Öğrenciliğimizde yani bundan
yaklaşık elli yıl önce fakültede Yem Bitkileri ve Hayvan Besleme dersi
okumuştuk. Rahmetli hocamız Prof.Dr. Sabri Dilmen Yüksek Ziraat
Enstitüsünde yetişmiş değeri bir insandı. Fakat o yıllarda hayvan
besleme biliminin değeri tam manasıyla anlaşılamıyordu. Bu nedenle
aldığımız bilgiler sınırlı kaldı. Ayrıca, bizler de öğrencilik
psikolojisi içerisinde hocamızdan gereğince yararlanamamıştık. Yani
açıkçası hayvan besleme konusunda bende yeterli bir bilgi birikimi
oluşmamıştı. Sonraları akademik yaşamda branşlaştığımız için ben daha
çok kendi konum olan suni tohumlamaya yoğunlaştım. Aradan yıllar geçti
ve emekli olduktan sonra İneklerde İnfertilite adlı bir kitap yazdım.
Bu kitabı yazarken doğal olarak birçok kaynaktan yararlandım. Sonunda
hayvan beslemenin infertilitenin nedenleri arasında kendi ölçütümle
yaklaşık %80 lik bir paya sahip olduğunu gördüm. Bu arada, yerli ve
yabancı yayınları okudukça metabolizma hastalıklarının Türkiye’de et,
süt ve döl verimi üzerindeki olumsuz etkilerinin ne denli büyük
olduğunu anladım. Gerçi hepinizin iyi bildiği konular ama ben
fakültelerimizde hayvan besleme ve beslenme hastalıkları dersinin ne
denli önemli olduğunu vurgulamak için bir iki örnek vermek istiyorum.
Et, süt gibi hayati ve stratejik öneme sahip ürünlerdeki artışın ve
sürekliliğin ancak üstün bir döl verimi ile sağlanabileceğini hepimiz
yakından biliyoruz. Bu da, döl verimi düşük olduğu zaman et ve süt
üretiminin de azalacağı anlamına gelir. Bundan hayvan yetiştiricisi
iki yönden zarar görür. Birincisi üretimi azaldığı için karı düşer,
ikincisi de et üretimi azalınca ülke ihtiyacına yetmez, ithalat
devreye girer, küçük üretici ithalatla rekabet edemez ve dolaylı
olarak kar edemez. Döl verimi düşüklüğünde daha doğrusu örneğin
ineklerdeki döl tutamama sorununda hormonların ne kadar önemli
olduğunu hepimiz biliyoruz. Üreme hormonlarının salgılanmasındaki ana
etken biliyorsunuz Insülin Like Growth Factor (IGF) dür. Bu faktörün
etkisi altında sırasıyla Gn-Rh, FSH, LH gibi ineklerde döl tutmayı
sağlayan hormonlar salgılanır. İneklerde Negatif Enerji Balansının
(NEB) ortaya çıkması durumunda yani hayvanın aldığı enerjiden daha çok
enerji harcaması halinde yukarıda anılan hormonların salgılanmaması
sonucu ineklerde döl tutamama sorunu ortaya çıkar. NEB en çok doğumdan
sonra yani erken laktasyon döneminde görülür. Çünkü doğumdan sonraki
bir ay içerisinde inek tüm enerjini yavrusunu beslemek amacıyla süt
üretmeye harcar. Bu dönemde hayvan iyi beslenemezse NEB ortaya çıkar
ve hormonal eksiklik yüzünden inek döl tutmaz, iki doğum arasındaki
süre yani buzağılama aralığı uzar, yetiştirici döl dolayısıyla süt
alamadığından zarar eder. Negatif enerji Balansının ikinci bir etkisi
de ergenlikte görülür. Yeterince beslenemeyen düvelerde ortaya çıkan
NEB hormon salgılanmasını engelleyerek geç ergenliğe ve fertil yaşam
süresinin kısalmasına dolayısıyla da bir inekten daha az sayıda buzağı
alınmasına neden olur ki bu da yukarıda belirtildiği gibi ithalata
kadar uzanan olumsuz sonuçlara yol açar. Ayrıca NEB’in fertilizasyon,
hücre bölünmesi, nidasyon ve erken embriyonik ölüm gibi olgularda da
olumsuz etkileri vardır. Bugün hayvancılığımıza büyük darbe vuran
canlı hayvan ve et ithalatının en önemli nedeni, döl tutamama yüzünden
daha az sayıda buzağı elde edilmesi ve bu nedenle de et üretiminin
düşük olmasıdır. Yeterli sayıda buzağı elde edememenin en büyük nedeni
ise yukarıda açıklandığı gibi düvelerin ve ineklerin yetersiz
beslenmesidir. İneklerin yaşamında üzerinde önemle durulması gereken
iki evre vardır. Bunlardan birincisi yukarıda bahsettiğim gibi erken
laktasyon evresi, ikincisi de kuru dönemdir. Bir inek kuru dönemde
usulüne uygun olarak beslenmezse çok sayıda hastalığa maruz kalır. Döl
verimini olumsuz etkileyerek et ve süt üretimini düşüren bu
hastalıklar arasında retentio secundinarium, metritis, mastitis,
laminitis ve ketozisi sayabiliriz. Tüm bu açıklamalardan da
anlaşılacağı üzere hayvan besleme ve beslenme hastalıkları dersi
veteriner fakültelerinde okutulması zorunlu olan ve her veteriner
hekimine gerekli bilgileri içeren bir derstir.

