Koyunculuk tarih boyunca Türklerin vaz geçemedikleri bir hayvan türü olmuştur. Hatta kimi tarihçiler Türklerin Orta Asya’dan göç etmelerine koyun otlattıkları geniş steplerin kurumasının neden olduğunu ileri sürmektedirler. Nitekim göç sırasında Anadolu’ya koyun sürülerini de beraberlerinde getirmişlerdir. Savaşlara bile orduyu doyurmak amacıyla koyun sürüleri ile birlikte gittikleri söylenmektedir. Koyun ve kuzu temalı öykülere, türkülere, manilere, oyunlara halk edebiyatımızda sıkça rastlanmaktadır. Türkler, askerlerine “kınalı kuzu” adını veren, kız çocuklarını “kuzum”, erkek çocuklarını “koçum” diye seven tek millettir. Dilimizde kuzu saflığın, temizliğin, koç ise gücün, mertliğin sembolü olarak yer almaktadır. “Bugday ile koyun, gerisi oyun” deyimi yüz yıllardır söylenen bir ata sözümüzdür. İlk kurban edilen hayvan olması da koyuna ayrı bir kutsiyet kazandırmaktadır. Anadolu çok sayıda koyun ırkının ortaya çıktığı bir coğrafyadır. Yerli ırklarımız dışında bugün Dünyaca tanınan Merinos Koyun Irkının ana vatanı da Anadoludur. Merinos koyunu Osmanlılar döneminde hediye olarak İspanya’ya gönderilmiş oradan da başta Güney Afrika, Avustralya ve Yeni Zelanda olmak üzere tüm Dünyaya yayılmıştır. Elimizden böyle kaçırdığımız Merinos ırkını Cumhuriyet Döneminde yerli koyunlarımızı ıslah etmek amacıyla Almanya ve Macaristandan ithal etmemiz üstünde düşünülmesi gereken hazin bir hikayedir. Güney Doğu Anadolu’da yaşayan yerli İvesi koyununu ülkelerine götüren İsrailliler genetik ıslah yoluyla Dünya’nın en verimli sütçü koyun ırklarından biri olan Awassi Koyun Irkını elde etmişlerdir. Koyun geçmişte Türk toplumunda bir zenginlik timsali olarak da görülmüştür. Eskiden belli sayıda koyunu olan insanlara ağa diye hitap edilirdi. Köylerde babalar koyunu olmayan aileye kız vermezlerdi. Son 20-30 yıl öncesine kadar koyun ve kuzu eti insanlar tarafından en çok tüketilen hayvan eti idi. Koyunun yapağısı yünlü dokuma sanayiinde, halı sanayiinde çokça kullanıldığı için para eder hatta ihraç ürünleri arasında bile yer alırdı. Yıllar önce koyunlar Suriye’ye kaçırılır, karşılığında Türkiye’de bulunmayan mallar getirilirdi. Koyunlarda sun’i tohumlama Dünya’da Rusya’dan sonra ikinci olarak Türkiye’de uygulanmıştır. Yetmişli yıllarda Türkiye’de koyun sayısı ile insan sayısı başa baş giderdi. Yani o yıllarda her insana bir koyun düşerdi. Sivas’ta 1970 yılında Merkez Veteriner Hekimi olarak görev yaparken Yıldızeli’nin bir köyünde on bin baş koyun bulunduğunu hatırlıyorum. Koruyucu aşılama için gittiğimizde üç kişi bir köyün koyununu bir günde zor aşılardık. Koyun sayısı bakımından enteresan bir gelişme 1984 yılında olmuştur. O yıla kadar 50 milyon diye bilinen koyun sayısı nın ilk kez yapılan gerçek hayvan sayımı ile 40 milyona düştüğü anlaşılmıştır. Aradaki 10 milyon koyun ise o yıllarda Rusya’yı saymazsak Avrupa’nın sahip olduğu koyun sayısına eşitti.
