İzmir Veteriner Hekimleri Odası Veteriner Halk Sağlığı Çalışma Grubunun sözlerine aynen katılıyorum ve imzamı da atıyorum.Bir gariplik de şu, Fakültesi tercih edilmeyen ve Ülkemizin üç tarafını çeviren denizlerimizde artık hiç kalmayan su ürünleri için sırf AB’ye yaranmak adına Gıda,Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı bünyesinde bağımsız bir Genel Müdürlük kuruluyor, fakat halkımızın tamamının ya üretici ya da tüketici olarak ilgilendiği, sayıları 100 milyonu aşan kanatlı ve memeli çiftlik hayvanlarının sağlığı için halen geçerli olan uluslar arası sözleşmeler emrettiği halde bağımsız bir Hayvan Sağlığı Genel Müdürlüğü kurulmuyor. Bu çelişkiyi anlamak mümkün değildir. Bir de üstüne üstlük bu fakültesi tercih edilmeyen meslek grubu başta olmak üzere daha dün biri birinden türemiş kimi öteki köksüz meslekler kökü insanlık tarihi kadar eski olan kutsal mesleğimizin haklarını çeşitli ayak oyunlarıyla gasp etmek istiyorlar. Bu duruma tepki vermez ve kasap dükkanı açar gibi veteriner fakültesi açarsak biz de kısa sürede onların durumuna düşeriz.Görünen köy kılavuz istemez.
Kökü insanlık tarihi kadar eski, geçmişi şan ve şereflerle dolu kutsal mesleğimizin içine düşürüldüğü şu zavallı duruma bakın. Öğrenciliğim dahil 49 yıllık meslek yaşamımda Türk Veteriner Hekimliğinin bu denli aciz bir duruma düştüğüne tanık olmadım. Mesleki örgütlerimize yalvarıyorum , artık şu ölü toprağını üzerinizden atın, Türk Veteriner Hekimini taşeron işçi konumuna düşüren bu uygulamalara karşı tüm varlığınızla direnin. Yoksa bunun vebali altında ezilirsiniz. Lafı uzatmadan sözlerimi Mehmet Akif ‘in dizeleri ile bitirmek istiyorum. ” Ölürsem görmeden mesleğimdeki ümit ettiği feyzi. Yazılsın seng-i kabrime (mezar taşıma) mesleğim mahzun, ben mahzun.” Saygılarımla,
Meslektaşımız Oktay Deprem herhalde beni çok sevdiğinden olacak ki, gruplarda başkalarının değil sadece benim yazılarıma yanıt veriyor. Ama bunu yaparken de her defasında benim görüşlerimi olumsuz yönde eleştiriyor, hiç bir zaman da “hocanın şu görüşü de doğrudur, katılıyorum” demiyor. Bu kez de mesleğimizin içinde bulunduğu durum ve Konsey seçimleri ile ilgili olarak yazdığım bir yazıda ileriye sürdüğüm görüşlerimden yola çıkarak beni taraf tutmakla ve utangaçlıkla suçluyor. Sanıyorum sayın Deprem yanlışlıkla beni değil kendisini tarif ediyor. Oktay Deprem’i bu meslekte benim kadar yakından tanıyan ve geçmişini iyi bilen çok az kişi çıkar. Siz yaşamınızın her döneminde taraf tutacaksınız ve görüşlerinizi açıkça ortaya koymak yerine kapalı kapılar ardında dar hizipçilik anlayışı ve kulis faaliyetleri ile işlerinizi yürüteceksiniz, sonra da görüşlerini her platformda cesaretle ortaya koymaktan çekinmeyen bana hem de mesleki bir platformda çamur atacaksınız. Kusura bakmayın ama bu ne dostluğa ne de arkadaşlığa sığar. O nedenle Oktay Deprem’i şiddetle kınıyorum. Kaldı ki ben hayatımın hiç bir döneminde tarafsız olmadım ve yaptığım işlerden utanç duymadım. Her zaman Ülkemin , Atatürk ilke ve devrimlerinin ve kutsal mesleğimin tarafını tuttum. Zaten tarafsız insan demek görüşleri ve cesareti olmayan insan demektir. Neyse ki ben de her ikisi de var ve bunu Oktay Deprem’den başka da herkes biliyor.
Gelelim Oktay Deprem’in doğru dürüst okumadan ve ne yazık ki tam anlamadan haksızca eleştirdiği yazımda belirtmek istediklerime. Ben yazımda her hangi bir isim vermedim , sadece kafamdaki Konsey Yöneticiliğinin bir profilini çizdim. Ha, Oktay Deprem bu profile uygun birini bulmuşsa onu da bilemem. Ama bildiğim bir şey varsa, o da Oktay Deprem’ in yazımda çizdiğim profile uygun gördüğünü sandığım kişi ile görüşmelerini epeydir sürdürdüğüdür. Oktay Deprem’ e bir hocası olarak tavsiyem gruplarda onun bunun yazılarına cevap yetiştireceğine yıllardır mesleğin her kesiminde görev yapmış birisi olarak özgün görüşlerini hiç çekinmeden ifade etmesidir. Saygılarımla,
Gıda Güvenliği bizden sorulur diyelim, başında Bakan olarak meslektaşımız Mehdi Eker’in, Genel Müdür olarak meslektaşımız hem de gıdacı Prof.Dr.İrfan Erol’un bulunduğu Gıda ,Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının günlerdir kamu oyunun gündeminden düşmeyen Okul Sütü Rahatsızlıkları konusunda oluşturduğu komisyonda Ziraat Fakültelerinden, Gıda Mühendisliği Fakültelerinden akademisyenler var, Veteriner Fakültelerinden bir tek akademisyen yok. Hadi Sağlık Bakanlığından seçilenler arasında Veteriner Hekimlerin bulunmaması normal diyelim ama Gıda,Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından seçilenler arasında Veteriner Hekimlerin olmaması tam anlamıyla bir aymazlık, bir rezalet örneği. Geçenlerde Gıda Güvenliği konusunda düzenlenen bir Kongrenin Kurullarında Konsey Başkanı dışında bir tek Veteriner Hekimin bulunmadığını grubumuzda paylaşmış ve bakalım ne tepkiler gelecek diye beklemiştim. Bugüne kadar Değerli Can Demir dışında kimseden bir tek geri dönüş alamadım. Konsey Başkanının istifa edip etmediğini de bilemiyorum. Arkadaşlar, biz istediğimiz kadar ” benim oğlum gıda güvenliği okur,döner döner yine okur” misali sürekli işte Gıda Güvenliği bizim konumuz, Tek Sağlık Konsepti mesleğimizin geleceğidir söylemlerini tekrarlayıp duralım elin oğlu çoktan atı almış ve Üsküdar’ı geçmiş bile. Bu konulara meslek olarak yerinde ve zamanında tepki göstermezsek çok yakın bir gelecekte elimizde hayvan hastalıklarından başka bir konu kalmaz ve bunu gelecek genç meslektaşlarımıza anlatamayız , onlar tarafından lanetle anılırız. En üzücü olan da Mesleki Örgütlerimizin bu konuda suskun kalması. Bu konularda çok söylenecek şey var ama yazınca da kimi Meslek Örgütü Yöneticisi yakın arkadaşlarımızdan sanki bizim elimizde başka bir olanak varmış gibi ” bunlar yazmaktan başka bir işe yaramazlar” türünden eleştiriler alıyoruz. Ama biz kem söz sahibine aittir diyerek son nefesimize kadar kendi doğrularımızı söylemeye devam edeceğiz. Sözlerimi bizi çok iyi anlatan bir darbı mesel ile bitirmek istiyorum. Oduncu ağacı kesmek üzereyken ağaç dillenip “aman oduncu kıyma bana” demiş. Bunun üzerine oduncu ” benden aman dileme seni kesen baltanın sapı sizden” diye söylenmiş.Saygılarımla, Hazım Gökçen

2008 yılında bir girişimcilik yarışmasında birinci seçilen 26
yaşındaki veteriner Begüm Buğdaycı, Türkiye’nin ilk ‘Kobay Deney
Hayvanları Laboratuvarı’nı kurdu. Buğdaycı, Ankara’daki laboratuvarda
ilaç firmaları, üniversiteler ve hastanelere sadece ‘bilimsel amaç’
için kobay hayvan üretiyor. Projeye dört farklı deney hayvanı
üretimiyle başlayan Buğdaycı, bugün 10’dan farklı türde 2 bin hayvana
ulaşmış. Ar-Ge laboratuvarında kobay dışında her konuda araştırma
yapabilir hale geldiklerini belirten Buğdaycı, “Artık dünyada da kabul
gören kobayları üretmeye başladık. Bizde olmayanlar için de ithalat
yapıyoruz” diyor. Şirketin büyüklüğünün 1 milyon liraya ulaştığını
belirten Buğdaycı’ya yurtdışından ortaklık teklifleri yağıyor.
Danimarka’dan 100 yıllık firmaların olduğu tekliflere sıcak bakıyor
ama tüm hisselerini satmayı asla düşünmüyor.”

