Son günlerde grubumuzda sıklıkla tartışılan konulardan birisi de
veteriner hekimliğin çağdaş
vizyonunun ne olması gerektiği hususudur. Önceki kimi yazılarımda bu
konudaki görüşlerimi kısa da olsa belirtmiştim. Yine kimi
meslektaşlarımız “Tek Tıp,Tek Sağlık” bağlamındaki düşüncelerini
grupta  bizimle paylaştılar. Ayrıca bu konu platformumuzun
3.Koordinasyon Toplantısı Sonuç Bildirgesi’nde de yer aldı. Öte
yandan, Türk Veteriner Hekimleri Birliği ve Türk Tabipler Birliği  bu
konudaki ortak bir deklerasyona imza attılar. Ne var ki , gönül daha
çok meslektaşımızın bu konuda görüşlerini bildirmesini diliyor. Çok
sayıda görüşün ışığında mesleğimizin yeni vizyonu ile ilgili çağdaş
bir paradigma ortaya çıkarsa ve meslek örgütlerimiz de bunu
değerlendirip ortak bir nokta da birleşirlerse sanırım kısa sürede
vizyon değişikliği olgusu hayata geçmiş olur. Ben bu yazımda
mesleğimizin çağdaş vizyonunun tarım konsepti ile mi yoksa sağlık
konsepti ile mi anılması gerektiği üzerindeki görüşlerimi sizlerle
paylaşmak istiyorum.

Tarım gerçekten de her ülkede en önemli sektörlerden birisidir. Ancak,
Türkiye’de sıklıkla ifade edildiği gibi hayvancılık tarımın bir alt
kolu ya da kullanılmayan bitkisel ürünleri değerlendiren bir
yetiştiricilik dalı değildir. Hayvancılık, yeryüzünde katma değeri en
yüksek faaliyet alanlarından birisidir. Çünkü kabaca baktığımızda
hayvan sadece başka hiç bir amaçla kullanılmayan çayır otunu bile yese
onu Dünya’nın en değerli ve pahalı ürünlerine çevirme yetisine
sahiptir. Ayrıca hayvanın atılan, boşa giden hiç bir parçası olmadığı
gibi sadece eti, sütü ve bunlardan elde edilen ürünleri değil  tüm
organları da değerli ve pahalıdır. O nedenle, hayvancılık çok çeşitli
alt sektörleri bulunan bağımsız bir ana sektördür. Öteki mesleklerden
kimi tutucu çevreler hayvancılığı tarımın bir alt kolu gibi gösterip
önemini küçültmeye çalışmaktadırlar. Oysa üretim açısından
bakıldığında bir hayvansal ve bir de bitkisel üretimden söz
edilebilir. Hayvansal üretim hayvancılık ya da hayvan yetiştiriciliği
, bitkisel üretim ise ziraat (= tarım) olarak algılanır. Eğer tarım
olgusu hayvancılığı da kapsasa idi Ziraat Fakültelerinin adının Tarım
Fakültesi olması gerekirdi. Çünkü Ziraat Fakültelerinde hayvan
yetiştiriciliği ve üretimi bölümleri de bulunmaktadır.

Bitkisel üretim konvansiyonel yani gelenekçi bir üretim tarzıdır. Yani
 bir buğday tanesini toprağa ektiğiniz zaman o buğdaya benzer örneğin
on adet buğday tanesi elde edersiniz. Bu yanıyla bitkisel üretim bir
nevi fotokopi gibidir.Teknoloji kullanıldığında ise bir buğdaydan 10
değil 50 buğday elde edilir ama sonuçta üretilen yine buğdaydır. Bu
örnekleri verirken asla bitkisel üretimi küçümsemek amacı gütmediğimi
, sadece hayvansal üretim ile farkını ortaya koymaya çalıştığımı
özellikle belirtmek isterim. Oysa hayvansal üretim endüstriyel bir
üretim biçimidir ve bu nedenle kullandığı üretim araçları da
farklıdır. Hayvan kimi değerli kimi değersiz değişik yem maddelerini
vucudunda işleyip onları tümüyle bambaşka ve daha kıymetli ürünler
haline dönüştürür. Bunu yaparken de tıpkı  ham maddeden mamul madde
üreten bir fabrika gibi çalışır. Ama hayvanın yediği yemle ürettiği
ürün arasında çok büyük bir katma değer farkı vardır. Bu açılardan
bitkisel üretim ile hayvansal üretim arasında en ufak bir benzerlik
bile yoktur. Öte yandan bitkisel üretim her türlü hava koşulundan
(sıcaktan, soğuktan), iklim koşulundan (kardan, buzdan, yağmurdan,
doludan,dondan) olumsuz etkilenir ve üretim açısından mevsimsel bir
özellik gösterir. Oysa hayvansal üretim sözü edilen bu koşullardan
olumsuz etkilenmediği gibi tüm yıl boyunca da kesintisiz devam eder.