Türkiye’deki yerli koyun ırklarımızın ıslahına Cumhuriyetin sonra yünlü dokuma sanayiinin kurulması ile eş zamanlı olarak başlanılmıştır. Öncelikle Macaristan’dan yünlü dokuma sanayiinin kullanımına elverişli tarak yapağısı üreten Merinos ırkının koçları ithal edilmiş ancak bunda başarılı olunamayınca bu kez Almanya’dan dokuma sanayiine uygun ince yapağı üreten Alman Meriosu ırkının koçları getirilmiştir. Karacabey Harasına getirilen bu koçların sperması sun’i tohumlama yoluyla bölgedeki Kıvırcık Koyunlarına verilerek kısa zamana Karacabey Merinosu adı verilen yeni bir varyete elde edilmiştir. Bir yandan da tabii tohumlamada kullanılmak üzere halka Merinos koçları dağıtılmıştır. Bu arada bizzat dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün emri ile Bandırma’da Merinos Çiftliği kurulmuş ve Karacabey Harasından belli sayıda koç ve koyun nakledilerek bir nüve oluşturulmuştur. O dönemde Merinos koçlarının çok kıymetli olmaları nedeniyle Jandarma nezaretinde dağıtıldığını Karacabey Harasında çalışan meslek büyüklerinden duymuştum. Bursa-Balıkesir Bölgesinde ilk kez uygulanan koyun ıslahı çalışmaları 1948 yılından itibaren diğer bölgelerdeki halk elindeki koyunlarda sun’i tohumlama çalışmalarının başlaması ile birlikte daha da yaygınlaşmıştır. Özellikle Ankara, Eskişehir, Konya gibi illere yayılan Koyun suni tohumlama çalışmaları sonucunda Merinos – Akkaraman melezlemesine dayalı Konya Merinosu varyetesi elde edilmiştir. Böylece halk elindeki koyunlarda yaygınlaşan Merinos melezlemelerine dayalı suni tohumlama çalışmaları sonucunda 1970 yılında tohumlanan koyun sayısı yaklaşık 300.000 e ulaşmıştır. Bu yıldan sonra çeşitli idari ve ekonomik nedenlerden dolayı tohumlanan koyun sayıları sürekli gerilemiş ve 1980 li yılların ortasında Bakanlık bünyesinde gerçekleştirilen reorganizasyondan sonra ise Devlet sığır da olduğu gibi koyunda da suni tohumlamayı bırakmıştır.
Türkiye’de 1980 yılından sonra uygulamaya konulan neo liberal politikalar hayvancılığın her alanında olduğu gibi koyunculukta da bir gerileme sürecinin başlamasına neden olmuştur. İthalatın serbest hale gelmesi Ülkeye bol miktarda suni elyafın girmesine yol açmış, ucuz suni elyaf fiyatı ile rekabet edemeyen yapağı fiyatları koyun yetiştiricisini tatmin etmekten çok uzak seviyelere düşmüştür. Bu ve ileride sayacağım buna benzer bir çok nedenden dolayı koyunculuk yıllar itibariyle bir hayli gerilemiş ve bugünkü can çekişme noktasına gelmiştir.

