Türkiye’de kırmızı et sorununun geçmişi çok eskilere, Cumhuriyet Dönemine kadar uzanır. Cumhuriyeti kuranlar büyük bir öngörü ile Türkiye sığırcılığını ve koyunculuğunu kombine verim yönlü ırklara yönlendirmişlerdir. Bu bağlamda et – süt yönlü kombine bir sığır ırkı olan Montofon’u ve et – yapağı yönlü kombine bir koyun ırkı olan Merinosu Türkiye hayvancılığına kazandırmışlardır. Böylece hem insanların kırmızı et ağırlıklı yeterli ve dengeli beslenmesi sağlanmış, hem de yünlü dokuma sanayinin ince yapağı ihtiyacı yerli kaynaklardan karşılanmıştır. Sun’i Tohumlamaya dayalı melezleme sonucu elde edilen Montofon populasyonu insanların kırmızı et ve çiğ süt ihtiyacını karşılarken, et tutma yeteneği yüksek Merinos melezi kuzuların besiye alınması suretiyle de sığır eti yanında önemli sayılabilecek bir koyun eti üretimi sağlanmıştır. Bu suretle o dönemde bugün olduğu gibi ne kırmızı et azlığı ne de çiğ süt fazlalığı yaşanmıştır. Hayvancılıkta büyük bir değişim sürecinin başladığı 1980 öncesi dönemde insanlar kırmızı et ihtiyaçlarının büyük bir bölümünü koyundan sağlamaktaydı. O dönemleri yaşayanların iyi bildiği gibi kasap vitrinlerini hep koyun karkasları süsler, sığır eti görece pahalı olduğu için sadece belirli bir gelir düzeyine sahip olan insanlar tarafından tüketilirdi. Koyunların kuyruk yağları ve iç yağları bile yemek yapımında kullanılırdı.
Neo-liberalizmin egemen olduğu 1980 sonrası dönemde Türkiye büyük bir ithalat sarmalına girdi. Bu arada sanayi ürünleri yanında hayvan ve hayvansal ürün ithalatı da büyük ölçüde arttı. Eş zamanlı olarak Türkiye’de süt ve ürünleri sanayi de gelişmeye başladı. Gelişen süt sanayinin artan çiğ süt ihtiyacını karşılamak amacıyla Yurt dışından Holştayn inekler getirildi. Aynı zamanda yıllarca Türk halkının et ve süt ihtiyacını karşılayan suni tohumlamaya dayalı Montofon yetiştiriciliği ihmal edildi. Bunun yerine, canlı inek yanında Holştayn sperması da ithal edilerek yerli sığırların hatta Montofon ineklerin bile Holştayn ırkına çevrilmesi çalışmaları hız kazandı. Bu sefer sayıca artan saf ve melez Holştayn ineklerden doğan erkek buzağıların et üretiminde kullanılması süreci başladı. Bu arada 1980 den sonra sun’i tohumlamaya dayalı Merinos melezlemesi çalışmalarına son verildi. Böylece besiye elverişli Merinos kuzusu sayısı azaldı. Bir yandan besiye elverişsiz Holştayn buzağıların et üretiminde kullanılması diğer yandan besiye elverişli Merinos kuzuların sayısının azalması Türkiye’de bir kırmızı et sorununun ortaya çıkmasına neden oldu ve et fiyatları olağan üstü boyutlarda arttı. Bir de, nereden çıktığı belirsiz bir antipropaganda sonucu insanlar koyun eti yemekten vazgeçince sorunun boyutları daha da büyüdü. Bu arada ticaretin ve hizmet sektörünün neden olduğu görece gelir artışı halkın kırmızı ete olan talebini artırdı. Tüm bu etmenler bir araya gelerek Türkiye’de periyodik olarak ortaya çıkan bir kırmızı et sorunu doğurdular. En son hükumet artan et fiyatlarını kontrol