Hayvan genetik olarak insana en yakın canlı türüdür. Bir köpek ya da
bir şempanzenin genom haritası ile bir insanın genom haritası arasında
%90 ı aşan örtüşmeler vardır. Hepimiz fakültelerde comparatif
(karşılaştırmalı) anatomi okurken insan anatomisinden de söz
edildiğini anımsarız. Memeli bir hayvanın üreme biyolojisi,
endokrinolojisi, embriyolojisi, histolojisi, sitolojisi, makroskopik
anatomisi, fizyolojisi, biyokimyası, çoğu hastalıkları, hastalık
etkenleri insandakinin aynıdır. Ayrıca, teşhis yöntemleri, kullanılan
ilaçlar ve aşılar da benzerdir. Bir doktorun kullandığı steteskopu,
vücut termometresini, perküsyon cihazını, enjektörü, rontgen aletini,
ultrason aletini bir veteriner hekim de kullanmaktadır. Kuşkusuz
hepimizin de bildiği bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Ama veteriner
hekimlerin insanlarla asıl ilşkisi zoonotik hastalıklar yüzündendir.
İnsanlardaki enfeksiyonların %60 ının hayvansal kökenli olduğu ve
bunların da %75 inin son 25-30 yılda ortaya çıktığı bildirilmektedir.
Son yıllarda ortaya çıkan zoonotik hastalıklar arasında deli dana
(BSE) , sars, ebola virusu, batı nil virusu (WNV), kuş gribi (H5N5) ,
kırım kongo kanamalı ateşi (KKKA) , lyme, hanta virusu (renal
sendromlu kanamalı ateş-HPS) ve domuz gribi (influenza -A, H1N1)
sayılabilir. Hele günümüzde domuz gribinin global bir yayılma eğilimi
göstermesi ve turizmden dış ticarete kadar çok değişik alanları
olumsuz olarak etkilemesi zoonotik hastalıkların insan sağlığı ve ülke
ekonomileri açısından ne denli büyük tehlikeler oluşturabileceğinin
somut bir kanıtıdır. Sağlıksız hayvan sağlıksız gıdayı, sağlıksız gıda
sağlıksız insanı, sağlıksız insan da sağlıksız toplumu doğurur. Tüm bu
açıklamalar da göstermektedir ki veteriner hekimliği (veteriner tıbbı)
 insan hekimliği (insan tıbbı)’nin ayrılmaz bir parçasıdır.