Koyunculuğun Sorunları

1) Devletin Koyunculuğa Bakış Açısının Yetersizliği:
Son otuz yıldır Devlet koyunculuğa gerekli önemi vermemekte deyim yerindeyse üvey evlet muamelesi yapmaktadır. Oysa koyunculuk asırlardır Anadolu’da halkın geçimini sağlayan geleneksel ve yaygın bir hayvancılık koludur. Ama ne yazıktır ki devlet gelecek maddelerde ayrıntılarını vereceğim koyunculuğun sorunlarına duyarsız kalmakta, bir türlü kalıcı çözümler getirememektedir. Türkiye’de şu anda otuz milyon civarında koyun bulunmakta ancak bunların %99’u düşük verimli yerli ırklardan oluşmaktadır. Devletin 1930-1985 yılları arasında sürdürdüğü sun’i tohumlamaya dayalı Merinoslaştırma projesi de 1985 yılından sonra neo liberal politikalara kurban edilmiştir. Bir zamanlar köylerdeki yetiştiricilere koyunculuğu geliştirmek amacıyla on koyun bir koç dağıtılmış, ancak bizzat Tokat’ta gözlemlediğime göre çoğu hastalıklı olan bu koyunlar meraya götürülemedikleri ve meşe yaprağı gibi yem niteliği taşımayan maddelerle beslendikleri için kısa sürede ölüp gitmişlerdir. Son zamanlarda Yetiştirici Elinde Islah Projesi adıyla yürütülen çalışmalar yerli genotiplerin korunmasını amaçlamakta ise de sadece destek alma koşuluna dayandırıldığı için gelişme gösterememekte, suni’ tohumlama ve melezleme yapılmadığı, sadece seleksiyon uygulandığı için de ıslahta önemli bir ilerleme sağlanamaktadır. Avrupa Birliği normlarına uymak adına koyunların küpelenerek kayıt altına alınması olumlu bir hizmet olmakla birlikte numaralamanın yararı sadece destekleri dağıtmakla sınırlı kaldığı için kayıt konusunda başarıya ulaşılamamıştır. Küpeli ve kayıtlı koyunlara verilen 22 liralık devlet desteği ise ne yazık ki çok düşük düzeyde kalmıştır. Örneğin yüz koyunu olan bir yetiştirici devletten yılda yaklaşık iki bin lira destek almakta bu ise bir aylık çoban maaşını bile karşılamamaktadır. Devletin son yıllarda çıkarmış olduğu Bütünşehir Yasası diğe hayvancılık dallarına olduğu kadar koyunculuğa da büyük darbe vurmuştur. Artık Mahalle olan ve Büyükşehir kapsamınna giren köylerde koyunculuk yapmak bir hayli zorlaşmıştır.
2)Mer’a Sorunu:
Günümüzde koyunculuğun en önemli sorunu mer’a sorunudur. Koyunculuk tümüyle mer’aya dayalı bir hayvancılık dalıdır. Aksi halde koyunculuktan kar etmek mümkün değildir. Koyun Ülkemizin iklimi müsait olan bölgelerinde neredeyse on ayını merada iki ayını ağılda geçirir. Koyun ağız yapısının anatomik özelliği nedeniyle kısa otları bile koparabildiğinden her mer’da rahatlıkla otlayabilir. Türkiye’deki meralar son 50 yıl içinde alan olarak yarı yarıya azalmış, aşırı otlatma ve bakımsızlık yüzünden ise kaliteleri bozulmuştur. Devletin mer’a ıslahı konusunda yaptığı çalışmalar çok sınırlı düzeydedir. Yıllardan beri koyunculuk konusunda yapılan her toplantıda, hazırlanan her raporda mer’alar ıslah edilsin denmiştir. Ancak bugüne kadar bir arpa boyu bile yol alınamaştır. Benim düşünceme göre de kalitesi iyice kötüleşmiş mer’ların ıslah edilmesi mümkün değildir.Son zamanlarda yürürlüğe giren Mer’a Yasası mer’aların kiralanmasını ve başka amaçlarla kullanılmasını olanaklı hale geirmiştir. Bir de üstüne üstlük çıkarılan Bütünşehir Yasası köyleri mahalle yaparak mer’a alanlarını Büyükşehir Belediye’sinin arazileri haline getirmiş ve istediği amaçla kullanmasına zemin hazırlamıştır. İleri de mer’a alanlarına TOKİ evleri yapılırsa şaşırmayalım. Öte yandan Orman Bakanlığı koyunların otladığı mer’a alanlarını ormanlaştırma çalışmalarına hız vermiş, ormanlaştırdığı alanlara yanlışlıkla giren koyun sürülerine ağır cezalar uygulamaya başlamıştır. Mer’aların en büyük sorunları su ve yol sorunlarıdır. Özellikle köylerden uzak yaylalarda koyunlar içecek su bulamamakta, su getirmek isteyenlere izin verilmemekte, tankerlerle yaylaya su taşınarak taşıma su ile değirmen döndürülmeye çalışılmaktadır. Öte yandan. Yüksek yaylaların yolları yeterli olmadığından ulaşım daha çok yayan ya da at ve katırlarla yapılmakta, sağılan sütün satış yerlerine indirilmesi ve erzak temini gibi konularda büyük güçlükler yaşanmaktadır.
