Atatürk her şeyden önce büyük bir hayvan severdi. En sevdiği atlarından biri ruama yakalanmış ve Ankara’daki fakültemizde karantinaya alınmıştı. Atın öleceği anlaşılınca hocalarımız son bir kez görmesi için Ata’ya haber verdiler. Ziyaret bitince ata atını sevmek okşamak istedi. Ama hocalarımız hastalık bulaşıcı olduğu için buna izin vermediler. Bunun üzerine Ata’nın gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı.
Atatürk çiftlik hayvanları konusunda da çok duyarlı ve bilgili idi. Bu özelliğini babası öldüğünde annesi ve kız kardeşi ile gittikleri ve uzun zaman geçirdikleri dayısının çiftliğinde kazandığı söylenir. Çoğumuzun seyrettiği bir videosu vardır. İran Şahına Atatürk Orman Çiftliğini gezdirirken bir yandan Simental bir ineğin başını okşar bir yandan da görevliye çeşitli sorular sorar. Görevli ineklerin melezlendiğini söyleyince “yani iklime mi alıştırıyorsunuz” der. bu bizim zooteknide bildiğimiz aklimatizasyondan başka bir şey değildir.
Atatürk biz veteriner hekimleri de çok severdi. bu sevgisinde Trablusgarp’da arkadaş olduğu ve çalışmalarını yakından izlediği Ord.Prof.Dr.Süreyya Tahsin Aygün’ün de büyük rolü olmuştur. Hele kurtuluş savaşında veteriner hekimlerin bir yandan düşmanla bir yandan da dönemin lojistik gücü olan sığırların veba hastalığı ile nasıl kahramanca mücadele ettiklerini görünce veteriner hekimlere olan sevgisi ve güveni daha da artmıştır.
Atatürk Türk tarımı ve hayvancılığı için çok önemli sözler söylemiştir:
“ Milli ekonominin temeli ziraattir “
“ Memleketin sahibi ve efendisi gerçek üretici olan köylüdür “
“ Gerçek fetihler yalnız kılıçla değil sabanla yapılanlardır. Kılıç sabana her zaman yenilmiştir “
Atatürk cumhurbaşkanı olarak görev yaptığı 1923-1938 yılları arasında tarım ve hayvancılık alanındaki tüm gelişmelerin ya yönlendiricisi ya da bizzat uygulayıcısı olmuştur.
Atatürk’ün daha cumhuriyeti kurmadan, 14 Şubat- 04 mart 1923 tarihlerinde İzmir’de düzenlediği birinci iktisat kongresi gelecekteki ekonomik programı ve cumhuriyetin yol haritasını belirlemiştir. Türkiye’nin her bölgesinden İzmir’e gelen esnaf, tüccar, köylü, işçi ve çiftçi kesimlerinden 1123 delege 18 gün boyunca toplanmışlar, öz kaynaklara dayalı sanayileşme ve kalkınma başta olmak üzere çok önemli kararlar almışlardır. Bu Kongre’de dönemin önemli öz kaynaklarından biri olan hayvancılık konusunda alınan kararları şöylece sıralayabiliriz. Hayvanların ıslahı, sayılarının ve verimlerinin artırılması, hayvan hastalıklarının önlenmesi, tarımsal öğretimin modernleştirilmesi ve hayvancılığa dayalı sanayinin kurulması.
Cumhuriyet kurulduktan hemen sonra hükumet Birinci İzmir İktisat kongresinde alınan kararları hiç vakit kaybetmeden uygulamaya koymuştur. Öncelikle hayvan ıslahı ile işe başlanmıştır. Cumhuriyetten önce Osmanlı döneminde hayvan ıslahı alanında her hangi önemli bir çalışma bulunmamaktadır. Sadece sultan Abdülmecit döneminde 1843 yılında ordunun fes ve üniforma ihtiyacını karşılamak üzere İstanbul’da Feshane’de kurulan fabrikanın ihtiyaç duyduğu ince yapağıyı sağlamak amacıyla İspanya’dan tarak yapağısı merinosları ithal edilerek bir bölümü Hayrabolu’da bir çiftliğe bir bölümü de o zamanki adı Çiflikatı Hümayun olan Karacabey Harasına konulmuştur.
