Son günlerde canlı hayvan fiyatlarının artması doğal olarak kırmızı et fiyatlarının da yükselmesine neden olmuştur. Kırmızı et konusu günümüzde öylesine büyük bir önem kazanmıştır ki medyada terör haberlerinin bile önüne geçmiştir. Bu soruna, besicilerin yaklaşan kurban bayramı nedeniyle kesime hazır hayvanlarını daha pahalıya satmak amacıyla ahırlarında tuttukları ve kasten piyasaya sürmedikleri olgusunun yol açtığı da ileri sürülmüştür. Hiç kuşkusuz kırmızı et fiyatları üzerinde bu olgunun da rolü olduğu söylenebilir ama sorun sanıldığı kadar basit değildir. Türkiye’deki kırmızı et olgusunun geçmişten gelen ve bir türlü çözülemeyen yapısal sorunları vardır. Bu sorunlar arasında süt sığırcılığında ki istikrarsızlığı, çayır ve meraların kullanılamaz hale gelmesini, Türkiye’ye özgü bir etçi sığır ırkının bulunmamasını sayabiliriz. Bu sorunların çözümü amacıyla kamuda kurulan Et ve Süt Kurumu ve Kırmızı Et Konseyi, sivil toplumda kurulan Kırmızı Et Üreticileri Merkez Birliği gibi kuruluşlar da ne yazık ki başarılı olamamışlardır.
Süt sığırcılığında ki istikrarsızlık kırmızı et sorununun en önemli nedenlerinden biridir. Süt sığırcılığında her hangi bir nedenle kar edemeyen yetiştiriciler ilk iş olarak damızlık ineklerini mezbahaya götürüp kestirmek zorunda kalmaktadırlar. Türkiye’deki sığır besicileri uzun yıllardan beri sadece süt ineklerinin erkek danalarını besi materyali olarak kullandıkları için kesim sonucu anaç inek sayısının azalmasından olumsuz olarak etkilenmektedirler. Çünkü anaç inek sayısı azalınca doğal olarak yavru yani besiye alınacak erkek dana sayısı da azalmakta, bu da hem canlı besi materyalinin fiyatını artırarak hem de üretimi düşürerek kırmızı et fiyatının yükselmesine neden olmaktadır. Süt sığırcılığında ki bu istikrarsızlığın ortadan kalkması sürdürülebilir bir süt-yem fiyat dengesinin kurulmasına bağlıdır. Bu dengenin kurulabilmesi için süt üreticisinin sattığı bir kilogram sütün parası ile en az bir buçuk kilogram yem alabilmesi gerekir. Oysa bugün üretici sattığı bir kilogram çiğ sütün parası ile bir kilogram yem bile alamamaktadır. Çünkü çiğ süt fiyatı düşük buna karşın yem fiyatı yüksektir. Süt ve yem fiyatları arasında süt aleyhine oluşan bu dengesizlik bugünün konusu olmayıp uzun yıllardan beri süregelen bir sorundur. Bu dengenin sürdürülebilir olması ancak Devletin süt ve yem fiyatları arasında süt aleyhine oluşan negatif farkı üreticiye parasal destek olarak vermesi ile mümkün olabilir.. Devlet günümüzde üreticilere çeşitli kalemler altında destek vermektedir. Bu desteklerin tek bir kalem altında toplanıp sadece süt-yem fiyat dengesinin sağlanmasına yönelik olarak kullanılması süt sığırcılığında ki istikrarsızlığın giderilmesine dolayısıyla kırmızı et sorununa kalıcı bir çözüm getirebilir.
Türkiye’deki sığır besiciliğinin iki önemli sorunu vardır. Bunlardan bir tanesi kaba yem üretimindeki açık diğeri de canlı besi materyali sayısının azlığıdır. Aslında sığır besiciliği merada yapılması gereken bir hayvancılık koludur. Ancak, Türkiye’deki meralar yıllar itibariyle hem alan olarak küçülmüş hem de nitelik olarak bozulmuştur. Bir de terör nedeniyle özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgelerindeki meralar kullanılamaz hale gelince sığır besiciliği tümüyle ahırda ve kaba yeme dayalı olarak yapılmaya başlanmıştır. Ancak, Türkiye’de büyük bir kaba yem açığının bulunması ve besicilerin çoğunun kaba yemi üretecek yeterli araziye sahip olmamaları dışarıdan temin edilen yemi pahalı hale getirmektedir. Özetlemek gerekirse sayısı azalan besi danası ve üretimi kısıtlı kaba yem gibi girdilerin pahalı olması nihai ürün olan kırmızı etin fiyatını da doğal olarak arttırmaktadır. Bu konuda Devlete önemli görevler düşmektedir. Devlet sahibi olduğu milyonlarca dönüm sulanabilir araziye sahip Tarım İşletmelerinde besilik dana ve kaba yem üretimi yaparak ucuz krediler veya taksitlerle yetiştiriciye dağıtabilir. Bu sayede işsiz yüzlerce Veteriner Hekimi ve Ziraat Mühendisi de istihdam edilmiş olacaktır.