3) Çoban Sorunu:
Çobanlık Türk milletinin ulusal değerlerinden ve mesleklerinden biridir. Tarihin her döneminde Türkler koyun yetiştirmişler ve çobanlık yapmışlardır. Biz çoban milletiz lafı boşuna söylenmemiştir. Geçmişte çok değerli olan bu meslek günümüzde maalesef kimsenin yapmak istemediği bir iş haline gelmiştir. Eskiden koyunu olmayana kız verilmezken günümüzde çobanlar evlenecek kız bulamamaktadır. Aslında çobanların aldıkları ücretler bugünün koşullarında düşük değildir, hatta neredeyse iki asgari ücrete denk gelmektedir ama aylarca yağmur kar demeden dağlarda sürünün başında yaşama zorunluluğu nedeniyle kimse çobanlık yapmak istememektedir. Çobanlığı genelde iş yapamaz durumda olanlarla, çeşitli nedenlerle yöresini terketmek zorunda kalanlar yapmaktadır. Çobanlar yaşam koşullarının zorluğu yanında hırsızlık, cinayet, ayı ya da kurt saldırısı gibi olaylarla da karşılaşmakta ve hayati tehlike altında yaşamaktadırlar. Buna karşın silak taşıyamamakta, kendilerini koruyamamaktadırlar. Çobanların en önemli sorunu sosyal güvenliklerinin olmamasıdır. Sosyal güvenliği, sağlık güvencesi ve emeklilik hakları olmayan çobanlar gelecek görmedikleri için mesleklerini terkedip büyük şehirlerde asgari ücretle çalışmayı yeğlemektedirler. Son zamanlarda adlarının Sürü Yöneticisi olması da çobanların makus talihini yenememiştir.
4)Tüketici Talebi ve Fiyat Dengesizliği:
Bundan 20-30 yıl öncesine kadar koyun ve kuzu eti büyük rağbet görmekte, pikniklerde ve sofralarda baş köşeyi işgal etmekte idi. Kasap reyonlarında koyun karkasları dizili halde bulunur, mezbalarda en çok koyun kesimi yapılırdi. Ama, koyun ve kuzu etinin yağlı olduğu, kötü koktuğu, kolesterolü yükseltip kalp sağlığını olumsuz olarak etkilediği gibi menfi propogandalar sonucu koyun eti tüketiciler tarafından rağbet görmemeye başladı. Kuşkusuz bu arz talep dengesizliği fiyatlara da yansıdı. Bir zamanlar kuzu eti dana etinden daha pahalı iken günümüzde dana eti fiyat bakımından kuzu etinin önüne geçti. Dolayısıyla koyun ürünleri para etmeyince koyunculuk da karlı bir faaliyet alanı olmaktan çıktı. Koyun sütüne talebin olmaması yüzünden süt satışından para kazanmak hayal oldu. Kuzu etine rağbetin olmaması ise kuzu fiyatlarının son beş yıldır aynı düzeyde kalmasına yol açtı. Bugün bir çift kuzu en fazla 900 liraya satılabilmektedir. Bu fiyatlar tek karı kuzu olan yetiştiriciyi zor durumda bırakmaktadır Öte yandan eskilerde bir ihraç ürünümüz olan koyun yapağısı sun’i elyafın ortaya çıkması ve endüstriyel tekniklerin değişmesi sonucu değerini kaybetti, günümüzde artık para etmeyen bir meta haline geldi.
5)Terör ve Göç Sorunu:
Son otuz yıldır Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgelerimizde yaşanan terör sorunu nedeniyle meralar kullanılamaz hale gelmiş, köyler boşaltılmış, insanlar zorunlu olarak büyük şehirlere göç etmişlerdir. Bu gelişmelerden en büyük zararı ise hiç kuşkusuz koyunculuk görmüştür. Özellikle genç kuşakların göç etmesi, köylerde sadece yaşlıların kalması sonucunu doğurmuş, bu da emek yoğun bir iş olan koyunculuğu yapılamaz hale getirmiştir. Günümüzde yapanlar da bıraktıkları taktirde arkadan genç kuşaklar gelmediği için on on beş yıl sonra koyunculuk belki de tarihe karışacaktır.
