Serbest veteriner hekimlerin genellikle büyük baş hayvanlarla uğraşmasından olsa gerek ülkemizin geçmişte önemli bir hayvancılık dalı olan ve gelecek adına umutlarımızı hala canlı tuttuğumuz koyunculuğu bizlere neredeyse unutturdu. Hele benim gibi bilimsel araştırmalarının % 80 i koyun üzerine olan bir kişinin sığırcılık üzerine onlarca yazı yazmışken koyunculuğa hemen hiç değinmemesi büyük bir eksiklikti. Hem bu eksikliğimi gidermek, hem de Giresun Veteriner Hekimler Odası’nın Mayıs ayındaki bir mail’inde adı geçen Mersinli koyun yetiştiricisinin yakarışlarına bir parça da olsa yanıt verebilmek adına bu yazıyı yazmak istedim. Her yazımda da belirttiğim gibi tek amacım koyunculuğun aynı zamanda bilimsel bir forum niteliği taşıyan grubumuzda tüm yönleriyle tartışılmasını sağlamaktır.

Atalarımızın şimdilerde geçerliliğini iyice yitiren ” buğday ile koyun, gerisi oyun” diye özlü bir sözü vardır. Gerçekten de, Türklerin kuraklık nedeniyle verimsizleşen orta asya steplerinden batıya öncelikle koyunlarını besleyemedikleri için göç ettiklerine dair bilimsel görüşler mevcuttur. Nitekim, göç esnasında yanlarında çok büyük ölçekli sürülerini de getirdikleri ve Anadolu’ya ilk girdikleri Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki verimli yayla ve otlakları da bu nedenle yurt tuttukları bilinen bir olgudur. Bugün göçer ve yörük kültüründe hala koyunculuğun egemen olması da bu görüşü doğrulamaktadır

Geçmişte ülkemizde bu denli büyük önemi bulunan koyunculuk en önemli atağını Cumhuriyet ile birlikte yapmıştır. Öz kaynaklara dayalı kalkınma ve sanayileşme modelini Nisan 1923 de ,daha Cumhuriyet kurulmadan önce topladığı İzmir İktisat Kongresi’nde ortaya atan Ulu Önder Atatürk, Türkiye’de koyunculuğun geliştirilmesi ve yünlü dokuma sanayiinin ince yapağı ihtiyacının yurt içinden sağlanması amacıyla önce Macaristan’dan, sonra da Almanya’dan Merinos koçlarının ithal edilmesi emrini bizzat vermiştir. Nitekim sonraki yıllarda partiler halinde Türkiye’ye ithal edilen Merinos koçları ile Marmara Bölgesindeki Kıvırcık ve Orta Anadolu Bölgesindeki Akkaraman koyunlarının suni tohumlama tekniği kullanılarak ıslahı sonucu yüksek verimli Karacabey ve Konya Merinosu koyun ırkları elde edilmiştir. O yıllarda Karacabey Harası’nda satışa sunulan sınırlı sayıdaki Merinos koçunu edinebilmek adına yetiştiricilerin kanlı bıçaklı olduklarını ve satışların her defasında Jandarma nezaretinde yapıldığını Karacabey Harası’nda çalışan yaşlı bir meslektaşımdan duymuştum. Devletin koyunculuğa verdiği değerin somut bir örneğini de Bandırma’da Merinos Çiftliği’nin kurulması ve Karacabey Harası’ndan belli sayıda koçun ve koyunun oraya taşınması emrini dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün bizzat kendi el yazısı ile vermesi oluşturur. İkinci Dünya Savaşı koşulları ve özellikle de teknisyenlerin askere alınması nedeniyle kesintiye uğrayan suni tohumlama çalışmaları 1948 yılından itibaren halk elindeki koyunlarda da hızla yaygınlaşmış ,1970 yılında ise sayıca en üst noktaya ulaşmıştır.Ne var ki, o yıl çıkarılan 657 sayılı Devlet Personel Kanunu ile teknisyenlerin primlerinin kaldırılması suni olarak tohumlanan koyun sayılarının hızla düşmesine neden olmuştur.Sonraki yıllarda dokuma sanayiinde yapağının yerini suni elyafın alması; meraların terör ve aşırı otlatma yüzünden kullanılamaz hale gelmesi ; koyun eti, iç yağı ve kuyruk yağı tüketiminin kolesterol korkusuyla azalması gibi kimi nedenlerle koyunculuğun önemi giderek azalmış ve koyun sayısı son 30 yılda yarı yarıya azalarak 25 milyona düşmüştür. Öyle sanıyorum ki, kurban bayramlarında koyun kesme zorunluluğu olmasa bu sayı daha da aşağılara iner. Ne yazık ki bugün mevcut olan koyunlarımızın tamamına yakını düşük verimli yerli ırklardan oluşmaktadır.Oysa, Sivas’ta merkez veteriner hekimi olarak çalıştığım 1970 yılında bir köyde 100.000, bir yetiştiricinin elinde ise 10.000 koyun olduğunu anımsıyorum. İki teknisyenle birlikte bir köyün koyununu bir günde zor aşılardık.

