Bilindiği gibi, İzmir’in şirin ilçesi Tire’de bir Veteriner Fakültesi
açılacağı haberi gruplarımızda yoğunlukla tartışılmaya başlandı.
Öncelikle gelen maillerde konu başlığı olan “tuvalet açar gibi”
tümcesinin yanlış olduğunu, ille de bir benzetme yapılacaksa
“gecekondu açar gibi” tümcesini kullanmanın daha doğru olacağını
belirtmek isterim. Bu konu üzerinde gruplarımızda günlerdir yer alan
tartışmalar her ne kadar ” doğmamış çocuğa don biçmek” olarak
değerlendirilebilirse de  meslek bilincimizin taze tutulması açısından
bu tartışmaların  büyük yararı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Hem
günümüzdeki, hem de daha önceki benzer tartışmalardan çıkardığım
sonuç, meslektaşlarımızın büyük bir çoğunluğunun Türkiye’de yeni
veteriner fakülteleri açılmasına şiddetle karşı çıktığı hususudur. Ben
de hiç kuşkusuz bu büyük çoğunluk içerisinde yer almaktayım. Anladığım
kadarıyla, bu tartışmalarda çoklukla dillendirilen husus Türkiye’de
zaten sayıca fazla olan veteriner fakültelerine yenilerinin
eklenmesinin veteriner hekim sayısını olağanüstü bir biçimde artırarak
istidam sorununu daha da güçleştireceğidir. Oysa bana göre, yeni
açılacak veteriner fakültelerinin başta öğretim elemanı ve uygulamalı
öğretim olanakları olmak üzere çeşitli yetersizlikler yüzünden
kalitesiz veteriner hekimler yetiştireceği ve bunun da toplumdaki
mesleki saygınlığı zedeleyeceği düşüncesi daha ağır basmaktadır. Her
iki yaklaşım tarzı da yeni veteriner fakültelerinin açılmasını isteyen
meslektaşlarımızı haksız çıkarmaya yeter de artar bile. Hele başka
fakültelerde kadro bulamayan öğretim üyelerine kadro temin etmek için
yeni fakülte açılmasını haklı görmek eğer bir şaka değilse eski
deyimle sürçü lisandır.  Bence yapılacak en doğru iş yeni fakülteler
açmak yerine onlara ayrılacak kadroları ve ödenekleri daha önce
kurulmuş veteriner fakültelerine aktarıp öğretim elemanı ve alt yapı
bakımından güçlenmelerini sağlamaktır.
            Yaklaşan Genel Seçimlerde Milletvekili aday adaylığına
soyunan meslektaşlarımızın sayısının giderek artması gruplarımıza
gelen iletilerden de anlaşılacağı üzere hepimizi içten
sevindirmektedir. Gruplarda adı geçenler dışında Kilis’ten bayan
meslektaşımız Sevcan Serkan’ın , Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp
Fakültesinden meslektaşımız Prof.Dr.İsmail Meral’in, Bursa’dan
öğrencilerim Hidayet Petin (İzmir) ve Mehmet Altun (Şanlıurfa)’un,
Elazığ’dan öğrencim Bitlis Eren Üniversitesi Rektör Yardımcısı
Prof.Dr.İbrahim Çerçi’nin, meslektaşlarımız Ali Ergin ve Muharrem
Uçmaklıoğlu’nun aday adaylığını google haberlerinden yeni öğrendim.
Mesleki sorunlarımızın tek çözüm yerinin T.B.M.M olduğuna yürekten
inanan ve bunu  her ortamda ısrarla savunan birisi olarak bu haberlere
ne kadar çok sevindiğimi anlatamam. Dünyada parlamenterliğe en çok
yakışan meslek olan Veteriner Hekimliğimizin yücelmesi adına daha çok
meslektaşımızın bugün meclisteki kötü örneklere aldırış etmeden aday
adayı olmaları en içten dileğimdir. Bu bağlamda halen aday adaylığını
açıklamış, gelecekte de açıklayacak olan tüm meslektaşlarıma
çıktıkları bu onurlu yolda üstün başarılar diliyorum.
