Avrupa Birliğine Giriş Sürecinde Türk Hayvancılığının Sorunları ve Çözüm Önerileri

( Performans Dergisi,Ocak 2000,Sayı:19)

Türkiye AB ilişkileri 11-12 Aralık 1999 tarihinde Helsinki’de gerçekleştirilen toplantılarda yepyeni bir anlam kazanmıştır.Türkiye’nin tam üyeliğe geçiş sürecini başlatan Ankara Anlaşması’nın yürürlüğe girmesinin üzerinden geçen yaklaşık 35 yıllık sürede Gümrük Birliğine giriş dışında Türkiye-Ab ilişkilerinde önemsenecek bir gelişme ne yazık ki yaşanmamıştır.Gümrük Birliği’ne üyelik ise,varılan anlaşma gereği tarımsal o arada da hayvansal ürünler kapsam dışı bırakıldığı için Türkiye’ye konumuz olan hayvancılıkta görece bir yarar sağlamamıştır.
Son alınan kararla Türkiye’nin aday ülke statüsü altında AB’nin 28.üyesi olmaya hak kazanmasının kanımca biri sosyal-siyasal öteki de ekonomik olmak üzere iki önemli boyutu vardır.Konunun sosyal-siyasal ve ekonomik boyutarının önümüzdeki günlerde ilgili uzmanlarca yazılı ve sözlü medyada enine boyuna tartışılacağı kuşkusuzdur.Ben bu yazımda Türkiye’nin AB ye üyeliğinin hayvancılık sektörü olarak bizi ilgilendiren yönlerine kısaca değinmek istiyorum.
Hayvancılık sadece Türkiye’nin değil Almanya,Fransa,Hollanda gibi AB ülkelerinin ekonomilerinde de önemli yer tutar.Bilindiği gibi AB ya da kurulduğu yıllardaki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu(AET) çoklukla üye ülkelerin tarımsal yapıları arasına bir entegrasyona gitme amacı güdüyordu.Hatta İngiltere’nin topluluğa geç üye olmasını altında yatan neden ise Fransa ile tarım ürünleri konusunda yaşadığı rekabetten kaynaklanmaktaydı.AET zamanla gelişen ve değişen Dünya koşullarının da rlamasıyla hem siyasi hem de ekonomik bütünleşmeye yönelmiş ve AB adını almıştır.
Türkiye-Ab ilişkilerindeki uyum sorunlarının çözümüne yönelik önerilere geçmeden önce,Türkiye ve Ab hayvancılığı arasındaki yapısal farklılıkları kısaca anımsatmaya çalışacağım.Türkiye’de nufusu yaklaşık %50 si kırsal kesimde yaşayıp ağırlıklı olarak tarımla uğraştığı halde ab de bu oran 510 u geçmemektedir.Hayvansal ürünler dikkate alındığında Türkiye’de sığır başına verim AB’ye göre sütte 2,ette 3 kat daha azdır.Buna karşın Türkiye AB ülkelerindeki sığır sayısının neredeyse yarısına sahiptir.Oysa ki,AB ülkelerinde hayvancılıkla uğraşan işletmelerin sayısı Türkiye’nin 7 katıdır.Bu da bize Ab’de sığırcılıkta modern işletme bazında tam entansifleşme görülürken Türkiye henüz bu aşamaya gelmekten çok uzaktır.Nitekim bu yargıyı destekleyen başka bir veriye göre Türkiye’de üretilen sütün sadece %15 i modern işletmelerde üretilirken bu oran AB de %100 dür.
