Bir süredir Türkiye genelinde, özellikle de Doğu Anadolu Bölgesindeki sığırlarda yaygın olarak görülen bulaşıcı şap hastalığı hem neden olduğu ölümler hem de hayvan pazarlarının kapatılması yüzünden hayvancılığa ve hayvan üreticilerine büyük zararlar vermektedir. Resmi olmayan rakamlara göre sadece Ardahan’da son bir ay içinde çoğu buzağı olmak üzere 10.000 sığır ölmüştür. Bin yıllardır dünyada var olan bu hastalığın tarihimiz açısında da çok önemli bir yeri ve önemi vardır. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın en kritik bir döneminde top arabalarını ve cepheye mermi taşıyan kağnıları çeken öküz ve mandalarda yaygın bir şap ve veba salgını ortaya çıkmış, ordunun lojistik gücü neredeyse bitme noktasına gelmişti. Eğer bu salgınlar önlenemeseydi büyük bir olasılıkla savaş kaybedilecekti.

Şap hastalığı konusunda medyada birbiriyle çelişen tartışmalar yaşanmaktadır. Tartışılan konuların başında günümüzde Türkiye’de 30 veteriner fakültesi ve kamuda çalışan 9000 veteriner hekim olmasına rağmen hastalığın neden önlenemediği sorusu gelmektedir. Hastalığın önlenmesi ile veteriner fakültelerinin ve kamuda çalışan veteriner hekimlerin sayısı arasında anlamlı bir ilişki mevcut değildir. Çünkü 1970 yılında Türkiye’de tek veteriner fakültesi ve 800 kamu veteriner hekimi olduğu halde şap hastalığı bu kadar yaygın değildi. Sorun tümüyle kamu hayvan sağlığı örgütünün yapısı ve işlerliği ile ilgilidir.

Pekiyi, kamu veteriner hekimliğinde nasıl bir örgüt olmalıdır? Bu konu yaklaşık 40 yıldır meslek kamuoyunca tartışılmakta ancak hükumetler soruna bir türlü çözüm bulamamaktadır. 19.Yüzyılın başlarında çok sayıda salgın hayvan hastalığına maruz kalan Avrupa’nın büyük devletleri Birleşmiş Milletler Teşkilatının önderliğinde Cenevre’de bir konferans düzenlemişlerdir. Bu konferansta Türkiye yoluyla bulaşabilecek hayvan hastalıklarının Avrupa’ya girmeden önlenmesi konusu tartışılmıştır. Bu konferansın sonucunda kabul edilen sözleşme uyarınca 1937 yılında yürürlüğe konulan Ziraat Vekaleti Vazife ve Teşkilat Kanunu hükümlerine göre hayvan sağlığı hizmetlerinden sorumlu olmak üzere Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü kurulmuştur.  Bu genel müdürlük faaliyette bulunduğu yaklaşık 50 yılda gerek Türkiye’deki hayvan hastalıklarının önlenmesi gerekse Türkiye’den Avrupa’ya hastalık bulaşmaması konularında başarılı çalışmalar yapmıştır. Ancak, bu başarılı genel müdürlük 1980 askeri darbesinden sonra kapatılmış yerine Cenevre Sözleşmesi hükümleriyle hiç ilgisi olmayan karma, hantal, işlevsiz ve merkez-taşra uyumu zayıf Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Son günlerde, bu genel müdürlük bünyesindeki hayvan sağlığı hizmetleri amacı ıslah olan Hayvancılık Genel Müdürlüğüne devredilerek işlevsiz hale getirilmiştir. İşte hayvan hastalıklarındaki artış bu genel müdürlük kurulduktan sonra başlamıştır.

Şap viral bir hastalık olduğu için hayvandan hayvana hızla bulaşır. Hatta şap virusu rüzgarla ya da kuşlarla kilometrelerce öteye yayılabilir. Şapın Türkiye’ye girişi Afganistan ve İran üzerinden olmaktadır. Bu yolla kapımıza kadar gelen hastalık yolgeçen hanına dönmüş sınırlarımızdan kaçak insan ve hayvanlar vasıtasıyla kolaylıkla girmektedir. Şap virusunun tıpta suş adı verilen çok sayıda türü vardır. Sığırların tümü aşılansa bile yurt dışından gelecek farklı bir tür daha önce aşılanmış hayvanlarda yeniden hastalık meydana getirebilir. Nitekim bu defaki salgın böyle olmuş, 60 yıldır görülmeyen virüs türü sınırlarımızdan girerek salgın yapmıştır. O nedenle sınırlarımızın kontrolü hastalığın önlenmesi bakımından son derecede önemlidir. Şapın lokal uygulamalar dışında kesin bir tedavisi yoktur. Hastalık bulaşmasını önlemek için koruyucu hekimlik ve biyogüvenlik uygulamalarına ödünsüz uyulması gerekir. Bu bağlamda özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da sınıra yakın olarak oluşturulacak tampon bölgelerde hayvan hareketleri denetlenmeli ve yoğun bir koruyucu aşılama programı uygulanmalıdır. Ancak tüm bu önlemlerin alınabilmesi için etkin bir kamu hayvan sağlığı örgütüne ihtiyaç vardır. Mevcut örgüt sadece şap değil brusella ve tüberküloz gibi yaygın hayvan hastalıklarının önlenmesinde de yetersiz kalmaktadır. O nedenle kamuda sadece hayvan hastalıkları ile uğraşacak etkin, mobil, merkez-taşra iletişimi güçlü bir örgüt oluşturulmalıdır. Bu kurumun oluşturulmasında 1980 öncesi başarılı hizmetler yapan Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü’nün çağımıza uyarlanmış modeli örnek alınabilir.