Son günlerde aşırı fiyat
artışı ve ithalat gibi olgularla gündemimize gelen kırmızı et sorunu
tam anlamıyla derin bir çıkmazın içerisine girmiştir. Her gün medyada
” canlı hayvan mı, et mi ithal edelim? ” ya da ” kurban keselim mi,
kesmeyelim mi? ” türünden alışılmadık tartışmalara tanık olmaktayız.
Geçmişte de kimi zaman ortaya çıkan kırmızı et sorunu eğer gerekli
önlemler alınmazsa uzunca bir süre daha gündemimizi işgal edecek gibi
görünmektedir. Ancak, kabul etmek gerekir ki artık kısır bir döngü
haline gelen bu sorun öyle çok kolay ya da kısa sürede çözülecek bir
sorun da değildir.
                                             Türkiye’de ne zaman bir
kırmızı et sorunu ortaya çıksa arka planında mutlaka süt
sığırcılığında yaşanan krizin yer aldığını görürüz. Günümüzde yaşanan
kırmızı et sorununda da 2007- 2009 yılları arasında süt sığırcılığında
yaşanan krizin çok önemli bir payı vardır. Özellikle 2007-2008
yıllarında Türkiye’de hüküm süren aşırı kuraklık ve motorin
fiyatlarının tavan yapması yem fiyatlarını artırarak çiğ inek sütünün
üretim maliyetini yükseltmiştir. Bununla eş zamanlı olarak buzağı
maması ya da dahili işleme rejimi adı altında Ülkemize sokulan
binlerce ton süt tozunun sanayide kullanılması  çiğ inek sütünün
uzunca bir süre 30-40 kuruş gibi maliyetinin çok altındaki fiyatlara
satılmasına neden olmuştur. Öte yandan, üreticilerin örgütsüzlüğü ve
çiğ inek sütü piyasasını yönlendiren birkaç büyük sanayicinin aşırı
kar amacı güden kartelci yaklaşımları da anılan yıllarda çiğ inek sütü
fiyatlarının düşük düzeyde kalmasına yol açmıştır. Sıralanan bu
olguların tümünün etkisi sonucu 2008-2009 yıllarında süt sığırcılığı
büyük bir krize sürüklenmiş , sattıkları bir litre sütün bedeliyle bir
kilo bile kesif yem alamayan çiğ inek sütü üreticileri zarar ederek
sağmal ineklerini bile içleri acıyarak da olsa satmak zorunda
kalmışlardır.
                                             Şimdi haklı olarak
kırmızı et sorunu ile çiğ inek sütü fiyatları arasında ne tür bir
ilişkinin bulunduğu sorusu akla gelebilir. Ülkemizde ne yazıktır ki
bugüne kadar etçi bir sığır ırkının geliştirilememiş olması nedeniyle
yıllardır besi materyali olarak hep sütçü sığır ırklarının erkek
danaları kullanılmaktaydı. Çiğ inek sütü üretiminde ve fiyatlarında
her hangi bir sorunun yaşanmadığı dönemlerde süt ineklerinden doğan
erkek danaların sayısı hep besicilerin ihtiyacını karşılayacak düzeyde
olmuştur. Ne var ki, 2008-2009 yılları arasında çiğ inek sütü
maliyetlerinin artmasına karşın fiyatların sabit kalması sonucu
yaklaşık bir milyon sağmal inek kasaba gönderilmiş ve böylece bu
ineklerden doğacak yaklaşık 450 bin erkek dana da devre dışı
bırakılmıştır. Bu da nereden bakılırsa bakılsın yaklaşık 90 bin ton
kırmızı ete karşılık gelmektedir. İşte bu nedenle, et sorununa çözüm
ararken süt sığırcılığının sorunlarını da göz ardı etmemek gerekir
diyoruz.
                                             Bugün Ülkemizde yaşanan
kırmızı et sorununun kısa vadede ve hele et ithalatı yoluyla çözülmesi
asla mümkün değildir. Sorun, orta ve uzun vadede ve süt sığırcılığının
sorunlarını önceleyen politikaların hayata geçirilmesi suretiyle ancak
çözülebilir.