      Cumhuriyetten önce mevcut olan ama işlevini sürdürmeyen Baytar
Umum Müdürlüğü (Veteriner Genel Müdürlüğü) Cumhuriyetten sonra önce
Ziraat ve Ticaret Bakanlığı’na ardından da 1931 de yeni kurulan Tarım
Bakanlığı’na  bağlanmış, böylece veteriner hekimliğin tarım olgusu
içerisindeki serüveni başlamıştır. Her ne kadar böylesi bir bürokratik
örgütlenme içerisinde bile veteriner hekimler özellikle hayvan sağlığı
alanında Dünyaca da taktir gören çok büyük başarılara imza atmışlarsa
da , ne yazıktır ki yıllar boyu hep bakanlık içinde üvey evlat
muamelesi görmüşler , deyim yerindeyse ötekileştirilmişlerdir. Hele
her on yılda bir gerçekleştirilen askeri darbelerden ve müdahalelerden
sonra ortaya çıkan antidemokratik süreçlerde görev alan Tarım
Bakanları bağnaz bir tutumla veteriner hekimlerin hayvan sağlığı,
hayvan ıslahı ve gıda güvenliği konusundaki kazanımlarını bir bir yok
etmişler, yasalarla verilen görevleri haksızca ellerinden almışlardır.
Tarım Bakanları, müsteşarlar hep başka meslek gruplarından atanmış,
sadece iane kabilinden etkisiz bir Müsteşar Yardımcılığı ile Cenevre
Sözleşmesi gereği bir Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü  mesleğimize
layık görülmüştür. Merkezde yer alan ayrımcılık taşra örgütüne de
yansımış, İl Veteriner Müdürlükleri, İlçe Veteriner Hekimlikleri
kadro, araç-gereç ve bütçe olanakları bakımından öteki mesleklerin
(ziraat, orman) kamu örgütlerinden bilerek geri bıraktırılmışlardır.
Sırası gelmişken bir anımı okuyucularımla paylaşmak istiyorum. 1970
yılında sığır vebası mücadelesi nedeniyle görev yaptığım Sivas’ın
Gemerek ilçesinde hiç iş yapmayan İlçe Ziraat Teknisyenliği’nin yirmi
teknik personeli ve bir hizmet arabası olmasına karşın İlçe Veteriner
Hekimliği’ndeki tek personel olan Hayvan Sağlık Memuru Hasan Durmaz
kar kış demeden kendi özel motosikleti ile hayvanları aşılamak için
köylere gidiyordu. Hatta bir keresinde dereden geçerken motosikletten
düştüğünü ve soğukta donmak üzere iken köylüler tarafından
kurtarıldığını bana anlatmıştı. Böylesi haksız muamelelere maruz kalan
dönemin kamu veteriner örgütü, içerisinde bizzat yaşamış birisi olarak
rahatlıkla söyleyebilirim ki 1969 da çıkan ve Dünya Tarım Örgütünün on
yılda söndüremezsiniz dediği sığır vebası salgınını insan üstü bir
çaba göstererek 1971 de yani sadece iki yılda eradike edebilmiştir.
Kamu veteriner örgütü yine bir darbe ürünü olan ve reorganizasyon adı
verilen çarpık bir yapılaşma ile tümüyle ortadan kaldırılmış, hayvan
sağlığı hizmetleri merkezde Koruma Kontrol Genel Müdürlüğü’ne bağlı
bir daire başkanlığı, taşrada ise Tarım İl Müdülüğü’ne bağlı bir şube
müdürlüğü düzeyine indirgenmiştir. Tüm bu yanlışlıkların sonucu olarak
ta reorganizasyonun hayata geçtiği son 25 yıl içerisinde çok sayıda
zoonotik hastalık Türkiye’de kolayca yayılma olanağı bulmuş, bu
hasatalıklardan kaybedilen insan sayısı yüzleri aşmıştır. Özetlemem
gerekirse yıllardır tarım konsepti içerisinde yer alması mesleğimizin
gelişmesini ve geniş halk kitleleri tarafından  tanınmasını ,
meslektaşlarımızın yaratıcı güçlerini ortaya çıkarmalarını
engellemiştir. Hele son günlerde ortaya çıkan  kimi yeni gelişmeler
veteriner hekimliğin tarım konsepti içinde yer almasının yaşanan
mesleki erozyonu daha da derinleştireceği izlenimini vermektedir. Bu
nedenlerle meslek olarak önemli bir yol ayırımına geldiğimizi
düşünüyor ve yeni bir vizyon geliştirmemizin zorunlu olduğuna
inanıyorum.

Bu açıklamalarımın ardından son olarak Türkiye’de veteriner hekimliğin
çağdaş vizyonunun ne olması gerektiği konusuna değinmek istiyorum.
Başta Sayın Serpen ve Sayın Temizyürek olmak üzere kimi
meslektaşlarımız tarafından neredeyse bir yıldır dillendirilen ve
kısaca “Tek Tıp, Tek Sağlık” olarak tanımlanan çağdaş konsept kanımca
mesleğimize en yakışan vizyondur. Anladığım kadarıyla Avrupa Birliği
de bize böyle bir elbise giydirmek istemektedir. “Tek Tıp-Tek Sağlık”
konsepti üzerinde çok çalışan, kafa yoran, yazıp çizen
meslektaşlarımız olduğundan ve benim de uzmanlık konumun dışında
kaldığı için bu konuya fazlaca değinmek istemiyorum.Yalnızca, bırakın
yukarıda sıraladığım son yıllarda çıkan zoonotik hastalıkları,
ülkemizde yıllardır görülen brucellozis ve tüberkülozis gibi
hastalıkların bile insan sağlığı ve ülke ekonomisi açısından ne denli
önem taşıdığını genel mesleki nosyon olarak yakından bilmekteyim.
Sonuç olarak, “Tek Tıp,Tek Sağlık” konseptinin mesleğimize çağdaş bir
vizyon olarak en kısa sürede uyarlanması gerektiğine ve başta mesleki
örgütlerimiz olmak üzere tüm ilgili kesimlerin bu konuda çaba
göstermelerinin yararlı olacağına  inanıyorum. Ayrıca, AB
müktesebatında da kurulması öngörülen bağımsız veteriner otoritesinin
eğer gerçekleşirse Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na değil doğrudan
Başbakanlığa ya da Sağlık Bakanlığı’na bağlanmasını öneriyorum.26/05/2009



Prof. Dr. Hazım GÖKÇEN