Son günlerde mesleğimizin gündemini işgal eden kimi
konulardaki görüşlerimi her zaman olduğu gibi yine sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Geçenlerde gruplara yazdığım mailleri tasnif ederken gözüme
çarpan ” Türkiye’de Veteriner Hekimliği Yüksek Öğretimi ” başlıklı
yazımı tekrar tartışılması amacıyla hiç değiştirmeden  AB-Veteriner
Hekim Platformuna’na göndermiştim. Yazım ilk yayınlandığından daha
fazla ilgi çekti ve çok sayıda meslektaşımız tarafından irdelendi. Bu
tartışmalarda veteriner halk sağlığına vurgu yapılması dikkati çeken
en önemli nokta idi. Bu konuya kendini adamış olan Sayın Adnan Serpen’
in de sıkça vurguladığı gibi fakültelerimizin idari yapılanmalarında
ve öğretim planlarında veteriner halk sağlığı konusuna gerekli önemi
vermeyişleri gerçekten çok düşündürücü ve üzücü. Türkiye’de veteriner
hekimliği yüksek öğretimi kanımca veteriner halk sağlığı, eko-sistem ve
gıda güvenliği, hayvan hakları ve refahı gibi çağdaş paradigmalar
üzerine kurulmalı ve tüm bunların bileşkesi olarak da ” Tek Sağlık”
olgusu mesleğimizin gelecekteki vizyonunu oluşturan en önemli bir
unsur olmalıdır. Sağ olsun, Sayın Dr. Bülent Ilgaz’ın Sayın Adnan
Serpen’in mailinden Türkçeye çevirdiği FVE sunumunun sonunda da
vurgulandığı gibi veteriner hekimliği artık tümüyle bir sağlık
mesleğidir. Bence bu söylem mesleğimizin çağdaş vizyonunun temel bir
sloganı olmalı ve tüm fakültelerimizle mesleki örgütlerimiz bu
konsepte uygun  politikaları tez elden hayata geçirmek adına
çabalarını yoğunlaştırmalıdır.
         Akredite Veteriner Hekimliği konusu 5996 sayılı ” Veteriner
Hizmetleri, Bitki Sağlığı,Gıda ve Yem Kanunu”nun 13 Aralıkta yürürlüğe
girmesi ile yeniden güncellik kazandı ve gruplarımızda en çok
tartışılan konuların başında geldi. Veteriner Hekimleri Birliği’nin
gruplara göndermiş olduğu yazıdan anlaşıldığı kadarıyla Tarım ve Köy
İşleri Bakanlığı  kesim yerleri ve hayvansal gıda işleklerindeki
güvenliği kamu veteriner hekimleri ve yetkilendirilmiş serbest
veteriner hekimler aracılığı ile sağlamak istemektedir. Kanımca bu
konuda tek yetkili merci kamu veteriner hekimleri olmalıdır. Bilindiği
gibi Avrupa Birliği Ülkelerindeki kamu veteriner hekimliği neredeyse
sadece gıda güvenliğini sağlamak amacıyla vardır. Yoksa geçenlerde bir
meslektaşımızın gruba yazdığı mailde de belirttiği gibi kesintilerden
sonra ele geçen asgari  düzeydeki  bir ücret ile serbest veteriner
hekimlerin yetkili olarak bu hassas ve bir o kadar da zorlu görevi
layıkıyla yerine getirmeleri mümkün değildir. Türkiye’deki eğitim ve
din hizmetleri  kuşkusuz çok önemlidir ama bu alanlara her yıl atanan
on binlerce kamu personelinin onda biri kadar bile veteriner hekime
Devlet yine çok önemli olan gıda güvenliğini sağlamak amacıyla  kadro
verse sanıyorum halk sağlığı ve gıda güvenliği daha iyi korunmuş olur.
Hele bir de gıda güvenliği alanında destek olacak Gıda Zabıtası olgusu
hayata geçirilirse işler daha da iyiye gider diye düşünüyorum.
