Dünya Veteriner Hekimleri Günü 27 Nisan’da Türkiye’de de kutlandığı sırada medyada doğruluğundan kuşku duyulmayacak, somut verilere dayalı iki haber yayınlandı. Bunlardan birisi 2012 de Türkiye’de en çok istihdamın Veteriner Hekimliği alanında olduğu, diğeri de yıllık kazanç durumlarına göre Veteriner Hekimliğinin Dünya’da 15. sırada yer aldığı haberleri idi. Hem Ülkemizde, hem de Dünyada mesleğimiz adına hoşa gidici bu verilerle bizlerin çeşitli platformlarda dile getirdiği Türkiye’de Veteriner Hekimliğinin kötü durumu arasında bir çelişki aramamak mümkün değil. Demek ki Türkiye’de en çok istihdam edilmek, Dünyada da gözde meslekler arasında yer almak Veteriner Hekimliğinin Türkiye’de ki görece kötü durumunu perdelemeye yetmiyor. Pekiyi, bu nasıl oluyor? Bu çelişki nereden kaynaklanıyor? Tüm bu sorulara yanıt verebilmek için Veteriner Hekimliğinin Türkiye’deki geçmişini ve bugününü iyi değerlendirmek gerekir.

Daha Cumhuriyet kurulmadan önce İzmir’de Ulu Önder Atatürk’ün direktifleri ile toplanan Birinci İktisat Kongresi Türkiye’nin kalkınma modeli olarak öz kaynaklara dayalı sanayileşmeyi ön görmüştü. Bu amaca ulaşabilmek için de hiç kuşkusuz mevcut öz kaynakların geliştirilmesi ve çoğaltılması gerekiyordu. O dönemde hayvancılık verimsiz ve sayıca az da olsa ihmal edilemeyecek derecede önemli bir öz kaynak idi. O nedenle en başta hayvanların ıslahı ve sayılarının artırılması yoluna gidildi. Bu amaçla, dar bütçe olanaklarına rağmen çok hızlı bir biçimde Ülke çapında Haralar, İnekhaneler, Boğa İstasyonları açıldı. Diğer önemli bir nokta da mevcut hayvanların sığır vebası ve şap başta olmak üzere çok sayıda salgın hastalığın pençesinde kıvranması idi. Cumhuriyetten hemen sonra hiç vakit yitirilmeden salgın hayvan hastalıkları ile mücadele amacıyla  yeni Aşı Üretim Laboratuarları kuruldu, eskiler modern hale getirildi. Böylece hayvanların ıslahı, verimlerinin artırılması ve sağlıklarının korunması amacıyla Ülke çapında önemli yatırımlara imza atıldı. Öte yandan tüm bu işleri yürütmek üzere yeni bir örgütlenmeye gidilmesi fikri benimsendi ve 3203 sayılı Ziraat Vekaleti Teşkilat Kanunun çıkarılarak Veteriner İşleri Genel Müdürlüğünün kurulması gerçekleştirilmiş oldu. Daha sonraları bu hizmetleri yürütecek Veteriner Hekimlerin daha iyi yetişmelerini sağlamak adına 1933 yılında Ankara’da kurulan Yüksek Ziraat Enstitüsü bünyesinde Veteriner Fakültesi açılması kararlaştırıldı.

Tüm bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Cumhuriyetin ilk on yılında hayvancılığın geliştirilmesi amacıyla oluşturulan örgütlenmenin merkezinde Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü ve ona bağlı İl Veteriner Müdürlükleri ve İlçe Veteriner Hekimlikleri ile Hara ve İnekhaneler bulunuyordu. Tümüyle Devlet tekelindeki bu yapının içerinde yer alanVeteriner Hekimlerine ise hayvan ıslahı ve koruyucu aşılama görevleri verilmişti. Bir de o dönemde Veteriner Hekimleri ek görev olarak Belediyelere bağlı mezbahalarda et muayenesi yapıyorlardı. Cumhuriyetten hemen sonra, 1926 da Türkiye’de başlayan ancak çeşitli nedenlerle 1948 yılında halk hayvanlarında uygulamaya sokulan sığır ve koyun suni tohumlaması görevi her ne kadar Veteriner İşleri Genel Müdürlüğüne verilmişse de, ileri de ayrıntıları ile açıklanacağı üzere 1980 li yılların ortalarına kadar bu işi hiçbir zaman veteriner hekimler yapmamışlardır.