Yukarıda kabaca ortaya koymaya çalıştığım gibi Türkiye ile ab arasında hayvancılığın temel nitelikleri bakımından önemsenecek kadar derin yapısal farklılıklar mevcuttur.Bu farklılıkların Türkiye’nin tam üyeliğe geçme süreci olarak dillendirilen 5-10 yılda giderilmesi mümkün değildir.Çünkü,hayvancılık konusunda Türkiye’nin yıllardır birikmiş çok sayıda sorunu ve alt yapı eksikliği vardır
Yine de fazla umutsuzluğa kapılmadan,artık bundan sonra AB nin sağlayacağı maddi destekle de sorunların üzerine akılcı ve bilimsel yaklaşımlarla gitmenin aradaki derin farkı kapamasa da en azından uzun vade de AB normlarına yaklaşmamızı sağlayacağına kuşku yoktur.
Ben bu yazımda,Türkiye hayvancılığının AB ye uyumunda yaşanabilecek olası teknik sorunların çözümüne ilişkin önerilerimi belki de ilgililerin çalışmalarına katkıda bulunur umuduyla aşağıda maddeler halinde sıralamak istiyorum.
1) Birim Hayvan Başına Verim Artırılmalıdır: Hayvancılığımızın AB ye entegrasyonunda bence atılması gereken ilk adım hayvanların bireysel verimlerini yükseltecek önlemlerin alınmasıdır.Bu bağlamda biri suni tohumlama diğeri de hayvan ithali olmak üzere başvurulacak iki ana yöntem vardır.Damızlık ithali kısa dönemde üretimi artırsa bile hayvancılıkta temel bir alt yapı oluşturmayacağı için uzun vadede büyük bir yarar sağlamaz.Suni tohumlama ise eğer bugünkünden daha etkin ve yaygın olarak uygulanabilse belki damızlık ithali gibi kısa vadede değil ama uzun vadede en azından Türkiye’nin tam üyeliğe geçiş aşamasında hayvanlarımızın verimlerinde görece bir artış meydana gelebilir.Dişi damızlık sayısının ve kalitesinin artması ise devletçe ya da özel ve tüzel kişilerce kurulacak “Pedigrili Damızlık Üretim İşletmelerinin “ çoğalmasına bağlıdır.
2) Bulaşıcı Hayvan Hastalıkları Eradike Edilmelidir: Türkiye AB’ye tam üye olduğunda AB’nin sınırları Kafkasya’ya,Ön Asya’ya ve Orta Doğu’ya kadar uzanacaktır.Anılan bu bölgeler AB ülkelerinde artık hiç görülmeyen ama Türkiye’de zaman zaman büyük salgınlara yol açan şap ve sığır vebası gibi bulaşıcı hayvan hastalıklarının köken aldığı bölgelerdir.Bu nedenle Türkiye’nin bulaşıcı hayvan hastalıklarının önlenmesi bağlamında yıllardır üstlendiği tampon görevi AB’ye girişiyle daha da önem kazanacaktır.AB’ye giriş sürecinde önemi daha da artacak olan bulaşıcı hayvan hastalıklarıyla mücadele işlevi sadece hantallaşmış ve bu konudaki gücü iyice zayıflamış bulunan kamu kuruluşlarına değil, OHAB simgesi ile andığım Organize Hayvancılık Bölgelerini devralacak hizmet şirketlerine düşmektedir.Bu nedenle OHAB’ların oluşumu ve hizmet şirketlerine devri konusunda ki yasal alt yapının bir an önce hayata geçirilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.
3) Modern İşletmelere Dönüşüm Sağlanmalıdır:Türkiye’de hayvancılık sayıları AB ülkelerindekilere bakınca söz edilemeyecek kadar az olan modern işletmeler bir tarafa bırakılırsa genelde kırsal kesimde ve küçük aile hayvancılığı biçiminde yapılmaktadır.Bu olgu hiç kuşkusuz elde edilen ürünlerin miktarını ve kalitesini olumsuz yönde etkilediği gibi hayvan sağlığı hizmetlerinin etkin ve yaygın bir biçimde ulaştırılabilmesini de engellemektedir.Oysa,AB ölçütleri hayvancılığın kar-zarar hesabına göre çalışan ve ileri teknolojileri olabildiğince kullanabilen modern işletmelerde yapılmasını ön görmektedir.Bu nedenle Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine kadar geçecek süreçte meraya dayalı küçük aile hayvancılığının KOHİ yani Küçük Orta Boy Aile Hayvancılık İşletmelerine dönüşümü mutlaka sağlaması gerekir.