Daha henüz mesleğinin başlangıcındaki bu bayan meslektaşımızın
başarısı beni çok heyecanlandırdı ve göğsümü kabarttı. Bu haberi
özellikle yakın zamanda grubumuzda “deney hayvanları üretimi ile
veteriner hekimliğinin ne ilgisi var ? ” diye soran meslektaşımın
okumasını rica ediyorum. Fazlaca bir yorum gerektirmeyen bu büyük
başarısından dolayı sevgili genç meslektaşımı yürekten kutluyor,
başarılarının süreğen olmasını diliyorum.Saygılarımla,

Dun TRT-1 de yayinlanan “Bu Topragin Sesi” programina katilan
Prof.Dr.Tansel Sireli ve Dr.Umit Duman’a ve bugun Flash TV de sabah
programina katilan Prof.Dr.Ayhan Filazi’ye doyurucu aciklamalarindan
ve meslegimizin toplumda daha iyi taninmasina olan katkilarindan
dolayi tebriklerimi ve sukranlarimi sunuyorum. Her iki programi da
seyrederken gercekten buyuk bir gurur duydum ve gogsum kabardi.
Arkadaslar, 40 yillik bir meslektasiniz olarak sunu acikca
belirtmeliyim ki, meslegimizin toplumda layik oldugu duzeye ulasmasi
yaptigi calismalara degil bu calismalarin toplumca ne kadar
bilindigine baglidir. Iste arkadaslarimiz her iki programda da bu
islevi basariyla yerine getirmislerdir.. Medyadaki bu calismalarimizi
eger Kurban Bayramindan sonra da daha buyuk bir hizla surdurursek suna
inanmanizi isterim ki meslegimizin kisa surede ulasacagi duzeye hic
birimiz inanamayiz. Bu duygularla hepinize saygilar sunuyorum.

Mesleğinizi yazmamışsınız ama söylemlerinizden Ziraat Mühendisi
olduğunuz anlaşılıyor. Oysa ben, böylesine tarihi ve onurlu bir
mesleğin mensubu olsam yazdığım mailin altına titrimi çekinmeden
yazardım. Sayın Prof.Dr.Armağan Çolak ile olan tartışmanızın konusunu
bilmiyorum ama aşağıdaki maildeki söylemleriniz bağnaz bir yapınız
olduğunu apaçık ortaya koyuyor.Yazınızdan Veteriner Fakültelerinde
Zootekni Bölümleri olmasını yadırgadığınız anlaşılıyor. Eğer,
Veteriner Fakültelerindeki Zootekni Bölümlerinin içeriğini incelemiş
olsaydınız Genetik, Bioistatistik, Beslenme Hastalıkları, Hayvan
Sağlığı İşletmeciliği gibi konuları kapsadığını görecektiniz. Bu
konuların Veteriner Hekimliği ile ilgili olmadığını sanırım iddia
edemezsiniz. Söylemlerinizden kendi mesleğiniz ile ilgili yeterli
bilgiye sahip olmadığınız da anlaşılıyor. Ziraat( tarım = bitkisel
üretim)’ in ingilizce karşılığı agriculture, Ziraat Mühendisliğinin
ingilizce karşılığı Agricultural Engineer, Ziraat Fakültesinin
ingilizce karşılığı Faculty of Agriculture ,Tarım Bakanlığının
ingilizce karşılığı ise Ministry of Agriculture ‘dır (Bakınız
:internet Zargan İngilizce-Türkçe Sözlük) .Hayvan yetiştiriciliği ise
agriculture’dan tümüyle farklı bir anlam taşır ve ingilizcede animal
husbandry olarak geçer .Dünyanın hemen her dilinde de bu böyledir.Yani
özetle agriculture(ziraat=tarım=bitkisel üretim) ile animal husbandry
(hayvancılık=hayvan yetiştiriciliği) gelişmiş batılı ülkelerde hem
yükseköğretimde hem de mesleki uygulamalarda tamamen farklı
branşlardır. Sadece Almanya’da animal husbandry yani hayvan
yetiştiriciliği ziraat (tarım=bitkisel üretim) ‘ın içerisindedir.
Almanya’da Münih Teknik Üniversitesi Ziraat Fakültesi Hormon
Fizyolojisi Enstitüsü’nde( Enstitü’nün Başkanı ve iki Doçenti
veteriner hekim idi ) bir yıl Araştırma Görevlisi olarak çalıştığım
için durumu yakından biliyorum. Türkiye’de 1933 de faaliyete geçen
Yüksek Ziraat Enstitüsü’nü Alman bilim adamları kurduğu için bizdeki
model Alman modelidir ve hayvan yetiştiriciliği (animal husbandry)
sonraları bu Enstitüden ayrılıp Ankara Üniversitesine katılan Ziraat
ve Veteriner Fakültelerinin bünyesine de aynen girmiştir. Durumu size
ve konunun yabancısı olan üyelerimize açıklamak için bu maili
yazıyorum. Bizler, bizden öceki kimi hocalarımızın yaptığı gibi
aslında kardeş olan veteriner hekimliği ve ziraat mühendisliği
meslekleri arasında nifak ve düşmanlık yaratmak istemedik,
öğrencilerimizi de bu anlayış doğrultusunda yetiştirdik. Benim 1965
yılında girdiğim Üniversite Sınavında ilk tercihim Ziraat Fakültesi
idi. Ankara Dışkapı’da Ziraat Fakültesi öğrencileri ile beş yıl aynı
bahçeyi, aynı yatakhaneyi, aynı kantini paylaştık. Her iki mesleğin
mensupları arasındaki evliliklerin sayısı çok fazladır. Gerek Ziraat
Mühendisi gerek Öğretim Üyesi çok sayıda arkadaşa sahibim. Gerçi,
Ziraat Fakültesinde okuyamadım ama kaderin cilvesine bakın ,1989
yılında Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesinde Zootekni Bölümü
öğrencilerine Üreme Biyolojisi dersi verdim ve o dönemdeki
öğrencilerim beni hala ararlar. O nedenle Ziraat Mühendiliği mesleğine
karşı bir yanlış yapmam söz konusu olamaz Ben sadece kendimce
inandığım doğruları dile getirmeye çalıştım.Her iki mesleğin uyumlu
birlikteliği en başta Türkiye ekonomisinin temeli olan tarımın ve
hayvancılığın gelişmesine etkin katkılar sağlayacaktır.
Son günlerde yurt içi ve yurt dışı medyada güncel tartışmalarla da
ilgili olarak veteriner unvanlı iki kişinin adı sıkça geçiyor.
Bunlardan birisi Dersim olaylarında adı geçen Baytar Nuri lakaplı
Veteriner Hekim Dr.Nuri Dersimi, diğeri de Sicilya mafyasının ikinci
adamı veteriner lakaplı Domenico Raccuglia. Wikipendia
ansiklopedisinde yaptığım araştırmada Dersim olaylarında kürtlerin
lideri olan Seyyid Rıza’nın yardımcısı Veteriner Hekim Nuri Dersimi
1918 yılında Baytar Mektebi Ali’sini bitirerek askeri veteriner olmuş
ve uzun yıllar ordu saflarında hizmet ettikten sonra Seyyid Rıza ile
tanışarak onun yanında ikinci adamlığa yükselmiştir. Nuri Dersimi’nin
Dersim ile ilgili bir kitabı da bulunmaktadır. Domenico Reccuglia ise
aslında veteriner hekim olmayıp hayvanları çok sevdiği için
“veteriner” unvanı almış bir mafya üyesi olup Sicilya Mafyasının
ikinci adamlığına kadar yükselmiş ve 15 yıllık firardan sonra geçen
gün yakalanmıştır.Her zaman olumlu işler yapan veteriner hekimlerden
bahsedecek değiliz ya. Saygılarımla,
Çok değerli hocamız Prof.Dr.Şükrü Gürtunca’nın vefatını
büyük bir üzüntü ile öğrendim.Ruhu şad olsun.Sevgili Can Demir’in de
dediği gibi derslerinde önde oturmak bir ayrıcalıktı.Rahmetli hocanın
sesi arkalardan yeterince duyulmadığı ve 1968 yılında günümüzdeki gibi
fazla basılı ders kitabı da olmadığı için benim gibi çalışkan olup not
tutan öğrenciler hep önde otururdu.O nedenle de rahmetli önde oturan
öğrencilerin adlarını çok iyi bilir, ama bana nedense hep Hamza diye
hitap ederdi. O’ na en son 4-5 yıl önce Ankara’da İzmir Caddesi’ndeki
havuzun başında sigarasını içerken rastlamıştım.Yine her zaman olduğu
gibi gülen yüzü ile bana Hamza demişti. Sınavlarda rahmetli hocamız
Şahin Akman’ın takıp bir kaç kez bıraktığı sevdiği öğrencileri ne
yapar eder kendi grubuna alır ve geçirirdi.Hocamın ders verdiği
kürsüde ders vermek yıllar sonra bana da nasip oldu.Mutavazı ve
babacan kişiliği ile öğrencilerinin belleğinde daha uzun yıllar yer
alacağını düşünüyorum. Hocama Allah’tan rahmet , ailesine ve meslek
camiamıza baş sağlığı dilerim.Saygılarımla,
Gruba gelen maillerde çok sayıda meslektaşımızın belediye
başkanı,belediye meclisi üyesi ve il genel meclisi üyeliklerine
seçildiklerini sevinçle öğreniyoruz.Seçilen tüm meslektaşlarımı
yürekten kutluyor,başarılarının sürekli olmasını diliyorum.

