Son günlerde hayvancılık sektöründe iki konu yoğunlukla tartışılıyor. Bu konulardan birisi çiğ süt üretiminin fazlalığı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan fiyat düşüklüğü, diğeri de et üretiminin azlığı nedeniyle et fiyatlarının yüksekliği ve buna bağlı olarak gündeme gelen ithalat. Başta Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yetkilileri olmak üzere hayvancılık sektörünün tüm paydaşları her iki konuda da görüşlerini ve çözüm önerilerini bildiriyorlar. Ne var ki, en az bu iki konu kadar önemli hayvan hastalıkları konusuna hiç değinilmiyor. Oysa hastalıklar konusu et ve süt üretimini çok yakından ilgilendiren bir konu ve ne yazık ki Ülkemizde çok yaygın bir durumda. Bu konuda kesin bir istatistik bulunmasa da hayvan hastalıklarının Ülke ekonomisine verdikleri zarar neredeyse devletin hayvancılığa verdiği tüm desteğe eşit düzeyde belki de daha fazla. Bu hastalıkların bir bölümünün zoonoz olduğu ve insanlara da bulaştığı düşünülürse tedavi masrafları ve iş gücü kaybı ile birlikte bu zararın daha da büyük boyutlara ulaştığı görülür.,
Türkiye coğrafi konumu itibariyle yüzyıllar boyunca salgın hayvan hastalıklarına açık bir ülkedir. Doğu ve Güney Doğusundaki Ülkelerle uzun bir kara sınırına sahip olan Türkiye’ye bu Ülkelerden sürekli kaçak canlı hayvan girişi olmakta, bu hayvanlarla birlikte çok sayıda hastalık da gelmektedir. Bu hastalıkların önemlileri olarak şapı ve sığır vebasını sayabiliriz. Bir de Türkiye’de yıllardır özellikle sığırlarımızda görülen ve bir türlü baş edilemeyen, aynı zamanda da zoonoz olan yani insanlara da bulaşan tüberküloz ve bruselloz gibi hastalıkları sayarsak işin ne kadar vahim olduğu anlaşılır. Bu hastalıklar hayvanı iştahsız kılarak, etini, sütünü azaltarak, karnındaki yavrusunu attırarak, topallık yaparak büyük miktarda verim kayıplarına neden olurlar.
Geçmişte kamu hayvan sağlığı örgütü kıt olanaklarına rağmen sayılan bu hastalıklarla savaşıyor ve çok da başarılı oluyordu. Ne var ki, 1985 yılında Veteriner İşleri Genel Müdürlüğünün kapatılması Devletin salgın hayvan hastalıklarına karşı verdiği mücadeleye büyük bir sekte vurdu. Yeni kurulan, adı ve işlevi sık sık değişen kamu hayvan sağlığı örgütlenmeleri gerek bürokratik engellerden gerekse eşgüdüm eksikliğinden dolayı hayvan hastalıkları ile ilgili yeterli mücadeleyi yapamadı. Ayrıca, özellikle yıllardır Doğu ve Güney Doğu Bölgelerimizde cereyan eden terör olaylarının sınır güvenliğini zayıflatması da bu mücadelenin başarısını engelledi. Bugün gelinen noktada, şap hastalığı alınan tüm koruyucu hekimlik önlemlerine karşın etkinliğini sürdürmekte, bruselloz, tüberküloz gibi hastalıklar özellikle sığırlarda sıkça görülerek önemli verim kayıplarına yol açmaktadır.
Türkiye’de salgın hayvan hastalıkları ile mücadelenin birinci koşulu kamu hayvan sağlığı örgütünün günün koşullarına uygun olarak yeniden düzenlenmesidir. Bu bağlamda yapılacak ilk iş geçmişte olduğu gibi Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı etkin, mobil, havza bazlı çalışacak Veteriner İşleri Genel Müdürlüğünün bir an önce kurulmasıdır. Ayrıca sınır güvenliğinin sağlanması, hastalıkların erken teşhisi amacıyla acil uyarı ve mobil labaratuvar sistemlerinin kurulması, koruyucu aşılama hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve havza bazlı bir idari yapının oluşturulması gibi önlemler de mutlaka alınmalıdır.
Salgın hayvan hastalıkları ile mücadele edilerek başarıya ulaşılması halinde hem hayvan yetiştiricilerinin ekonomik durumları güçlenecek hem de bu sayede Ülke ekonomisi çok önemli kazançlar elde edebilecektir.