok olup gidecektir. Meydan, Devletin çeşitli destek ve teşvikler, sıfır faizli kredilerle palazlandırdığı, teknoloji yoğun ve yığınsal üretim yapan Mega İşletmelerin insafına bırakılmıştır. Çözüm eskiden olduğu gibi örneğin 1-10 başlık aile işletmeleri kurmaktan değil ya bunları teşvik ederek tek başlarına ya da örneğin 10 işletme birleşerek asgari 50-100 başlık, pazara üretim yapan küçük-orta ölçekli hayvancılık işletmeleri (KOHİ) oluşturmaktan geçer. Bu işletmeler özellikle Bütün Şehir Yasası nedeniyle oluşan mahallelerde değil, illerin ya da ilçelerin uygun bölgelerinde toplulaştırılarak (Organize Hayvancılık Bölgesi) ; yemlerini kendilerinin yapabileceği, ortak sağım ve ortak hayvan sağlığı hizmeti alabilecekleri bir konuma Devletin de ucuz kredi desteği ile kolayca getirilebilir. Hatta Mega İşletmeler sözleşmeli hayvancılık yöntemi ile bu aile işletmelerine damızlık, yem ve hayvan sağlığı hizmeti sunarak fason üretim yaptırabilirler.
SORUN-3: Sun’i olarak tohumlanan inek sayıları istenen düzeyde değil.
ÇÖZÜM: İneklerde genetik yapının iyileştirilmesi ve çiftleşme ile bulaşan genital hastalıkların önlenmesi konusunda önemli işlevleri bulunan donmuş sperma ile sun’i tohumlama yöntemi batı bölgelerimizde yaygın olarak uygulanırken Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgelerimizde maalesef çok geri bir düzeydedir. Bunun da başlıca nedeni sun’i tohumlamanın Devlet tarafından değil, sadece serbest veteriner hekimleri tarafından uygulanmasıdır. Batı bölgelerinde serbest veteriner hekimi sayısı fazla olduğundan boğa altı ineklerin büyük bir çoğunluğu sun’i olarak tohumlanırken, Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgelerimizde yeterince serbest veteriner hekimi bulunmaması tohumlama sayılarının düşük düzeyde kalmasına neden olmaktadır. Öte yandan sun’i tohumlama ve hayvan sayısı istatistikleri de çelişkilerle doludur. Örneğin, Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) sun’i tohumlama sayısını vermekte fakat tohumlanan inek sayısını vermemektedir. Oysa suni tohumlama sayıları durum değerlendirmesinde bize yeterli doneler veremez. Bir inek ilk tohumlamada da gebe kalabilir, üst üste altı tohumlamada gebe de kalmayabilir. En kötü şoşullarda ineklerin üçüncü tohumlamada gebe kalacakları varsayılır. Şimdi de bu durumu TUİK’in rakamlarını vererek değerlendirelim. TUİK’e göre sığırlarda sun’i tohumlama sayısı 2014 yılında 3.950.000 olmuştur. Bu rakam sadece tohumlama sayılarını yansıtmakta, tohumlanan inek sayısı hakkında bilgi vermemektedir. Her ineğin ortalama üç tohumlama sonunda gebe kalacağını varsayarsak tohumlanan inek sayını farazi olarak 1.316 000 olarak kabul edilebilir. Şimdi hemen akla acaba boğa altı ineklerimizin ve düvelerimizin yüzde kaçı bir yılda tohumlanıyor sorusu gelecektir. Bu sorunun yanıtını verebilmek için boğa altı inek ve düve sayılarının bilinmesi gerekir. Oysa TUİK bu rakamı vermemekte sadece sağmal inek sayılarını bildirmektedir. Sağmal inek sayıları içinde yeni tohumlamaya alınacak düve sayıları bulunmaz. Ama biz yine kabul edilmiş bir ölçüt olarak toplam sığır varlığımızın %45’ini boğa altı inek sayısı olarak alabiliriz. Bu da TUİK rakamlarına göre yaklaşık 6.300.000 eder. Bu varsayımlardan hareket ederek Türkiye’de 2014 yılında toplam boğa altı inek ve düvelerin sadece %20 sinin sun’i olarak tohumlandığını çıkarabiliriz ki bu rakam Dünya standartlarına göre son derece düşük bir rakamdır. Bir gebelik için ortalama tohumlama sayısını iki olarak alsak bile oran %30 olur.TUİK’in bildirdiği tohumlama ve sağmal inek sayılarını bile aldığımızda tohumlanan inek oranı %60 eder ki bu rakamın doğru olduğunu söylemek bir hayli güçtür. Öyleyse ne yapmak gerekir? Sığır sayısının çok olmasına karşı tohumlanan inek sayısının düşük olduğu ve buna karşın tohumlamayı yapacak Serbest Veteriner Hekimlerinin az olduğu Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgesinin özellikle Erzurum, Kars, Iğdır, Ardahan gibi illerinde sığır sun’i tohumlaması devlet tarafından yapılmalıdır. Ancak devlet bu işi geçmişte olduğu gibi iller bazında ve klasik tur yöntemiyle değil havza bazında hazırlanacak projeler dahilinde yürütmelidir. Kamu Veteriner Hekimleri ve sözleşmeli olarak alınacak kamu dışındaki Veteriner Hekimleri uzun süreli, etkin bir kurstan geçirildikten sonra projede görevlendirilmeli, hızlı hareket edebilecekleri araçlarla ve bilgi depolayabilecekleri bilişim teknolojileri ile donatılmalıdır.
