Son günlerde mesleğimizde ve Türkiye hayvancılığında
gelişen kimi güncel olaylar üzerindeki öz eleştirilerimi ve çözüm
önerilerimi sizlerle paylaşmak isterim.
Türk Veteriner Hekimleri Birliği Olağan Genel Kurulu iki
ayrı listenin yarıştığı demokratik bir ortamda yapıldı. Başta Sayın
Dr.Mehmet Alkan olmak üzere yeni dönemde görev alan tüm
meslektaşlarıma üstün başarılar dilerim. Kuşkusuz meslek adına
yapılan tüm çalışmalar ve hizmetler çok önemlidir ama bu çalışmaların
tanıtımı yeterince yapılamaz daha doğrusu hizmetler kamuoyu ile etkin
bir biçimde paylaşılamazsa arzu edilen yarar sağlanamaz. Nitekim,
Kongre açılış konuşmasında Dr.Mehmet Alkan da haklı bir öz eleştiri
yaparak medya ile yeterli iletişimin kurulamadığını açık yüreklilikle
dile getirdi. Bu nedenle kendisini yürekten kutluyorum. Tüm Dünyada
olduğu gibi Ülkemizde de tanıtım işlevi artık amatörlerin değil
profesyonellerin uğraştığı ve başarılı olduğu faaliyet alanlarından
sayılmaktadır. O nedenle daha önceki bir yazımda da belirttiğim gibi
Merkez Konseyimize tanıtım konusunda söz sahibi firmalardan
profesyonel destek almalarını öneririm. Mesleğimiz açısından çok
önemli olan bu konuda odalarımızın ve meslektaşlarımızın Konseyimize
gerekli maddi desteği vereceğine hiç kuşkum yoktur. Merkez
Konseyimizden diğer önemli bir ricam da , Avrupa Birliği’nin dayatması
sonucu mesleğimizi kamuda yok etmek amacıyla hazırlanan ve yakında
Meclis’te görüşülmesi beklenen Tarım ve Gıda Bakanlığı Teşkilat Kanunu
Taslağı’na, tüm odalarımızı ve öteki mesleki örgütlerimizi hatta
hayvan yetiştiricilerini bile arkasına alarak daha doğrusu onlara
önderlik ederek karşı çıkmasıdır. Kanımca bu görev, Konseyimizin şanlı
meslek tarihimize ve rahmetli meslek şehitlerimize karşı yerine
getirmesi gereken kutsal bir görev, ödemesi gereken bir borçtur.
Kurban Bayramı öncesi kırmızı et sorunu mesleğimiz ve
Ülkemiz kamuoyunun gündeminde bir hayli yer işgal etti. Bu konu
üzerinde gerek internet gruplarımızda gerekse medyada çok önemli
tartışmalar yaşandı. Şu anda kırmızı et sorununun görece bir çözüme
kavuştuğunu ve fiyatların düşme eğilimine girdiğini söyleyebiliriz.
Doğal olarak bu konu üzerindeki tartışmalar da eski yoğunluğunu
kaybetti. Şimdi bu tartışmaların ışığında kırmızı et konusunda şu
sonuçları çıkarabiliriz .1- Kırmızı et ve canlı hayvan ithalatı Avrupa
Birliği’nin özellikle Gümrük Birliğine girdikten sonra Ülkemize
ısrarla dayattığı, fasıl açmak için koşul olarak öne sürdüğü ve
neredeyse her ilerleme raporunda yetersizliğini vurguladığı bir
husustur. İnsan haklı olarak, acaba Bakanlık Avrupa Birliği’ne
yaranmak ya da fasıl açışını kolaylaştırmak için mi ithalata bilerek
izin verdi diye düşünmeden edemiyor. 2- Kırmızı et konusu üzerindeki
tartışmalarda sanıyorum bir noktayı yanlış algıladık. Tartışmalarda
hep tüketiciyi önceledik, et fiyatlarının artmasını hep tüketiciler
aleyhinde bir durum olarak gördük ama üreticiyi, girdi fiyatlarının
yüksekliğini her nedense hiç önemsemedik. Besicilik yapan üreticiler
yıllarca kilosu 6-7 TL den karkas et satmak zorunda kaldılar. Ne
yazık ki yaklaşık 3-4 yıl devam eden bu süreçte kimse sesini
çıkarmadı. Ancak son günlerde parakende kırmızı et fiyatları artınca
her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Bilen bilmeyen herkes bir şeyler
söyledi ama asıl gerçek her nedense gözden kaçırıldı. Son günlerde
üreticiden kilogramını 12 TL den aldığımız karkası parçalayıp elde
ettiğimiz eti çeşidine göre 30-40 TL arasında sattık. Oysa bu 12 TL ye
%17 kemik payını ve %8 KDV yi de eklersek yaklaşık 15 TL eder ki
parakendeci payını da kattığımızda etin kasapta, markette 25 TL den
yüksek fiyatlarda satılmaması gerekirdi. Nitekim Et ve Balık Kurumu da
bu fiyatlara et sattı. Şimdi açıkçası insan aradaki 15-25 TL lik
farkın nereye gittiğini merak ediyor. 3 – Avrupa Birliği baştan beri
küçük ve orta ölçekli besicilik işletmelerinin yerine büyük ölçekli
entegre besicilik işletmelerinin yaygınlaşmasını ve kırsal nüfusun en
kısa sürede %5 düzeyine indirilmesini önceliyor. Olumsuz bir düşünce
tarzı gibi görülecek ama bütün bu olgular insanın aklına acaba bu
girişimler dışarıda Avrupa Birliğini, içeride de belli bir mutlu
azınlığı memnun etmek için mi kotarılıyor sorusunu getiriyor.