Yaşamının 15 yılını meslek örgütlerinde, 6 yılını da politikada
geçirmiş bir kişi olarak gruplara ve değişik dergilere yazdığım çok
sayıdaki yazıda hayvancılığın ve veteriner hekimliğin sorunlarının
yegane çözüm yolunun meslek olarak politikada etkinlik sağlamaktan
geçtiğini , Dünya’da politik etkinliği en yüksek olan mesleğin ise
veteriner hekimlik olduğunu örnekler vererek belirtmiştim.

Meslektaşlarımızın bu seçimlerdeki başarısını milat kabul edelim ve
önümüzdeki seçimlere her şeyimizi borçlu olduğumuz hayvan
yetiştiricilerini de arkamıza alarak güçlü biçimde hazırlanalım. Bu
arada Antalya’da Odamız önderliğinde yapılan bir yetiştirici
mitinginin mesleğimize İki İl Genel Meclisi Üyesi kazandırdığını
unutmayalım.Saygılarımla,
AB Veteriner Hekim Platformu Sayın Muhsin Yazıcıoğlu’nun özgeçmişini
iletince ben de bir iki anımı sizlerle paylaşmak istedim.
Muhsin Yazıcıoğlu Ankara Veteriner Fakültesi’nden benim öğrencim
idi.1978 yılında son sınıf suni tohumlama stajı için kendisinin de
içinde bulunduğu grubu otobüs ile Karacabey Harası’na
götürmüştüm.Yolda mola yerlerinde yüzlerce seveninin kendisini
heyecanla karşıladığını anımsıyorum.Bir akşam Hara’da lokalde oyun
oynarken bir öğrenci Muhsin Yazıcıoğlu’na çok sayıda ziyaretçinin
geldiğini ve yemekhanede oturduklarını söyledi.O sırada yanımızda
bulunan Hara Müdür Muavini rahmetli Hayati Yosunkaya ile birlikte
yemekhaneye gittik.Gerçekten de çevre ilçelerden gelen çok sayıdaki
konuğuyla birlikte oturuyordu.Rahmetli Hayati Yosunkaya idareden
habersiz konuk kabul kabul ettiği için Muhsin’i biraz da sertçe
uyardı.Muhsin onun üzerine ayağa kalktı ve Hayati Yosunkaya’dan özür
dileyerek hemen konuklarını yolcu etti.
İki yıl önce kızım ile Ankara’da ODTÜ ormanında yürüyüş yaparken
arkamdan birisinin hocam diye seslendiğini duydum.Dönüp bakınca iki
kızı ie Muhsin’i gördüm.Merhabalaşıp hal hatır sorduktan sonra
“hocam,görüşelim,mutlaka partiye beklerim” dedi ve sonra vedalaştıp
ayrıldık.
Kendisine eğer hayatta ise bol şans ve acil şifalar diliyorum.
Mazeretim nedeniyle geçtiğimiz hafta sonu eş zamanlı oluşan iki olayda
da yer alamadığım için çok üzgünüm . Bunlardan birincisi sevgili
arkadaşım Çetin Eşcan’ın cenaze töreni, diğeri de AB Veteriner Hekim
Platformu’nun 3.Koordinasyon Kurulu Toplantısı idi.

Çetin Eşcan’ın şahsında büyük bir yurtseveri ve meslekseveri yitirdik.
Ruhu şad olsun. Rahmetli Çetin benden iki sınıf küçüktü. O dönemlerde
şimdiki gibi aynı sınıfta okuyup ta biri birini hiç tanımayan
üniversite öğrencileri yoktu. En azından iki sınıf öncesini ve
sonrasını yakından tanır, hatta küçükler olarak büyüklere ağabey diye
hitap ederdik. Mesleğimizin geçmişte yaşadığı şaşaalı dönemin sırrı da
bu olsa gerek. Mezuniyetten sonra arkadaşlığımız aynı yoğunlukla sürdü
ve özellikle meslek örgütlerindeki çalışmalarla perçinleşti. Veteriner
Hekimler Derneği Yönetim Kurulu’nda 1977 ve 1979 yıllarında birlikte
çalıştık. Siyasal çekişmelerin ve anarşinin yoğun olduğu o yıllarda
özverili çalışmalarla Derneğimizi Ankara’da Valilikçe kapatılmayan
birkaç dernekten biri yapmış ve bu sayede şimdi içine bile
giremediğimiz dernek binamızın hazineye devrini önlemiştik. Gece
sokağa çıkmanın bile cesaret istediği o yıllarda ta Lalahan’dan gelip
akşamki toplantılara katılır ve o zaman sadece zenginlerin arabası
olduğu için geceleyin otobüs hatta bazen tren ile geri dönerdi.
Lalahan’da çalıştığı dönemde birlikte görev yaptığı çok sayıda genç
meslektaşımıza yol göstericilik yaptığını iyi anımsıyorum. Kuşkusuz
mesleğimizin hafızası Çetin Eşcan’ı hiç unutmayacak hep saygı ile
anımsayacaktır.Tek tesellimiz şimdi çok sevdiği oğlu ile bir yerlerde
birlikte olduğunu bilmemizdir.

AB Veteriner Hekim Platformu Koordinasyon Kurulu Toplantısı mesleğimiz
ile ilgili haksız ve mesnetsiz yakıştırmaların yer aldığı bir ortamda
yapıldı. Öncelikle bu toplantının düzenlenmesinde ve başarılı bir
biçimde sürdürülmesinde emekleri geçen değerli meslektaşlarımız
Dr.Mestan Özyer’e, Cengiz Taş’a ve Doç.Dr.Zafer Gönülalan’a
teşekkürlerimi ve tebriklerimi sunarım. Eğer toplantıya katılsaydım
dile getirmeyi düşündüğüm çözüm önerilerimi kısaca sizlerle paylaşmak
istiyorum.

1. Bürokraside yıllardır “tarım” olgusu içinde yer alan mesleğimiz ne
yazıktır ki hep üvey evlat muamelesi görmüş, ötekileştirilmiş ve bu
nedenle de layık olduğu düzeye bir türlü ulaşamamıştır. Mesleğimizi
“tarım” boyunduruğundan bir an önce kurtarıp; hayvan sağlığı, gıda ve
eko – sistem güvenliği, veteriner halk sağlığı gibi çağdaş konuları
içeren “tek dünya, tek tıp, tek sağlık” olgusuna uyarlamamız mutlak
bir zorunluluktur. Bu alanda başlatılmış olan çabaların değişik meslek
örgütleri arasında ve yetkin bir uzman grubunun da katılımı ile
genişletilerek sürdürülmesi yararlı olur.