SORUN-4: Türkiye’de sığır sayısı fazla, buna karşın inek başına yıllık süt verimi azdır.
ÇÖZÜM: TUİK verilerine göre 2014 yılında Türkiye’de 14.123.000 adet sığır bulunmaktadır. İneklerin yıllık ortalama süt verimi ise 2014 yılında 3.029 kilogram olmuştur. Bir ineğin 300 gün sağıldığı varsayıldığında inek başına günlük süt verimi 10 kg olur ki bu çok düşük bir rakamdır. Yıllık inek sütü üretimimizin 16.867.419 kg gibi yüksek bir rakam olması inek başı yıllık süt üretiminin fazlalığından değil toplam sığır dolayısıyla da sağmal inek sayısının çokluğundandır. İnek başına yıllık süt üretiminin azlığı ise sığırlarımızın sadece %43.5’inin kültür ırkına ait olmasından kaynaklanmaktadır. O nedenle, kaliteli boğa sperması teşvik edilerek sığırlarımızın genetik yapıları iyileştirilmeli ve kültür ırkı inek ve düve sayıları artırılmalıdır. Bu durumda üç düşük verimli ineğin vereceği süt bir kültür ırkı inekten alınır ki doğal olarak hem daha az sayıda hayvan beslenir hem de düşük verimli hayvanlara verilen yaşama payı yüksek verimli hayvanlara verim payı olarak verileceğinden yemlemede etkinlik ve tasarruf sağlanmış olur.
SORUN-5: Süt sığırcılığında Süt-Yem Paritesi düşüktür.
ÇÖZÜM: Süt-Yem Paritesi süt ve yem fiyatları arasındaki dengedir. Yani, bir kg süt bedeli ile ne kadar yem alınacağını ifade eder. Hayvancılığı gelişmiş ülkelerede parite 1:1.5 dur. Yani bir kilo süt satılarak bir buçuk kilo yem alınacak demektir. Oysa bu parite ülkemizde ortalama 1:0.9 dur. Yani bir kilo süt satıldığında bir kilo yem bile alınamamaktadır. Bu da hayvancılığın zarar ettiğinin somut bir kanıtıdır. Çünkü yem bir hayvancılık işletmesinde giderlerin yaklaşık %70’ini oluşturur. Yeme ne kadar çok para harcanırsa ürünün maliyeti o kadar yüksek olacak demektir. Üretim maliyeti yüksek olunca da kar marjı düşer, dolayısıyla yetiştirici kar edemez. Süt fiyatlarını belirlemek elimizde olmadığına göre yapılacak iş yem maliyetlerini azaltmaktır. Bu da kaba ve kesif yemimizi kendimizin üretmesi demektir. Bunun için de elimizde yem bitkisi üretimine tahsis edeceğimiz arazinin bulunması gerekir. Bir dönem sıfır faizli kredinin cazibesine kapılıp hayvancılık işletmesi kuran binlerce girişimci sırf kaba yemi üretecekleri arazileri olmadığı için iflas etmişlerdir. Silaj başta olmak üzere
kaba yemini kendisi üreten ve kesif yemini de fabrikadan almayıp kırma karma makinesinde kendisi hazırlayan üteticiler ise her zaman kar etme noktasına gelmişlerdir. Bu yöntem Türkiye’de de son zamanlarda yoğunlukla uygulanmaktadır. Diğer bir çözüm de yemden yararlanma kabiliyeti yüksek kültür ırklarına işletmede daha çok yer vermektir.
SORUN-6: Devletin vermiş olduğu destek hayvancılığın gelişmesini sağlayamamaktadır.