Yukarıda belirtilen tümüyle devlete bağımlı bu statik yapı 1980 li yılların ortalarına kadar egemenliğini sürdürmüş, bir iki istisna dışında serbest kesime ve özel sektöre kapısını aralamamıştır. Yalnız 1977 yılında Bakan oluru ile kurulan Gıda İşleri Genel Müdürlüğü, Suni Tohumlama ve Nesil Kontrol Genel Müdürlüğü gibi Veteriner Hekimlerin yoğunlukla görev alması gereken kuruluşlara her nedense yeterli meslektaş akımı olmamış , hatta Suni Tohumlama Genel Müdürlüğü ile Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü kardeş kuruluşlar olmasına rağmen aralarında yetki uyuşmazlığı çıktığından biri birine deyim yerindeyse düşman kesilmişlerdir. Nitekim kısa bir süre sonra bu Genel Müdürlükler ortadan kalkmıştır.

Türkiye’de Veteriner Hekimliğinde asıl devrim sayılacak gelişme 12 Eylül askeri darbesi sonucu oluşturulan neo liberal politikaların bir sonucu olarak yaşanmıştır. Hiç kimsenin ihtimal vermediği bir şekilde yıllardır hayvan sağlığı ve hayvansal üretim gibi hayati konuların tek çatı örgütü olan Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü kapatılmış, veteriner sözcüğü adeta Bakanlık lügatından silinmiştir. Doğal olarak bu değişimden Genel Müdürlüğün taşra örgütü de nasibini almış, yıllardır ayrı ayrı çalışan, biri biri ile kıyasıya rekabet eden hatta kavga eden veteriner ve ziraat teşkilatları deyim yerindeyse zoraki nikahla evlendirilip bir arada yaşamaya zorlanmışlardır. Hala değişik biçimlerde de olsa süre giden bu karmaşık yapı başlangıçta hedeflenenin aksine işleri kolaylaştırmamış, tam tersine zorlaştırarak içinden çıkılmaz bir duruma sokmuştur. Hele son yapılan Bakanlık düzenlemesi ile denizlerinde balık kalmamış Ülkeye Su Ürünleri Genel Müdürlüğü kurulmuş, ama ne yazık ki gerek sayı gerekse katma değer açısından Ülke ekonomisine büyük katkıları bulunan hayvanların sağlığına ve onun ayrılmaz bir parçası olan Veteriner Hekimliğe bağımsız bir Genel Müdürlük bile çok görülmüştür.

Reorganizasyon adı da verilen bu değişimin doğurduğu en önemli sonuç hiç kuşkusuz suni tohumlama ve koruyucu aşılama hizmetlerinin özel sektöre ve serbest kesime açılması olmuştur. Öte yandan serbest kesimi özendirecek politikaların yürürlüğe girmesi sonucu da başta pet ve suni tohumlama alanlarında olmak üzere bir çok sahada serbest veteriner hekimliğin geliştiğini görmekteyiz. Bu gelişmeden sonra Devlette sığır suni tohumlaması yapmayan Veteriner Hekimler artık yapar olmuş, o güne kadar görülmedik bir biçimde boğa sperması ve koruyucu aşılar ithal edilir duruma gelmiştir. Bu baş döndürücü gelişme beraberinde serbest veteriner hekimliğin beklenenden de hızlı bir biçimde gelişimini sağlamış,devletin istihdamı kısması sonucu başka çare bulamayan yeni mezun genç veteriner hekimlerin de katılımıyla açılan klinik sayısı beklenmedik bir artış göstermiştir. Ne var ki bu değişime hazırlıksız yakalanan mesleğimizin ve örgütlerimizin gücü serbest veteriner hekimliğinin batıdaki örneklerine benzer bir biçimde gelişmesine yetmemiştir. Nitekim başlangıçtaki bu çarpık yapılaşma bugün bile etkisini sürdürmektedir. Hele veteriner hekimlere ilaç satma yetkisinin tanınması veteriner hekimliğinin neredeyse yumuşak karnı haline gelmiştir. Devletin suni tohumlama ve koruyucu aşılama hizmetlerini aşamalı olarak serbest kesime devretmesi kamu veteriner hekimlerinin işlevlerinde bir farklılaşmayı da neden olmuştur. Hayvancılığa devlet desteğinin ve çiftçi kayıt sisteminin de yürürlüğe girmesi veteriner hekimleri deyim yerindeyse büro memuru haline getirmiş, mesailerini destek verilen çiftçileri sisteme kaydetme, hayvanların kayıt sistemine giriş çıkışlarını yapma ve küpe takma gibi bir veteriner hekimin yapmayacağı türden işlerle doldurmalarına neden olmuştur. Öte yandan Tarım Danışmanlığı, Akredite Veteriner Hekimlik gibi uydurma adlarla istihdam edilen veteriner hekimler mesleklerini özgürce yapamaz hale getirilmiş, köy kahvehanelerini ofis olarak kullanmak zorunda bırakılmışlardır. Kamuda veteriner hekimlere reva görülen böylesi bir muamele mesleğimizin şanlı tarihine hiç yakışmamış, meslektaşlarımızın onurunu zedelemiştir.