6)Sosyo-Ekonomik Yapı Değişikliği:
Yaygınlaşan eğitim olanaklarının ve çoğalan TV kanallarının Türkiye’de ve Dünya’daki yaşamları tüm çıplaklığı ile göz önüne sermesi köylü kesimde sosyolojik bir değişime yol açmıştır. Öte yandan ziraatte verimliliğin artması sonucu oluşan sermaye birikimi köylü kesimin refahını göreceli olarak arttırmıştır. Bu nedenlerden dolayı günümüzde genç nüfus, özellikle de kızlar daha rahat yaşam koşullarına kavuşmak istediklerinden hayvan bakmaya ya da koyun sağmaya pek olumlu bakmamaktadırlar. Eskiden koyunu olmayana eve kız verilmezken günümüzde kız babaları ya koyunu olana kızını vermemekte ya da verse bile hayvana bakmayacağı koşulunu öne sürmektedirler. Genç erkekler ise meşakkatli bir işi olan koyunculuğu yapmak yerine ya okumayı ya da büyük kentlere gidip asgari ücretle ama sosyal güvenlik şemsiyesi altında boğaz tokluğuna çalışmayı tercih etmektedirler. Yardımcı iş gücü olmayınca da koyun sahipleri belli bir yaşa kadar çalışabilmekte, güçleri yetmez hale gelince de koyunculuğu terketmektedirler. Otuz yıl önce on sürünün bulunduğu kimi köylerde bugün ancak bir tek sürü kalmıştır.
7)Örgütlenme Sorunu:
Geçmişte hiç bir örgütü bulunmayan koyun yetiştiricileri son beş yıldır Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Birliği adında bir örgüte kavuşmuşlardır. Ankara’da Merkez Birliği, İllerde de İl Birlikleri bulunan bu örgüt özellikle küpeleme ve devlet desteği konularında yetiştiriciye hizmet vermektedir. Ne var ki, Birlik koyun yetiştiricilerinin temel sorunlarını çözmek konusunda yetersiz kalmaktadır. Bunda biraz yetiştiricilerin ilgisinin azlığının da payı vardır. Yetiştiricilerin Birliği harekete geçirip özellikle hükumet nezdinde baskı unsuru olmasını sağlamaları gerekmektedir. Birliğin koyun yetiştiricilerinin teknik ve sağlık hizmetlerini yürütecek önlemler alması ve yetiştirici eğitimi konusunda aktif olması beklenir. Şu anda sadece Bursa Birliği üyelerine ait koyunların sağlık hizmetlerini yürütmek amacıyla bir hastane açmıştır.

Çözüm Önerileri

Türkiye’de koyunculuğun sorunlarının çözümü konusunda en büyük görev Devlete düşmektedir. Devletin, koyunculuğun sorunlarının çözümü konusunda alması gereken önlemleri şöylece sıralayabiliriz.
1) Devlet, koyunculuğu teşvik amacıyla koyun başına verdiği yirmi iki liralık desteği en az elli liraya çıkarmalıdır. Bu sayede örneğin iki yüz koyunu olan bir yetiştirici yılda Devletten yaklaşık yirmi bin lira destek parası alacaktır ki bu da en azından bir yıllık çoban parasına denk gelmektedir. Devlet destek ödemelerini haziran ayı yerine ocak ayında yapmalıdır.
2) Devletin meraları kısa ve orta vadede ıslah etmesi olanaksızdır. Türkiye’de meraların kalitesi her ne kadar eskiye nazaran bir hayli kötüleşmişse de yine koyunculuğa elverişilidir. Devlet mera ıslahı yerine mevcut meralara ve yaylalara yol yapmalı ve su getirmelidir. Ayrıca mera alanlarının başka amaçlarla kullanılması, özellikle de kiraya verilmesi, ormanlaştırılması ve konutlaştırılması önlenmelidir.