ÇÖZÜM: 2015 yılında hayvancılığa yapılacak destekle ilgili Hükümet kararı yeni açıklanmıştır. Bu kararda yer alan bir kaç konu üzerine dikkat çekmek istiyorum. Karara göre sun’i tohumlama ve etçi ırklardan doğan buzağılara 75 TL destek verilmektadir. Ayrıca, döl kontrolü projesi kapsamındaki sun’i tohumlamadan doğan buzağılara 35 TL lik bir ilave söz konusudur. Burada üzerinde duracağım husus 75 TL lik destek verilirken tohumlamada kullanılan spermanın kalitesinin göz önüne alınmamasıdır. Bugün ineklerde ve düvelerde sun’i tohumlamada kullanılan donmuş spermalar çok farklı kalitelerde bulunmakta ve buna göre de fiyatlandırılmaktadır. Başka bir deyişle en kaliteli spermalar en pahalı, en kalitesiz spermalar da en ucuz spermalardır. Yetiştirici kaliteli de olsa kalitesiz de olsa sonuçta donmuş sperma ile tohumlanan ineğinden doğan buzağıya aynı desteği alacağı için genellikle maliyeti de düşünerek ucuz olan düşük kaliteli sperma ile ineğini tohumlatmak ister. Bu ise doğacak buzağının genetik yapısında olumlu bir etki yaratmaz. Oysa Ülkemizdeki sığırların genotipik yapılarının iyileştirilmesi, dolayısıylada verimlerin artırılması devletin en önemli görevi olması gerekir. Bugün Türkiye’de sığırların sadece %43.5 i kültür ırklarından oluşmaktadır. Bu oranın mutlaka %80 lere ulaşması beklenir. Bu da ancak kaliteli donmuş spermalar kullanılarak genetik yapının iyileştirimesi ile mümkündür. Onun için Devletin sun’i tohumlamadan doğan her buzağıya değil kaliteli sperma kullanılarak yapılan tohumlamalar sonucunda doğan genetik yapısı üstün buzağılara destek vermesi gerekir. Bunun yöntemi kolaylıkla tesbit edilebilir.
SORUN-7: Mevcut örgütlenme yapısı yetiştiricinin hakkını koruyamamaktadır.
ÇÖZÜM: Günümüz Türkiye’sinde hayvan yetiştiricilerinin kurmuş olduğu örgütlerin en önemlileri birliklerdir. Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği ve Koyunculuk Birliği gibi örgütler bunların en başında sayılabilir. Bunların dışında hayvancılığı geliştirme birlikleri ve yerel olarak kurulan kooperatifler de bulunmaktadır. Ancak ister büyük ister küçük olsun anılan bu örgütler tam demokratik bir anlayış ile yönetilmedikleri ve ucuz girdi temin etmek, yetiştiricinin ürününü değer fiyatına satmaktan çok damızlık satmayı amaçladıkları için işlevlerini tam olarak yerine getirememektedirler. Onun için, Türkiye’de hayvan yetiştiricilerinin tümünü şemsiyesi altına alacak, demokratik, katılımcı, sadece üyelerinin yönetimde yer alacağı, şeffaf, denetlenebilir bir örgütlenmeye gidilmelidir. Bu örgüt damızlık satarak kar etmeyi değil, üyelerinin üretim girdi maliyetlerini azaltma ve nihai ürünün fiyatını makul bir düzeye yükseltme konusunda çalışmalar yapmalıdır. Ayrıca, yetiştiricilerin eğitimine önem vermeli ve hayvancılıkta Ar-Ge çalışmalarını teşvik etmelidir.
SORUN-8: Canlı hayvan ve hayvansal ürün ithalatı hayvancılığımızı olumsuz yönde etkilemektedir.
ÇÖZÜM: Türkiye hayvancılığı geçmişte canlı hayvan ve et başta olmak üzere hayvansal ürün ithalatından çok çekmiş, her seferinde on binlerce inek mezbalarda kestirilmek zorunda kalınmış, bu da doğal olarak besi materyali olan erkek buzağı sayısını azaltarak kırmızı et sorununun çıkmasına, et fiyatlarının artmasına ve tekrar dışarıdan et ithalatına gidilmesine yol açmıştır. Bugün de belli ölçeğin üzerindeki hayvancılık işletmelerinin dişi damızlık ithalatına izin verilmektedir. Ayrıca, beside kullanılmak üzere etçi sığır ırklarının ithalatı da artarak devam etmektedir. Türkiye’deki et sorununun temelinde besiye alınacak erkek hayvan sayısının yetersizliği yatmaktadır. Mevcut ineklerimizden doğan erkek besi materyali nüfusun ve alım gücünün artması sonucu yükselen et talebine cevap verecek bir sayıda değildir. Bunu sağlamak için holştayn gibi sütçü ırklar bile etçi simental boğalarının spermaları ile tohumlanmaktadır. Türkiye’de hayvan ithalatını, özellikle de besi materyali ithalatını önlemenin tek yolu etçi sığır ırklarının ya da boğa spermalarının ülkemize getirilerek, uygun melezlemelerle besi materyalinin arttırılmasıdır. Bu yöntem belki uzun sürelidir ama Türkiye’deki et sorununa köklü bir çözüm olabilir.