Son zamanlarda mesleğimize ve meslektaşlarımıza yapılan haksız ve çirkin saldırılar da had safhaya ulaşmış bulunmaktadır. Daha dün biri birinden türemiş kimi köksüz meslekler tarihi insanlık tarihi kadar eski olan Türk Veteriner Hekimliğinin yetkilerini ellerinden alıp yasa dışı olarak kendilerine mal etme girişimlerine hız vermişlerdir. Öte yandan mesleğimizi ilgilendiren konularda bilgisiz ve yetkisiz kişiler medyada görüş bildirmeye hatta bu esnada satır aralarında veteriner hekimlere hakaret etmeye yeltenmişlerdir. Petshop konusu mesleğimizin başını ağrıtan konulardan biri haline gelmiş, meslektaşlarımız kendini bilmez petshopçuların hedef tahtası olmuştur. Neredeyse ilçelere kadar indirgenen Veteriner Fakülteleri yetmezmiş gibi bir de başka mesleklerin değişik adla kurdukları fakültelerde hayvan sağlığı temel dersler arasına girmiştir. Biz hayvan ıslahı yetkimizi elimizden alacaklar diye korkarken köksüz meslekler gözlerini temel dayanağımız olan hayvan sağlığı konusuna dikmişlerdir. Tüm bu haksızlıklara karşı direnmesi gereken Fakültelerimizin ve mesleki örgütlerimizin sesleri de ne yazık ki yeterli medya iletişimini kuramadıkları için cılız kalmış, Ülke kamuoyu tarafından yeterince duyulmamıştır.

Özetlemek gerekirse bugün için mesleğimizin fotoğrafı ,Türkiye’deki istihdam gücünün üstünlüğü ve Dünyadaki saygınlığının giderek artışına rağmen hiç de parlak değildir. Bugün kamuda yetkileri haksızca ellerinden alınmış, bilgisayar işletmeni ya da büro memuru haline dönüştürülmüş, çalışma koşulları ve aylık ücretleri son derece kötü, siyasi baskılardan bunalmış bir veteriner hekim tiplemesi görmekteyiz. Serbest veteriner hekimliğinde ise

 

 

 

 

 

 

 

 

muayene ve tedavi işlevlerinin azaldığı, ilaç satışı ve suni tohumlama uygulaması ile ancak geçimini sağlayabilen, bu nedenle de mesleki deontolojiye aykırı haksız rekabetin azgınlaştığı bir çarpık yapı ile karşı karşıya bulunmaktayız. Böylesi kötü bir duruma son 48 yılını iyi bildiğim meslek tarihimizde hiç rastlamadığımı rahatlıkla söyleyebilirim.

 

Tüm bu saptamalardan sonra Türkiye’de Veteriner Hekimliğinin var olan sorunlarının çözümü konusundaki somut önerilerime geçmek istiyorum.

 

