Türkiye’de 1980 öncesi tarım ürünleri o arada da et ve süt bir taban fiyatı belirlenerek Devlet tarafından satın alınıyordu. Devlet bu ürünleri ya iç piyasada değerlendiriyor ya da ihraç ediyordu. Buna o zamanlar taban fiyat ve destekleme alımı politikası adı veriliyordu. Üretici devletin fiyatını beğeniyorsa ürününü ona veriyor, beğenmezse serbest piyasada oluşacak fiyata göre tüccara satıyordu. Devlet üreticinin ürettiği her ürünü taban fiyat üzerinden satın alıyordu. Bunu da kurmuş olduğu iktisadi devlet teşekkülleri kanalıyla yapıyordu.1980 yılından sonra Türkiye’de liberal  politikalar uygulanmaya başlandı ve serbest piyasa ekonomisi düzenine geçildi. Bu sisteme göre tarımsal ürün fiyatları arz talep dengesine göre oluşuyor, fiyatı devlet değil piyasa belirliyordu. Böylece üretici etini, sütünü istediğine istediği fiyatlarla satabiliyordu. 2005 yılında Türkiye Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başladı. Bu müzakerelerin bir sonucu olarak devlet Avrupa Birliğinde olduğu gibi üreticileri destekleme kararı aldı. 2009 yılında bu desteklerin dağıtımında görev alacak üretici birlikleri o arada da et ve süt üretici birlikleri kuruldu. 2013 yılında Türkiye’de süt piyasasını düzenlemek, süt sektöründeki sorunları tespit edip çözümler üretmek amacıyla Ulusal Süt Konseyi adında bir örgüt oluşturuldu. Bu örgütte süt sektörünün tüm paydaşları yani üretici birlikleri, süt sanayicileri, bakanlık ve üniversite temsilcileri yer alıyordu. Aslında bu model Amerika’daki ürün bordlarından esinlenerek kurulmuştu ama kısa sürede bordlarla hiç ilgisi olmadığı anlaşıldı. Ulusal Süt Konseyi kurulmadan yıllar önce yazdığım bir yazıda bu gibi kuruluşların kurulmasının önemine değinmiştim. (Bakınız: https://www.hazimgokcen.net/cesitli-yazilar/hayvancilikta-yeni-bir-model-ulusal-urun-komiteleri-ocak-1999/). Başlangıçta süt sektörünün tüm paydaşlarının eşit biçimde temsil edildiği savıyla ortaya çıkan bu örgüt kısa zamanda bakanlığın ve süt sanayicilerinin sözünün geçtiği bir yapı haline dönüştü. Konseyde bulunan üretici örgütlerinin temsilcileri ise bakanlık ile ters düşmemek adına seslerini çıkarmadılar ve üreticinin taleplerini gereğince savunamadılar.

Günümüzde Ulusal Süt Konseyi tümüyle etkisiz ve işlevsiz bir hale gelmiştir. Yerini enflasyon kaygısıyla ürün fiyatlarını baskılayan Gıda Komitesi almıştır. Beni bu düşünceye sevk eden son gelişme geçtiğimiz günlerde yaşandı. Ulusal Süt Konseyi çiğ süt fiyatlarını en son 15 Kasım 2019 tarihinde 2.30 lira olarak belirlemişti. Yaklaşık 11 aydır çiğ süt fiyatına Gıda Komitesinin baskısıyla zam yapılmadı. Bu arada süt üretiminin temel girdileri olan fabrika yemi, elektrik, mazot, yem bitkisi tohumu ve gübre fiyatları yaklaşık %30 oranında zamlandı. Bu durumu bile bile Ulusal Süt Konseyi daha bir hafta önce yaptığı toplantıda büyük bir aymazlık örneği göstererek ve üreticilerin tüm beklentilerini boşa çıkararak çiğ süt fiyatına bir kör kuruş bile zam yapmamıştır. Sadece soğutulmuş çiğ süte devletçe verilen prim 25 kuruştan 40 kuruşa çıkmıştır. Kararda önümüzdeki üç ayda 2.30 luk referans fiyatın devam edeceği, Ocak 2021 de yeni bir fiyat belirleneceği açıklanmıştır. Bu karar zaten can çekişmekte olan küçük ve orta ölçekli süt sığırcılığı işletmelerini batma noktasına getirmiştir. Çünkü bir litre çiğ inek sütünün maliyeti günümüz rakamları ile 2.50 lirayı bulmuştur. Oysa küçük ve orta ölçekli işletmelerin çoğu çiğ sütü referans fiyat olan 2.30 liranın bile altında satmakta, sütü doğrudan fabrikaya değil toplayıcılara sattıkları için de çiğ süt priminden yararlanamamaktadırlar. Bu demektir ki,  küçük ve orta ölçekli işletmeler için yolun sonu görünmüştür. Bundan böyle, zaten devam eden damızlık inek kesimleri daha da hızlanacaktır.

Küçük ve orta ölçekli işletmeler ortadan kalktığında Türkiye’de dişi ve erkek buzağı sayısı azalacağından süt ve et üretimi düşecek, süt ve et üretimi düşünce tüketici fiyatları yükseleceğinden enflasyon daha da azgınlaşacaktır. O zaman kesilen ineklerin yerine yeni damızlık inek koymak da zorlaşacaktır. Çünkü bugün damızlık ineğini yaklaşık 8.000 liraya kestiren üretici döviz fiyatlarının yüksekliği nedeniyle yurt dışından 23-24.000 liraya damızlık almak zorunda kalacaktır. Yani kestirdiği üç inek karşılığında sadece bir damızlık inek satın alabilecektir. Bu durum sadece ekonomik değil aynı zamanda büyük sosyolojik sorunlara da neden olacaktır. Çünkü süt sığırcılığını bırakan insanlar geçimlerini sağlamak içim şehirlere göç edecekler ve şehirlerde başta istihdam olmak üzere çok önemli sosyal ve ekonomik sorunlara neden olacaklardır.

Ulusal Süt Konseyinin üreticilere bir parmak bal misali verdiği 40 kuruşluk prim küçük üreticilerin değil 500 baş ve üzerinde sağmal ineği bulunan büyük üreticilerin işine yarayacaktır. Hesap kolay olsun diye 1000 sağmal ineği olan yetiştiriciyi ele alalım. Bu yetiştirici 30 litre sürü ortalamasına göre 1000 inekten günde 30 ton çiğ süt üretecektir. Litre başına 40 kuruştan bu üreticinin aldığı pirim miktarı günde 12.000, ayda 360.000 lira olacaktır. Oysa küçük üretici sütünü fabrikaya değil de toplayıcıya sattığı için bir kuruş prim bile alamayacaktır. Devlet verdiği prim ile süt sanayicilerini koruyacak, bir nevi onların uğrayacağı zararı yine milletin hazinesinden karşılayacaktır.

Çözüm aslında basittir. Ulusal Süt Konseyi ivedilikle kaldırılmalıdır. Çünkü Konsey işlevini yitirmiştir. Çiğ süt fiyatları bakanlık tarafından üretici birliklerinin ve üniversitelerin görüşü alınarak dünyaca kabul edilen 1.0 : 1.5 luk Çiğ Süt – Günlük Karma Yem (TMR)  paritesi esasına göre hesaplamalıdır. Yani üretici bir litre çiğ  süt satıp 1.5 kilo günlük karma yem (TMR) satın alabilmelidir. Devlet gerektiğinde parite farkını kapatmak amacıyla üreticiye destek vermelidir.