Çiğ süt konusu da son zamanlarda gündemimizi işgal eden
konulardan biri oldu. Gerçi kırmızı et çiğ sütü biraz olsun gölgede
bıraktı denilebilir ama yine de çiğ sütün temel bir gıda maddesi
olması ve milyonlarca insanın uğraş alanı içerisine girmesi
güncelliğini korumasına neden oldu. Çiğ süt konusunu tartışırken
kanımca bir de yanlış yaptık ve çiğ sütteki fiyat artışının nedeni
olarak hep yem fiyatlarının yüksekliğini gösterdik. Oysa yemi
oluşturan arpa, buğday, pamuk, pancar, yulaf, ayçiçeği gibi yem
bitkilerini üretenlerin de küçük çiftçiler olduğunu ve bu çiftçilerin
üretim yaparken Dünyanın en pahalı mazotunu, elektriğini, gübresini
kullandığını her nedense unutuverdik. Bugün her ne kadar üreticiler
eskiye nazaran çiğ süt fiyatlarından memnun gibi görünüyorlarsa da bir
litre süt ile ancak bir kilogram kesif yem alabiliyorlar. Oysa Dünya
standartlarında karlılığın ölçütü bir litre çiğ süt ile en azından bir
buçuk kilogram kesif yemin alınabilmesidir. Bu durum AB ‘ nin
dayattığı hayvan başına destek politikasının yanlışlığını da ortaya
koyuyor. Bu yazın ziyaret ettiğim Yunanistan’ın Gümülcine Bölgesi’nde
de aynı durumu gözlemledim. Bir AB Ülkesi olan Yunanistan’da da destek
hayvan başına verildiği için kimi yetiştiriciler sadece yaşamasını
sağlayacak kadar yem verdikleri ya da altı ay ormanda başı boş
bıraktıkları koyun ve sığırlarını verimlerini düşünmeksizin sırf
destek almak için elde bulunduruyorlar. Bizde de neredeyse benzer bir
durum söz konusu. Hayvan başına verilen ortalama 250 TL lik destek
zaten girdileri pahalı olan sütün daha az üretilmesine neden oluyor.
Süte litre başına verilen 4 kuruşluk destek ise üretimi özendirmeye
yetmiyor. Gelin şimdi hep birlikte şöyle bir muhasebe yapalım. Yem
fiyatlarının yüksekliği her ne kadar çiğ sütü pahalılaştırıyor ama yem
bitkisi üreten çiftçiyi de memnun ediyor. Çiğ sütün pahalı olmasından
üreticiler memnun ama milyonlarca tüketici de doğal olarak sütü pahalı
içiyor. Eğer devlet hayvan başına destek vermek yerine üreticilerin
bir litre çiğ süt ile en azından bir buçuk kilogram kesif yem
alabilmesi olanağını sağlasa hem çiğ süt üreticileri kar edecek hem de
tüketiciler daha ucuza süt içebileceklerdir. Bunun da yolu bugün
ortalama 70 kuruş olan çiğ süt fiyatının litresine %50 yani 35 kuruş
destek verip yetiştiricilerin bir litre çiğ süt ile bir buçuk kilogram
kesif yem almalarını sağlamaktan geçer.
Geçenlerde kendini bilmez bir ziraat mühendisi mesleğimize dil
uzatmak cüretini gösterdi. Bu konuya hiç girmeyecektim ama ziraat
mühendislerinin mesleğimize karşı geçmişten beri duyduğu ezikliği
bilmeyen kimi genç meslektaşlarımın heyecanlı tartışmalarını okuyunca
ben de bu vesileyle değinmek zorunluluğunu hissettim. Geçmişi fazla
kurcalamadan o malum ziraat mühendisine Yüce Mevlana’ nın şu özlü
sözünü hatırlatmak isterim. ” Her söze verilecek bir cevabım vardır
ama suskunluğum asaletimdendir. Bir lafa bakarım söz mü diye, bir de
söyleyene bakarım adam mı diye”. Sevgili genç meslektaşlarım, tarihi
insanlık tarihi kadar eski, mazisi şan ve şereflerle dolu olan kutsal
mesleğimiz bu gibi kendini bilmezlerin sözlerinden etkilenecek kadar
güçsüz değildir. Tam tersine en büyük fırtınaların bile bir zerre
parça kopartamayacağı kadar güçlü, tunçtan bir kaya gibidir
mesleğimiz. Yeter ki ünlü ermiş Hacı Bektaş Veli’nin söylediği gibi “
Bir Olalım, İri Olalım, Diri Olalım”.
—
Prof. Dr. Hazım GÖKÇEN