          Son günlerde ilgimi çeken konulardan birisi de çiğ süt ve
kırmızı et üzerindeki tartışmaların sanki bu çok önemli iki gıda
maddesinin sorunları bitmiş gibi bıçakla kesilir gibi birden bire sona
ermesidir. Oysa her iki ürünün sorunları da bitmemiş, aksine büsbütün
artmıştır. Sıfır faizli kredi ile devreye giren binlerce süt
sığırcılığı işletmesi suni tohumlamanın yaygınlaşması sonucu zaten
artış trendine giren çiğ süt üretimini daha da çoğaltacak, süt ve süt
ürünleri tüketiminin halkın alım gücü düşüklüğü nedeniyle buna paralel
gitmemesi sonucu da ya üretilen çiğ süt elde kalacak ya da fiyatı
iyice düşerek yine yüz binlerce sağmal ineğin kesime gitmesi durumu
ortaya çıkacaktır. Bu da bir kısır döngü biçiminde şimdilerde görece
azalan perakende kırmızı et fiyatlarının yeniden artacağı anlamına
gelir. Zaten şu anda çiğ süt fiyatları bir seçim politikası olarak
hükumetin kutu süt üreticisi bir kaç firmaya yaptığı baskı sonucunda
bu düzeydedir.Yoksa, seçimden sonra çiğ süt fiyatlarının bugünkünün
çok altında kalacağını söylemek büyük bir kehanet olmayacaktır.
Kırmızı ette ise, kasaplık ve besilik hayvan ve karkas et ithalatından
sonra yeni çıkarılan bir kararname ile 80 kilograma kadar buzağı
ithalatının da serbest bırakılması belki kırmızı et üretimine görece
bir yarar sağlayabilir ama kısa vadede tek karı buzağısı olan süt
sığırcılığı üreticilerini büyük bir sıkıntıya sürükleyerek çiğ süt ve
kırmızı etteki sorunları büsbütün artıracaktır. Çözüm kanımca Devletin
üreticilere verimliliği öncelemeyen hayvan başına destek yerine
verimliliği önceleyen üretilen her litre çiğ süt başına destek vermesi
ve bunda da karlılığın ölçütü olan bir litre çiğ süt ile bir buçuk
kilogram kesif yem alabilmeyi sağlayacak bir pariteyi uygulamasıdır.
Bu da, bugün ortalama çiğ süt fiyatı olan 70 kuruşa şimdilerdeki 4
kuruş yerine fiyatın %50 si oranında yani 35 kuruş destek vererek çiğ
süt alım fiyatını yaklaşık bir liraya yükseltmesidir. Bu rakam
üreticiler için yeterli olmasa da bunca krizden sonra rahat bir nefes
almalarını sağlayabilir.
         Son olarak değinmek istediğim bir diğer husus da hayvancılık
ve veteriner hekimliği politikalarının Avrupa Birliği’ne uyumu
konusudur. Sağ olsunlar AB-Veteriner Hekim Platformundaki
meslektaşlarımızın karşılaştırmalı olarak bizlere sundukları ilerleme
raporu özetinde yer alan hemen hiç bir konuda 2010 yılında ilerleme
sağlanamadığı görülmektedir. Böyle giderse uzun yıllar boyunca
hayvancılık ve veteriner hekimliği konusunda AB müktesebatına uyum
sağlamamız mümkün olamayacaktır. Öte yandan, düşünün ki yendikleri bir
maçtan sonra bile Karşıyaka Basketbol Takımımızın oyuncularına
taşlarla ve sopalarla saldıran Kıbrıslı Rumlar AB’nin asil bir üyesi
olarak sırası geldiğinde Türkiye’nin AB’ye girişi konusunda oylama
yapacaklardır. Bu oylamadan olumlu bir sonuç çıkmayacağı  Türklere
karşı kinleri gittikçe artan Kıbrıslı Rumların şimdiki şövenist
tutumlarından bellidir. Onun için ,siyasi iktidar  boş  hayaller
peşinde koşmayı bırakarak Türkiye hayvancılığını bitirmek konusundaki
çabalarına derhal bir son vermeli, bir fasıl açmak adına AB’ne ödün
vermek için hazırladığı Tarım ve Gıda Bakanlığı Yasası Taslağını
derhal geri çekmelidir. Aksi taktirde mesleki örgütlerimiz ve üretici
birlikleri bu taslağa tüm güçlerini ortaya koyarak şiddetle karşı
çıkmalıdır. Yoksa, Albert Einstein’in dediği gibi hiçbir sorun o
sorunu yaratan zihniyetle çözülemez.
     



Prof. Dr. Hazım GÖKÇEN