Bursa’nın Mustafa Kemal Paşa İlçesi’ndeki Bursam Et Kesim Tesisi’nde
yaşanan ve internet aracılığı ile görsel medyaya da yansıyan talihsiz
gebe inek kesimi ve buzağı katliamı olayı Türkiye’nin ve mesleğimizin
gündemine neredeyse bir bomba gibi düştü. Bu sözde sıra dışı gibi
görülen olay üzerine başta hayvan hakları koruyucuları olmak üzere
çeşitli kesimlerden sadece eleştiriler geldi, olayın doğurduğu infialden
olsa gerek çözüm yolları üzerinde fazlaca durulmadı. Zaten Türk
toplumu ve o toplumun bir parçası olan biz veteriner hekimler ister
mesleki konuda ister Ülke sorunları konusunda olsun gelişen her hangi
bir olay karşısında
genelde hemen tepkimizi ortaya koyuyor, fakat çözüm
önerilerini etkinlikle hayata geçiremiyoruz . Bir örnek vermem
gerekirse, geçenlerde gruba yazdığım, yeniden yapılandırılmaya
çalışılan Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı örgütü ile ilgili hükümetçe
hazırlanan taslağın sakıncalarını ve kendimce ön gördüğüm iyileştirici
önerilerimi
içeren yazıya ne yazık ki bir tek bile olumlu ya da olumsuz tepki
almadığım gibi her gün sürekli izlediğim gruplarda da bu konuya
ilişkin en ufak bir yazıya rastlayamadım. Asıl üzücü olan ne yazık ki
meslek örgütlerimizin de bu konuda sessiz kalmaları .Oysa kamu
veteriner hekimliğini tarihinde görülmedik bir kaosa sürükleyen mevcut
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı örgüt yapısını hiç birimizin
beğenmediğini çok iyi biliyorum. Eleştiri ve öneri sunmayarak
hazırlanmasına katkıda bulunmadığımız bu yeni
bakanlık örgütlenmesi yasa taslağı yakında bakanlık bürokratlarının çabası ile
yürürlüğe girdiğinde adım gibi biliyorum ki hepimiz ayağa kalkıp
“böyle de yasa olur mu?” diye bağıracağız. Benzer bir filmi biz 1985
yılında da seyretmiştik. O dönemin hükümeti giderlerde tasarruf,
mahallinden yönetim, hizmetlerde eş güdüm gibi sudan bahanelerle
reorganizasyon denen ucube ( çarpık ) örgüt yapısını mesleğimize
dayatmıştı. Hatta o dönemdeki meslek büyüklerimiz ” ya, bunlar veteriner
sözcüğünü ortadan kaldırmaya çalışıyorlar” dedikleri zaman biz
“ya, olur mu böyle bir şey, bu mümkün değil” diyor ve büyük bir
rahatlık içinde hiç bir tepki
göstermiyorduk . Ama sonunda olan oldu ve veteriner sözcüğü kamu hayvan
sağlığı örgütlenmesinden sökülüp atıldı. Şimdi yine tarih tekerrür
ediyor, ama biz ne yazık ki yine ders almıyoruz.Yeni taslakta Ziraat
İşleri Genel Müdürlüğünün kurulması ön görüldüğü halde hayvan sağlığı
hizmetlerinin yürütüleceği birimin adında veteriner sözcüğü yok.
Zaten bunu da ıskalarsak öyle inanıyorum ki bir daha belimizi
doğrultamayız.
Neyse,lafı fazla dolandırmadan asıl konumuz olan mezbahalara ve hayvan
refahı konusuna gelelim.Mezbahalarda yapılan sağlığa ve hayvan refahına uygunluk
muayeneleri sadece bugüne değil yıllar öncesine ait kronikleşmiş bir
sorundur. Benim mesleğe yeni atıldığım 70 li yılların başında, hatta
daha önceleri de özellikle ilçe belediyelerince işletilen mezbahalarda
kadrolu veteriner hekim hiç bulunmaz, kamuya bağlı ilçe veteriner hekimi
yanlış hatırlamıyorsam kadro derecesinin üçte ikisi kadar bir ücretle
ek görev olarak mezbahalara da bakardı. O yıllarda işini gerçek
anlamda yapan, belki de bir bölümü bugün rahmetli olmuş
meslektaşlarımı tenzih ederek söylüyorum, ilçe veteriner hekimleri
çoğu kez mezbahaya ya hiç uğramaz, ya da takım elbise ile şöyle bir
uğrar, sözde muayeneyi ise mezbahada görevli kasap yapar ve elindeki
uygunluk damgasını karkasların üzerine vururdu. Nerede kaldı rahmetli
Ord.Prof.Dr.Latif Berkmen hocamızın Et Muayenesi Dersi’nde bize üstüne
basa basa anlattığı kesim öncesi ve kesim sonrası muayeneler. Önceki
yazılarımdan birinde de bahsetmiştim, gerçek anlamda muayene yapıp
itlaf kararı aldığı hayvanların sahiplerince şehit edilen
meslektaşlarımız dahi vardır. Hatta ufak tefek bir meslektaşımızı
kasapların çengele astıkları, zar zor kurtulan meslektaşımızın atık
maddelerin atıldığı bir delikten can havliyle kaçtığı bir şehir
efsanesi olarak bizlere anlatılırdı. Böylesine güvensiz bir ortamda
mezbahada muayene yapmanın, hastalıklı etleri itlaf etmenin
zorluklarını da kabul etmek gerekir. Ben bunları o dönemdeki gıda
güvenliğini sağlamanın hiç de kolay olmadığını anlatmak için
yazıyorum.