4) AR-GE Çalışmaları Koordine Edilmelidir: Her alanda olduğu gibi hayvancılık alanında da Ar-Ge çalışmalarının önemi büyüktür.Üniversitelerde ve Araştırma Enstitü’lerinde yapılan çalışmaların koordinasyonu ve elde edilen sonuçların pratiğe aktarılması konusu hayati önem taşır.Bu amaçla TUBİTAK ya da Avrupa Birliği Genel Sekreterliği bünyesinde bir eşgüdüm komitesinin kurulması yerinde olur.
5) Üretici Örgütlenmesi Yaygınlaştırılmalı ve Demokratikleştirilmelidir:Türkiye’de üretici örgütlenmesi devlet güdümündeki kimi dernekler ve birlikler dışına yok gibidir.Bu nedenle Türk hayvan yetiştiricilerinin üretimden kaynaklanan güçlerini etkinlikle kullanmalarını sağlayacak demokratik ve yaygın örgütlenmelere gitmeleri kaçınılmazdır.”Türk Hayvan Üreticileri Birliği” adıyla kurulacak ve il-ilçelerdeki örgütleri tarafından tabandan tavana demokratik bir anlayışla yönlendirilecek olan bağımsız,günlük siyasetle uğraşmayan bir örgütlenme modelinin bu amaca uygun düşeceği kanısındayım.
6) Üretim Ucuzlatılmalı ve Ürün Kalitesi Yükseltilmelidir:AB2ye tam üyelik için hayvancılıkta sadece üretim artışı sağlamak yeterli olmaz.Avrupa pazarları ile rekabet edebilmek için ürün kalitesinin yükseltilmesi de gereklidir.Hayvansal üretimde maliyeti düşürmenin yolu girdileri ucuza temin etmekten geçer.Hayvancılık girdileri arasında en önemli payı %70 ile yem teşkil eder.O halde bir hayvansal ürünün ucuza mal edilmesi yem maliyetlerinin aşağı çekilmesine bağlıdır.Bu konudaki yegane çözüm kanımca AB ülkelerinde de olduğu gibi hayvan üreticisinin yemi özellikle de kaba yemi kendisinin üretmesidir.O nedenle,kaba yem üretiminin özendirilmesi,verimli hibrit tohumların kullanılmasının yaygınlaştırılması ve yem ofisi kurulması gibi önlemlerin tez elden alınması gereklidir.Öte yandan hayvancılıkta ürün maliyetlerinin düşürülmesinin bir diğer yolu da sabit yatırım masraflarının azaltılmasıdır.Bunun da çözümü pahalı kapalı ahırlar yerine ucuz açık sistem ahırlar inşa etmekten geçer.Açık sistemde hem inşaat ve hem de işçilik giderlerinden önemli ölçüde tasarruf edilmektedir.
7) Modern İşletmeler Desteklenmelidir: Türkiye’de bitkisel ürünler her dönemde taban fiyat ve destekleme alımlarından ve subvansiyonlardan yararlandığı halde süte verilen düşük prim dışına hayvansal ürünler bu olanaklardan ve devlet desteğinden yararlanamamaktadırlar.AB ye üye ülkeler ürüne verdiği desteği aşamalı olarak kaldırırken işletmelere verdiği desteği artırmaktadır.IMF de Türkiye’ye bu yolu önermektedir.Ne var ki,önceden de değindiğim gibi Türkiye’de modern anlamda kurulu çok az sayıda işletme olduğu için ileride AB2ye girildiğinde AB ülkelerindeki işletme sayısının fazlalığı karşısında adaletsiz bir durum ortaya çıkacaktır.O nedenle hiç vakit yitirmeden işletmelerin sayısının artırılması gerekmektedir.