Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı adından da
anlaşılacağı üzere Türkiye’de gıda, tarım ve hayvancılık
sektörlerinden sorumlu bir bakanlıktır. Saydığım bu üç sektörün çok
sayıda da alt sektörü vardır. Bu sektörlerin yıllardan beri süregelen
yığınla sorunu bulunduğunu hepimiz biliyoruz. Örneğin tüm insanları
ilgilendiren bir gıda güvenliği sorunu yıllardır tartışılmaktadır. Şu
anda ne yeyip ne yiyemiyeceğimizi bilemez durumdayız. Hileli gıdalar,
sağlığa zararlı maddelerle raf ömrü uzatılmış yiyecekler, zirai ilaç
kalıntılı meyve ve sebzeler, ağır metal içeren balıklar marketlerde
boy göstermektedir. Bitkisel üretimin sorunları yok mu acaba? En
başta, çoğu bitkisel ürünün fiyatı tarlada düşük, manavda yüksektir.
Ürünler tarlada kalmakta, parsayı aracılar toplamaktadır. Rusya’ya
meyve, sebze ihracatı sorunu henüz üretici lehine çözülmüş değildir.
Fındık üreticileri isyandadır. Hayvancılık sektörü farklı mı sanki?
Başta brucella ve tüberküloz olmak üzere hastalıklar kol geziyor,
koyunculuk bitmek üzere, arıcıların yığınla sorunu var. Anlamadığım
nokta şu, neden her göreve gelen Bakan tüm bu sorunlarla ilgilenmiyor
da varsa yoksa kırmızı et sorununa tüm mesaisini harcıyor. Yazılı ve
görüntülü medyada kırmızı etten başka hayvancılık ve tarım konusu yok
sanki. Her Bakan göreve gelir gelmez sanki pahalıymış gibi vatandaşa
ucuz et yedireceğini söylüyor. Hiçbir zaman vatandaşa fındığı,
domatesi, balı ucuza yedireceğim demiyor. Önceki Bakan kırmızı etin
fiyatına narh yani üst sınır koymuştu. İthal etmeden vatandaşa kıymayı
32 liraya, kuşbaşını 34 liraya yedireceğim demişti. Ne oldu? Eti ucuza
yediremediği gibi kendisi de koltuğunu kaybetti. Yeni gelen Bakan da
göreve başlar başlamaz sanki başka sorun yokmuş gibi eti vatandaşa
ucuza yedireceğini söyledi. O biraz daha insaflı davrandı, yaklaşık üç
ay kadar düşündükten sonra kıymayı 29 liraya, kuşbaşını 31 liraya
satacağım dedi. Merak ediyorum, bu Bakanlar et pahalı derken neden
vatandaşın alım gücünü hesaba katmazlar. Asgari ücret 1400 lira değil
de 3400 lira olsa acaba vatandaş bugünkü fiyatlarla et almaz mı? Neden
bu konuya kafa yorup da asgari ücreti arttıralım derdine düşmezler?
Nedeni gayet basit. Türkiye’de yıllardır faaliyet gösteren bir kırmızı
et ve ithalat lobisinin bulunduğu apaçık ortadadır. Bu lobi, işi
bilenlerin tüm uyarılarına rağmen yerli üretimi artırıp insanlarımızın
et ihtiyacını karşılamak yerine tek çözümün ithalat olduğunu ileri
sürer. Çünkü Yurt dışından kesimlik hayvan, besilik dana, taze karkas,
donmuş karkas, donmuş lop et ithalatında büyük kazançlar vardır.