             Değerli Prof.Dr.Osman Yılmaz’ın,  bir meslektaşımızın
“deney hayvanları deyip duruyorsunuz da bunun veteriner hekimliği ile
ne ilgisi var?” mealindeki sorusuna verdiği yanıtındaki görüşlerine
tümüyle katılıyor ve bu bilim dalına yıllardır harcadığı emekler için
de kendisine yürekten teşekkür ediyorum. Bu vesileyle, Hacettepe
Üniversitesinde Deney Hayvanları Ünitesini kurup yıllarca yöneten
merhum meslektaşımız Dr.Nail Odabaşıoğlu’nu rahmetle anıyor, O’ nun
yanında yetişip daha sonra Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Deney
Hayvanları Ünitesi kuran ve Prof.Dr.Osman Yılmaz başta olmak üzere çok
sayıda bilim adamı yetiştiren değerli arkadaşım Prof.Dr.Ataman Güre’ye
de sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Meslektaşımızın, Deney Hayvanları
Bilimi-Veteriner Hekimliği İlişkisi bağlamındaki sorusuna değerli
Adnan Serpen ayrıntılı yanıtlar verdiği için ben bu konu üzerinde
durmayacağım. Ama, bu soruyu çoğu meslektaşımızın kendi kendine
sorduğunu  ancak bir türlü de dillendiremediğini çok iyi biliyorum.
Kanımca bunun temel nedenini, mesleğimizin daha başlangıçta doğal
olarak devletçi bir anlayışla ve sadece tedavi veteriner hekimliği ve
zootekni paradigmaları üzerine kurulmuş olmasında aramak gerekir. Ne
yazıktır ki, özellikle son altmış  yılda Dünya’da ve Türkiye’de çok
şey değiştiği halde mesleğimizin bu dar statik yapısı hep aynı kalmış,
iyimser bir yaklaşımla çok az değişime uğramıştır. Türk Veteriner
Hekimliğinde devrim niteliğindeki asıl değişim 1980 li yılların
başında dış dinamiklerin etkisi ile yaşanan özelleşme deneyimi sonucu
olmuştur. Anılan yıllarda bir yandan Devletin istihdamı kısması bir
yandan da veteriner fakültelerinin sayısının gereğinden fazla artması
sonucu mezun olan çok sayıdaki genç meslektaşımız çareyi ya serbest
muayenehane açmakta ya da özel sektörde çalışmakta bulmuşlardır. Söz
açılmışken tarihe tanıklık etmek adına bir iki nostaljik bilgiyi
dikkatlerinize sunmak isterim. Mesleğimizde köklü değişimlerin
yaşandığı 1980 li yıllardan önce Ankara’da bir tek  Hadi Bey adında
bir meslektaşımızın Çankaya’da muayenehanesi vardı. Aynı zamanda
Hayvanat Bahçesinin de veteriner hekimliğini yapan bu meslektaşımızın
bir İsveçli diplomatın kulağı hastalanan köpeğini sırf Türkiye’de
tedavi edilemediği için uçakla İsveç’e götürdüğünü hatırlıyorum. Yine
o yıllarda, Bayer İlaç Firmasında çalışan daha doğrusu veteriner ilaç
sektöründeki bir kaç meslektaşımızdan biri olan Cengiz Üçele’nin adı
çalıştığı firma ile o denli özdeşleşmişti ki herkes O’nu ” Bayer
Cengiz “diye bilirdi. Hatta Cengiz Üçele daha sonraları Topkim İlaç
Firmasına geçtiği halde lakabı yine de ” Bayer Cengiz ” olarak
kalmıştı. Bugün bırakın çalışmayı veteriner ilaç fabrikası sahibi olan
meslektaşlarımızı görmek hepimize kıvanç veriyor. Bilindiği gibi, 1980
sonrası Türkiye’de uygulanan serbest piyasaya dayalı liberal ekonomi
politikaları mesleğimize de aynen yansımış ve serbest muayene
veteriner hekimliği ile özel sektör veteriner hekimliği beklenenden
hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Ancak, bugün Türkiye’deki muayene
veteriner hekimliğine baktığımızda ciroların büyük çoğunluğunun suni
tohumlama uygulaması ve ilaç satışından sağlandığını, tedavi olgusunun
çok geri planda kaldığını görmekteyiz. Ayrıca, asgari ücret ve rekabet
konusunda serbest veteriner hekimler arasında büyük sorunların
yaşandığı da herkesçe bilinen acı bir gerçektir.