Kırmızı et sorununun yapısal nedenlerinden birisi de Türkiye’ye özgü bir etçi sığır ırkının mevcut olmayışıdır Amerika’da ve Avrupa’da kısa sürede fazla canlı ağırlık artışı sağlayan ve yemi ete çevirme kabiliyeti yüksek olan etçi ırklar mevcuttur. Türkiye’de böyle bir ırkı geliştirmek zaman alacağından başlangıçta dışarıdan ithal edilecek olan Dünyaca tanınmış etçi ırk boğalarının dondurulmuş spermaları ile yerli ineklerimiz tohumlanabilir. Ticari melezleme olarak nitelenen bu birleştirmeden
doğacak birinci kuşak azman erkek buzağıların hem doğum ağırlıkları hem de yemi ete çevirme kabiliyetleri yüksek olacaktır. Bu azman buzağılar ve danalar besicilikte kullanılarak kısa sürede kırmızı et üretimi arttırılabilir ve böylece artan üretim arz-talep dengesi sonucu fiyatları da aşağıya çekebilir.
Ne zaman Türkiye’de bir kırmızı et sorunu ortaya çıksa kimi çevreler hemen et ithalatını gündeme getirmektedirler. Ama şu bir gerçektir ki et ithalatı hiçbir zaman kırmızı et sorununa kalıcı bir çözüm olmamıştır. Ne yazıktır ki aynı oyun bugün bir kez daha tekrarlanmaktadır. Nitekim, Avrupa Birliği Ülkelerinden ithal edilecek canlı besi hayvanı ve karkas etteki gümrük vergisi ani bir kararla sıfırlanmıştır. İthalat belki kısa dönemde piyasayı dengeleyerek kırmızı et fiyatını düşürebilir ama uzun dönemde Türkiye sığır besiciliğine kolay onarılamayacak zararlar verir. Bundan da gerçek üretici olan besiciler değil fırsatçı ithalatçılar ve spekülatörler kazançlı çıkarlar.
Sayin hocamin goruslerine katilmakla birlikte, yurdumuzdaki kronik hayvanciligin temellerinin Osmanli hatta Selcuklu devletlerinden buyana suregeldigi (iri bogalarin kastrasyon edilerek Top arabasi cektirilmesine benzer amaclarla dolayli olarak negatif genetik seleksiyon uygulamalari) ve Marshall Yardimi ile birlikte Turkiye’ye dayatilan “Tarim ulkesi olmaktan vazgec!.” politikalarinin sonucu ve AB’nin Genel Tarim Politikasi cercevesinde 2005 yilina kadar surdurdugu “verimliligi artirmaya odakli” politikasi Turkiye’yi bir pazar haline getirmistir. Hayvan basina degil, urun basina yapilan odemeler sonucunda AB hayvansal urun fazlasi ile karsikarsiya gelmis, daha sonra da Urun’e degil, hayvan basina bir kez olmak uzere ciftciye yapilan dogrudan odeme yolu benimsenmis ve gunumuzde de AB bolgesinde kirsal kesimdeki nufus yogunlugunun azalmasi tehlikesini onlemek amaciyla bu yardimlar “Ekolojik Hayat’in desteklenmesi” yonunde degistirilmistir…
Ozal doneminde “fiyatlari ucuzlatmazsaniz ithal ederim ha!” seklindeki tehditler ne yazikki AB’de artan urun maliyeti sonucu ithal kirmizi et’in de Turkiye pazarindaki fahis artisa yardimci olmayacagi aciktir…
100 milyonluk Almanyadaki mera yuzolcumunun 80 milyon,uk Turkiyedeki oranlari Turkiye lehindedir, yine ayni sekilde Belcika, Hollanda ya da Danimarka’nin tamamini biraraya getirseniz bizim eski Konya mucavir alanlari kadar bir yer tutar ve bu ulkeler hicbir zaman mera sikintisi yasamadan 300 milyonluk avrupayi doyurmuslardir..
Bu yorum neredeyse yeni bir makaleye donusmeden kisa kesmek isterim; bizdeki asil sikinti, gerceklerle yuzlesmekten kacinilmasidir. Tarim ve hayvancilik politikalari aynen Demiryolu insaasina benzer ve bir hukumet doneminde baslanip bitirilmesi imkansizdir.. Tribunlere oynayan siyasetcilerimizden zooteknist hocalarimiz bile Imar ve Iskan Bakani olurken simdiki bakanin veteriner hekim olmasi soruna cozum uretmesi icin yeterli degildir…
Cozum onerilerim;
1- Kirmizi et’in Ureticiden sofraya kada olan deger artis analizinin yapilmasi (value chain analysis),
2- Yukaridaki analiz sonucu belirlenen faktorler uzerinde iyilestirilmeler yapilmasi,
3- “Son urun”e devlet tarafindan subvansiyon uygulanmasi. Bu madde AB’de basariyla sonuclanmistir, mazot, gubre, tohum gibi desteklerin “son urun” esasina gore duzenlenmesi iyi bir baslangic olabilir.
4- Verimliligin desteklenmesi urun artisiyla sonuclanacaktir.
5- Piyasada artan urun neticede once fiyat, daha sonra da kalite rekabetine donusecektir.