2. Yarım asırlık 6343 sayılı meslek yasamızı çağın gereklerine
uydurmak adına siyasal çabalara hız vermemiz gerektiğini düşünüyorum.
Yeni hazırlanacak yasada öncelikle serbest veteriner hekimlerin hak ve
yetkileri ile odalarca etkin denetimleri iyice düzenlenmelidir. Tarım
ve Köy İşleri Bakanı Sayın Mehdi Eker’in, eğer ön ayak olursa,
meslekte ileride minnetle yad edileceği yegane hizmeti de kanımca bu
olacaktır.

3. Mesleğimizin saygınlığını zedeleyen ve meslektaşlarımız arasındaki
birlikteliği bozan serbest veteriner hekimlerin ilaç satma yetkisi ya
tümden kaldırılmalı ya da çok sıkı yaptırımlara bağlanmalıdır.

4. Yeniden bağımsızlaşmasını haklı olarak arzuladığımız kamu veteriner
örgütlenmesi geçmişin bürokratik ve durağan yönetim anlayışına göre
değil de çağımızın proje yürüten, hızlı sorun çözen, danışmanlık ve
eğitim hizmetleri verebilen anlayışına göre yapılandırılmalıdır.

5. Çiğ sütün değer fiyatına satılamaması durumunda veteriner
hekimlerin de olumsuz etkilendiği somut bir gerçektir. Bu nedenle; süt
sanayicilerinin tekelini kırmak, süt-yem fiyat dengesinin 1:2 olarak
gerçekleşmesini sağlamak , süt tozu ve dişi damızlık ithalatını
durdurmak, hayvan kaçakçılığını engellemek adına gösterilecek
çabalarda her türden yetiştirici örgütünün de desteğini alarak yasal
eylemler düzenlemek gerekir.

6. Mesleki sorunlarımızın yegane çözüm yeri kanımca parlamentodur. Bu
nedenle istekli meslektaşlarımızın siyasi görüşlerine uygun partilerde
politikaya atılmaları ve milletvekili seçilebilmek adına çaba
göstermeleri yerinde olur. Parlamentoda ne kadar çok veteriner hekim
üye yer alırsa mesleğimizin ve hayvancılığın sorunlarının da o denli
etkin biçimde çözüleceği inancındayım.

Kuşkusuz Türkiye’de veteriner hekimliğin daha bir çok sorunu
vardır. Ancak, yukarıda sıraladığım sorunların çözülmesi halinde öteki
sorunların da kolaylıkla ortadan kalkacağını düşünüyorum.

Sözlerimin sonunda mesleğimize karşı yapılan haksızlıklara
üzülen genç meslektaşlarıma bir şeyler söylemek isterim. Sakın ola ki
umutsuzluğa kapılmayın. Tarihi insanlık tarihi kadar eski , geçmişi
şan ve şereflerle dolu olan kutsal mesleğimiz eskiden de bugün olduğu
gibi bir çok sorunla karşılaşmış ve tümünü de başarı ile atlatarak
onurla dimdik ayakta durmasını bilmiştir. Şunu hiç unutmayalım ki,
kutsal mesleğimiz kimi siyasal çevrelerin ve medyanın bu tür haksız
yakıştırmalarından etkilenmeyecek kadar büyüktür ve güçlüdür. Yeter ki
mesleki refleksimizi doğru yönde kullanalım ve enerjimizi günü birlik
olaylara değil de mesleğimizin gelecekteki çağdaş vizyonunu
oluşturmaya harcayalım. En önemlisi de birliğimizi bozacak
davranışlardan ve söylemlerden özenle kaçınalım. Saygılarımla,
Grubumuzda son günlerde sıkça tartışılan koyunculuktaki çoban sorunu
üstüne geçmişte sahada bizzat edindiğim kimi gözlemlerimi sizlerle
paylaşmak istiyorum. Öncelikle akademik yaşamım boyunca yaptığım 80
bilimsel araştırmanın yaklaşık %90 ının ve doktora,doçentlik
,profesörlük tezlerimin koyunculuk üstüne olduğunu belirtmeliyim.
Ayrıca,1980-1982 yılları arasında Ankara ve Eskişehir illerinin koyun
suni tohumlaması yapılan tüm köylerinde incelemeler yapmış ve
gözlemlerimi Veteriner Hekimler Derneği Dergisi’nde iki fasikül
halinde yayınlamıştım.Yine hatırlanacağı üzere koyunculuk konusundaki
görüşlerimi grubumuza yazdığım yazılarda da belirtmiştim. Bu
nedenlerle çoban konusu üzerinde görüş bildirmek yetkisini kendimde
görüyorum.

Türkiye’de koyunculuk yüzyıllardan beri babadan kalma usullerle ve
meraya dayalı olarak yani ekstansif biçimde sürdürülmektedir. Ne var
ki son 20 yılda yapağı fiyatlarındaki aşırı düşüş;bilinçsiz otlatma
,tarım alanına dönüştürme ve terör nedenleriyle meraların yeterince
kullanılamaması;koyun etine olan talebin sağlık kaygıları yüzünden
azalması;sosyo-ekonomik değişim sonucu köylülerin vazgeçmesi ;çoban
sorunu gibi nedenlerle koyunculuk gerileme sürecine girmiş,koyun
sayıları bu süre içerisinde 50 milyondan 25 milyona düşerek %50
oranında azalmıştır. Koyunculuktaki bu geriye gidişin nedenlerini ve
çözüm önerilerimi gruba yazdığım yazılarda ayrıntıları ile
belirtmiştim. O nedenle burada yinelemek istemiyorum. Bu yazımda
sadece güncel olduğu için çoban sorununa değinmek istiyorum.

Öncelikle,sahadaki incelemelerim sırasında yaşadığım bir anıyı
anlatmak istiyorum.Eskişehir’in şimdi adını anımsamadığım bir köyünde
mevcut olan toplam dört sürüden üçünün tohumlama yaptırdığını birinin
ise tohumlama yaptırmaktan kaçındığını teknisyen arkadaştan öğrenice
tohumlama yaptırmayan sürünün sahibi ile görüşüp nedenini öğrenmek
istemiştim.Evinde ziyaret ettiğim sürü sahibine nedeni sorduğumda şu
yanıtı aldım.” Beyim,ben suni tohumlamanın yararına herkesten çok
inanıyorum ancak çoban istemediği için yaptıramıyorum”.Ben
kendisine”Ağa,sen koskoca sürü sahibisin,çobanın süzü ile mi hareket
ediyorsun?” deyince şu yanıtı verdi.”Beyim,çoban deyip geçme.Zaten
doğru dürüst çoban bulamıyoruz.Çobanlık aşağılandığı,meşakkatli olduğu
ve kimse kızını vermediği için en zor bulunan bir meslek.Zaten ya
aklında özürü olanlar ya da doğudan kan davasından kaçanlar gelip
çoban oluyor.Bizim sürülerimiz kırkımdan sıfata kadar yaklaşık altı ay
yabandadır.Çoban bir köpek,bir merkep bir de kepenekle altı ay
dağda,bayırda gezer.Altı aylık dönemlerde verdiğimiz ücretler
yüksek.Haftada bir çobana yiyeceğini içeceğini
götürürüz.Etsiz,kavurmasız yemek istemez,Samsun cigarasının da
fasonunu değil 218 ini ister.Bu şartlarda çoban bulmak ta beslemek te
zor.Alıştığımız ve başka yapacak bir işimiz de olmadığı için
koyunculuktan vazgecemiyoruz”.Son olarak” pekiyi çoban suni
tohumlamayı neden istemiyor?” diye sorunca bana şu ilginç cevabı
verdi.”Çoban, sürüyü tohumlamaya getir deyince ben ahlaksız
mıyım(yazarın notu:çobanın kullandığı deyimi burada kullanamayacağım
için yumuşatılmışını yazıyorum),koyunu tut,bacağını kaldır ,bunlar
bana zor geliyor.Ben bu işleri yapmam,istersen kendine bu işleri
yapacak başka birini bul diyor,ben de başka kimse bulamayacağım için
onun isteğine boyun eğiyor ve yararına inandığım tohumlamayı
yaptırmıyorum”.Çobanla görüşmek mümkün olmadı ama başka köylülerden
öğrendiğime göre çoban aslında her gün sürüyü 20-30 km ötedeki
otlaktan tohumlama istasyonunun bulunduğu köye getirmeye üşeniyor ve
bu nedenle de işin ahlaksızca olduğunu ileri sürüyor.

