Dünyanın en değerli gıda maddelerinden olan et ve süt yıllardır olduğu gibi günümüzde de tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Son bir yıldır sanki pahalıymış gibi fiyatı ucuzlatılmaya çalışılan ve bunun için de Yurt dışından yoğun ithalata konu olan kırmızı etin fiyatı alınan tüm önlemlere karşın ucuzlamadığı gibi milyarlarca liralık döviz de boşu boşuna yabancı çiftçilere destek olarak verilmiş oldu. Kırmızı et konusundaki tartışmalar tam bitti derken bu sefer de çiğ sütün fiyatı ile ilgili tartışmalar baş gösterdi. Ambalajlı süt sanayicilerinin egemen olduğu sözde Ulusal Süt Konseyi dövize bağlı olarak hızla artan girdi fiyatlarını hesaba katmadan yetiştiricilerin beklentilerinin çok altında bir çiğ süt tavsiye fiyatı belirledi. Bu fiyat ambalajlı süt sanayicilerinden başka hiçbir kesimi memnun etmedi ve zaten var olan damızlık inek kesimleri daha da hızlandı. Böyle giderse kısa sürede küçük ve orta ölçekli süt sığırcılığı işletmeleri kapanmak durumunda kalacaktır. Aslında et ve süt farklı gıda maddeleri olsalar da üretim ilişkileri bakımından biri birine sıkı sıkıya bağlı iki üründür. Yani eğer inekler sırf kar edememekten dolayı kesime gönderilirse damızlık sayısı azalacağından erkek ve dişi dana sayısı da düşecek, dolayısıyla et üretiminde kullanılacak besilik erkek dana miktarı azalacağı gibi düve üretimi de aksayacağından işletmelerin sürekliliği ortadan kalkacaktır. Onun için meseleye sadece et ya da sadece süt açısından değil, her iki yönden de bakmak gerekir.
Çiğ inek sütü yapısı itibariyle +4 derecede bile uzun süre saklanmaya uygun bir ürün olmadığı için sağıldıktan kısa bir süre sonra ya perakende olarak doğrudan tüketiciye ya da işlenmek üzere süt sanayiine satılmak zorundadır. Perakende satış, soğuk zincire ve küçük de olsa bir pazarlama ağına ihtiyaç gösterdiği için her zaman mümkün olmayabilir. Öte yandan, Türkiye’deki yetiştiriciler güçlü kooperatif örgütlere sahip olmadıkları için sütlerini kendileri işleyememekte ve pazarlayamamaktadır. O nedenle yetiştiricilerin büyük çoğunluğunun sütlerini fabrikalara satmaktan başka çareleri yoktur. Türkiye’de yıllardır sürdürüle gelen Holştayn ırkı ağırlıklı sığırcılık nedeniyle yıllık süt üretimi olması gerekenden fazladır. Hele doğum mevsiminde bu fazlalık daha da artmaktadır. Devlet bu durumda hazineden sübvanse ederek süt almakta ve bunu süt tozuna dönüştürerek ihraç etmek yoluna gitmektedir. Piyasa ekonomisinin ihtiyaçtan fazla üretilen ürünün fiyatının düşeceği kuralına göre süt fiyatları da düşmektedir. Aslında Devlet sözde üreticiyi korumak adına Ulusal Süt Konseyi adında bir kurum kurmuş ve her altı ayda bir çiğ süt fiyatlarını güya yetiştiricinin lehine tespit etmekle görevlendirmiştir ama egemenlik ambalajlı süt sanayicilerinde olduğu için fiyat her zaman yetiştiricinin değil süt sanayicilerin lehine ortaya çıkmaktadır. Ulusal Süt Konseyi her seferinde dövize bağlı olarak artan girdi maliyetlerini dikkate almadan çiğ süt fiyatını belirlemektedir. Aslında tespit edilen tavsiye fiyatına uymak zorunludur ama süt sanayicileri yetiştiricilerin örgütsüzlüğü nedeniyle her zaman bu tavsiye fiyatının 20-30 kuruş aşağısında süt almaktadırlar. Bir de yetiştiriciyi yemi benden temin etmezsen sütünü almam diyerek baskı altında tutmaktadırlar.
