Çevremde cola, patates cipsi ve şekerli yiyecekleri sıkça tüketen başta çocuklar olmak üzere çok sayıda insan görüyor ve çok üzülüyorum. Hatta bunları yerken gördüğüm çocukları ve gençleri kibarca uyarıyorum. Sizlerin çevresinde ve hatta en yakınında da bu tür maddeleri tüketenler olabileceğini düşünerek hazırlamış olduğum kısa bir derlemeyi bilgilerinize sunmak istiyorum.
Cola, yirmi değişik maddeden oluşan ve emülgatör adı verilen bir karışımdan elde edilmektedir. Bu karışımın formülü Atlanta’da bir Bankanın kasasında saklanmakta ve şirketin üst düzey birkaç yöneticisi dışında kimyagerler de dahil hiç kimse tarafından bilinmemektedir. Bu karışımın en önemli maddesi Peru’da yetiştirilen ve yapraklarından kokain çıkarılan Coca bitkisinin sütünden elde edilen Cola Özütüdür. Ayrıca, formülünün gizliliğinden yola çıkarak bu karışımın içinde Kanarya Adaları ve Meksika’da yaşayan Cochineal adlı böceğin kendisinin ve larvalarının ezilmesinden elde edilen bir sıvının bulunduğu da ileri sürülmektedir. Cola Özütünün elde edildiği Coca adlı bitkinin yaprakları Kokain içerdiği için, uyuşturucu etkisi bulunmakta ve bağımlılık yapmaktadır. Ayrıca, Cola tüketildiğinde içinde bulunan bir bileşen karaciğerde Amfetamin adlı hormon benzeri sentetik bir madde haline dönüşmektedir. Beyin hücrelerini öldürdüğü kanıtlanmış olan Amfetamin aynı zamanda uyuşturucu özelliğe de sahiptir ve geçmişte Avrupa’da uyarıcı amaçla fabrika işçilerine hızlı çalışmaları, askerlere de savaşta saldırgan olmaları için verilmiştir. Günümüzde ise sporcularda doping maddesi olarak kullanılmaktadır. Uzun süre Cola tükettikten sonra bırakmaya çalışan insanlarda tıpkı uyuşturucuyu terk edenlerde görülen migren, titreme, asabiyet, uykusuzluk gibi belirtilere rastlanması da Cola’nın bir uyuşturucu olduğu izlenimini doğurmaktadır. Cola’nın diğer önemli bir sakıncası da, üretimi sırasında 2.28 litre suya 2.360 kilo beyaz şekere eş değer tatlandırıcı kullanılması nedeniyle yüksek kalorili olmasıdır. Bu nedenle, Cola tutkunları arasında beyaz şekerin olası zararları yanında, obezite, bel ve göbek yağlanması gibi sorunlara daha sık rastlanmaktadır. Öte yandan, Cola üretiminde tuz kullanıldığı da iddia edilmektedir. Cola’nın etkileri konusunda sosyal medyada paylaşılan iki adet video izlemiştim. Bunlardan birinde Cola ile arabanın tamponundaki pas temizleniyor, diğerinde de akşamdan Cola’nın içine atılan et parçasından sabah en ufak bir eser bile kalmıyordu. Cola içenlerde içmeyenlere nazaran; obezite, diş çürümesi, reflü, kronik kara ciğer ve böbrek rahatsızlıkları, kemik erimesi, yüksek tansiyon, enfaktüs, diabet, kanser, alzheimer gibi hastalıklara daha çok rastlanmaktadır.
Gençlerin ve özellikle de çocukların en sık tükettiği zararlı maddelerden birisi de patates cipsi. Türkiye’de yılda iki milyar liralık cips tüketiliyor. Hem de bu madde yukarıda zararlarını yazdığım Cola ile birlikte tüketildiğinde tehlike iki katına çıkıyor. Cipsin yağlı ve tuzlu olması lezzetini artırıyor ve bu nedenle de gençlerin ilgisini çekiyor. Geçmişte bu konuda az da olsa bir duyarlılık oluştu ve özellikle okul kantinlerinde cips satışları yasaklandı. Ancak helen televizyonlarda cips reklamlarının devam etmesi ve marketlerin en görünen yerlerinde çeşitli cips markalarının raflarının yer alması bu yasakla çelişiyor. Bence sigara ve içki gibi cips satışları da on sekiz yaş altındakilere yasaklanmalıdır. Cipsin an zararlı yanları bol miktarda yağ ve tuz içermesi. Yağın niteliği bilinmediği gibi patatesin karbon hidratı ile birlikte ısıl işlem gördüğünde plastik ham maddesi olan Akrilamit adlı çok tehlikeli bir madde oluşuyor. Yani severek cips yiyenler aynı zamanda vücutlarına plastik de almış oluyorlar. Cips % 13 yağ içeriyor. Yani günde bir paket cips tüketenler yılda beş litre ne olduğu belirsiz yanmış yağ ve günde 65 gram tuz yemiş oluyorlar. Oysa vücudun günlük tuz ihtiyacı Dünya Sağlık Örgütüne göre sadece altı gram. Ayrıca cipste Titanyum oksit adlı bir madde de bulunuyor. Bu bileşik beyaz un, diş macunu, sofra tuzu, sabun ve şekerlemelerin beyazlatılmasında kullanılan çok tehlikeli bir madde. Akrilamit ve Titanyum oksit Avrupa Birliği Gıda Maddeleri Denetleme Kurumu tarafından yasaklanmış durumda. Cipsin neden olduğu hastalıklar arasında yüksek kolestrol, yüksek tansiyon, enfaktüs, felç, kanser ve karaciğer yağlanması yer alıyor.