1980-1982 yılları arasında koyun suni tohumlaması konusunda Eskişehir ve Ankara köylerinde yaptığım bir survey çalışmasında sosyo-ekonomik yapı değişimini ve çoban sorununu koyunculuğun gerilemesine neden olan başlıca etmenler olarak saptamıştım. O yıllarda zirai üretimden zenginleşen koyun yetiştiricilerinin hanımlarına ve kızlarına koyun sağdıramakta zorlandıkları hatta babaların kızlarının koyun sağmayacağı güvencesini almadan evliliğe razı olmadıkları söyleniyordu. Öte yandan, yine gezilerim esnasında 4-5 ay gece gündüz merada otlaması gereken koyunları gütmeye çoban bulunmaması, bulunanların da yüksek ücret istemesi gibi nedenlerle koyunculuğu terk etmek zorunda kalan yetiştiricileri görmüştüm.

Günümüz koşullarında koyunculuğun tekrar eski günlere dönmesi asla beklenmemelidir. Koyunculuk her ne kadar yapısı gereği meraya dayalı bir hayvancılık dalı ise de kimi gelişmiş batı ülkelerinde olduğu gibi entansifleşmeye de yatkındır. O nedenle koyunculuğun geliştirilmesi bağlamında oluşturulacak çözüm önerilerinin bu anlayış içerisinde ele alınması zorunludur. Bu doğrultuda oluşturduğum çözüm önerilerini şöylece sıralayabilirim.

– Türkiye’de koyunculuğun meraya dayalı ilkel yapıdan bireysel beslemeye ve teknik alt yapıya dayalı entansif konuma bir an önce dönüştürülmesi gerekir.Bu bağlamda, ülkemizde mevcut ivesi, kıvırcık gibi yerli ırklardan yararlanılabilir. Bu görüşümü destekleyen en önemli kanıt İsrail’lilerin yıllar önce ivesi koyunumuzu kendi ülkelerine götürüp uyguladıkları genetik çalışmalar ile Dünya’nın en ünlü sütçü koyunu olan Awassi’ye dönüştürmeleri olayıdır. Kurulacak orta ve büyük ölçekli işletmelerde üstün verimli yerli ırklar bir yandan seleksiyon ile, bir yandan da Awassi örneğinde olduğu gibi üstün verimli yabancı ırklarla melezlenerek ıslah edilebilir ve süt verimleri daha da artırılabilir.
– Entansif yapının oluşturulmasında suni tohumlama, embrio transferi, östrus sinkronizasyonu, klonlama gibi biyoteknolojik yöntemlerden mutlaka yararlanılmalıdır. Türkiye’de benim de aralarında bulunduğum araştırmacılar tarafından koç spermasının sulandırılarak yada dondurularak koyunların tohumlanmasında kullanılması konusundaki bilimsel çalışmalar belli bir aşamaya ulaşmıştır. Hormon uygulaması yoluyla östrusun sinronize edilmesi yılda iki ya da iki yılda üç kuzu alınmasını rutin hale getirmiş, koyunlarda klonlama girişimi ise ilk kez İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesinde başarı ile sonuçlanmıştır. Şimdi yapılacak iş bu çalışmaların daha ileriye götürülmesi ve yaygınlaştırılması adına çabaları yoğunlaştırmaktır.
– Fransa’da olduğu gibi, yapılacak teknolojik çalışmalarla koyun peynirinin kalitesinin ve çeşitliliğinin artırılıp yurt içinde ,yurt dışında tanıtımının yapılarak tüketiminin ve ihracatının özendirilmesi gerekir. Böylece bir yandan koyun sütü üretimi artacak, bir yandan yetiştirici gelirleri çoğalacak, bir yandan da ihracaat gelirlerimiz yükselecektir.
– Koyun yetiştiricilerinin yeni çıkarılan Üretici Birlikleri Kanunu hükümleri uyarınca örgütlenerek haklarını demokratik yollardan aramaları ve ucuz girdi temini, pazarlama gibi konularda güç birliği yapmaları kaçınılmazdır. Böylesi bir örgütlenme modelinde en başta gözetilecek hususlar arasında üyeler arasında eğitimin ve teknoloji kullanımının yaygınlaştırılmasını , koyunların kayıt altına alınmasını sayabiliriz
– Devletin süt sığırcılığına olduğu gibi koyunculuğa da koyun başına para yardımı ve koyun sütüne prim gibi destekleri vermesi zorunludur.Bu desteklerin sadece entasif işletmelerde kayıt altına alınmış koyunlara yapılması yerinde olur.

Kırsal kesimde yaşayan halkımızın geleneksel bir uğraş dalı olan koyunculuğun geliştirilmesi sadece yetiştiriciler için değil aynı zamanda bu alanda çalışacak veteriner hekimler için de önemli bir iş potansiyeli oluşturacaktır.