Her ne kadar 1970 yılındaki mezuniyetimden sonra Sivas’ta sadece dört ay süreyle merkez veteriner hekimi olarak çalıştıysam da, mesleki sorunlara sürekli kafa yoran birisi olarak özellikle Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nın yeniden yapılanması ile ilgili olarak önerilerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Ben önerilerimi tam da bakanlığın taşra teşkilatı üzerine yapacaktım ki, bu sabah TRT’de yayınlanan “Bu toprağın Sesi” programında Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Müsteşarı merkezde kurulması düşünülen genel müdürlüklerin taşra teşkilatı olmayacak diye kestirip attı ama bu sözünün altını da ne yazık ki dolduramadı. Bu söylem hiç kuşkusuz teşkilatı olmayan merkezi bir genel müdürlüğün işlevlerinin taşrada nasıl yürütüleceği sorusunu akla getiriyor.Ama ben yine de önerimi iletmek istiyorum.
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının kuruluş ve görevlerini düzenleyen, fakat ne yazık ki anlamsız bir reorganizasyon sevdası ile yirmi yıl önce ortadan kaldırılan 3203 sayılı yasa 1937 yılında Ulu Önder Atatürk’ün de imzası ile kabul edilmiş ve yaklaşık elli yıl yürürlükte kalmıştı. Anılan yasa merkezde Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü; taşrada da Veteriner Bölge Müdürlükleri,İl Veteriner Müdürlükleri ve İlçe Veteriner Hekimlikleri kurulmasını öngörmekteydi. Kamu veteriner hekimleri bu örgütlenme yapısı ile elli yıl boyunca yetersiz sayılarırına rağmen tüm olumsuz koşullara göğüs gererek ülke hayvanlarını ıslah etmiş, verimlerini artırmış, zoonozlarla savaşarak insan ve hayvan sağlığını korumuş, yabancı uzmanların on yılda eradike edilmez dedikleri sığır vebası salgınını olağanüstü bir özveri göstererek iki yıl içerisinde ortadan kaldırabilmişlerdir.
Şimdi bugüne dönüp yeni yasadaki taşra örgütlenmesinin nasıl olması gerektiği konusuna değinelim.Hiç kuşkusuz ülkemiz ve hayvancılığımız yetmiş yıl öncesi gibi değildir.Her alanda olduğu gibi hayvancılık ve veteriner hekimlik alanında da bu uzun süre içerisinde çok büyük değişiklikler olmuştur. Bu nedenle günümüzdeki kamu veteriner hekimliğinin de 3203 sayılı yasadaki şablona uygun olarak düzenlenebileceği savı geçerli olamaz.O halde bugün nasıl bir örgütlenme modeli ile yola devam edebiliriz.Benim önceki yazılarımda önerdiğim bir “Hayvancılık Havzaları” modelim vardır. Bu modelin esası, geniş bir alana sahip olan ülkemizde farklı hayvan türlerinin,hayvan ırklarının,mevsimlerin,iklim özelliklerinin, doğa koşullarının, coğrafi yapılaşmaların, yerleşim modellerinin bulunduğu gerçeğine dayanır.Örneğin ülkemizin kimi bölgelerinde hayvancılık ekonomik faaliyetler içerisinde önemli bir yer tutarken, kimi bölgelerinde o kadar önemli değildir.Aynı şekilde kimi bölgelerde koyunculuk yoğun bir hayvancılık yapılırken, kimi bölgelerde sığırcılık ya da tavukçuluk hakimdir.Benzer mantığı sığırcılık içerisinde süt ve besi sığırcılığı, tavukçuluk içerisinde de yumurta ve et tavukçuluğu bağlamında sürdürebiliriz.Bence öncelikle yapılması gereken iş coğrafyayı temel alan idari il tanımından sıyrılıp Türkiye’yi yukarıda saydığım farklılıkları da dikkate alarak belli hayvancılık havzalarına ayırmak olmalıdır.Daha sonraki iş ise kamu veteriner hekimliği örgütlenmesini bu hayvancılık havzaları temeline oturtmaktır.Yani oluşturulacak her hayvancılık havzasında o havzanın yapısına uygun bir örgütlenme modeli kurgulanabilir.Bu havzalardaki veteriner hizmetleri kamu veteriner hekimlerince sürdürülebileceği gibi gerektiğinde serbest veteriner hekimlerin ya da hayvancılık birliklerinin oluşturacakları organizasyonlara da devredilebilir. Başlangıçta hayalci ve gerçekleştirilmesi zor bir model olarak görülebilecek bu önerimin hayata geçmesi hiç kuşkusuz mevcut İller İdaresi Yasasında değişiklik yapılmasını da gerektirecektir.Bu örgütlenme modelinde kamu veteriner hizmetleri etkin, yaygın, mobil ve projeye dayalı olarak yürütülmeli; havzanın bilgisayar temelli hayvancılık veri tabanı mutlaka oluşturulmalı; yetiştirici eğitimine öncelik verilmelidir.Öte yandan salgın ve bulaşıcı hastalıkların teşhisinin ivedilikle yapılabilmesi için her havzada o havzanın yapısına uygun bir teşhis merkezi kurulmalıdır.
