Değerli Meslektaşlarım,

Günlerdir gruplarımızda tartışılan ” Sevemedim Gitti Şu Veteriner
Hekimleri” başlıklı yazının sahibi Korkmaz Mert aslında adı ve soyadı
ile örtüşen bir iş yapmış ve düşüncelerini korkmadan , mertçe
açıklamış. Ancak, dile getirmeseler de Korkmaz Mert ile aynı görüşü
paylaşan binlerce ziraat mühendisinin  var olduğuna inanıyorum. Bu
olgunun arka planında ” zootekni ziraat mühendisliğine mi, yoksa
veteriner hekimliğine mi aittir? ” sorusu yatar ve bu tartışma
güncelliğini hiç yitirmeden yıllar boyu, en azından benim tanıklık
ettiğim 45 yıldan beri yapılagelir. Aslında veteriner hekim fobisi
ziraat mühendislerinin beynine ta o yıllarda görev yapan, çoğu
yaşamadığı için adlarını burada vermeyeceğim kimi Ziraat Fakültesi
hocaları tarafından kazınmıştır ama ziraat mühendislerindeki bu
“veteriner hekimleri bir türlü sevememe”  sendromu  kuşaktan kuşağa
aktarılarak ne yazık ki bugünlere kadar da gelebilmiştir. Oysa daha
önceki bir yazımda da belirttiğim gibi her iki meslek mensupları
geçmişte öğrencilikte olsun, memuriyette olsun hep aynı iklimi
paylaşmışlar ve hatta biri birleri ile çok sayıda mutlu evlilikler
bile yapmışlardır.
Her iki meslek grubunun arasına yıllardır bir kara kedi gibi giren
“Zootekni” konusunun geçmişi 1933 yılında Ankara’da Yüksek Ziraat
Enstitüsü’nün kuruluşuna kadar uzanır. Ulu Önder Atatürk’ün talimatı
ile ve Hitler’in zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınan Alman hocalar
tarafından kurulan Yüksek Ziraat Enstitüsü’nde diğer kimi fakülteler
yanında İstanbul’daki Ziraat ve Veteriner Okullarının devamı
niteliğindeki Ziraat ve Veteriner Fakülteleri de bulunmaktaydı. Müdürü
bile Alman olan Enstitü tümüyle Alman modeline uygun olarak
kurgulandığı için Zootekni Enstitüsü Veteriner Fakültesinin değil
Ziraat Fakültesinin bünyesinde faaliyet gösteriyordu. Nitekim çok
kereler bulunduğum Almanya’da da buna benzer bir durumun  varlığını
gözlemlemiştim. Örneğin 1974 de bir yıl süreyle Araştırma Görevlisi
olarak çalıştığım  Münih Teknik Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde
Zootekni Enstitüsü , hatta  başkanının ve en kıdemli iki doçentinin
veteriner hekim olduğu , benim de görev yaptığım Hormon Fizyolojisi
Enstitüsü bile vardı. Yine 1991 de bir ay süreyle misafir öğretim
üyesi olarak bulunduğum Almanya’nın Giessen Veteriner Fakültesi’nde
Zootekni Enstitüsü yoktu, dersleri Ziraat Fakültesi’nden gelen adını
şimdi anımsayamadığım bir profesör veriyordu. Hatta, Ege Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü’nün de kuruculuğunu yapmış olan bu
değerli hocayı ziyarete gittiğimde bana İzmir’den alıp yıllardır
özenle sakladığı gümüş tabaklı ve kaşıklı kesme bardak ile  demleme
Türk çayı ikram etmiş ve Türkiye’de geçirdiği yıllardan özlemle
bahsetmişti. Kuşkusuz bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür.
Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün kuruluş yıllarına tekrar dönecek olursak,
Ziraat Fakültesi bünyesinde faaliyet gösteren Zootekni Enstitüsü’nde
ziraat ve veteriner kökenli hocaların Alman Enstitü Başkanının
yönetiminde birlikte çalıştıklarını görürüz. Bu hocalar arasında,
geçenlerde grubumuzda da özgeçmişleri yayınlanan ziraat kökenli
Prof.Dr.Kadri Bilgemre ve veteriner kökenli Prof.Dr.Selahattin Batu’yu
sayabilirim. Türkiye’de Zootekni Biliminin kurucusu olan ve yıllarca
omuz omuza çalışan  bu iki değerli hoca çok sayıda ortak bilimsel
çalışmaya da imza atmışlardır. Zootekni konusunun her iki meslek
arasında sorun oluşturma sürecini Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün ayrışma
yılı olan 1946 dan itibaren başlatabiliriz. Bu tarihte kurulan Ankara
Üniversitesine önce Ziraat Fakültesi, 1948’de de Veteriner Fakültesi
katılmıştır. Fakültelerin Ankara Üniversitesi’ne katılımı sürecinde
“zootekni senin mi, benim mi olsun” tartışması yaşanmış ve sonunda her
ikisi de o tarihte rüştünü ispat etmiş olan rahmetli Bilgemre ve Batu
hocalar göreve başladıkları kendi fakültelerinde ayrı Zootekni
Bölümleri kurmayı uygun görmüşlerdir. Bu ayrışma  sonrası her iki
taraf ama daha çok kendilerini mağdur durumda hisseden Ziraat
Fakültesi zootekni hocaları veteriner hekim fobisini ne yazıktır ki
öğrencilerine  aşılamışlar ve bu fobi  yıllar boyu hep böylece sürüp
gitmiştir.