Cumhuriyet hükumetinin hayvan ıslahı konusundaki ilk girişimi bütçenin çok kıt olanaklarına rağmen ülke genelinde çiftlikler kurmak olmuştur. Nitekim 1924 yılında Bursa’daki Çiftlikatı Hümayun Karacabey harasına dönüştürülmüş, izleyen 10 yıl içerisinde Çukurova, Çifteler, Sultansuyu ve Konya haraları kurulmuştur. Ayrıca ülkenin çeşitli yörelerinde koç ve boğa depoları açılmıştır. Bu arada 1926 yılında hayvan ıslahı kanunu çıkarılmıştır.
Hayvan ıslahı konusundaki en önemli adım 1926 yılında dünyada Rusya’dan sonra ikinci olarak suni tohumlamanın hayvan ıslahında kullanılması olmuştur. Atatürk’ün talimatı ile 1925 yılında Rusya’ya giden Tarım Bakanı Sabri Toprak’a ziyaret ettiği bir devlet çiftliğinde suni tohumlama tekniği gösterilmiş, o da bu tekniğin Türkiye’de de uygulanması için yetkililerden istekte bulunmuştur. Nitekim 1926 yılında Mihailov isimli bir Rus uzman Türkiye’ye gelerek Karacabey harasında Türk veteriner hekimlerine suni tohumlama tekniğini öğretmiştir. Tevfik Bulak, Nazım Uygur, Tahsin Muslu, İsmail Hakkı Ünveren ve Fahri Aras adlı veteriner hekimler Rusya’ya giderek ihtisas yapmışlar ve yurda dönüp suni tohumlamayı Türk veteriner hekimlerine öğretmişlerdir. Suni tohumlama tekniği hayvan ıslahı konusunda yapılan çalışmalara çok önemli katkılar sağlamıştır.
Hayvan ıslahı alanında yetiştirme çiftliklerinin kurulması, hayvan ıslahı yasasının çıkarılması, suni tohumlamanın uygulanmaya başlaması gibi alt yapı çalışmaları tamamlandıktan sonra sıra yurt dışından ıslahta kullanılacak erkek ve dişi damızlıkların ithaline gelmiştir. İlk olarak 1925 yılında Avusturya’dan üstün verimli Montofon sığır ırkından erkek ve dişi damızlık hayvanlar Karacabey Harasına getirilmiştir. Montofon inekler bir yandan kendi aralarında birleştirilip çoğaltılırken bir yandan da Montofon boğalardan alınan spermalar Marmara ve İç Ege Bölgesinin yerli ırkı olan Boz ırk ineklere suni tohumlama yoluyla verilerek çevirme melezlemesi çalışmaları başlatılmıştır. Yıllar süren çalışmalar sonucunda iklim koşullarına ve hastalıklara dayanıklı, et ve süt verimi yüksek, doğurganlık ömrü uzun Karacabey Montofonu ya da Esmeri adlı bir kültür sığır ırkı elde edilmiştir.
Aynı şekilde, Türkiye’de yeni kurulan yünlü dokuma sanayinin ince yapağı ihtiyacını karşılamak amacıyla Almanya’dan 1933 yılında et yapağı Merinos ırkından koç ve koyunlar ithal edilerek Karacabey Harasına getirilmiştir. Bu koyunlar bir yandan kendi aralarında birleştirilip çoğaltılırken bir yandan da merinos koçlarla Marmara Bölgesinin yerli koyun ırkı olan Kıvırcık koyunlar suni tohumlama tekniği kullanılarak çevirme melezlemesi yoluyla ıslah edilmiş ve sonuçta Karacabey Merinosu adında iklim koşullarına ve hastalıklara dayanıklı, et ve yapağı verimi yüksek bir kültür ırkı elde edilmiştir. Daha sonra halka dağıtılan koç ve koyunlarla Marmara Bölgesinde önemli sayılabilecek rakamlarda Karacabey Merinosu popülasyonu oluşmuştur.
