Dünya nüfusu çok hızlı bir biçimde artmaktadır. Buna karşın, bir yandan bitkisel üretim yapılan alanlar daralırken öte yandan da kuraklık yüzünden yeterince sulanamayan tarlalarda verimlilik azalmaktadır. Bu nedenle, üretilen hayvansal ve bitkisel ürünler bu artan nüfusun ihtiyacını karşılayamamakta, Dünyada çok sayıda insan açlık sorunu ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu soruna bir çözüm yolu bulmak için bilim adamları yıllardır yeni teknolojiler deneyerek birim tarladan, birim ağaçtan ya da birim hayvandan daha çok verim alabilmek adına çabalarını sürdürmektedirler. Konumuz olan hayvancılıktan bir örnek vermek gerekirse, 1900 lü yılların başından itibaren devam eden biyoteknolojik çalışmalar sonucunda birim hayvan başına verimin artırılması konusunda önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Özellikle Dünyanın ilk biyoteknolojik yöntemi olan sun’i tohumlama sayesinde günümüzde bir inekten yılda on bin litrenin üzerinde süt ve bir besi sığırından bir dönemde beş yüz kilonun üzerinde et alabilmek olanaklı hale gelmiştir. Daha sonraları geliştirilen embriyo nakli, canlı dışında döllenme, spermin yumurta hücresine enjeksiyonu ve gen aktarımı gibi teknikler sun’i tohumlama kadar olmasa da hayvansal üretimin artırılmasına katkıda bulunmuşlardır. Ancak, en son geliştirilen gen aktarımı tekniği bitkisel ve hayvansal üretimin artırılmasında ötekilere nazaran daha çok yaygınlık kazanmıştır. Aslında bu tekniğin hayvancılığı ilgilendiren yanı hayvan organizması ile değil hayvanlara yedirilen yemlerle ilgilidir. Bilindiği gibi hayvanlar kaba ve kesif yemlerle beslenmektedir. Fabrikada üretilen kesif yemlerin ham maddeleri arasında soya ve tane mısır önemli bir yer tutmaktadır. Türkiye’de soya çok az miktarda üretilmekte, mısır ise çok üretildiği halde yine de kesif yem üretimine yetmemektedir. O nedenle Türkiye yurt dışından önemli miktarda soya, az miktarda da mısır ithal etmek zorunda kalmaktadır. Ancak özellikle Amerika Birleşik Devletleri’den ithal edilen soyanın ve mısırın tamamında gen aktarımı tekniği uygulanmaktadır. Yani bu soyalar ve mısırlar Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) olarak nitelendirilmektedir. Aslında Türkiye’de genetiği değiştirilmiş bitki üretimi yasaktır. Ancak Biyogüvenlik Kurulu bazı GDO’lu soya ve mısır türlerinin ithalatına, bunların sadece hayvan yemi üretiminde kullanılması koşuluyla izin vermiştir. İşte bütün sorun yem üretiminde kullanılan bu ürünler üzerinde düğümlenmektedir. GDO’lu gıdaları insanlar doğrudan tüketmekte ve dolayısıyla olası zararları doğrudan insanlar üzerinde görülecektir. Ne var ki, GDO’lu yemleri hayvanlar yemekte ve olası zararları dolaylı olarak bu hayvanların ürünlerini tüketen insanlarda ortaya çıkacaktır. Aslında, GDO’lu gıdaların insan sağlığı üzerindeki etkileri henüz tam olarak saptanmış değildir. Deney hayvanları üzerinde yapılan çalışmalarda GDO’lu gıdaların allerjik reaksiyonlara ve bazı böbrek ve karaciğer bozukluklarına yol açtığı bildirilmiştir.
Gen aktarımı oldukça karmaşık bir tekniktir. O nedenle burada ayrıntılarına girmeye gerek yoktur. Yine de çok özet olarak açıklamak gerekirse gen aktarımı, bir organizmada mevcut olmayan bir genin başka bir organizmadan alınarak bu organizmaya aktarılmasıdır. Örneğin mısır ve soyadaki gen aktarımının amacı bu ürünlerde yeterli miktarda etkin olmayan bitki zararlılarına karşı dirençlilik geninin, etkin olduğu organizmadan alınarak mısır ve soyanın gen havuzuna dahil etmektir. Böylece mısır ve soya bitki zararlılarına karşı dirençli hale gelmekte, bitki zararlılarının neden olduğu verim kayıpları önlenerek üretimde artış sağlanmaktadır. GDO’lu mısır ve soya üretiminde bitki zararlılarına karşı zirai ilaç kullanılmadığı için de hem ilaç masraflarından tasarruf edilmekte, hem de zirai ilacın doğuracağı zararlar en aza indirilmektedir.