Türkiye hayvancılığı, benim de meslek olarak bizzat içinde bulunduğum son 50 yılda belirli aralıklarla çok büyük krizler yaşamıştır. Bu krizlerin en önemli nedenini üretim maliyetlerindeki artış ve ürün fiyatlarındaki düşüklük oluşturmuştur. Elli yılda yetiştiricilere ne zaman “ İşler nasıl?” diye sorulsa alınan yanıt çoğu kez “ İyi değil. Çünkü yem pahalı, süt ucuz” olmuştur. Sanılmasın ki bu sadece biz de böyledir. Kolombiya dilinde “Çiftçi gibi şikayet etmek” diye bir deyim vardır. Hayvancılıkta ortaya çıkan krizlerin sonunda tek yapılan iş sağmal ineklerin kesime gönderilmesidir. Bugün de Türkiye hayvancılığı aynı kısır döngü ile karşı karşıyadır. Ancak bu kez yemin pahalı, sütün ucuz olması yanında bir de büyük ölçekte bir canlı hayvan ve kırmızı et ithalatı söz konusudur. İçinde yaşadığımız krizin bir nedeni de yerli üreticilerin ithal canlı hayvan ve kırmızı et ile rekabet edemeyişidir. Günümüzde Türkiye hayvancılığı varlığını sürdürememe daha doğrusu bir yok olma süreci ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bu sorun kanımca üretim ile ilgili nedenler yanında üreticilerin sahipsizliğinden de kaynaklanmaktadır. Üreticilere sahip çıkacak olan hiç kuşkusuz kendi aralarında kurdukları demokratik örgütlerdir. Ancak, bugün Türkiye’de faaliyet gösteren üretici örgütlerinin sayıları ve çeşitleri fazla buna karşın etkinlikleri azdır. Bu etkinlik azlığı olgusu tabi oldukları mevzuattan çok yönetim biçimlerinden kaynaklanmaktadır. Günümüzde Türkiye’de konumuz olan hayvancılıkla daha doğrusu çiftlik hayvanları ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili örgütleri; Türkiye Ziraat Odaları Birliği, Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği, Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Birliği, Damızlık Manda Yetiştiricileri Birliği, Kırmızı Et Üreticileri Birliği, Süt Üreticileri Birliği, Kanatlı Hayvan Eti Üreticileri Birliği, Yumurta Üreticileri Birliği Tarım Kredi Kooperatifleri Birliği, Köy Kooperatifleri Birliği ( Köy-Koop ), Hayvancılık Kooperatifleri Birliği ( Hay-Koop ), Tire Süt Kooperatifi olarak sıralayabiliriz. Görüleceği üzere bugün Türkiye’de büyük bir üretici örgütü enflasyonu vardır. Örgütlerden bir bölümü türe özgü, bir bölümü ürüne özgü, bir bölümü de geneldir. Örgüt yapısındaki bu farklılık, çeşitlilik, fazlalık yetki karmaşasına ve etki azlığına neden olmaktadır. Mutlaka bu örgütlerin azaltılması, bir araya toplanması ve sadeleştirilmesi gerekir. Özellikle ürün bazlı örgütlerde bu durum daha da önemlidir. Çünkü ürünler her ne kadar farklı iseler de üretim ilişkileri bakımından ortak noktaları çoktur.
Türkiye’de örgütlenme konusunda büyük bir zafiyet vardır. Türk halkı göçebe bir toplum olduğundan tarih boyunca ortak hareket etme ve işbirliği konusunda başarılı olamamıştır. “Her koyun kendi bacağından asılır” ve “ Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın “ türünden özlü sözlere başka kültürlerde rastlamak mümkün değildir. O nedenle de Türkiye’de kooperatifçilik yıllar boyunca belirli bir ilerleme gösterememiş ya da üyelerin kooperatife sahip çıkmaması, başta aidat olmak üzere gerekli ödevlerini yerine getirmemeleri, bazen de yöneticilerin ilgisizliği yüzünden çalışmalarda aksamalar olmuştur. Nitekim bugün Türkiye’de mevcut olan ve yukarıda adlarını saymış olduğum örgütlerde hem üyelerin örgüte sahip çıkmaması hem de yöneticilerin üyelere sahip çıkmaması durumu söz konusudur. Tüm bunların altında ise büyük bir güvensizlik sorunu yatmaktadır. Kooperatiflerin ya da örgütlerin tarihi incelendiğinde yöneticilerin maddi, kişisel ya da siyasi çıkarlarının ön plana çıktığı, parasal dolandırıcılıklar yanında siyaseten kooperatifin bir atlama tahtası olarak kullanılmasının da söz konusu olduğu görülecektir. Tabii bunları söylerken dürüst çalışan ve üyelerinin çıkarları doğrultusunda faaliyette bulunan yöneticileri tenzih etmek isterim.