Sırası gelmişken önemli bulduğum bir konuya değinmeden geçemeyeceğim. Erken Cumhuriyet döneminde kıt bütçe ve teknik eleman olanaklarına karşın büyük bir özveriyle sürdürülen ıslah çalışmaları 1958 yılında Amerikan Holstein Assocıatıon tarafından kasıtlı olarak Türkiye’ye sokulan Holştayn ırkı vasıtasıyla sekteye uğratılmıştır. Kişisel kanıma göre eğer Holştayn ırkı Türkiye’ye sokulmasa ve 1950 lerde halk elinde de yaygın olarak başlatılan ıslah çalışmaları aynı hızda devam etse bugün sığır ve koyun popülasyonumuzun büyük çoğunluğu Karacabey Montofonu ve Karacabey Merinosu ırkından hayvanlardan oluşacak ve yıllardır kanayan bir yara gibi hayvancılığı baltalayan ithalata belki de gerek kalmayacaktı. Nitekim bugün az sayıda bulunan bu ırklara yetiştiricilerin rağbeti büyük olmaktadır. Bu çalışmalarla birinci iktisat kongresinde alınan hayvanların ıslahı, sayılarının ve verimlerinin artırılması kararı yerine getirilmiş oluyordu.
Birinci İktisat Kongresinde alınan diğer bir karar da hayvan hastalıklarının önlenmesi ve kontrol altına alınması idi. erken cumhuriyet döneminde Türkiye’de başta şap ve sığır vebası olmak üzere salgın hayvan hastalıkları çok yaygın durumdaydı. Buna karşın ülkede veteriner hekim sayısı çok azdı. Çünkü Osmanlının son döneminde yaşanan balkan savaşları ile kurtuluş savaşında askeri ve sivil veteriner hekimlerin çoğu şehit olmuştu. Atatürk kurtuluş savaşında sığırlarda yaygın olarak görülen veba ve şap hastalıklarının ordunun lojistik gücünü ne kadar azalttığını çok iyi biliyordu. Öncelikle o dönemde öğretim veren Baytar Yüksek Okulunun kontenjanları artırılarak daha çok veteriner hekim yetiştirmek yoluna gidildi. 1924 yılında, T.B.M.M hükumetinde İktisat Vekaleti bünyesinde yer alan Umuru Baytariye Müfettişi Umumiliği Ziraat Vekaletine bağlanmıştır. Böylece kamu veteriner hekimliği örgütü daha işlevsel hale getirilmiştir. Bir süre sonra da, 1928 yılında hayvan sağlık zabıtası kanunu yürürlüğe girmiştir. Bu arada İstanbul’da ve Ankara’da aşı ve serum üreten laboratuvarlar kurulmuştur. Bütün bu çalışmalar sonucunda daha cumhuriyetin onuncu yılına girmeden salgın hayvan hastalıklarının önlenmesi konusunda önemli ilerlemeler kaydedilmiştir.