            Mesleğimizin ilk kurgulandığı yıllarda dayandırıldığı
temel esaslardan birinin de zootekni konusu olduğunu daha önce
belirmiştim. Hara ve İnekhanelerde çalışan veteriner hekimler bu
kurumların Devlet Üretme Çiftlikleri ile birleştiği 1980 li yılların
başına kadar deyim yerindeyse altın dönemlerini yaşamışlardır. O
dönemde Hara ve İnekhanelerde çalışmak prestijli bir işti ve şimdi
yeniden kurulmasını çok arzu ettiğimiz eski Veteriner İşleri Genel
Müdürlüğünün üst düzey yöneticileri hep hara ve inekhanelerde
çalışanlardan atanırdı. Sadece Karacabey Harasında otuz veteriner
hekimin çalıştığı yılları çok iyi hatırlıyorum. Günümüzde tüm Tarım
İşletmelerinde bu sayıda veteriner hekimin çalıştığını hiç
zannetmiyorum. Zaten günümüzde Tarım İşletmeleri eski işlevlerinin
çoğunu yitirdikleri için ya özel firmalara kiralanmakta ya da
satılmaktadır.
         Geçmişte büyük çoğunlukla Veteriner Bakteriyoloji
Enstitülerinde üretilen koruyucu aşılar ve Suni Tohumlama
Laboratuarlarında üretilen donmuş boğa spermaları günümüzde artık
ithal edilmektedir. Eskiden kamu veteriner hekimlerinin ek görev
olarak yaptıkları mezbahalardaki et muayenelerini bugün akredite
veteriner hekimler icra etmekte, gıda güvenliği ise çeşitli mesleklere
mensup denetçi adı verilen kişiler tarafından gerçekleştirilmektedir.
Evvelce Veteriner Kontrol Laboratuarlarında yapılan gıdaların
bakteriyolojik ve kimyasal muayeneleri ise şimdilerde veteriner
hekimlerin azınlıkta olduğu İl Kontrol Laboratuarlarında
yürütülmektedir.
        Bir meslektaşımızın sorduğu ” deney hayvanları ile veteriner
hekimliğin ne ilgisi var?” mealindeki soruya kendimce yanıt ararken
konuyu bu kadar uzatmamın nedeni veteriner hekimliği hizmetleri
yönünden eski ile yeniyi karşılaştırmaktı. Şimdi geriye dönüp
baktığımızda veteriner hekimliği hizmetlerinin yıllar itibariyle ya
aynı kaldığını ya da kimi alanlarda gerilediğini görmekteyiz. Küçük
hayvan veteriner hekimliğinin gelişmesi ve sığır suni tohumlamasının
serbest veteriner hekimler tarafından yapılması dışında önemli bir
gelişmeye ne yazık ki tanık olamıyoruz. Oysa daha önce gruplara
yazdığım ” Mesleki Faaliyet Çeşitliliği” başlıklı yazımda da
belirttiğim gibi Dünya’da her geçen gün veteriner hekimliği alanında
önemli gelişmeler kaydedilmekte ve buna bağlı olarak da mesleğimizin
sınırları hızla genişlemekte, uğraş alanları artmaktadır. Dünya
Veteriner Hekimleri Birliği’nin 20011 Dünya Veteriner Hekimliği Yılı
münasebetiyle açıkladığı gibi mesleğimizin geçmişte sahip olduğu
klasik faaliyet alanlar dışında: veteriner halk sağlığı, hayvan
hakları, hayvan refahı, ahırdan çatala gıda güvenliği, tek tıp- tek
sağlık konsepti, global açlığın önlenmesi, ekosistem güvenliği gibi
konular artık yeni paradigmalar olarak ortaya çıkmaktadır. Ülkemiz
özelinde bunlara ilave olarak nano-biyoteknolojik uygulamalar ile
egzotik hayvan ve deney hayvanı veteriner hekimliğini de sayabiliriz.
Tüm bu çağdaş paradigmalar Türkiye’de veteriner hekimliğe
uyarlandığında sadece istihdamı artırmakla kalmayacak aynı zamanda
mesleğimize toplumda büyük bir saygınlık kazandıracaktır. Sözlerimi
Yüce Mevlana’nın ” dünle beraber gitti düne ait ne varsa cancağazım,
artık yeni şeyler söylemek lazım ” özdeyişiyle bitirmek istiyorum.
Saygılarımla,