Bunlar, Yurt dışından ucuza aldıkları bu materyali kur farkından
dolayı zavallı Türk besicisine pahalıya satarlar. Yani Hasan’ı
fakirleştirip Hans’ı zengin ederler. Son zamanlarda ithalatı Et Süt
Kurumu üstlendi ama yine değişen bir şey olmadı. Parasını döviz
bazında ESK’na yatıran küçük besiciler ahırları boş, dört gözle dana
beklerken daha geçenlerde büyük bir besicinin 30.000 baş ithal dana
aldığı haberi geldi. Eğer bu danalar 50 şer başlık gruplar halinde
dağıtılsaydı 600 küçük besicinin ahırı dolacaktı. Ama kırmızı et
lobisi bunu istemez. Çünkü onlar için küçük üreticinin bir değeri
yoktur. Bu kırmızı et lobisi, ithalata karşı çıkıp hazırladığı Milli
Tarım Projesi ile besi materyalini Yurt içi kaynaklardan sağlayacağını
söyleyen önceki Bakanı makamından etti. Şimdi bundan ders alan yeni
Bakan temkinli davranıp uzun süre düşündükten sonra yeni kırmızı et
fiyatlarını önceki gibi medyanın karşısına geçip tantana ile değil de
yazılı bir metin halinde açıkladı. Sırası gelmişken bir hususu
belirtmek istiyorum. Yeni Bakana tıp doktoru olduğu için bu işlerden
anlamaz diyenler var. Ben bu iddiayı asla kabul etmiyorum. Benim
Fakülteden öğrencim olan, Bakanlığın her kademesinde çalışmış ve 13
yıl gibi uzun süre Bakanlık yaparak tarihi bir rekora imza atmış olan
Veteriner Hekimi Dr. M.Mehdi Eker zamanında da kırmızı et sorunu ve
ithalat farklı bir durumda değildi. Kanımca sorunun birinci ayağı
bürokrasidir. Hiçbir Bakan; seçmen ziyaretlerinden, seçim bölgesi
gezilerinden, parti ve hükumet toplantılarından, yabancı konukları
kabulünden, Yurt dışı gezilerinden ve bu kadar geniş bir teşkilattan
gelen evrakları inceleyip imzalamaktan vakit bulup da onlarca sektörü
kapsayan bir bakanlığın tüm sorunlarına kısa zamanda asla vakıf
olamaz. Onun için başlangıçta Bakanlık bürokrasisi ne derse Bakan onu
yapmak zorundadır. Bürokrasi de adı üstünde değişikliği kabul etmeyen,
mevcut durumun devamını isteyen bir örgüttür. Nitekim göreve gelen her
hükumet önce bürokrasiyi suçlamakta, bürokratları değiştirmekte ama
yine de her hangi bir gelişme olmamaktadır. İkinci ayak da Gıda, Tarım
ve Hayvancılık Bakanlığının deyim yerindeyse yedi kocalı bir Hürmüz
olmasıdır. Uzun yıllardır kendi alanındaki konulara tek başına
Bakanlık karar verememekte, devreye Maliye Bakanlığı, Hazine
Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Gümrük Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı
hatta yeni sistemde Cumhurbaşkanlığı gibi kuruluşlar girmektedir.
Örneğin son yaşanan kırmızı et sorununun temelinde, kırmızı etin
enflasyonu arttırdığına inanan Maliye Bakanlığının enflasyonu düşürmek
için fiyatları aşağıya çektirmek istemesi yatmaktadır.
Bu genel açıklamaların ardından bugünkü duruma geldiğimizde,
Bakanlığın 25 liradan üreticiden aldığı eti zincir marketlerde
ortalama 30 liraya tüketiciye sattırması da soruna çözüm
getirmeyecektir. Çünkü çeşitli kesimlerden aldığım bilgiye göre bir
kilo sığır etinin maliyeti bugün için 25 liradır. Besicinin hayvanını
kombinalara bu fiyattan kestirmesinin nedeni parasını peşin olarak
almasıdır. Bu nedenle, 25 lira kırmızı et için sürdürülebilir bir
fiyat olamaz. Besicinin öncelikli amacı, aldığı bu peşin para ile
döküm mevsiminde Doğudan ucuz besi danası satın alıp aylardır boş olan
ahırını doldurmak ve yeni umutlarla besicilik faaliyetini
sürdürmektir. Ancak, peşin para olayı kısa dönemde hayvan sahiplerinin
ineklerini de kestirmelerine yol açabileceğinden ileriye dönük
sorunların daha da artmasından korkulmalıdır.