Her zaman yinelediğim gibi “görüşlerim ille de doğrudur” iddiası taşımamaktayım.Amacım büyük düşünür Mevlana’nın “yeni şeyler söylemek zamanı cancağızım” öğretisinden yola çıkarak yeni tartışmalara ortam hazırlamaktır.
Sonunda olan oldu ve seçimlere 4 gün kala aylardır merakla beklenen
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’ndaki yeniden yapılandırma gerçekleşti.
Hükümetin Meclisten aldığı yetkiye dayanarak yürürlüğe koyduğu Kanun
Hükmündeki Kararname ile bazı Bakanlıklar kaldırıldı, bazı yeni
Bakanlıklar kuruldu, bazı Bakanlıkların ise adları değiştirildi.
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığındaki dönüşüm belki de beklenen bir
durumdu ama çoğumuzun kafasında bu durumun, eğer yasa ile olsaydı
Meclisteki görüşmeler sırasında bu seçimlerde milletvekili seçilecek
daha çok sayıda meslektaşımızın da katkıları ile mesleğimiz yararına
biçimlendirileceği düşüncesi hakimdi. Ne yazık ki, bir emrivaki sonucu
çıkarılan Kanun Hükmündeki Kararname ile bu olanak da ortadan kalktı.
Adı değiştirilen Bakanlığın içeriği ile ilgili değerlendirmelere
girmeden önce bir düşüncemi sizlerle paylaşmak istiyorum. Üç yılı
aşkın bir süredir mesleğimizle ilgili olarak internet gruplarına
yazdığım yazıların hiç birinde meslek camiamızı suçlayıcı ya da
eleştirici bir tavır takınmadım. Bunu herkesten çekindiğim ya da
kimseyi kırmak istemediğimden değil mesleğime duyduğum engin saygının
bir gereği olarak yaptım. Ancak bu kez bu tavrımı değiştirmek ve
meslek camiamıza bir eleştiri yöneltmek istiyorum. Yıllardır gruplarda
yer alan Bakanlıktan çok daha önemsiz konularda meslektaşlarımız yoğun
bir tartışma ortamı içerisine girerken nedense mesleğimizin kaderini
çok yakından ilgilendiren Bakanlık konusunda aradan üç gün geçmesine
rağmen bir tek meslektaşımızın bile görüş bildirmemesi beni gerçekten
de çok üzdü ve ileriye dönük tüm umutlarımı söndürdü. ( Değerli
Meslektaşlarım, bu yazıyı yazmakta olduğum şu sırada Sevgili Adnan
Serpen’in maili geldi. Benim hislerimin tümüne tercüman olan ve
içeriğine aynen katıldığım bu mailden sonra sözün bittiğine karar
veriyorum. Bu nedenle burada yazıma son verirken , bizler nasıl 1984
reorganizasyonuna ses çıkarmayan önceki kuşağı affetmediysek, bu yeni
ucube kararnameye ses çıkarmayan bizleri de gelecek kuşakların asla
affetmeyeceğini belirtmek isterim.) Bakanlığın yeni adının “Gıda ve Tarım” olması bile daha baştan
hayvancılığın dışlandığının somut bir göstergesidir. Ülke
ekonomisinde, halkın refahı ve beslenmesinde vazgeçilmez işlevleri
bulunan ve kendi başına bağımsız bir ana sektör olan hayvancılık
taslakta layık olduğu yere mutlaka konulmalıdır. Daha önceki
dönemlerde olduğu gibi bakanlığın adı “Gıda,Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı” olabilir. Taslakta Bakanlığın merkezi örgütlenmesi ile
ilgili çarpıklıklar da göze batmaktadır. Denizlerinde balığın artık
avlanmadığı, sadece yakın kıyı ve iç su balıkçılığının, o da örgütsüz
ve cılız bir biçimde yapıldığı Ülkemizde Su Ürünleri Genel Müdürlüğü
