Türkiye Cumhuriyeti, 1980 yılından önce Dünya’daki birçok ülkeye yüz milyonlarca dolarlık canlı hayvan ve karkas et, yün, yapağı gibi hayvansal ürünler ihraç eden bir devlet idi. Aynı şekilde ülkemiz o yıllarda beslenme konusunda Dünya’da kendi kendine yeten yedi ülke arasında sayılıyordu. Bu arada Türk halkı başta et olmak üzere hayvansal ürünleri gelirlerine uygun bir biçimde ucuza temin ediyor ve bol bol tüketiyordu. Yalnız o dönemde koyun eti ağırlıklı bir beslenme söz konusu idi ve sığır eti kombine verim yönlü hayvanlardan elde ediliyordu.
Ne var ki, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra bu uygun ortam bozulmaya başladı. Bu yıldan itibaren uygulanan küresel ekonomik politikalar ve serbest piyasa ekonomisi sistemi dış güçlerin Türkiye’yi hayvancılık bakımından dışa bağımlı kılma projesini başlattı. Başta Dünya Bankası ve IMF olmak üzere uluslararası kuruluşlar ve onların yerli işbirlikçileri daha önce Somali örneğinde olduğu gibi Türkiye’yi hayvancılık bakımından dışa bağımlı kılmak için ellerinden gelen her türlü çabayı gösterdiler. Günümüzde Türkiye anılan kuruluşların arzu ettikleri noktaya ulaştı ve canlı hayvan ithalatı bakımından Dünya’da Amerika Birleşik Devletlerinden sonra ikinci, karkas et ithalatı bakımından da Avrupa’da birinci duruma geldi. Türkiye, 2010 yılından 2016 yılı sonuna kadar toplam 4.4 milyar dolarlık canlı hayvan ve kırmızı et ithalatı yapmıştır. 2017-2018 yıllarında Türkiye’ye yurt dışından 1.790.000 canlı hayvan girmiştir. Toplu olarak baktığımızda, elimizde tam doğru veriler olmasa da Türkiye’nin 2010-2018 yıllarında yaklaşık 6.0 milyar dolarlık bir canlı hayvan ve kırmızı et ithalatı yaptığını görmekteyiz ki bu sekiz yılda Devletin Türk çiftçisinden çok yabancı ülkelerin çiftçilerini desteklediği anlamına gelmektedir. İşin kötüsü, ithalatın doğurduğu kötümser ortama ve rekabet eşitsizliğine bir de son aylarda dövizdeki dalgalanmanın neden olduğu maliyet artışlarının eklenmesiyle ortaya çıkan bunalım sonucu anaç ineklerin bile kesilmesi gelecekte özellikle besilik dana ithalatını daha da azdıracaktır. Öte yandan Türkiye Cumhuriyetinin imzalamış bulunduğu serbest ticaret anlaşmaları gereğince ihracat yapacağı ülkelerden canlı hayvan ve hayvansal ürünler ithalatı yapması da bir bakıma zorunlu olduğundan dolayı ithalatın gittikçe azalmayacağı tam tersine artacağı var sayılmaktadır. Şu anda dövizdeki artış ithalatı görece olarak durdurmuş gibi görünse de yarın döviz normale döndüğünde ithalatın tekrar başlamaması için bir neden yoktur. Sonuç olarak, resmi otoritenin söylemlerinin aksine Türkiye’nin uluslararası kuruluşlar tarafından sokulduğu canlı hayvan ve kırmızı et ithalatı sarmalından kurtulması neredeyse imkansızdır.
Türkiye’de kırmızı et ithalatının yoğunlaşması ilgili bakanın halka ucuz et yedireceği vaadi ile başladı. Daha sonra ise etin enflasyonu arttırdığı varsayımı ithalatı daha da körükledi. Bunun üzerine Türkiye Sırbistan ve Bosna-Hersek gibi ülkelerden kırmızı sığır eti ithal edip bunları zincir marketlerde güya ucuza sattırmaya başladı. Sonuçta ne et fiyatları ucuzladı ne de enflasyon düştü. Olan yine gariban küçük ve orta ölçekli Türk hayvan yetiştiricisine oldu ve haksız rekabete dayanamayan yetiştiriciler özenle bakıp büyüttükleri sağmal ineklerini bile kestirmek zorunda kaldılar. Döviz fiyatlarının yükselmesi üzerine besilik dana ve kasaplık sığır ile kırmızı et ithalatı duraksayınca üretim düştü ve altı ay önce 150-200 bin ton olan kırmızı et açığı günümüzde 400 bin tona kadar çıktı. Sözün kısası, sekiz yıldır yabancı ülkelere verilen en az 6.0 milyar dolar heba olup gittiği gibi hayvancılık da bitme noktasına geldi. Yani Devlet vatandaşından topladığı vergilerle yine hayvan yetiştiricisi vatandaşlarını mahvetti, yabancı ülke vatandaşlarını abat etti.