Gelelim işin en zor kısmı olan çözüm önerilerine.Ben konuyu genel
mesleki nosyonum çerçevesinde değerlendirmek istiyorum.Yoksa bu
konunun uzmanı olan ya da mezbahalarda uzun yıllar gıda güvenliği
konusunda çalışan meslektaşlarım varken fazla da ahkam kesmek
istemiyorum.Dikkat ederseniz sırf bu nedenle yazımda fazla iddialı
olmamaya, kimi eski bilgi ve anılarla sorunu ortaya koymaya daha çok
özen gösteriyorum.Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de gıda
güvenliği konusu devletin görevi olmalı ve veteriner hekimler
tarafından yürütülmelidir.Örneğin Almanya’da veteriner hekimlikte kamu
hizmeti sadece gıda güvenliği konusunda verilmekte ve tümüyle
veteriner hekimler tarafından yürütülmektedir. Aslında yurttaşların
sağlığının korunması Anayasamızda devlete asli bir görev olarak
verilmiştir. Et ve Balık Kurumu ve Büyük Belediyeler bu görevi
yıllarca büyük bir etkinlik ve başarı ile sürdürdüler. Ne yazık
ki,1980 den sonra uygulanan neo-liberal politikalar sonucunda
hayvansal üretim KİT’leri ,o arada da Et ve Balık Kurumu
özelleştirildi. Başlangıçta, EBK’yı satın alacak firmanın aynı iş
kolunda faaliyetini sürdüreceği söylendiği için fazla tepki almadı
fakat sonradan örneğin Ankara’da Akköprü’deki EBK Genel Müdürlüğü ve
Ankara Et Kombinası yıkılıp yerine Migros ve Ankamall yapılınca
herkesin aklı başına geldi.Ben hala Konya yolundan geçerken 70 li
yıllarda çok sayıda anımın bulunduğu EBK’nın yerine yapılan alışveriş
merkezlerini görünce yüreğim burkulur, gözlerim yaşarır.
Daha sonraları özel kişilere ait mezbahalarda akredite veteriner hekim
uygulaması getirilince çoğumuz bu olgunun mesleğimizdeki isdihdam
sorununu hafifleteceği düşüncesi ile sevinmiştik.
Ne var ki yanlış uygulamalar akredite veteriner hekimlerin işverenin
kapıkulları gibi görülmesi sonucunu doğurdu ve mesleğimizin onuru
ayaklar altına alındı .Doğal olarak maaşını iş verenden alan bir
akredite veteriner hekim onun zararına olan bir karara imza
atamadı.Odalar da ne yazık ki bu konuda yeterince etkin olamadı.
Mezbalardaki gıda güvenliğinin sağlanması konusunda benim somut önerim
şudur. Doğu ve Güney Doğu’da olduğu gibi besiciliğin yoğunlukla
yapıldığı diğer bölgelerimizdeki hayvancılık havzalarında halen hükmü
şahsiyetini sürdüren EBK’ya bağlı Et Kombinaları yeniden faaliyete
geçirilmelidir.Ticaret Borsalarına Bursa örneğinde olduğu gibi, Et
Kombinası açma izni verilmeli,bir kamu veteriner hekimi tam yetkili ve
denetleyici olarak bu kombinalarda çalıştırılmalıdır.Özel kişilerin
işlettikleri kombinalar sil baştan denetlenmeli,sözleşmeleri ve iş
yeri açma izinleri yeniden düzenlenmeli ve EBK Genel Müdürlüğü
bünyesine alınacak veteriner hekimler gıda güvenliği ve et muayesi
konularında etkin kurslardan geçirildikten sonra bu özel kombinalarda
devlet adına tam yetki ile görevlendirilmelidir.Ayrıca, önceleri de
düşünülüp bir türlü gerçekleştirilemeyen Gıda ve Çevre Güvenliği
Zabıtası uygulaması ivedilikle hayata geçirilmelidir. Belediyelerde
Veteriner Halk Sağlığı Müdürlükleri kurularak etkin biçimde
çalışmaları sağlanmalıdır.
Özet olarak, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de tümüyle
devletin ve veteriner hekimlerin görev ve yetki alanına giren
mezbahalardaki gıda güvenliği konusu Anayasamızın amir hükmü uyarınca
yeniden ele alınıp halkımızın yararına uygun olarak düzenlenmelidir.
Ancak bu arada %50 lilere varan mezbaha dışı kesimler ve özellikle
doğu-güney doğu sınırlarımızdan yapılan canlı hayvan ve lop et
kaçakçılığı önlenmelidir.Ayrıca sadece mezbalardaki denetim yeterli
görülmemeli, karkasın ya da etin mezbahadan çıktıktan sonraki serüveni
iyice izlenerek o aşamalarda da gerekli güvenlik önlemleri
alınmalıdır.