Gerçekten de çoban sorunu köylülerimizin koyunculuktan vazgeçmelerinin
en önemli nedenlerinden biri.Hele bilgili ve deneyimli çoban istihdam
etmek başlı başına bir sorun.Bu soruna yaklaşık 50 yıl önce Ömer Özek
adında bir meslektaşımız parmak basmış ve “Çoban Okulları” açılmasını
önermişti.Önce kısaca rahmetli meslektaşımızdan bahsedeyim.Ömer Özek
Karacabey Harası’nda uzun yıllar koyunculuk Şube Şefi olarak çalışmış
bir meslektaşımız.Hatta harada koçların bulunduğu ve benimde çok
araştırma yaptığım mevkideki ormana “Ömer Özek Ormanı” adı
verilmişti.Şimdilerde oralar Jokey Klübe tahsis edildiği için neler
oldu bilemiyorum.Daha önceki bir yazımda da belirttiğim gibi rahmetli
İsmet İnönü Cumhurbaşkanlığı döneminde koyuncuğa verdiği önemin bir
göstergesi olarak Bandırma’da bir Merinos Çiftliği açılmasını istemiş
ve Karacabey Harası’ndan bu çiftliğe gönderilecek merinos koçlarının
ve koyunlarının sayısını el yazısı ile bizzat belirlemiştir.İşte bu
çiftliğin kurulmasından hemen sonra Ömer Özek müdür olarak atanıyor ve
orada yıllarca Türk koyunculuğuna unutulmaz hizmetler
veriyor.Mesleğimizin isimsiz kahramanlarından Ömer Özek çeşitli
mesleki dergilere yazdığı yazılarda ısrarla çöban sorununa vurgu yaptı
ve Çoban Okulu açılmasını savundu.Hatta ölümünden sonra ,ben 1979 da
veteriner Hekimler Derneği Başkanı iken karısı hanım efendi beni
ziyaret etmiş ve Çoban Okulu açılması konusundaki eşinin vasiyetini
ileterek bu konuda yazdığı bir şiiri bana okumuştu.Ne yazık ki o şiir
Veteriner Hekimler Derneği’nin arşivlerinde kaldığı için erişip te
sizlere sunamıyorum.Ama çok duygulu ve soruna parmak basan bir şiir
olduğunu anımsıyorum..Ben de o zamanki Suni Tabii Tohumlama ve Nesil
Kontrol Genel Müdürü rahmetli ağabeyimiz Mahmut Yasankul ile bu konuyu
görüşmüştüm.Kendisinin de olumlu bulduğu bu düşünce ne yazık ki kısa
bir süre sonra Genel Müdürlük kapatıldığı için sonuçsuz kaldı.Bu
vesile ile rahmetli meslektaşlarımız Ömer Özek’i ve Mahmut Yasankul’u
saygı ve minnetle anmak isterim.Bir diğer dileğim de bugün üst düzeyde
bulunan ve Sayın Bakan da dahil bir çoğu öğrencim olan yöneticilerin
de bu saygı değer meslektaşlarımızı örnek alarak meslekte onlar gibi
bir gün hatırlanacak iyi izler bırakmalarıdır.

Kanımca, rahmetli Ömer Özek’in yıllar önce ortaya attığı “Çoban Okulu”
açılması fikri gerçekleşebilir.Benim görüşüme göre,yeni yasayla sağlam
bir tüzel kişilik te kazanmış olan Koyun Yetiştirme Birlikleri
bölgelerindeki Veteriner Fakültelerinin ve Veteriner Hekim Odalarının
da desteğini alarak bilgili ve çağdaş çobanlar yetiştirmek için
okullar kurulabilir.Buna bir örnek olarak şimdilerde var mı
bilemiyorum ama Jokey Klübünün jokey yetiştirmek için açtığı Apranti
Okulları gösterilebilir.Ayrıca YÖK nezdinde girişimde bulunularak
özellikle yeni gelişmekte olan entansif koyunculuk işletmelerinde
istihdam edilecek bilgili koyunculuk teknisyenleri yetiştirmek üzere
Meslek Yüksek Okulları bünyesinde iki yıllık programlar açılabilir.

Başka meslekler hakları olmadığı halde çalışma alanlarımızı gasp
etmeye çelışırken bizim önemli bir istidam kaynağı olan koyunculuğa
gerekli önemi vermeyip kendi kendimize çalışma alanlarımızı
daraltmamız yaman bir çelişki değil mi?
Platform üyelerinin en yaşlısı (60 yaşındayım) ve en kıdemlisi (1970
mezunuyum) belki de benim. Akademik yaşamım boyunca
Ankara,Uludağ,Selçuk,Fırat Üniversitelerine bağlı veteriner
fakültelerinde ve Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi’nde Suni
Tohumlama dersleri verdim.Bu nedenle aranızda çok sayıda öğrencimin
olduğunu sanıyorum .Ayrıca sağ olsunlar moderatörlerimizin önerisi ile
platformumuz Temsilciler Kurulu’na atandım.Tüm bu özelliklerim
yüzünden aşağıda yazacaklarıma hakkım olduğunu sanıyor ve amacımın
kimseyi eleştirmek ya da kimseye öğüt vermek değil her zaman olduğu
gibi düşündüklerimi sizlerle paylaşmak olduğunu belirtmek istiyorum.