Aslında veteriner ve ziraat taşra teşkilatlarının ayrı olduğu 1984
reorganizasyonuna kadar bu ayrışma söylemde olsa bile uygulamada fazla
hissedilmemiştir. 1970 yılında sığır vebası mücadelesi için geçici
görevle bulunduğum Sivas Gemerek’e  ilk gittiğimde ilçede görevli
ziraat teknisyenleri tarafından kahraman gibi karşılanmıştım. Her gün
bir ziraat teknisyeni arkadaşımın beni evlerine yemeğe davet
ettiklerini dün gibi hatırlıyorum. Bunun bir nedeni de reorganizasyona
kadar ziraat mühendislerinin taşra teşkilatlarında görev almayıp
sadece illerin Ziraat İşleri Müdürlüklerinde çalışmalarıdır. Ayrıca,
yine 1984 e kadar veteriner hekimlerin görev yaptıkları Hara ve
İnekhaneler ile ziraat mühendislerinin görev yaptıkları Devlet Üretme
Çiftlikleri ayrı kuruluşlar oldukları için buralarda da önemli bir
meslek taassubu olgusu yaşanmamıştır. Çünkü, o tarihlerde her nedense
hayvancılığın yoğun olarak yapıldığı Devlet Üretme Çiftlikleri
veteriner hekim,  bitkisel üretim ve mera ıslahının yapıldığı Hara ve
inekhaneler de ziraat mühendisi istihdam etmiyorlardı. Ne var ki, 1984
deki reorganizasyondan sonra gerek Tarım İl ve İlçe Müdürlükleri
gerekse Tarım İşletmeleri bünyesinde birlikte çalışma durumunda kalan
ziraat mühendisleri ve veteriner hekimler arasındaki ayrışma daha da
derinleşmiş, yönetim anlaşmazlıkları yanında biri birlerinin
yaptıklarından daha yakın haberdar olmaları bu iki meslek grubunun
çatışmasını daha da artmıştır.
Şimdi de gelelim zootekni faaliyetlerinin hangi mesleğin yetkisinde
olduğu meselesine. Zootekni adından da anlaşılacağı üzere hayvan
yetiştiriciliğinin ve ıslahının teknik yöntemlerle yapılması
olgusudur. Hayvan ıslahının amacı özellikle dişilerin genotipik verim
güçlerinin geliştirilmesi yani kısaca birim hayvan başına
verimliliğin artırılmasıdır. Geçmişte bu işlev melezleme ve seleksiyon
gibi geleneksel yetiştirme yöntemleri ile yapılıyordu. Oysa son
yıllarda zootekni alanında da bir paradigma değişikliği yaşandı.
Özellikle sanayideki Hi-Tech (high tecnology) benzer biçimde gelişen
hayvancılıktaki Bi-Tech (biyoteknoloji) olgusu bu paradigma
değişikliğinin esasını oluşturur. Günümüzde genetik materyalin
taşındığı mikro gametler yani ovum ve spermatozoon üzerinde
gerçekleştirilen embriyo transferi, spermanın dondurulması ve
muhafazası , mikro enjeksiyon , klonlama gibi manipülasyonlar deyim
yerindeyse nano-biyoteknolojik dönemi bile başlatmıştır denilebilir.
Böylesine ileri teknolojiler artık genotipik verim gücünü melezleme ve
seleksiyon gibi klasik yetiştiricilik yöntemlerine bakınca çok daha
kısa sürede ve inanılmaz boyutlarda artırmakta ve üretim-pazarlama
ilişkileri açısından endüstriyel bir hüviyet kazanmaktadır. Tüm bu
gerçekler artık nano -biyoteknolojik boyuta erişmiş bu gibi mikro
manipülasyonların, ancak bu kavramın içini dolduran makro-mikro
anatomi, embriyoloji, hormon fizyolojisi , genital patoloji,
reprodüksiyon, cerrahi, doğum bilgisi , rektal ve ultrasonik gebelik
muayenesi  gibi bilgileri yüksek lisans öğretimleri sırasında edinmiş
veteriner hekimler tarafından yapılabileceği bize göstermektedir. Bu
nosyona sahip olmayan öteki meslek mensuplarının bu işleri yapmaları
asla mümkün değildir ve Dünyada bir örneği de yoktur. Kaldı ki,
klasikleşmiş yöntemlerle yapılan hayvan yetiştiriciliğinin ( zootekni
/ animal husbandry) öğretimi Amerika’da ve Avrupa’nın kimi ülkelerinde
(örneğin Bulgaristan’da) veteriner ve ziraatın dışında ayrı
fakültelerde yapılmaktadır.
Dünyadaki tüm dinlerin ve sosyolojik olguların temeli sevgiye dayanır.
Ünlü ozanımızın “sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” deyişini
hiç unutmayalım derim. 20/01/2010


Prof. Dr. Hazım GÖKÇEN