Son seçimlerin ardından Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın yerine kurulan Tarım ve Orman Bakanlığı’na yeni bir Bakan atandı. Meslek olarak değil de, uğraş alanları olarak gıda, tarım ve hayvancılık konuları ile ilgisi bulunan yeni Bakana başarılar diliyorum. Aslında, meslekten gelmeyen Bakanlar başarılı olamaz fikrine her zaman karşı çıkmışımdır. Çünkü elli yıllık meslek yaşamımda meslekten olan bakanların hayvancılığı ne hale getirdiklerine yakından şahit oldum. Meslekten olmayan Bakanların en azından ön yargılı olmadıkları ve ortak aklı devreye soktukları zaman meslekten gelen bakanlara nazaran görece daha başarılı olduklarını tespit ettim. Yeni atanan her Bakana yaptığım gibi şimdiki Bakan’a da hayvancılık konusundaki kimi önerilerimi sunmak isterim.
1. Türk hayvancılığı son sekiz yıldır giderek artan biçimde büyüyen bir ithalat sarmalına girmiş bulunmaktadır. Başta düve, besilik dana, kasaplık sığır, damızlık koyun, karkas ve lop et olmak üzere soya ve mısır gibi yem hammaddeleri, ilaç, aşı, sperma ve biyolojik maddeler ithal edilmektedir. 2017 yılında yetiştiriciye 3.5 milyar lira destek verilmiş, buna karşılık aynı yıl içerisinde sadece canlı hayvan ve kırmızı et ithalatına 3.1 milyar lira harcanmıştır. Yani bir anlamda Türkiye kendi yetiştiricisi kadar Avrupalı ve Güney Amerikalı yetiştiricileri de desteklemiştir. İthalattan en büyük zararı hayvancılığın omurgasını oluşturan ve maliyet açısından Yurt dışındaki yetiştiriciler ile rekabet edemeyen küçük ve orta ölçekli işletmeler görmüştür. Borç batağı içinde yüzen bu işletmelerin büyük bir bölümünün ithalatın aynı hızla devam etmesi halinde iflasın eşiğine geleceğine kuşku yoktur. Sorunun çözümü ithalatın mümkün olan en kısa sürede sona erdirilmesine bağlıdır. Bu konuda Devlete büyük görevler düşmektedir. Kanımca Devlet kendisine bağlı, yüz binlerce dönüm tarla ve mera arazisi ile on binlerce baş damızlık sığır ve koyun varlığı bulunan Tarım İşletmelerinde damızlık düve ve besilik dana üretip Türkiye’nin her yerinde örgütü bulunan Tarım Kredi Kooperatifleri vasıtasıyla yetiştiricilere maliyetine ve vadeli olarak satabilir. Anılan işletmelerdeki damızlık varlığının tüm Türkiye’nin ihtiyacına yetecek sayıya ulaştırılması için Devlet, yetiştiriciye sadece bir yıl destek vermeyip bu para ile Yurt dışından damızlık düve ve koyun ithal edebilir. Hesaplamalarıma göre azami üç yıl içerisinde Türkiye’nin damızlık düve, damızlık koyun ve besi danası ihtiyacı Yurt içinden rahatlıkla karşılanabilir ve ithalata gerek duyulmaz.
2. Başta şap, brusella ve tüberküloz olmak üzere bir bölümü insanlara da geçen, yetiştiricilere ve milli ekonomiye büyük zararlar veren hayvan hastalıkları ne yazık ki Türkiye’de kol gezmektedir. Hastalıkların uzun yıllardan beri bir türlü önlenemeyişinin nedenleri arasında özellikle doğu ve güney doğu sınırlarımızdaki güvenlik zafiyeti ve kamu hayvan sağlık örgütündeki yapısal sorunlar başta gelmektedir. Sınır güvenliği konusu uzun vadeli olsa da kamu hayvan sağlığı örgütündeki yapısal sorunlar kısa sürede çözülebilir. Bugün kamu hayvan sağlığı örgütünde istihdam edilen veteriner hekimlerinin çoğunluğu mesleklerinin gerektirdiği teşhis, tedavi, otopsi, operasyon, aşılama ve tohumlama gibi hizmetleri yapamamakta onların yerine masa başında ve bilgisayar karşısında meslekleri ile hiç ilgisi olmayan çiftçi kayıt sistemine üretici kaydetmek, yetiştiricilerin alacakları destek miktarlarını hesap etmek, kulak numaralarını takip ederek hayvan kayıt sistemini güncellemek gibi büro hizmetlerinde çalıştırılmaktadır. Türkiye’de yaygın olarak seyreden hayvan hastalıkların önlemek için yapılacak ilk iş, 1980 öncesinde olduğu gibi merkez taşra iletişimi iyi kurulmuş bağımsız bir hayvan sağlığı örgütü kurmak ve kamu veteriner hekimlerini masa başından kaldırıp asıl mesleki faaliyetlerini yerine getirebilecekleri sahaya yani ahıra göndermektir.
3. Sayısı tam olarak bilinmese de Türkiye’de her yıl en az 500 bin buzağı yaşamlarının ilk ayı içerisinde ölmektedir. Bu rakam Türkiye’nin sekiz yıldır ithal ettiği besilik dana sayısına eşdeğerdir. Bakanlığın 2018 yılını buzağıların artık ölmeyeceği bir yıl olarak ilan etmesine karşın kayıpların önüne bir türlü geçilememektedir. Erken buzağı ölümlerini engellemenin tek yolu yetiştirici eğitiminden geçer. Ancak, kamu veteriner hekimlerinin etkinliğinin artırılıp yetiştiriciye destek olmalarının sağlanması da çok önemlidir.