3) Devlet hiçbir sosyal güvenliğe sahip olmayan çobanların ismini değiştirmek yerine onların sağlık ve emeklilik güvencesi sağlayacak bir sosyal güvenlik şemsiyesi altına girmelerini temin etmeli, sigorta primlerinin en azından yarısını da ödemelidir. Koyun yayarken hırsızlık, cinayet, ayı ve kurt saldırısı gibi olaylarla çok sık karşılaşan çobanlara kendilerini korumak amacıyla mutlaka silah taşıma ruhsatı verilmelidir.
4) Medyada sürdürülen her türlü menfi propagandaya karşı Devlet, koyun-kuzu etinin sağlığa zararlı olmadığını, kolesterolü arttırmadığını ve kötü kokmadığını TV Kanallarında sıkça yayınlatacağı kamu spotları aracılığı ile duyurmalı ve bu konularda halkta oluşan menfi düşünceleri ortadan kaldırmaya çalışmalıdır.
5) Devlet kırmızı et ve çiğ sütte olduğu gibi koyunculukta da çözümler üretip devlete önerilerde bulunacak Ulusal Koyunculuk Konseyini kurmalıdır. Bu konseyin paydaşları arasında koyun yetiştiricileri mutlaka ağırlıklı olarak yer almalıdır.
6) Devlet, askeriye, hastane, yatılı okullar, öğrenci yurtları gibi kamu kuruluşlarında Koyun eti yenmesini sağlamalı ve bunun için de Et ve Süt Kurumu aracılığı ile satın alma, kesim ve dağıtım hizmetlerini yürütmelidir.
7) Devlet, milyonlarca dönüm araziye ve mera alanına sahip olan Kamu Tarım İşletmelerinde yoğun olarak yetiştireceği koyun ve koçları halka damızlık olarak çok düşük faizli kredilerle dağıtmalıdır.
8) Koyun yetiştiricilerinin bankalardan alacakları kredilerde ya da Devletten alacakları hibelerde istediği memur kefil ya da ev ipoteği koşulu kaldırılmalı, eğer ille de isteniyorsa yetştiricinin koyunları ipotek edilmelidir.
9) Devletçe yürütülen Halk Elinde Islah projesi yaygınlaştırılarak sürdürülmeli ve ıslahta etkinliği artırmak amacıyla mutlaka suni tohumlamadan yararlanılmalıdır.
10) Koyun-Keçi Yetiştircileri Birliği yasasında değişiklik yapılarak Birliğin şirket kurma, mezbaha işletme, süt ürünleri üretim tesisi kurma ve ürün pazarlaması yapma gibi konulardaki yetkileri artırılmalıdır.

Görüleceği üzere koyunculuğun sorunlarını çözmek konusunda en büyük
görev Devlete düşmektedir. Yukarıda saydığım çözüm önerileri aslında yerine getirilmesi zor hususlar değildir. Yeter ki Devlet koyunculuğa gerekli önemi verip ona üvey evlet muamelesi yapmasın. Bence Devletin yapacağı en önemli hizmet, koyunculukta mevcut durumu korumak ve yeni başlayacakları özendirmek amacıyla koyun başına vermiş olduğu parasal desteği en az elli liraya çıkarmaktır. Karlılık olunca bu işi eskiden beri yapanlar koyunculuğu bırakmaz, yeni başlayacaklar da cesaretlendirilmiş olur. Tabii burada koyun yetiştiricilerinin de herşeyi devletten beklemeyip taşın altına ellerini koymaları ve en başta da tek örgütleri olan Koyun-Keçi Yetiştiricileri Birliği’ne sahip çıkıp haklarını elde etmek konusunda. uyarmaları gerekir.
Son söz olarak koyunculuğun Türk Milletinin genlerinde bulunan bir husus olduğunu ve milyonlarca insanımızın geçimini sağladığını, bu nedenle de mutlaka geliştirilmesi ve korunması gerektiğini belirtmek istiyorum.