Gruplarımıza gelen maillerde değerli meslektaşlarımız Ramazan Boztepe
ve Cevdet Akdeniz’e yöneltilen eleştirileri ve Adnan Serpen’in
uğradığı haksızlığı kendi yazısıdan okuyunca gerçekten çok üzüldüm.
Ramazan Boztepe ve Adnan Serpen gruplarımızda en çok akademik yazı
yazan ve görüşlerini açıklayan iki değerli meslektaşımız,Cevdet
Akdeniz ise bakanlığın değerli bir bürokratı.Yazacağımız maillerde
kişilerin isimlerinin altına koydukları ünvanları ya da siyasi
kararların altına emir alan bir bürokrat olarak istemeden de olsa
attıkları imzaları değil yazdıkları bilimsel yazıları ve görüşleri
eleştirelim. Ancak bunun pek de kolay olmadığını gruplarımıza gelen
bilimsel yazıların ve seyrek te olsa yazılan yazılara verilen
yanıtların azlığından anlıyoruz. Oysa her zaman dile getirdiğim gibi
meslek olarak toplumun tümünü kucaklayan çok önemli çağdaş değerlere
sahibiz. Hayvan sağlığı ve refahı; hayvan hakları; çevre ve gıda
güvenliği, veteriner halk sağlığı bu çağdaş değerlerimizden sadece bir
kaçı. İçinde bulunduğumuz milenyumda yıllardır bizlere dayatıldığı
gibi üretimde ve bürokraside tarımın horlanan bir parçası mı olacağız,
yoksa insan sağlığının ve koruyucu hekimliğin ayrılmaz bir unsuru
olarak yolumuza daha güçlü biçimde devam mı edeceğiz?Bunun yanıtını
meslek olarak mutlaka bulmamız gerekir. Adnan Serpen’in gündemimize
soktuğu tek sağlık,tek tıp konsepti bizleri insan sağlığı ile
bütünleştirecek yollardan sadece bir tanesi. Eğer önümüzdeki günlerde
tüm bu değerlerden oluşacak çağdaş bir vizyon geliştiremezsek hem
mesleğimize hem de bizden sonra gelecek meslektaşlarımıza karşı
görevlerimizi gereğince yapmamış oluruz. Kanımca bugün gelinen noktada
mesleğimizin kökten bir değişime ve dönüşüme ihiyacı vardır. Şubat
ayındaki Kayseri toplantısının bu amaç için uygun bir fırsat olduğunu
düşünüyorum. Aktif meslek yaşamının neredeyse yarısını meslek
örgütlerinde çalışarak geçirmiş birisi olarak şunu rahatlıkla
söyleyebilirim ki,şu anda meslek olarak yaşadığımız sorunların büyük
çoğunluğu ağacı kesen baltanın sapının da ağaç olduğu misali
kendimizden kaynaklanmaktadır. Başka meslek
gruplarını,bürokratları,siyasileri suçlamak kolaydır ama yakın
geçmişte Eczacıların ortaya koyduğu gibi bir eylem yapabilmek çok
zordur. Her insan için mutlak gerekli olan hayvansal üretimden ve
insan sağlığındaki yadsınamaz rolümüzden kaynaklanan gücümüzü meslek
örgütlerimizin önderliğinde ve yasal sınırlar içerisinde bizler de
hayata geçirebilirsek sorunlarımızın daha kolay çözüleceği
muhakkaktır.Ayrıca gruplarımızda sıkça yapıldığının aksine kişisel
konulardan çok hepimizi ilgilendiren genel konulara değinir ve tarihi
tarihçilere,siyaseti siyasetçilere bırakıp mesleğimizin çağdaş
vizyonuna uygun oluşturacağımız görüşleri gruplarımızda çekinmeden
tartışmayı yeğlersek sanırım çözemeyeceğimiz hiç bir sorun kalmaz.
Saygılarımla,
Hayvancılıkta ölçek sorunu üzerine yazdığım bir yazıda , 1.KOHİ olarak
adlandırdığım, pazara üretim yapan 50-100 başlık Küçük Orta Ölçekli
Hayvancılık İşletmeleri’nin yaygınlaşması ve sanayideki KOBİ –
KOSGEB örneğinde olduğu gibi kredi, teşvik ve destek olgularının
koordine edileceği bir merkezi KOHİ örgütü kurulması, 2.Köydeki
yetiştiricilerin elindeki verimli hayvanların demokratik bir halk
kooperatifinin bünyesinde kurulacak modern bir işletmede toplanarak
elde edilecek karın katkı oranında hakça paylaştırılması ,
3.Kuruluşları serbest piyasa düzeninde engellenemeyen mega hayvancılık
işletmelerine hiç olmazsa bakanlığın bir yönetmelikle düzenlediği
biçimde sözleşmeli yetiştiricilik yaptırarak tekel olma tehlikesinin
önlenmesi gibi kendimce önemsediğim üç öneri sunmuş ve bu konuların
meslektaşlarımızın katkıları ile zenginleştirilmesini dilemiştim.
Hayvancılığın, dolayısıyla da veteriner hekimliğin en önemli sorunu
olarak gördüğüm ölçek sorunu ne yazık ki meslektaşlarımızdan ,bir süre
önce gündemimizi işgal eden ateizm-darwinizm tartışması kadar bile
ilgi görmedi. Yine de bu konularda görüşlerini açıklayan sınırlı
sayıdaki meslektaşıma teşekkür ediyorum.Tümü de değerli olan bu
önerilere katkı bağlamında ben de görüşlerimi kısaca açıklamak
istiyorum.
Türkiye’deki hayvancılığın gerilemesinin bir nedeninin de Doğu
ve Güney-Doğu Anadolu Bölgelerindeki meraların aşırı otlatma ve terör
nedeniyle kullanılamaması olduğunu hepimiz biliyoruz. Ne var ki
ülkemizdeki hayvancılığın tümüyle meraya dayalı olması da beklenemez.
Ancak elverişli bölgelerde hayvancılığa mera desteğinin sağlanması da
kaçınılmaz bir zorunluluktur. Amerika’nın süt ülkesi (dairyland)
olarak ta adlandırılan Wisconsin eyaletindeki hayvancılık
işletmelerinin soya, silajlık mısır, yonca gibi kaba yemleri
ürettikleri tarlaları yanında özel meralara da sahip olduklarını
görmüştüm.
Veteriner hekimlerin hayvancılık işletmeleri kurarak
hayvansal üretime katkıda bulunmaları için her hangi bir engel yoktur.
Meslektaşlarımızın devletin hayvancılığa verdiği destek ve Ziraat
Bankası’nın verdiği ucuz zirai kredilerden yararlanarak hayvancılığa
atılmaları işsizlik sorununa da bir ölçüde çözüm getirebilir. Ancak
5-6 veteriner hekim bir araya gelip bir işletme kursa ve Türkiye’de
örneğin 1000 veteriner hekim bu işe soyunsa yaklaşık 200 işletme yapar
ki bu da genel işletme sayısı içerisinde küçük bir yer tutar ve bu
durum hayvancılıktaki ölçek sorununu çözmeye yetmez. Kanımca en
doğrusu veteriner hekimlerin kendilerini iyi yetiştirerek hayvan
sağlığı ve gıda güvenliği konusuna katkıda bulunmalarıdır.
Yeterince bildiğimi sandığım Almanya’daki hayvancılık
faaliyetleri çok büyük ölçüde kooperatifçiliğe dayalıdır.
Kooperatifler Almanya’da sahip oldukları ekonomik varlık ve insan gücü
ile devletin hayvancılık politikalarını bile yönlendirmektedirler.
Bizde ise kooperatifçilik Sayın Adnan Serpen’in de dediği gibi
yıllardır umacı olarak tanıtılmıştır. Oysa kooperatif olgusu
girdilerin ucuza temin edilip ürünlerin değer fiyatına satılmasını
sağlayan demokratik bir birlikteliktir. O nedenle demografik yapısı
uygun olan yörelerde yetiştiricilerin hayvan da dahil olmak üzere tüm
maddi güçlerini birleştirerek pazara dönük üretim yapmaları
yerinde olur.
Son zamanlarda sanayiden para kazanamayan kimi girişimciler
destek, kredi ve teşvik olanaklarını daha elverişli olarak gördükleri
hayvancılık sektörüne yatırım yapmakta ve bir araya gelerek mega
işletmeler oluşturmaktadırlar. Günümüzün serbest girişimcilik
ortamında bu gelişmeyi önlemenin olanağı yoktur. Ancak, bakanlığın da
bir yönetmelik çıkararak özendirdiği sözleşmeli yetiştiricilik modeli
ile hiç olmazsa mega işletmelerin tekel oluşturma güçleri kırılarak
rekabet koşulları zayıflatılabilir ve bu sayede pazara üretim yapan
orta ölçekli işletmelerin sayısı artırılabilir. Bu konuya ideolojik
olarak bakmaktansa hayvancılığımızın ve veteriner hekimlik mesleğinin
yararları açısından yaklaşmanın daha doğru olacağı düşüncesindeyim.

Degerli meslektasim Dr.Suleyman Bacinoglu’nun hayvancilik
isletmelerinin olcegi ile ilgili olarak bir suredir grubumuzda dile
getirdigi goruslere aynen katiliyorum.Ben de yillardir konu ile ilgili
olarak yazdigim yazilarda ,Turkiye’deki sut sigiri yetistiriciliginin
gunumuzdeki en buyuk sorununun buyuk cogunlugu ile sadece aile ici
tuketime donuk uretim yapan 3-5 ineklik ilkel yapidan gelismis
ulkelerde oldugu gibi pazara uretim yapan 50-100 baslik Kucuk-Orta
Olcekli Aile Hayvancilik Isletmelerine (sanayideki KOBI benzeri
KOHI’lere) evrilememesi oldugunu soyler dururum ama ne yazik ki
ilgililer hala bir aileye iki inek vermeye devam ederler. KOHI’ler
ustune yazdigim bir yazi (hazimgokcen.com) adresinden
okunabilir.Konunun meslegimiz acisindan en uzucu yani ise yillar boyu
bir turlu degismeyen bu ilkel yapinin meslegimizin yaklasik 80
yildir buyuk ozverilerle sunmaya calistigi hayvan sagligi ve islahi
hizmetlerinin yeterince etkin olamamasinda en buyuk rolu oynamasidir.

Cozum olarak simdi burada ayrintilarina girmeyecegim, dileyenlerin web
sayfamdan okuyabilecekleri KOHI (Kucuk-Orta Olcekli Aile Hayvancilik
Isletmeleri) modelini onerebilirim.Ayrica yine sayin Dr.Bacinoglu’nun
belirttigi gibi bir koyde ailelerin elinde ilkel kosullarda
yetistirilen sut ineklerinden verimli olanlarinin demokratik bir
kooperatif catisi altinda olusturulacak modern bir isletmeye
aktarilarak bilimsel yontemlerle islah edilip verimlerinin artirilmasi
ve elde edilecek gelirin katki oraninda hakca paylastirilmasi modeli
de baslangicta Turk koylusunun yapisina uygun degildir diye yadirgansa
bile orta ve uzun donemde onerilecek cozumler arasinda sayilabilir.Bu
baglamda Konya Seker Fabrikasi Muduru’nun cevre yetistiricilerin
hayvanlarini toplayarak fabrika bunyesinde bir “Inek Bankasi”
olusturdugunu basindan izleyenimiz vardir sanirim. Son olarak buyuk
sermaye sahiplerinin giderek artan sayilarda olusturduklari mega
sigircilik isletmeleri baglaminda bir cozum onermek istiyorum.Bir
bolumunun halen sinirli da olsa uyguladigi gibi mega sigircilik
isletmeleri yillardir tavukculukta basari ile uygulanan sozlesmeli
yetistiricilik modeli benzeri bir uygulama ile ( hayvan ve girdi temin
edip urunu uygun fiyatla satin almayi garanti etmek modeli )
cevrelerinde cok sayida Orta Olcekli Aile Sut Sigirciligi Isletmesi
olusturabilirler.Nitekim,Tarim ve Koy Isleri Bakanligi sozlesmeli
hayvancilik konusunda yakinda bir yonetmelik te cikarmistir.