İzmir birinci iktisat kongresinde alınan önemli bir karar da tarımsal öğretimin modernleştirilmesi idi. Bu amaçla 1927 yılında Almanya’dan davet edilen bir heyet Ankara’ya gelmiş ve bu konuda incelemelerde bulunarak ayrıntılı bir rapor hazırlamıştır. Bu raporda Ankara’da Yüksek Ziraat Enstitüsü adlı bir yükseköğretim kurumu oluşturulması önerilmekteydi. Hükumet öneriyi uygun bularak hızlıca öğretim üyesi ve fiziki kapasite çalışmalarına başlamış ve bugün Ankara’nın Dışkapı semtinde benim de öğretim gördüğüm şimdilerde veteriner ve ziraat fakültelerine ait olan binaların yapımına başlanmıştır. Bir yandan da Atatürk’ün Weimar Cumhuriyeti döneminde Almanya’dan bizzat davet ettiği Ord.Prof.Dr. Frıedrıch Falke başkanlığındaki 17 kişiden oluşan profesör kadrosu Türkiye’ye gelmiştir. Bu öğretim üyelerinin yardımcılığını ve tercümanlığını ise değişik dönemlerde yurt dışında öğretim yapmış Türk hocalar oluşturmuştur. Tüm altyapıları tamamlanan yüksek ziraat enstitüsü 30 Ekim 1933 tarihinde açılmıştır. Enstitü’ye İstanbul’dan Baytar Mektebi Alisi Baytar Fakültesi, Ziraat Mektebi Alisi Ziraat Fakültesi, Orman Mektebi Alisi de Orman Fakültesi adıyla katılmışlardır. Ayrıca Enstitü bünyesinde yeni olarak Tabii İlimler ve Ziraat Sanatları Fakülteleri de açılmıştır. Bağlı fakültelerde çok önemli araştırmalar, yayınlar yapan ve meslek üyeleri yetiştiren bu kurum ikinci dünya savaşının bitmesi ile birlikte alman öğretim üyelerini ülkelerine dönmesi sonucu zayıflamış ve fakültelerin 1933 eğitim reformu ile kurulan Ankara ve İstanbul Üniversitelerine katılmasıyla kapanma noktasına gelmiştir.
Türkiye’de hayvancılık ve veteriner hekimliği konusundaki en önemli gelişmeler 1937 yılında yani Atatürk’ün yaşamının sonunda olmuştur. Bunları kamu örgütlenmesinde bütüncül bir yapının ortaya çıkması, Cumhuriyet tarihinin ilk uluslararası sözleşmesinin imzalanması, en önemlisi de baytar sözcüğünün veteriner sözcüğüne evrilmesi ve unvanımızın veteriner hekim olarak tescillenmesidir. Tarihçiler Atatürk’ün bu konularda hasta olmasına rağmen büyük çaba gösterdiğini bildirmektedir.
Avrupa devletleri 18.yüzyılda yaşadıkları, 500.000 sığırın ölmesine neden olan ve bu yüzden de dünyanın ilk veteriner fakültesinin (Lyon, 1752) açıldığı vebanın ülkelerine bir daha girmemesi için alınacak önlemleri içeren bir konferansı birleşmiş milletlerin önderliğinde 1935 yılında Cenevre’de düzenlemişlerdir. Bu konferans sonucunda Cenevre sözleşmesi olarak meslek tarihimize adı yazılan kararlar 1936 yılında hükumet, 1937 yılında da meclis tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Aynı yıl, bu sözleşme uyarınca önceden hazırlıklarına başlanan 3203 sayılı Ziraat Vekaleti Vazife ve Teşkilat Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunun 9.maddesi ilk kez kurulan Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü’nün görev ve yetkilerini içermekteydi. Buna göre Türkiye’deki hayvan sağlığı, hayvan ıslahı ve gıda kontrolü hizmetleri bütüncül ve sektörel bir anlayışla bu genel genel müdürlüğün ve yine bu kanunla adı veteriner hekim olarak tescillenen mesleğimizin sorumluluğuna verilmiştir. Benim de mezuniyetten sonra büyük bir onurla dört ay görev yaptığım bu genel müdürlük ayakta kaldığı 48 yılda sığır vebası ve at vebası başta olmak üzere salgın hastalıklarla mücadele, suni tohumlama bazlı hayvan ıslahının yaygınlaştırılması ve mezbahalar başta olmak üzere hayvansal gıda iş yerlerinde gıda kontrolü gibi görevleri büyük bir özveri ve başarı ile yerine getirmiştir. Ne var ki, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra uygulanan neoliberal politikaların bir sonucu olarak veteriner işleri genel müdürlüğü kapatılmış ve yerine kurulan karma genel müdürlüklerde veteriner hekimliği etkisiz ve yetkisiz bir duruma getirilmiştir.