Türkiye’de hayvancılık 1950 yılından bu yana çeşitli emperyalist kuruluşların çok yoğun
saldırılarına uğradı. Bu kuruluşlar arasında GATT (Gümrük Tarifeleri ve Genel TicarAnlaşması)’ı Dünya Ticaret Örgütü’nü, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nı, Gümrük Birliği’ni, Dünya
Bankası’nı, IMF (Uluslararası Para Fonu)’yi, American Holstein Association (Amerikan
Holstein Birliği)’ı ve American Soybean Association (Amerikan Soya Birliği)’ı sayabiliriz. Anılan
bu kuruluşların temel amacı, hayvancılığı gerileterek Türkiye’yi canlı hayvan ve hayvansal
ürünler bakımından dışa bağımlı kılmaktır. Bu emperyalist kuruluşlar asıl uygun ortamı 12
Eylül 1980 askeri darbesinden sonra bulmuşlardır. Yerli işbirlikçileri ile birlikte hayata
geçirdikleri neoliberal politikalarla Türkiye’de serbest piyasa ekonomisinin temellerini
atmışlar, tüm öteki sektörlerde olduğu gibi hayvancılık sektöründe de onarılmaz yaralar
açmışlardır. Asıl önemli ataklarını 2010 yılında yapmışlar, 2008 krizinin ardından kesilen
damızlık ineklerin yerini doldurmak bahanesiyle yurt dışından dişi damızlık düve ithalatını
serbest bırakmışlardır. Yerli işbirlikçiler, 2010-2024 yılları arasındaki 14 yıllık sürede halkın
milyarlarca dolarını Latin Amerika’nın ve Avrupa’nın hayvan yetiştiricilerine aktararak onları
zengin etmişler, Türk üreticilerini ise batırarak fakirleştirmişlerdir.
Yıllardır süregelen bu dış müdahalelerin ardından Türkiye hayvancılığında bugün gelinen
nokta hiç de iç açıcı değildir. Süt sığırı yetiştiriciliği alanında şimdiye kadar hiç görülmedik
biçimde büyük bir kriz yaşanmaktadır. Özellikle son üç yılda dövizdeki aşırı değerlenmeye
bağlı olarak büyük çoğunluğu ithal mallardan oluşan hayvancılık girdi fiyatları aşırı ölçüde
artmış, buna karşın baskılanan çiğ süt fiyatları neredeyse yerinde saymıştır. Bunun sonucu
olarak da kar edemeyen küçük ve orta boy süt sığırcılığı işletmeleri damızlık ineklerini bile
mezbahada kestirmek zorunda kalmışlardır.
Türkiye’de hayvancılığın geçmişini ve bugünkü durumunu böylece özetledikten sonra asıl
önemli olan çözüm önerileri üzerinde durmak istiyorum. Çözüm önerilerine geçmeden önce,
şu anda döviz fiyatlarındaki durgunluk nedeniyle krizin hız kestiğini ve bu nedenle de
hayvancılık girdi fiyatlarında belirgin bir artış yaşanmadığını belirtmeliyim. Birinci çözüm
önerim, krizden etkilenmiş ama bir şekilde ayakta kalmış olan küçük ve orta ölçekli süt
sığırcılığı işletmelerine devletin her bakımdan sahip çıkmasıdır. Bu işletmeler krizden
korunmak için öncelikle ellerindeki hasta, verimsiz, kısır ve topal ineklerini kestirmişlerdir. Bu
durum anılan işletmelerin elinde görece daha sağlıklı ve verimli ineklerin kaldığını
göstermektedir. Devletin öncelikle ayakta kalmayı becerebilmiş bu işletmeleri saptayıp doğru
bir yöntemle mevcut durumlarını ortaya koyması gerekir. Daha sonra da Tarım İl ve İlçe
Müdürlüklerinde büro memurluğu yapan veteriner hekim ve zooteknistleri bu işletmelerde
görevlendirip asıl işlevleri olan koruyucu aşılama, genetik ıslah, verimlilik, beslenme ve
hayvan refahı konularında danışmanlık yapmaları sağlanabilir. İkinci çözüm önerim ise şu
anda eksikliği duyulan ve ithal edilmek zorunda kalınan gebe düvelerin devletçe yetiştirilip
üreticilere dağıtılmasıdır. Öncelikle sayısı on dördü bulan Devlet Tarım İşletmelerinde mevcut
dişi damızlıkların sayısı artırılmalıdır. Sonra da sayısı artırılan bu ineklerden doğacak dişi
buzağılar bilimsel yöntemle yetiştirilip düve haline getirilmeli ve bu düveler gebe
bırakıldıktan sonra erken Cumhuriyet döneminde olduğu gibi maliyetine halka dağıtılmalıdır.
Böylesine büyük bir projenin teknik personel gereksinimi işletme dışında sözleşmeli olarak
istihdam edilecek işsiz veteriner hekim ve zooteknistlerden sağlanabilir.