Şimdi de en tatlı, ama en tehlikeli zehire gelmek istiyorum. Bu zehirin adı şeker. Şaşırdınız değil mi? Ne yazık ki böyle. Şekerin neden olmadığı hastalık hemen hemen yok gibi. Şimdi bunları yazmaya kalksam sayfalar tutar. Öncelikle şekeri yani karbonhidratı nereden aldığımıza bir bakalım. Her gün çaylarımıza yada kahvelerimize attığımız küp şeker, toz şeker diye isimlendirdiğimiz rafine beyaz şeker, rafine beyaz undan yapılan ekmek ve sofralarımızdan eksik etmediğimiz patates en önemli şeker ya da karbonhidrat kaynaklarıdır. Bunun dışında meyveli yoğurt, domates sosu, ketçap, salata sosu, kraker, bisküvit, bebek maması, mısır gevreği, sosis, pastırma, hazır tavuk suyu, pizza ekmeği, hamburger ekmeği, söğüş et, kola ve hazır meyve suyu gibi gıdalar da bol miktarda şeker içermektedir. Şeker bu gıdalara lezzet versin, raf ömrünü uzatsın ve alışkanlık yapsın diye katılmaktadır. Şekerin onlarca öldürücü hastalığın başlıca nedeni olduğunu belirtmiştim. Bunların dışında ihtiyaçtan fazla şeker almanın doğurduğu sakıncalara bir örnek vermek istiyorum. Vücuttaki hücrelerin her biri bağımsız olarak bir fabrika gibi çalışır ve sonuçta bir madde üretir. Bu fabrikanın ihtiyaç duyduğu enerjiyi hücre içinde bulunan ve mitokondrium denilen nükleer santral benzeri bir organel üretir. Bu santralin yakıtı şekerdir. Mitokondrium kandaki şekeri yine kanda bulunan oksijen ile yakarak enerji meydana getirir. Eğer vücuda gıdalarla alınan şeker ihtiyaca yetiyorsa sorun yoktur. Ama ihtiyaçtan çok şeker alındığında vücut bunları yağa çevirerek ileride kullanmak üzere göbekte ve bel çevresinde depo eder. Eğer hücreler şekeri her hangi bir nedenle yakamaz ise bu kez şeker kanda birikir ve diabet adını verdiğimiz şeker hastalığı oluşur. Bazı metabolizması hızlı insanlar vücutlarına çok fazla şeker alsalar bile tümünü yakarlar, dolayısıyla bel ve göbeklerinde yağlanma meydana gelmez. Ancak onları bekleyen daha büyük bir tehlike vardır. Vücut fazla miktarda şeker yakınca fazla miktarda toksin ve serbest radikal üretir. Eğer önlem alınmazsa bu maddeler hücrelere saldırarak onları oksitler yani paslandırır, hatta hücre duvarından girerek genleri mutasyona uğratırlar ve kanser başta olmak üzere çok sayıda ölümcül hastalığa neden olurlar. O nedenle en tehlikeli zehir olan rafine şekeri mümkün olduğunca az almak, hatta sadece meyve şekeri ile yetinmek gerekir. Son olarak Amerikalı Eve O. Schaub’un ilginç hikayesinden kısaca bahsedip yazımı sonlandırmak istiyorum. Eve son zamanlarda kendisini çok yorgun ve enerjiden yoksun hissediyordu. Eve’in çocukları ise grip ve soğuk algınlığından kurtulamıyor, hatta bu yüzden okullarını bile aksatıyorlar idi. Bir gün şekerin zararlarını okuduktan sonra meyve şekeri hariç tüm şekeri ve şekerli maddeleri bir yıl boyunca yememeye karar verdi ve bu düşüncesini çocuklarına da kabul ettirerek kararlılıkla uyguladı. Şekersiz geçen bir yıl sonunda Eve daha enerjik, daha dinamik, daha mutlu bir insan haline dönüştü. İşin ilginç yönü artık şeker yemekten bile hoşlanmamaya başladı. Kızı ise şeker yediği dönemdeki ders yılı grip hastalığı nedeniyle okulunu on beş gün aksatmış iken, şekeri hayatından kaldırdığı dönemdeki ders yılında okulunu sadece iki gün aksattı. Bu hikaye şekerin insan yaşamındaki olumsuz etkilerini ne de yalın biçimde anlatıyor değil mi? Ne olur çocuklarımızı bu üç zararlı maddenin olumsuz etkilerinden koruyalım.