kurulurken; hayvan sağlığı ve refahı, çevre ve gıda güvenliği,
veteriner halk sağlığı, nano-biyoteknolojik hayvansal üretim gibi çok
önemli çağdaş olguların sahibi Veteriner Hekimliği Hizmetleri Gıda ve
Kontrol adlı ne idüğü belirsiz bir genel müdürlüğün içerisinde deyim
yerindeyse eritilip yok edilmek istenmektedir.” Sağlıklı Çevre,
Sağlıklı Hayvan, Sağlıklı Gıda, Sağlıklı İnsan, Sağlıklı Toplum”
zincirinin ayrılmaz bir halkası olan Veteriner Hekimliği Hizmetleri
Cenevre Sözleşmesi hükümleri ve AB Müktesebatı kuralları çerçevesinde
“Veteriner Hizmetleri Genel Müdürlüğü” adında bağımsız bir örgüt
yapısına mutlaka kavuşturulmalıdır. Taslakta Bakanlığın taşra
örgütlenmesinin eskiden olduğu gibi İl Müdürlükleri bazında
oluşturulması öngörülmektedir. Bu modelin başarısız olduğu 25 yıllık
uygulama sonuçlarından açıkça bellidir. Yeni taslakta taşra
örgütlenmesinin sektörel anlayışa uygun biçimde düzenlenmesi gerekir.
Bu bağlamda, “Veteriner Hizmetleri Genel Müdürlüğü” nün taşra
örgütlenmesi iller bazında değil de yeni oluşturulacak hayvancılık
havzaları bazında ve fizibiliteci, projeci, kırtasiyeciliğin
bulunmadığı,mesai saatlerine bağlı olmayan,erken uyarı ve acil
müdahale sistemlerini içselleştirmiş,salgın hayvan hastalıklarının
teşhisinde mobil laboratuvarların kullanıldığı, yetiştirici eğitimine
ve danışmanlığına önem veren ,modern araç ve gereçlerle donatılmış bir
yapıya kavuşturulmalıdır.Ayrıca, Veteriner Araştırma Enstitüleri ve
Bölge/Havza Veteriner Teşhis Laboratuvarları yeni baştan kurgulanarak
amaçlarına uygun çalışmaları sağlanmalıdır.
Hükümetçe hazırlanan ve kamu oyumuzun gündemini bir anda
değiştiren Tarım ve Gıda Bakanlığı Yasa Tasarısı kanımca mesleğimiz
adına hiç bir yenilik getirmiyor, tam tersine kimi gerici hükümler de
taşıyor. Oysa grubumuzda da sıkça dile getirildiği gibi Tarım ve Köy
İşleri Bakanlığı merkez ve taşra örgütlenmesinde köklü bir değişikliğe
gereksinim vardı. Biz veteriner hekimler açısından, sadece merkezdeki
Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü’nün adı Gıda ve Veteriner Hizmetleri
Genel Müdürlüğü’ne çevrilmiş ama ne yazık ki işlevleri
değiştirilmediği gibi hayvan sağlığı hizmetleri taslak ile ikincil
hatta üçüncül konuma düşürülmüş. Bu yasa ile en kazançlı çıkacak kesim
sanırım Ziraat Mühendisleri olacak. Hiç olmazsa tümüyle onlara özgü
bir Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü kurulmak isteniyor. Bizim belki de
tek kazancımız halen Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü’nce
yürütülen hayvan ıslahı ve suni tohumlama hizmetlerinin yeni
oluşturulacak Gıda ve Veteriner Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne
bağlanacak olması. O da eğer yeni kurulacak Gıda ve Veteriner
Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün yönetimi elimizden alınıp başka meslek
gruplarına verilmezse. Taslakta, AB ‘ nin öngördüğü bağımsız veteriner
otoritesi kavramının çok uzağında bir yapılaşmaya gidildiği
anlaşılıyor.