altına almak amacıyla deyim yerindeyse bir narh ya da tavan fiyat uygulaması başlattı. Bu bağlamda kasaplarda kıymanın en fazla 32 TL ye, kuşbaşının da en fazla 34 Tl ye satılacağı duyuruldu. Ama geçen zaman içerisinde genellikle bu tavan fiyatlara uyulmadığı ve fiyatların yine serbest piyasa ekonomisi kuralları dahilinde oluştuğu görüldü. Çünkü 25-26 TL ye yetiştiriciden alınan etin kemik firesi ve tüm maliyetler üzerine konulduktan sonra 40 TL nin altında satılamayacağı gerçeği ortaya çıktı. Şu anda kırmızı ette gerek üretim gerekse fiyat açısından bir sıkıntı bulunmamaktadır. Ancak bu durum ileride sıkıntı çıkmayacağı anlamına gelmemelidir. Sonbahar ve kış aylarında halkın kırmızı ete olan talebi azalmaktadır. Çünkü bu mevsimlerde yabancı turistler ülkelerine, yazlıkçılar evlerine dönmektedir. Ayrıca kışın et mangal olayı azalmaktadır. Oysa Türkiye Yaz aylarında 80 milyonu kendi vatandaşı, 20 milyonu yabancı turist, 3 milyonu da Suriyeli mülteci olmak üzere yaklaşık 100 milyon insanının kırmızı et ihtiyacını karşılamak durumunda kalmaktadır. Bir de, yaz aylarında yazlıkçılar ve et mangalcılar önemli miktarda kırmızı et tüketmektedir. Öte yandan Türkiye’nin besilik dana ihtiyacını karşılayan Doğu Anadolu Bölgesinde hayvanlar yaz aylarında besiye çekildikleri için ya ahırda ya da mer’ada dırlar. Doğu Anadolu hayvan yetiştiricisi ancak kışa girerken elindeki besilik materyali çıkarır. Kış aylarında kırmızı et sıkıntısının görülmemesinin bir nedenini de burada aramak gerekir. Bu hususlar da göstermektedir ki, yaz aylarında Türkiye’de bir kırmızı et sorununun ortaya çıkması beklenmelidir. Pekiyi, ne yapmalı da, Türkiye’de periyodik olarak ortaya çıkan bu kırmızı et sorununa kalıcı bir çözüm bulunmalıdır. Şimdi de bu konudaki çözüm önerilerimi sunmak istiyorum.
Türkiye’de sığırların ortalama karkas verimi 260-270 kg dolayındadır. Bu rakam hayvancılığı gelişmiş ülkelere göre çok düşüktür. Bu düşüklüğün nedeni Türkiye’de besiye alınan materyalin yapısı ile ilgilidir. Türkiye’de süt üretiminde kullanılan çok büyük bir Holştayn ırkı sığır populasyonu bulunmaktadır. Bu nedenle, besiye alınan danalar daha çok bu Holştayn ineklerin erkek buzağılarından elde edilmektedir. Ancak sütçü bir ırk olan Holştaynın danaları besiye elverişli değildir. Çünkü Holştayn danaların yemi ete çevirme ve canlı ağırlık artışı sağlama yetenekleri son derece düşüktür. Örneklemek gerekirse, Holştayn ırkı bir dana beside belirli bir miktar yemle günde 1000-1100 gram canlı ağırlık kazanırken, etçi bir ırk olan Angusun danası beside aynı miktar yem ile günde 1600-1700 gr canlı ağırlık kazanabilmektedir. Bu rakamlar besiye alınan milyonlarca hayvana yansıtıldığında kırmızı et kaybının ne denli büyük olduğu görülecektir. Devlet özellikle 2010 yılından itibaren bu eşitsizliği gidermek için Yurt dışından besi danası ya da kesimlik besi sığırı ithal kapısını ardına kadar açmıştır. Ancak geçmişte de görüldüğü gibi ithalat bir çözüm değil, Türk hayvan