İki gün önce izlediğim ,TRT ‘ de yayınlanan “Bu Toprağın Sesi”
programında Kahramanmaraş hayvancılığı tartışılıyordu ve söz alan bir
balık üreticisi en önemli sorunlarının hastalıklar olduğunu, koyduğu
300.000 yavrudan sadece 70.000 inin sağ kaldığını, gerisinin
hastalıktan telef olduğunu söyledi. Bu söylem bana yaklaşık yirmi yıl
önce Bodrum’da Bursa İl Kontrol Laboratuvarı Müdürü rahmetli arkadaşım
Esat Moravalı ile ziyaret ettiğimiz Su Ürünleri Enstitüsü Müdürünün
odasında bir su ürünleri kooperatif başkanının söylediği sözleri
anımsattı. Kooperatif başkanı benim veteriner fakültesi hocası
olduğumu öğrenince, ” Hocam, neden su ürünleri hastalıklarından
anlayan veteriner hekim yetiştirmiyorsunuz, en büyük sorunumuz
hastalıklar ama biz bu hastalıkları önleyecek veteriner hekim
bulamıyoruz ” dedi. Bu iki olgu bize mesleğimizin son yirmi yılında su
ürünleri hekimliği konusunda en ufak bir ilerlemenin bile yer
almadığını ve mesleki ufkumuzun ne kadar dar olduğu gösteriyor. Aynı
sorun mesleğimizin diğer alanlarında da söz konusu. Bir nedenle
ilgilendiğim Romanov Koyunu yetiştiriciliğinde kullanılan laparoskopik
suni tohumlamanın Uruguaylı ve İngiliz uzmanlarca gerçekleştirildiğini
üzülerek öğrendim. Arı hastalıkları konusunda bizim dışımızda herkesin
uğraş verdiğini hepimiz izliyoruz. Jokey Klüp’ün yıllardır ayak
hastalıkları konusunda yabancı veteriner hekimlerle çalıştığını iyi
biliyorum. Ekzotik hayvan hekimliği konusunda hala Türk uzman
yetiştiremememiz ne yazık ki acı bir gerçek. Bu örnekleri daha da
çoğaltmak mümkün. Bu duruma gelmemizde hiç kuşkusuz yıllardır
mesleğimizi iki ya da üç ana eksen üzerinde geliştirmek isteyişimizin
büyük bir payı var.Yıllardır ,Türk veteriner hekimliğini sanki sadece
serbest klinik veteriner hekimliği ve kamu veteriner hekimliğinden
ibaretmiş gibi algılayıp öteki alanları hep ihmal ettik, geri
bıraktık. Şimdi bunların sıkıntılarını çekiyoruz. Pekiyi,bari bu
konularda ilerleyebildik mi? Ne yazık ki hayır. Serbest klinik
veteriner hekimliğini ilaç satıcılığına, kamu veteriner hekimliğini de
bilgisayar programcılığına ihale ettik. Böyle olunca da, hiç bir
tarihsel kökü olmayan, daha dün bir birinden türemiş kimi meslekler
bugün bizimle her alanda yarışmak cüretini gösterebiliyor. Sırf Avrupa
Birliğine gireceğiz diye mesleğimizin yıllardır edindiği kazanımlar
bir bir, o da ne yazıktır ki içimizden çıkan kişiler tarafından yok
edilmeye çalışılıyor. Ama her nedense bizlerin sesi hiç çıkmıyor.
Hayvan refahı konusunun mesleğimizin çağdaş bir paradigması olduğunu
hep yazıyoruz da Uruguay’dan ithal edilen Angus ırkı sığırların
limanda gemilerden çıkışları sırasındaki vücutlarının tümünün gaita
ile kaplanmış halleri ve pre-anestezi yapılmış gibi sallantılı
yürüyüşleri her nedense hiç birimizin ilgisini çekmiyor.
Çözüm tüm mesleki örgütlerimizin, fakültelerimizin, kamu
kuruluşlarının temsilcileri ile mesleki konularda çözüm üreten
meslektaşlarımızın Şura, Kongre,Çalıştay gibi formal (şekli)
toplantılarla değil de daha rahat bir ortamda ve uzlaşı anlayışı
içerisinde çağdaş Türk veteriner hekimliğinin çerçevesini somut olarak
çizmeleridir. Mesleki faaliyet çeşitliliği yani mesleğimizin ihmal
edilmiş ya da çağın gelişimi ile yeni ortaya çıkmış alanlarının da bu
bağlamda tartışılması ve fakültelerimizin öğretim planlarının oluşacak
yeni paradigmalara göre düzenlemesi hiç kuşkusuz öncelikli
görevlerimiz arasında olmalıdır. Bu durum sadece mesleğimizin daha
geniş kitleler nezdinde tanınmasını sağlamakla kalmayacak, aynı
zamanda meslektaşlarımızın istihdam sorununa da kalıcı bir çözüm
oluşturacaktır.