Benim asıl üzerinde durmak istediğim konu taşra örgütlenmesi
ile ilgili. Taslakta yer aldığına göre çarpık reorganizasyon ürünü
olan Tarım İl Müdürlükleri aynen korunuyor. Oysa ki, 1985 yılından
beri taşradaki en önemli sorun kanımca hayvan sağlığı hizmetlerinin
Tarım İl Müdürlükleri bünyesinde gereğince yerine getirilmemesi, daha
doğrusu kamu veteriner hekimlerinin merkezde muhatap alacakları bir
kurumun mevcut olmayışıydı. Reorganizasyondan önce İlçe Veteriner
Hekimlikleri İl Veteriner Müdürlüklerini, İl Veteriner Müdürlükleri de
Bakanlıktaki Veteriner İşleri Genel Müdürlüğünü muhatap alırlar,
böylece hizmet daha etkin, hızlı ve verimli bir biçimde yürütülürdü.
Önerim, merkezdeki Gıda ve Veteriner Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün
taşra birimlerinin Tarım İl Müdürlüklerinden ayrı olması ve iller
yanında önceki yazılarımda da dile getirdiğim gibi hayvancılık
havzaları bazında da örgütlenmenin sağlanmasıdır. Bir de sanırım
taslakta yeni oluşturulması düşünülen Tarım Uzmanlığı konusunun içi
iyi doldurulmamış. Acaba, veteriner hekimler de Tarım Danışmanlığı’nda
olduğu gibi Tarım Uzmanı ünvanı mı alacak diye düşünmüyor değil insan.
Tek dileğim yeni taslağın T.B.M.M Komisyonunda ve Genel Kurulunda
mesleğimizin uzun erimli çıkarları doğrultusunda şekillendirilmesidir.
Bu konuda en büyük görev hiç kuşkusuz veteriner hekim parlamenterlere
ve meslek örgütlerimize düşüyor. Bizlerin de konu hakkındaki
görüşlerimizi gruplar aracılığı ile veteriner hekim parlamenterlere
ve meslek örgütlerine iletmemiz, sağlıklı bir yasanın ortaya çıkması
açısından son derecede yararlı olur diye düşünüyorum. Hükümet tarafından geçtiğimiz günlerde meclise sunulan Tarım ve
Gıda Bakanlığı Yasa Taslağında mevcut Tarım ve Köy İşleri
Bakanlığı’nın merkez ve taşra örgütünde önemli değişiklikler
öngörülmektedir. Bu bağlamda, Cumhuriyetimizin kuruluşundan beri düşük
verimli yerli ırk hayvanlarımızın ıslahı ve verimlerinin artırılması,
hayvanlarda görülen salgın ve bulaşıcı hastalıkların önlenmesi,
hayvansal kökenli gıdaların ahırdan sofraya kadar kontrolü konularında
inanılmaz büyük başarılara ve özverili çabalara imza atmış, hatta bu
uğurda şehitler bile vermiş olan Kamu Veteriner Örgütü Gıda ve Kontrol
adlı bir Genel Müdürlüğün bünyesine hapsedilip çalışma alanları
daraltılmaya, yetkileri kısıtlanmaya , deyim yerindeyse ortadan
kaldırılmaya çalışılmaktadır. Oysa, 1937 yılında Büyük Atatürk’ün de
imzası ile kabul edilen Uluslar Arası Cenevre Sözleşmesi ve
yürürlükteki AB müktesebatı bağımsız bir veteriner otoritesinin
kurulmasını emretmektedir. Çünkü, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) eskiden
beri insanlarda görülen enfeksiyonların ( örneğin kuduz, antrax,
tüberküloz, bruselloz ) %60 ının, son zamanlarda görülenlerin ise (
örneğin deli dana, kuş gribi, kırım-kongo kanamalı ateşi, domuz gribi)
%75 inin hayvanlardan geçtiğini yani zoonoz olduğunu bildirmektedir.