  1. Avrupa’daki toplam Veteriner Fakültelerinin yarısı kadar Veteriner Fakültesi bulunan Ülkemizdeki bu acıklı duruma ne yapıp edip bir son vermek durumundayız. Burada bir çözümsüzlük olgusunun bulunduğu hepimizce biliniyor. Hedef yeni fakülteler açtırmamak olmalıdır. Yoksa açılmış bir fakülteyi kapatmak hiç de kolay değildir. Sadece henüz öğretime başlamayanlar üzerinde operasyon yapılabilir. Bence mesleğimizin bugün için en büyük sorunu budur ve bu sorun çözülmediği taktirde öteki sorunlarımızın da çözülmesi mümkün değildir. Fakültelerimiz ve meslek örgütlerimiz tüm mesailerini bu konuya harcayıp mutlaka bir çözüm bulmaya çalışmalıdır.
  2. Kamu veteriner hekimleri yapılacak yasal düzenlemelerle mutlaka mesleklerini etkin biçimde icra edecek duruma getirilmelidir. Bir an önce, geleceği meçhul bir Avrupa Birliği sevdasından vazgeçip Ülkemizin özgün koşullarının dayattığı hayvan sağlığı ve gıda güvenliği konularını kapsayacak tek çatı-tek örgüt modeline geçilmeli ve taşra örgütleriyle birlikte bağımsız Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü mutlaka kurulmalıdır. Bunun başka bir izah tarzı yoktur. Bu bağımsız örgütün etkin bir biçimde çalışabilmesi için de mevcut il örgütlenmesi yerine havza örgütlenmesine geçilmesinde büyük yararlar vardır.
  3. Türkiye’de serbest veteriner hekimliği mutlaka yeni baştan ele alınıp düzenlenmelidir. Mesleğimizin onurunu ayaklar altına alan ilaç satışı belli istisnalar dışında mutlaka yasaklanmalıdır. Her önüne gelenin istediği yerde klinik açmasının önüne mutlaka geçilmelidir. Klinik açacak kişilerde Almanya’da olduğu gibi master ya da doktora gibi koşullar aranmalı veya avukatlıktaki gibi iki yıl deneyimli bir veteriner hekimin yanında staj, noterlikte olduğu gibi klinik yeri planlaması getirilmelidir. Odaların asgari ücret tarifesine uymayanlar için uygulayacakları yaptırımlar mutlaka arttırılmalıdır. Tek tek klinik açmak yerine birkaç veteriner hekimin bir araya gelip açacakları poliklinik ya da hastane tarzı oluşumlar vergi, sigorta primi muafiyeti gibi önlemlerle teşvik edilmelidir.
  4. Veteriner Hekimliği ile ilgili teknolojilerin Dünyada baş döndürücü bir hızla geliştiği apaçık ortadadır. Mevcut veteriner hekimlerin önemli bir bölümünün öğretim elemanı ve uygulama olanakları yetersiz fakültelerden mezun olmaları nedeniyle yeterli mesleki donanıma sahip olmadıklar da bir gerçektir. Bu nedenle başta Fakültelerimiz ve mesleki örgütlerimiz olmak üzere ilgili kuruluşların dayatmacı bir anlayışla değil

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

de gönüllülük ve yararlılık esasına göre veteriner hekimlere eğitici kurslar açmaları                    zorunlu bir gereksinimdir. Ancak bunu yaparken herkesin kolaylıkla ulaşabileceği teorik    bilgilerden çok el becerisini geliştirecek pratik konulara ağırlık verilmesi gerekir düşüncesindeyim.

  1. Mesleğimize ve meslektaşlarımıza yapılan saldırıların ve hak ihlallerinin son   zamanlarda hızlı bir artış gösterdiğini yazımın başlangıcında belirtmiştim. Bu saldırılara karşı mesleki örgütlerimizin yürüttükleri iyi niyetli çabalar da ne yazık ki yetersiz kalmaktadır. Bunun da nedenini mesleki örgütlerimizin medyayı etkin bir biçimde kullanmamalarında aramak gerekir. Medya ilişkilerinin amatörce değil profesyonelce yürütülmesi gerçeği iletişim olanaklarının olağan üstü arttığı çağımızda herkesçe de kabul edilmektedir. O nedenle maddi olanakları yeterli mesleki örgütlerimizin medya ilişkilerini düzenli ve sürekli biçimde yürütecek bir yapı oluşturmalarının vakti gelmiştir. Nitekim hukuk konusunda oluşturulan böylesi bir yapının ne kadar da başarılı olduğuna dair örnekler ortadadır. Aksi taktirde ne kadar da başarılı çalışmalar yaparsanız yapın eğer kamuoyu bundan habersizse sizi tanıması mümkün olmaz ve saldırgan saldırdığı ile kalıp kendi emellerine daha kolay ulaşır.

 

Türkiye’de Veteriner Hekimliğinin tüm sorunlarını böylesi bir yazının dar çerçevesine sığdırmak asla mümkün değildir. Kanımca camia olarak eksiğimiz içinde yaşadığımız sorunları ve o sorunlara dair çözüm önerilerini bırakın yazmayı kendi aramızda bile yeterince tartışmadığımızdır. Oysa herkes mesleki yayın organlarında ya da kendi yaşadığı çevredeki medyada bu sorunlarımızı konu edip çözüm önerilerini paylaşsa halkımız veteriner hekimliğin değerini çok daha iyi anlar. Bir düşünürün çok beğendiğim bir sözü ile yazımı bitirmek istiyorum.” Kendilerini Birilerinin Kurtarmasını Bekleyenler Sadece Kölelerdir”.