SORUN-9: Türkiye’deki meralar giderek azalmakta ve özelliğini yitirmektedir.
ÇÖZÜM: Türkiye’deki mera alanları son elli yılda neredeyse dörtte bire düşmüştür. Bu durum hiç kuşkusuz en başta meraya dayalı hayvancılık kolları olan koyunculuğu ve besi sığırcılığını olumsuz yönde etkilemiştir. Şimdilerde meraların azalması, terör nedeniyle kullanımının kısıtlanması, özel sektöre satılması gibi hususlar bu kötü gidişi daha da hızlandıracaktır. Yıllardır devletçe söz verlip de bir türlü hayata geçirilemeyen mera ıslahı da bu koşullarda boş bir hayalden ibarettir. O nedenle düzlüklerdeki meralar yerine yamaçlardaki ve yüksek kesimlerdeki otlaklardan yararlanmaya bakmalı, yaylalarda baharda boy atan çayır otları kesilerek taze halde ya da kurutularak hayvanlara yedirilmelidir. Öte yandan, eğer satılacaksa meralar yetiştirici örgütlerine uzun vadeli ve sıfır faizli kredilerle devredilmeli, bu örgütlerin meraları ıslah etmesi devletçe teknik eleman desteği de verilerek teşvik edilmelidir.
SORUN-10: Türkiye’de yetiştirici eğitimi yok denecek kadar azdır.
ÇÖZÜM: Türkiye’de hayvancılık yüz yıllardır babadan, dededen kalma usullerle yapılmaktadır. Oysa hayvancılık teknikleri özellikle son 30 yılda olağan üstü boyutlarda gelişmiştir. Kapalı ahırlardan açık ahırlara, bağlı sistemden serbest dolaşmalı sisteme, elle sağımdan makinalı sağıma geçilmiştir. Bu tekniklerin kullanımı en başta bilgiyi gerektirir. Ama, Ülkemizdeki hayvan yetiştiricilerinin büyük çoğunluğu bu teknikleri kullanacak bilgi ve beceriye sahip değildir. Devletin Tarım İl Müdürlükleri eliyle uyguladığı çiftçi eğitimi programları da ne yazık ki son derece yetersizdir. Yetiştirici eğitimi görevi hiç kuşkusuz en başta yetiştirici örgütlerine düşer. Nitekim Dünyanın hayvancılığı gelişmiş ülkelerinin tümünde yetiştirici eğitimini hayvancılık örgütleri yapmaktadır. Yetiştirici eğitimi yazılı ve görsel dökümanlarla yapılabileceği gibi bizzat hayvan üzerindeki pratik uygulamalarla da gerçekleştirilebilir. Son zamanlarda Ülkemizde de yaygınlaşmaya başlayan Hayvancılık Televizyonları yetiştirici eğitiminin önemli bir parçasını oluşturur.
Son söz olarak Devletten bir dileğim var. Türkiye’de Devletin elinde milyonlarca dönüm verimli arazisi bulunan Tarım İşletmeleri mevcut. Bu işletmelerden bir bölümü geçmişte tümüyle kiraya verildi, bir bölümünde de parsiyel olarak arazi kiralama durumu söz konusu. Şu anda Devletin elinde bulunan Tarım İşletmelerinde ya buğday ekimi yapılmakta, ya da çok geniş mera alanlarında az sayıda hayvan yetiştirilmektedir. Devlet iyi bir organizasyonla bu Tarım İşletmelerinin verimli topraklarında yem bitkisi üretip yetiştiricilere düşük fiyatlarla satsa ya da bu Tarım İşletmelerinin aşırı büyüklükteki meralarında on binlerce damızlık düve ve inek, erkek besi materyali yetiştirip yine düşük fiyatlarla yetiştiriciye dağıtsa inanıyorum ki Türkiye Yurt dışından ne dişi damızlık ne de erkek besi materyali ithal eder. Bu projenin uzun vadeli olduğu ve kısa sürede sonuç alınamayacağı baştan bellidir. Ancak projenin orta ve uzun vadede Türkiye hayvancılığına büyük yararlar sağlayacağı da kuşkusuzdur. Ayrıca bu proje sayesinde kaba yem ve damızlık üretimi işinde çalıştırılmak üzere binlerce işsiz Veteriner Hekimi ve Ziraat Mühendisine de istihdam sağlanmış olur. Bu projenin finansmanı ithalata harcanan para ile bile karşılanabilir. Bu suretle ithalata harcanan döviz Ülkemizde kalacağı gibi ucuz yem ve hayvan materyali temin edecek olan yetiştirici karlı bir hayvancılık yapma olanağına kavuşur.. Ayrıca Devlet ucuz fiyatlarla da olsa bu kaba yem ve hayvan satışından belli bir oranda kar eder, Tarım İşletmeleri de bir işe yaramış olur.