Aslinda cozum olarak ileri surulen bu uc onerinin her biri genis
kapsamli makalelerin konusunu olusturacak boyuttadir.Kanimca ideal
olani bastan ayrintilara girmek yerine konularin meslektas katilimi
ile zenginlesmesidir.Hayvanciliktaki olcek sorununun cozumlenmesi en
basta biz veteriner hekimlerin yararina olacaktir.Saygilarimla,

Mailin için teşekkürler.Veteriner Sağlık Teknisyenleri/Teknikerlerinin
hayvan sağlığındaki ve hayvan ıslahındaki önemini en iyi
bilenlerdenim.Hiç bir veteriner fakültesi kabul etmediği halde Uludağ
Üniversitesi Veteriner Fakültesi’ndeki dekanlığım sırasında veteriner
sağlık teknisyenlerine Açık Öğretim Fakültesinde ön lisans programı
açılması için mücadele veren ve bunu kabul ettiren biriyim.Aynı
zamanda ön lisans programında suni tohumlama dersleri de verdim.1970
yılında Sivas’ta merkez veterineri olarak görev yaptığım sırada
tanıdığım hayvan sağlık memurları Nabi beyi ve Hasan Durmazı hiç
unutmadım ve onlarla ilgili dergilere ve bu portalda gruba yazılar
yazdım.Nabi beyin Diyarbakır’da at vebası mücadelesinde göğüs kemiğine
aldığı nal izini ve Hasan Durmaz’ın Gemerek’te hayvan aşılamaya
giderken dere geçmek zorunda kalıp donmak üzere iken köylüler
tarafından kurtarılması öyküsünü hiç unutmadım.

Tüm özverili çabalarına karşın veteriner sağlık
teknisyenlerinin/teknikerlerinin özlük haklarını alamadıklarını
yakından biliyorum.Bunun meslek olarak demokratik bir hak arama
mücadelesi ile er geç kazanılacağının bilincindeyim.Veterinerlik
eğitiminin kalitesinin de yazımda belirttiğim gibi meslek liselerinden
ilgili fakültelere dikey geçiş ile yükseltilebileceğine inanıyorum.

Yazıma gösterdiğin ilgi için tekrar teşekkür eder,başarılar dilerim.Selamlar
Veteriner Hekimler Derneği Dergisi’nin son sayısında değerli öğrencim Mücteba Binici’nin Veteriner Hekimler Derneği binasını konu alan yazısını zevkle okudum.Yazısı ve ileriye dönük düşünceleri nedeniyle kendisini kutluyor ve bir hocası olarak gurur duyduğumu belirtmek istiyorum. Geçmişte mesleğimiz adına yapılan çalışmaları ,özellikle bu alandaki yayınların yetersizliği nedeniyle tam olarak bilmeyen genç meslektaşlarımıza iletilmenin yararlı olacağını ben de çoğu yazımda yineleyerek dile getirmiştim. Ben bu yazımı sevgili Mücteba’nın dernek binamızın tarihçesi ile ilgili olarak vermiş olduğu bilgilere bir katkıda bulunmak amacıyla yazıyorum. Binanın yapım aşamasında oluşturulan kurulda görev alan Mehmet Hatipoğlu ve İbrahim Korten ağabeylerimizin çok büyük olan katkılarını unutmamak gerekir. İşlerini güçlerini bırakıp bir amele gibi inşaatta çalıştıklarını hatırlıyorum.Burada her ikisini de saygı ve minnetle anmak isterim. Dernek binamıza 1973 ‘te taşındık.Ancak o dönemde sadece en üst katı kullanabiliyorduk.Hatta 1973’ün Aralık ayında tam rahmetli İsmet İnönü’nün cenazesinin kalkacağı gün üst katta Dernek Genel Kurulu yapmıştık.Daha sonra bina Diş Hekimliği Fakültesi’ne kiraya verildi. Bina kiraya verilince sevgili ağabeyimiz Atilla Çetin’in çabalarıyla Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü’ne yakın olan Tunus Caddesinde kiralanan dört daireye dernek,konsey ve oda taşındı.Bir daire misafirhane;iki daire de oyun,yemek ve dinlenme salonu haline getirildi;bir daireye de örgütlerin ofisleri yerleştirildi. Orada çok güzel günlerimizin geçtiğini o dönemi yaşayan meslektaşlarımız çok iyi anımsar.Diş Hekimliği Fakültesi binayı boşaltınca 1979’da , benim de Dernek Başkanı olarak görev yaptığım dönemde şubat ayının soğuk bir kış günü meslek örgütlerini kendi binamıza taşıdık.Bir kata ofisleri yerleştirdik,iki kata da 30 yataklı bir misafirhene kurduk,en üst katı ve terası da lokanta olarak faaliyete geçirdik. O dönemde özellikle misafirhene taşradan gelen meslektaşlarımızın ihtiyaçlarını karşılama bağlamında çok iyi hizmetler verdi. Alttaki üç katı Ankara Veteriner Müdürlüğü’ne kiralamıştık.Kış gelince koca binayı ısıtma sorunu ortaya çıktı. O dönem Ankara Veteriner Müdürü olan ve talihsiz bir trafik kazası sonucu en verimli döneminde kaybettiğimiz rahmetli Hüsnü Atay’a Bakanlık Başmüfettişi değerli Hüseyin Kara ağabeyimiz ile birlikte giderek binanın tümünün ısıtma giderlerinin Veteriner Müdürlüğü tarafından karşılanmasını sağlamıştık.Rahmetli Hüsnü Atay’ın bu konudaki katkılarını da unutmamak gerekir. Yine o dönemde yönetim kurulu üyemiz rahmetli Ali Serin ile birlikte Bodrum’a giderek arsamızı inceledik ve dönüşte bungalow tarzı bir dinlenme tesisi yapmak amacıyla proje hazırlattık.Tam inşaata başlayacağımız sırada dernek yönetiminden ayrıldığımız için projemiz gerçekleşmedi, sonra da arsamız sevgili Müçteba’nın da belirttiği gibi talihsiz bir biçimde elimizden gitti.