yetiştiricisine vurulan en büyük darbedir. Bunun anlamı ithalat Türk hayvan yetiştiricisini fakirleştirirken, yabancı hayvan yetiştiricilerini zenginleştirmektedir. Çünkü, yabancı yetiştirici girdi maliyetlerinin düşüklüğü ve desteklerin yüksekliği nedeniyle besilik danayı ucuza mal etmektedir. Oysa, Türk yetiştiriciler bunun tam tersi olarak girdi maliyetlerinin yüksekliği ve desteklerin yetersizliği yüzünden besi danalarını yabancılara göre daha pahalıya üretmektedirler. Böylece Türk üreticileri besilik danalarını, yabancılarla rekabet edemedikleri için ucuza satmak zorunda kalmaktadırlar. Şimdi bir de yetiştiriciler besiye elverişli dana elde etmek için Holştayn ineklerini Simental boğaların spermaları ile tohumlatmaktadırlar. Bu son derece yanlış ve bilim dışı bir uygulamadır. Kısa vadede yararlı gibi görünse de uzun vadede hem Holştayn hem de Simental ırkının yok olmasına neden olacaktır. Kimilerinin savunduğu gibi Türkiye’ye özgü bir etçi sığır ırkının geliştirilmesi projesi geçmişte denenmiş ve başarılı olamamıştır. Bugün de bu projenin başarılı olacağı konusunda kuşkular vardır. O halde geriye tek bir çözüm kalmaktadır ki o da, ticari melezleme yoluyla besi danası elde etmektir. Bu yöntemde, Holştayn ve Simental inekler etçi sığır ırklarının dondurulmuş spermaları ile tohumlanmakta, elde edilen erkek buzağılar besiye alınmakta, dişi buzağılar ise düve haline geldikten sonra anne babasının ırkından değil başka bir etçi ırk boğanın sperması ile tohumlanmaktadır. Böylece hem ırklar bozulmamakta hem de azmanlıktan kaynaklanan besiye elverişli danalar elde edilebilmektedir.
Kırmızı et sorununa diğer bir çözüm de buzağıları öldürmemektir. Bugün Türkiye’de 6 milyon civarında anaç sığır vardır. Ancak bunlardan yılda 3.5 milyon buzağı elde edilmektedir. Yani, 2.5 milyon anaç sığır ya kısır kalmakta, ya da gebe kaldığı halde doğumdan önce bir şekilde yavrusunu kaybetmektedir. Bu 2.5 milyon rakamı çok önemlidir. Bunlardan, 1 milyonu doğuma kadar yaşatılabilse Türkiye’de kırmızı et diye bir sorun kalmaz. Çünkü 2010-2016 yılları arasında ithal edilen besi danası sayısı da yaklaşık 1 milyondur. Doğan 3.5 milyon buzağının da 450-500 bini doğumdan sonraki ilk bir ay içerisinde çeşitli nedenlerden ölmektedir. Koruyucu hekimlik uygulamaları ile bunun yarısı yani yaklaşık 250 bini yaşatılabilse sorun büyük ölçüde çözülmüş olacaktır. Hükumetin yeni doğan buzağıya değil de dört aylık buzağıya destek vermesi bu sorunun çözümü konusunda atılan önemli bir adımdır.
Son olarak kırmızı et sorununa çözüm olarak koyun etinin devreye sokulması önerilebilir. Türk halkı eski yıllarda olduğu gibi mutlaka koyun eti yemeye alıştırılmalıdır. Bunun için de halkın koyun etinden vazgeçmesine neden olan menfi propagandalar medya kanalıyla, özellikle de kamu spotları ile ortadan kaldırılmalıdır. Çünkü Türkiye’de 1 milyon ton civarında koyun eti üretilmektedir. Bu rakam kırmızı et sorununun giderilmesine azımsanmayacak bir katkı sağlayabilir.