Türkiye’de mevcut üretici örgütlerinin bir bölümü örneğin Ziraat Odaları Birliği, Köy-Koop ve Tarım Kredi Kooperatifleri Birliği bitkisel ve hayvansal üretim konularında faaliyet gösterirken, Et Üreticileri Birliği, Süt üreticileri Birliği ve Hay-Gel gibi örgütler de sadece hayvansal üretim konularında çalışmalar yapmaktadır. Bu örgütlerin yasa ve yönetmeliklerinde bildirilen faaliyet alanları incelendiğinde hepsinin ortak amaçları olduğu anlaşılmaktadır. Bu amaçlar arasında hayvanların ıslahı, verimlerinin artırılması, sayılarının çoğaltılması, ürünlerin üretim koşullarının iyileştirilmesi, ürün standartlarının ortaya konması, üyelerinin hak ve menfaatlerinin korunması, üretim girdilerinin ucuza temini, ürünlerin pazarlanması, hayvancılık politikalarının tespiti ve uygulanması konularında hükumetle ortak hareket edilmesi sayılabilir. Kanımca, bu amaçlar arasında eksik olanı üreticilerin hayvancılık konularında eğitimidir. Hayvancılığı gelişmiş batılı ülkelerde bu tip kooperatiflerin ve birliklerin temel amaçları arasında üyelerinin eğitim düzeylerini yükseltmek en başta gelmektedir. Bunu da seminer, konferans, süreli yayın, demonstrasyon ve fuarlar vasıtasıyla yapmaktadırlar. Ayrıca, Batıdaki örgütlerin hayvancılık politikaları konusunda belirleyici unsur olan hükumetler üzerinde baskı unsuru olma işlevleri de ikinci derecede önemli bir konudur.
Konuya bu açıdan bakıldığında ve bizdeki örgütler değerlendirildiğinde sayılan amaçların çoğunu gerçekleştiremedikleri anlaşılmaktadır. Her şeyden önce Türkiye’de hayvancılık konusunda faaliyet gösteren örgütlerin sayısı çok fazladır. Bu sayının mutlaka azaltılması ve gerek tür bazında gerekse ürün bazında kurulan örgütlerin bir tek çatı altında toplanması gerekmektedir. Bu konudaki önerim, Türkiye Hayvan ve Hayvansal Ürünler Kooperatifleri Birliği adlı üst bir çatı örgütü kurulmalı ve gerek tür bazlı gerekse ürün bazlı örgütler aynen Türkiye Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği’nde olduğu gibi bu çatının altında ihtisas örgütleri olarak yer almalıdır. Birlik isminden vazgeçilerek üreticilerin sadece üye oldukları değil aynı zamanda ekonomik düzeyleri ölçüsünde üretime ve pazarlamaya katkıda bulundukları ve ortaya çıkan artı değerden de pay aldıkları demokratik kooperatifler kurulmalıdır. Aslına bakarsanız birlik kavramı ve birliklerin kurulması devletin yetiştiriciye dağıtacağı desteklerin dağıtımına yardımcı olmaları ihtiyacından kaynaklanmıştır. Bugünkü yapısı ile örgütler mevzuatlarında belirtilen faaliyetlerin çoğunu yerine getirememektedirler. Örgütün seçimi ve işleyişi demokratikmiş gibi görünse de aslında üyelerin ilgisizliği ve başa gelen yöneticilerin kişisel hesapları yüzünden gerekli hizmet bir türlü verilememektedir. Üreticilerin örgüte ilgi göstermelerinin tek yolu örgütün yaptığı üretim ve pazarlama faaliyetleri sonucu ortaya çıkan artı değerden pay almalarıdır. Ekonomik çıkarları söz konusu olduğunda üreticiler örgüte sahip çıkacaklardır. İzmir Tire Süt Kooperatifi buna en güzel bir örnektir. Kooperatif üreticilerin girdilerini ucuza sağlamakta, ürünlerini değer fiyatına almakta, ürünleri işleyip mamul madde haline getirdikten sonra pazarlamakta ve sonuçta elde edilen karı üyelerine dağıtmaktadır. Gerçek bir kooperatifçilik örneği gösterdiği için de kooperatif yıllardır başarı ile yoluna devam etmektedir. Bu tip kooperatiflerin Türkiye genelinde yaygınlaşmasında büyük yarar vardır. Bugün Türkiye’de mevcut örgütlerin en büyük eksikliği ucuz girdi temin etme, ürünü değer fiyatına alma, ürünü mamul hale getirip satma konusunda hemen hiçbir faaliyet göstermemeleridir. Diğer bir eksik yanları da hayvancılığın zaman zaman yaşadığı krizler sırasında seslerini çıkarmamaları ve demokratik tepkilerini ortaya koyamamalarıdır. Oysa geçmişte faaliyette bulunan Pankobirlik, Fiskobirlik, Kozabirlik gibi yarı resmi kuruluşlar bile ortaya çıkan krizlerde demokratik tepkilerini çekinmeden ortaya koyabilmişlerdir.
Aslında Türk kültüründe ” Bir elin nesi var, iki elin sesi var ” ve ” Bir olalım, iri olalım, diri olalım ” diye özlü sözler de vardır. O nedenle, eğer hayvancılığımızın bir daha krize girmesini istemiyorsak mutlaka bir araya gelmemiz gerekir. Bunun da yolu demokratik kooperatifçilikten geçmektedir.