Köken olarak zooteknist olduğum için şimdi de bu konuya değinmek
istiyorum. Zootekni bırakın ilgisi olmayan çevreleri, kendi aramızda
bile sadece hayvan yetiştiriciliği ile Türkiye’de ve Dünya’daki hayvan
ırklarını konu alan bir bilim dalı ve ders olarak algılanır. Oysa
zootekni olgusu günümüzde sanılandan daha farklı bir boyuta
evrilmiştir. Her ne kadar hayvanlarda genetik ilerlemenin hızı
kaliteli boğa spermalaryla yapılan suni tohumlama yöntemi ile
artırılabiliyorsa da özellikle damızlık hayvan seçimi ve sürüden
ayrılacak reforme hayvanların tespiti konularında zootekni biliminin
büyük katkıları olmaktadır. Kaldı ki, boğa spermalarının seçiminde
yararlanılan ölçütlerin çoğunda zootekni bilgisine ihtiyaç vardır.
Ayrıca, son yıllarda büyük bir önem kazanan vücut kondüsyon skoru
testlerinde de zootekni biliminin rolü büyüktür. Öte yandan gittikçe
gelişen genetik çalışmalar da her türlü verimin artırılmasına
yadsınamaz katkılar sağlamaktadır. Özellikle DNA’ya dayalı gen
teknolojilerinin kullanıldığı üretim artışı çalışmalarında zootekni ön
plandadır. Son yıllarda yaygınlaşan ve çok sayıda veteriner hekimin
istidam alanı olan çiftlik hekimliğinde de zootekni biliminden
yararlanılmaktadır. Özellikle sürü yönetimi sisteminin ortaya çıkması
zootekni bilimine büyük bir önem ve öncelik kazandırmıştır. Gerek
günlük toplam rasyon hazırlanmasında gerekse hayvancılık
işletmelerinin kuruluşunda ve işleyişinde zootekni ön plana çıkmıştır.
Hayvan refahının sağlanması açısından barınakların açık mı, kapalı mı
olması gerektiği ya da hayvan duraklarının niteliğinin ve hayvan
başına düşen alanın hesaplanması konuları zootekni bilgilerini
gerektirir. Aynı şekilde yemliklerin ve sulukların yerleri,
kapasiteleri konuları da doğrudan zootekniyi ilgilendirmektedir.
Gittikçe sayıları artış göstere büyük ölçekli işletmelerde veteriner
hekimi istihdamı da artmaktadır. Tüm bu nedenlerden dolayı zootekni
dersi veteriner fakültelerinde mutlaka okutulmalıdır.

Gıda güvenliği konusu globalleşen dünyada tüm ülkelerin en önemli
sorunlarından biri haline gelmiştir. Son zamanlarda dillerden düşmeyen
“Ahırdan Çatala Gıda Güvenliği” ve “Sağlıklı Çevre, Sağlıklı Hayvan,
Sağlıklı Gıda, Sağlıklı İnsan, Sağlıklı Toplum” sloganlarında sözü
edilen olguların tümünde veteriner hekimlerinin etkin rolleri
bulunmaktadır. Gıda üretiminin tüm aşamaları içeren kritik kontrol
noktalarının denetiminde de veteriner hekimler çok büyük bir role
sahiptir. Tarım ve Orman bakanlığı yeni yayınladığı bir tebliğde
hayvansal gıdaların üretiminde ve mamul madde haline dönüştürülmesinde
en başta veteriner hekimleri yetkili kılmıştır. Batılı ülkelerde kamu
veteriner teşkilatı sadece gıda güvenliği alanında çalışmaktadır. Bu
nedenle fakültelerimizde gıda güvenliği ve veteriner halk sağlığı
derslerinin okutulması zorunlu olmalıdır.

Veteriner hekimliğinde, gerek öğretimde gerekse kamu ve özel kesimde
yeniden bir yapılanmaya ihtiyaç olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Ancak bu yapılanma bireysel görüş ve çıkışlarla değil Türk Veteriner
Hekimleri Birliğinin önderliğinde düzenlenecek ve konunun tüm
paydaşlarının katılacağı bir Çalıştay ile sağlanabilir.