Hatta bu nedenle Dünyada (Veteriner Halk Sağlığı) diye bir kavram
gelişmiş, insan ve hayvan hekimliğinin birlikteliğini simgeleyen (Tek
Dünya – Tek Sağlık -Tek Tıp) konsepti ortaya çıkmıştır. Ayrıca,
Türkiye’nin tüm AB müktesebatının %23 ü veterinerlik ile ilgili
konulardan oluşmaktadır. Öte yandan veteriner örgütünün , açılımı (
Sağlıklı Çevre – Sağlıklı Hayvan – Sağlıklı Gıda – Sağlıklı İnsan –
Sağlıklı Toplum ) olan Dünya idealinin her diliminde vazgeçilmez
işlevleri bulunmaktadır.Yine, hayvan sağlığı ve refahı, gıda ve çevre
güvenliği, hayvan hakları ve veteriner halk sağlığı gibi çağdaş
olgular da kamu veteriner örgütünün çalışma alanı içerisindedir. Tüm
bu nedenlerden dolayı Tarım ve Gıda Bakanlığı Yasa Taslağında
değişiklik yapılarak merkezde AB müktesebatına uygun ve yukarıda
sayılan olguları içselleştirmiş bağımsız bir veteriner otoritesinin
kurulmasında büyük zorunluluk vardır.Hükümet tarafından geçtiğimiz günlerde meclise sunulan Tarım ve
Gıda Bakanlığı Yasa Taslağında mevcut Tarım ve Köy İşleri
Bakanlığı’nın merkez ve taşra örgütünde önemli değişiklikler
öngörülmektedir. Bu bağlamda, Cumhuriyetimizin kuruluşundan beri düşük
verimli yerli ırk hayvanlarımızın ıslahı ve verimlerinin artırılması,
hayvanlarda görülen salgın ve bulaşıcı hastalıkların önlenmesi,
hayvansal kökenli gıdaların ahırdan sofraya kadar kontrolü konularında
inanılmaz büyük başarılara ve özverili çabalara imza atmış, hatta bu
uğurda şehitler bile vermiş olan Kamu Veteriner Örgütü Gıda ve Kontrol
adlı bir Genel Müdürlüğün bünyesine hapsedilip çalışma alanları
daraltılmaya, yetkileri kısıtlanmaya , deyim yerindeyse ortadan
kaldırılmaya çalışılmaktadır. Oysa, 1937 yılında Büyük Atatürk’ün de
imzası ile kabul edilen Uluslar Arası Cenevre Sözleşmesi ve
yürürlükteki AB müktesebatı bağımsız bir veteriner otoritesinin
kurulmasını emretmektedir. Çünkü, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) eskiden
beri insanlarda görülen enfeksiyonların ( örneğin kuduz, antrax,
tüberküloz, bruselloz ) %60 ının, son zamanlarda görülenlerin ise (
örneğin deli dana, kuş gribi, kırım-kongo kanamalı ateşi, domuz gribi)
%75 inin hayvanlardan geçtiğini yani zoonoz olduğunu bildirmektedir.
Hatta bu nedenle Dünyada (Veteriner Halk Sağlığı) diye bir kavram
gelişmiş, insan ve hayvan hekimliğinin birlikteliğini simgeleyen (Tek
Dünya – Tek Sağlık -Tek Tıp) konsepti ortaya çıkmıştır. Ayrıca,
Türkiye’nin tüm AB müktesebatının %23 ü veterinerlik ile ilgili
konulardan oluşmaktadır. Öte yandan veteriner örgütünün , açılımı (
Sağlıklı Çevre – Sağlıklı Hayvan – Sağlıklı Gıda – Sağlıklı İnsan –
Sağlıklı Toplum ) olan Dünya idealinin her diliminde vazgeçilmez
işlevleri bulunmaktadır.Yine, hayvan sağlığı ve refahı, gıda ve çevre
güvenliği, hayvan hakları ve veteriner halk sağlığı gibi çağdaş
olgular da kamu veteriner örgütünün çalışma alanı içerisindedir. Tüm
bu nedenlerden dolayı Tarım ve Gıda Bakanlığı Yasa Taslağında
değişiklik yapılarak merkezde AB müktesebatına uygun ve yukarıda
sayılan olguları içselleştirmiş bağımsız bir veteriner otoritesinin
kurulmasında büyük zorunluluk vardır.