                                             Kırmızı et üretimi
konusunda günümüzde yaşanan en temel sorun hiç kuşkusuz besi materyali
olarak kullanılacak erkek dana sayısının azlığıdır. Çünkü başta da söz
ettiğim gibi besiciler yıllardan beri materyal olarak hep süt
ineklerinin erkek danalarını kullanmayı geleneksel hale
getirmişlerdir. Son bir yıl içerisinde yaklaşık bir milyon süt
ineğinin kesilmesi anne dolayısıyla da yavru sayısını azaltmış ve
yaklaşık 450 bin erkek buzağının kaybına neden olmuştur. Kanımca en
öncelikli işimiz, süt sığırcılığının şu an içinde bulunduğu sorunları
akılcı yaklaşımlarla çözmek daha doğrusu çökmekte olan süt
sığırcılığını ayakta tutmaya çalışmak olmalıdır. Bunun için de, çiğ
inek sütüne yetiştirici bazında uygulanan 70-80 kuruşluk fiyatın en
azından kriz sona erinceye kadar sürdürülebilirliği sağlanmalı, buna
karşın devlet de faizsiz kredi ya da canlı hayvan başına destek vermek
yerine halen litreye 4 kuruş olan süt primini hayvancılıkta karlılığın
ölçütü olan bir litre süt ile bir buçuk kilo yem alınabilecek bir
düzeye ivedilikle yükseltmelidir. Böylece hem üretici ve sanayici
zarar etmeyecek hem de süt ürünleri fiyatları artmayacağından tüketici
 korunmuş olacaktır. Türkiye’de kırmızı et sorununun çözümü sürecinde
atılacak ilk adım kanımca  devletin yağsız süt tozu ve et ithalatına
derhal son vermesidir. Hükümetin 2500 ton yağsız süt tozu ithalatına
izin veren kararnamesi kısa sürede yaklaşık 25 milyon litre sütün
piyasaya girmesi demektir ki buna süt üreticilerinin dayanması mümkün
değildir. Aynı şekilde, et ithalatı sonucu süt üreticilerinin belki de
yetiştiricilikten elde ettikleri tek gelir kaynağı olan erkek
danalarının fiyatı düşeceğinden karlılık azalacak ve dolayısıyla süt
inekleri tekrar kesime gitmek zorunda kalacaktır. Çünkü geçmişte ne
zaman et ithal edilse mutlaka süt inekleri kasaba gitmiştir.
                                            Kısa vadede yapılacak iş,
en azından kriz sona erinceye kadar eksikliği hissedilen anaç
ineklerin yerine konmak üzere gebe düve ithalatına sınırlı olarak izin
vermek ve yine eksik olan besi materyali ihtiyacını karşılamak
amacıyla yurt dışından canlı kasaplık  hayvan ithalatını
özendirmektir. Ancak bunu yaparken ithal edilecek olan hayvanların
kaliteli ve sağlıklı olmalarına dikkat edilmelidir.
                                           Uzun vadede ise, Türkiye’ye
özgü bir ya da bir kaç etçi sığır ırkının melezleme yoluyla
geliştirilmesine mutlak gereksinim vardır. Geçmişte bu alanda yapılan
kimi iyi niyetli girişimler  ne yazıktır ki bilimsel araştırma
düzeyinden öteye gidemediği için sahaya intikal ettirilememiştir. Bu
çalışmalardan da gerekli dersi almak koşuluyla Aberden Angus, Limousin
gibi Dünya’da yıllardır denenen ve kalitesi kanıtlanmış olan etçi
sığır ırklarının dondurulmuş spermaları ile suni tohumlama yöntemi
kullanılarak melezlemeler yapılmalı ve  adaptasyon çalışmalarından
sonra Türkiye’ye özgü, besi kabiliyeti yüksek, hastalıklara karşı
dirençli  bir ırk geliştirilmelidir.
                                          Kırmızı et sorunu sadece
üretim, maliyet, fiyat gibi mikro ekonomik parametreler bağlamında ele
alınıp tartışılacak bir konu değil, tam tersine insanların özellikle
de çocukların fiziksel, beyinsel gelişimlerini de içeren ve
Türkiye’nin geleceğini yakından ilgilendiren çok önemli bir toplumsal
sorundur. 30/10/2010


Prof. Dr. Hazım GÖKÇEN