4. Süt sığırı yetiştiricilerinin büyük bir bölümü 1.2-1.3 liraya mal ettikleri sıcak inek sütünü bu fiyatlara ancak satabilirken, süt sanayicileri bu fiyatlardan aldıkları sütü işleyip marketlerde üzerlerine üç katı fiyat koyarak rahatlıkla pazarlayabilmektedir. Hem üreticiyi hem de tüketiciyi mağdur eden bu durumun mutlaka önlenmesi ve makasın bir an önce kapatılması gerekir. Ulusal Süt Konseyinde yetiştirici etkinliğinin artırılarak referans fiyatın, süt-yem paritesi 1.0 : 1.5 olacak şekilde yani satılan bir litre sütün bedeli ile bir buçuk kilo yem satın alınabilecek düzeyde tespit edilmesi şarttır.
5. Yem sanayicileri ithal ettikleri hammaddelerle ürettikleri kesif yemin fiyatını döviz fiyatlarındaki artışları bahane ederek istedikleri gibi artırabilmektedirler. Yüzde 18’lik KDV’nin sıfırlanması bile bu artışı durduramamıştır. Son altı ayda çiğ süt fiyatları artmadığı halde yem fiyatları %20 oranında pahalanmıştır. Bu durum, Türkiye’de hayvancılığın fabrika yemi ağırlıklı olarak yapılması nedeniyle maliyetleri artırmakta, buna karşılık karlılığı azaltmaktadır. Bu sorunun çözümü yem sanayini dışa bağımlılıktan kurtarmak adına soya ve mısır gibi ithal edilen ham maddelerin Yurt içinde üretilmesinin teşvik edilmesine ve hayvancılığın fabrika yemi ağırlıklı değil de karma yem ağırlıklı bir yapıya kavuşmasını sağlamak amacıyla karma yem üretimini artıracak önlemlerin devreye sokulmasına bağlıdır. Devlet bir yandan karma yem üretimini teşvik ederken bir yandan da kendisine bağlı Tarım İşletmelerindeki boş duran ya da sadece buğday, arpa ekilen yüz binlerce dönümlük tarla arazisinde ambalajlı toplam karıştırılmış yem rasyonu (TMR) üreterek Tarım Kredi kooperatifleri vasıtasıyla yetiştiricilere maliyetine ve vadeli olarak dağıtabilir.
6. Türkiye’de hayvan yetiştiricilerinin gerçek anlamda bir örgütü yoktur. Mevcut örgütlerin ise sayıları fazla, buna karşılık etkileri ve yetkileri azdır. Türkiye’deki hayvan yetiştiricilerinin “Hayvan Yetiştiricileri Birliği“ adlı tek bir çatı örgütünde toplanması şarttır. Bu çatı örgütü; paydaşlar arasında eşgüdümün sağlanması, sorunların dile getirilmesinde tek ve gür bir sesin çıkması, maddi ve manevi gücün yoğunlaşması bakımlarından çok gereklidir. Çatının altında hayvancılığın çeşitli dallarını örneğin sığırcılığı, koyunculuğu, tavukçuluğu kapsayan çalışma grupları kurulabilir.
7. Hayvancılığın olmazsa olmazı meralar ne yazık ki bizzat Devlet tarafından çıkarılan yasalarla talan ettirilmiş, konut ve sanayi tesisleri kurulmasına elverişli hale getirilmiştir. Artık, uzun yıllardır dile getirilen “ Devlet meraları ıslah etsin “ söylemi boş bir laftan ibaret kalmıştır. Devletin meraları, otlakları hayvancılık yapanlara kiralama yoluyla tahsisi uygulaması yaygınlaştırılmalıdır. Yaylaların ve otlakların yol, su, elektrik, konaklama gibi altyapı sorunları süratle çözülmeli, bu alanlardaki ormanlaştırma faaliyetlerine son verilmelidir.
8. Türkiye’de hayvancılık iklim, bitki örtüsü, coğrafi yapı ve halkın eğilimleri gibi nedenlerden dolayı belli bölgelerde yoğunlaşmıştır. Örneğin, Kuzey Doğu Anadolu, Doğu Anadolu ve Güney Marmara bölgeleri bunlar arasında sayılabilir. Hayvancılık Havzası adı verilen bu bölgeler gelişmiş ülkelerde örneğin Almanya’da ve Amerika Birleşik Devletleri’nde de mevcuttur. Türkiye’de de bu tip havzalar oluşturulmalı ve buralardaki hayvancılığın geliştirilmesi yönünde etkin önlemler alınmalıdır.
Sekiz madde halinde özetlemeye çalıştığım bu görüşlerim hiç kuşkusuz sadece bana aittir. Oysa yapılması gereken şey çok sayıda görüşün bir araya getirilerek ortak aklın oluşturulmasıdır. Bu nedenle, Bakanlığın önderliğinde, hayvancılık sektörünün tüm bileşenlerinin temsil edileceği bir kurultayın acilen toplanarak mevcut sorunları ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerilerini tespit etmesi şarttır. Gerçeklerin fikirlerin çarpışmasından ortaya çıktığı unutulmamalıdır.