Tüm bunları nostalji olsun ve genç meslektaşlarımız bilgilensin diye yazdım. Başka bir amacımın olmadığını özellikle belirtmek isterim.Saygılarımla,
Veteriner Hekim İnternet Grubunda yazdığım yazıya verdiğiniz yanıtlar için teşekkür ediyorum. Gerek açıklamalarınız, gerekse kullandığınız üslup daha önceki yazılarıma diğer Konsey üyeleri tarafından verilenlere benzemediği için de ayrıca sizi kutluyorum. Öte yandan eleştirilerime en üst düzeyde yanıtın gelmesini de, bu kez söylediklerimin daha da çok önemsendiğinin bir işareti olarak değerlendiriyorum. Kurumların ve kişilerin eleştiri-öz eleştiri olgularını içselleştirmesi onları aşağılamaz tam tersine yüceltir. Ben emekli bir Veteriner Hekimi olsam da sizin de belirttiğiniz gibi mesleğimi ve Türkiye hayvancılığını ilgilendiren her konuya çok duyarlıyım, hepsi hakkında bilgilenmeye ve çözüm üretmeye elimden geldiğince çaba gösteriyorum. Çünkü meslek yaşamımın 15 yılını mesleki örgütlerde başkan ve yönetim kurulu üyesi olarak çalışarak geçirdim. Benim meslek örgütlerimizi aşağılamak gibi bir niyetimin olmasına en başta bu geçmişim izin vermez.
Ben Konseyi eleştirirken zaten hiç bir şey yapılmıyor demiyorum. Benim derdim yapılanların hep kendi aramızda kalması, kamuoyuna yansımaması. Ben bu eleştirilerimi bazen öteki meslek örgütleri için de yineliyorum. Siz ne kadar çok şey yaparsanız yapın, yaptıklarınızı eğer kamuoyu ile paylaşmazsanız kimse sizi bilmez, tanımaz daha doğrusu önemsemez. Nitekim mesleki sorunlara bu kadar ilgili olmama karşın yapılanların bazılarını ben bile tam olarak algılayamıyorum. Onun için meslek örgütleri olarak mutlaka kamuoyu önüne çıkmamız ve sorunlarımızı paylaşmamız gerekiyor. Bunun da yolu medyayı verimli ve etkili kullanmaktan geçiyor. Siz medyatik olmayabilirsiniz ama bu işi profesyonel birine, örneğin bir basın danışmanına yaptırabilirsiniz. Artık eskisi gibi değil, Konseyimiz bunu yapacak maddi güce sahip. Bunu başka mesleklerin örgütleri bu şekilde yapıyorlar. Örneğin kutsal Ramazan ayı yaklaştıkça et fiyatları halkımızın alım gücünün çok üzerinde artıyor. Buna Veteriner Hekimler olarak ses çıkarmayacak mıyız? Kuş gribi bahane edilerek köy tavukçuluğu ortadan kaldırıldı şimdi de kırsal nüfusu azaltmak bahanesiyle köy sığırcılığı katlediliyor. Üzücü olan taraf bunları kendi irademizle değil de Avrupa Birliği istiyor diye yapıyor olmamız. Üstüne üstlük yeni çıkan Bütünşehir Yasası köyleri mahalle yaparak köy hayvancılığının ortadan kalkmasının baş nedeni haline geldi. Bunları medyada dile getirmemiz, bu yolla hükumet nezdinde baskı unsuru oluşturarak mesleğimize zarar verecek uygulamaları baştan engellememiz gerekiyor. Çünkü bırakalım Ülke hayvancılığını bir tarafa tüm bu uygulamalardan en başta Veteriner Hekimlerin çocuklarına götürecekleri ekmeğin miktarı olumsuz yönde etkileniyor.
Ülkemizin içinden geçtiği karmaşık dönem meslek olarak birlik ve bütünlüğümüzü her zamankinden daha çok muhafaza etmemizi gerektiriyor. Bu bağlamda özel yasa ile kurulmuş Konseyimize büyük görevler düşüyor. Konseyimizin önderliğinde öteki mesleki örgütlerimizin ve fakültelerimizin mesleki sorunlarımıza sahip çıkıp çözümler üretmesinin zamanı çoktan geldi hatta geçiyor. Öyle inanıyorum ki kutsal mesleğimiz, tarihinden kaynaklanan sarsılmaz gücü ile geçmişte olduğu gibi bu gün de her türlü zorluğun üstesinden gelmeyi mutlaka başaracaktır. En başta Tamer Hocanın emekliliğini yürekten kutlar, bundan sonraki yaşamında sağlık ve esenlik dilerim. Çok eski emekli bir Öğretim Üyesi olarak emekliliğin hiç de kötü bir şey olmadığını,özellikle sosyal alanda çalışmayı kendisine yol olarak seçmiş kişiler için zaman bulma açısından çok da iyi olduğunu belirtmek isterim.Ayrıca kendisine geçmişte siyasetle uğraşmış birisi olarak bu işin uzun soluklu bir iş olduğunu,işin doğasında küsmek ya da darılmak gibi davranışların bulunmadığını, istikrarla siyaseti sürdürenlerin sonunda başarıya ulaşacaklarını da hatırlatırım.
Gerek Tamer Hocanın gerekse Gökhan Şimşek meslektaşımın görüşlerine aynen katılıyorum. Benim de kanım Veteriner Hekimlerin siyasette daha çok etkin olmalarıdır. Bu hususu belki anımsarsınız gruplarımızda defalarca dile getirdim.Çünkü mesleğimizde böyle bir potansiyelin doğal olarak var olduğuna inanıyorum. Hem köylü ve şehirli her kesimden insanla mesleğimiz gereği muhatap olmamız hem de tümü de hayvansal ürün tüketicisi olan 76 milyon insana hizmet götürmemiz bizi siyasette etkin kılacak hususlardandır. Almanya’da Bavyera Eyalet Parlamentosunda ve Fransa Parlamentosunda Veteriner Hekim kotaları olduğunu biliyoruz. Bavyera’da bir dönem Parlamentonun yarısı Veteriner Hekimlerden oluşunca kota konmak zorunda kalınmış.
Öte yandan bizim mesleğimiz her ne kadar geçmişi tarihin derinliklerine kadar uzanan köklü bir meslek olsa da her zaman savunulması gereken bir faaliyet alanıdır. Örneğin tıp doktorluğunun yaptığı iş belli ve tek olduğu için başka hiç bir meslek tecavüzde bulunamaz Oysa Veteriner Hekimliği tıp yani teşhis ve tedavi dışında hepimizin bildiği çok çeşitli işlevleri yerine getirdiğinden her zaman başka mesleklerin saldırısına açıktır. Nitekim son yıllarda kimi birbirinden türemiş köksüz meslekler özellikle gıda güvenliği, arı ve balık hastalıkları gibi konularda mesleğimizin yasal haklarına hayasızca tecavüz etmektedirler. Bu konuda meslek olarak elimizden geleni yapsak ta sonuçda siyaset ve bürokrasi engeline takılmaktayız. Onun için sorunlarımızı çözmek adına önce siyasette sonra bürokraside güçlü olmamız gerekir. Şimdi ” yahu hoca böyle söylüyor ama işte koskoca bakanlık, müsteşar yardımcılığı, genel müdürlükler elimizde de ne oluyor sanki?” diye düşünebilirsiniz. Bence bu durum istisnai bir durumdur. Nitekim kısa bir süre sonra da değişecektir. Ben kısa dönemli değil uzun dönemli olarak meseleye bakmak istiyorum. Eğer T.B.M.M ‘de örneğin otuz milletvekilimiz olsa durum bambaşka olur. Bunun için de eğer gecikilmediyse bu yerel seçimlerde ama mutlaka 2015 Genel Seçimlerinde meslektaşlarımızın görüşünü benimsedikleri partilerden aday olarak belediye başkanlıklarına ve milletvekilliğine talip olmaları gerekir. Unutmayalım ki kendilerinin kurtarılmasını bekleyenler sadece kölelerdir.

Gruplarımızın siyasi bir arena olmasına, hükumet yanlısı ya da karşıtı görüşlerin gruplarda yer almasına ben de karşıyım. Siyasi görüşüm herkesçe de bilinmesine karşın yazılarımda taraf tutmamaya, bilimsel ölçütlere uymaya büyük özen gösteriyorum. Burada, belki de moderatörün gözünden kaçmış bir hususun büyütülmesini, daha kötüsü meslektaşlarımızın biri birine hakarete varan sözler sarf etmelerini de yadırgadığımı belirtmek istiyorum. Keşke bu hassasiyeti kutsal mesleğimizin temel konularında da göstersek. Daha iki gün önce açılanla birlikte fakülte sayımız 25 i geçiyor, sanki her şeyi tamammış gibi Ceyhan Veteriner Fakültesine Tıp Fakültesinden bir dekan atanıyor ne meslektaşlarımızdan ne de mesleki örgütlerimizden en ufak bir ses çıkıyor.Yanlış bilmiyorsam gruplarımızın 3-4 bin üyesi var. Mesleğimizi bir kanser gibi içten içe kemiren fakülte açılması illetine karşı mail kutularımızın her gün tıka basa dolması gerekirdi. Pekiyi, sen niye yazmıyorsun diye düşünen olabilir. Arşivimi karıştırdım, bu konuda gruplara 8 yazı yazmışım. Yazmayanlara bir şey denmiyor da bizim gibi yazı yazan bir kaç meslektaşa ” ya onlar da da yazmaktan başka bir işe yaramıyor ” diyorlar. Emekli bir öğretim üyesi olarak başka ne yapabilirim. Ha belki de Bursa Atatürk Heykeli önünde açlık grevine başlayabilirim. Her halde sonunda o da olacak. Sonra da Yüce Mevlana’nın ” bazen diyorum ki ne olacak söyle gitsin, sonra diyorum söyleyince ne olacak sus bitsin ” öz deyişi aklıma geliyor.
Mesleğimizin en üst kuruluşu olan Türk Veteriner Hekimleri Birliği Merkez Konseyi Başkanına ve Üyelerine sesleniyorum. Artık silkinin, kendinize gelin, bıçak kemiğe dayandı, şu ölü toprağını üzerinizden atın ve yeni fakültelerin açılmasını engelleyin.Yoksa bu mesleğe büyük özverilerle hizmet edip hakkın rahmetine kavuşmuş meslek büyüklerimizin ve gelecek genç kuşakların ağır veballeri altında ezilir kalırsınız.