Ulusal Süt Konseyi geçenlerde 1.44 lira olan sıcak süt fiyatını 1.70 liraya, soğutma ve nakliyat hesap edildiğinde 1.53 olan soğutulmuş süt fiyatını da 1.80 liraya yükseltti. Ancak, 1 Temmuzdan geçerli olması gereken tavsiye fiyatını 15 Ağustostan geçerli kılmakla yetiştiricinin 1.5 ayını çalmış oldu. Daha sonra anormal bir gelişme yaşandı ve Merkez Bankası enflasyonu arttıracağı gerekçesiyle çiğ süt tavsiye fiyatının 1.80 liradan 1.70 liraya düşürülmesini talep etti. Yani bir anlamda soğutma ve nakliye bedelini üreticiye çok gördü. Böylece Merkez Bankası bu müdahalesi ile belki de Dünyada hiç rastlanmayan bir girişime imza atmış oldu. Ancak bunu yaparken, dövize bağlı olarak fiyatı sürekli artan kesif yem, mazot gibi girdileri her nedense enflasyonla ilişkilendirmeyip hesaba katmadı. Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr.Zeki Bayramoğlu’nun yaptığı bilimsel hesaplamaya göre 20 litre ortalama süt verimi olan bir işletme kaba yemi dışarıdan temin ettiği zaman bir litre sütü 1.80 liraya, kaba yemi kendi imkanları ile temin ettiği zaman da 1 litre sütü 1.54 liraya mal etmektedir. Bu hesaba göre üretici kaba yemi dışarıdan satın aldığında sütünü Merkez Bankasının indirmediği tavsiye fiyatı ile satsa bile başa baş gelmektedir. Kaba yemini kendi imkanları ile temin eden yetiştiriciler kağıt üzerinde karlı görünseler bile hiçbir zaman sütlerini tavsiye fiyatı ile satamadıkları için yine başa başlık bir durum oluşmaktadır. Tabiatıyla süt verimi arttıkça çiğ sütün maliyeti de düşecektir. Ancak küçük ve orta ölçekli işletmelerin çoğunda sürü ortalaması 20 litre civarında olduğu için bu durumdan en fazla onlar etkilenecek ve böyle sürüp giderse ineklerini kestirip kapılarına kilit vurmak zorunda kalacaklardır.
Şimdi de çözüm önerilerimi sıralamak istiyorum. Her şeyden önce çiğ süt tavsiye fiyatı en az 2.0 lira olmalı ve bu fiyat yem fiyatlarının artmasına paralel olarak 1.0:1.5’ luk Süt-Yem paritesine uygun olarak güncellenmelidir. Ulusal Süt Konseyinin adı Ulusal Süt-Yem Konseyi olarak değiştirilmeli ve konsey süt fiyatlarını olduğu gibi fabrika yemi fiyatlarını da belirlemelidir. Konseyde yetiştiricilerin ağırlığı artırılmalıdır. Hayvancılık sektöründe günümüzde faaliyet gösteren ancak yetiştiricilerin demokratik haklarını savunmaktan ziyade bürokratik işlemlerle uğraşan Birlikler “ Türkiye Hayvan Yetiştiricileri Birliği “ adında yeni bir örgüt bünyesinde toplanarak yetiştiricilerin sesinin daha gür çıkması sağlanmalıdır. Devlet kendisine bağlı ve yüzbinlerce dönüm sulanabilir arazisi ve mera alanı bulunan Tarım işletmelerinde kaliteli kaba yem ve damızlık düve üreterek bunları Tarım Kredi Kooperatifleri aracığı ile maliyetine ve taksitle yetiştiricilere dağıtmalıdır. Çiğ süt üretimi mutlaka azaltılmalıdır. Çiğ süt üretiminde planlamaya ve denetime mutlaka önem verilmelidir. Bu amaçla Holştayn ırkı inek sayısı azaltılarak Montofon ve Simental ırkı ineklerin sayısı artırılmalıdır. Devlet bunu teşviklerle rahatlıkla yapabilir. Montofon ve Simental ırkı ineklerin artırılması aynı zamanda yıllardır süre gelen kırmızı et sorununa da köklü bir çözüm getirecektir.
Hocam nede güzel anlatmışsınız çözümü de ön görmüşsünüz yüreğinize sağlık ama ya devletin bu kurumları çiftçiyi bitirmek hayvancılığı yok etmek ve ülkeyi boyunduruk altına yani dışa bağımlı hale getirmek için çabalıyorsa sizin bu dedikleriniz yapılmadığında bu benim öngörümde gerçek demektir yanılıyor muyum ?